Birinci Mesele

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
muhakemat_67_2.gif
2
muhakemat_67_1.gif
Şu iki ayet gayet şayan-ı dikkattirler. Zira zâhire cümud, belâgatın hakkını cühud demektir. Zira birinci ayette olan istiare-i bedia, o derece hararetlidir ki; buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zâhir perdesini berk gibi yırtar. İkinci ayette belâgat o kadar müstakar ve muhkem ve parlaktır ki, seyri için güneşi durdurur. Evvelki ayet, 3
muhakemat_67_3.gif
naziresidir. O da onun gibi bir istiare-i bediayı tazammun eylemiştir. Şöyle ki: Cennet'in evanileri şişe olmadığı gibi gümüş dahi değildir. Belki şişenin gümüşe olan mübayeneti bir istiare-i bedianın karinesidir. Demek şişe şeffafiyetiyle, fidda dahi beyaz ve parlaklık hasebiyle, güya Cennet'in kadehlerini tasvir etmek için iki numunedirler ki Sâni-i Rahman bu âleme göndermiş. Tâ nefis ve mallarıyla Cennet'e müşteri olanların rağabatını tehyic ve iştihalarını açsın.
Aynen bunun gibi, 4
muhakemat_67_3a.gif
bir istiare-i bedia ondan takattur ediyor. O istiarenin zemini ise, zemin ve asuman mabeyninde hükm-ü hayal ile tasavvur olunan müsabakat ve rekabetin tahayyülü üzerine müessestir. mezraası şöyledir ki; zemin kar ve bered ile tezemmül veya taammüm eden dağlarıyla ve rengârenk besatîniyle süslendiği gibi, güya ona rekabeten ve inaden asuman dahi cibal ve besatîni andıran rengârenk ile teşekkül eden ve dağlara nazireler yapmak için parça parça dağılan bulutlarıyla sarılıp cilveger oluyor. O dağ gibi parça parça bulutlar; sefineler veyahut dağlar veyahut develer veyahut bostan ve derelerdir denilse, teşbihte hata edilmemiş olur. O cevdeki seyyarelerin çobanı ra'ddır. Kamçı gibi, berkini başları üzerine silkeleyip dolaştırıyor. O musahhar sabihalar ise, o bahr-i muhit-i havaîde seyr ü cereyan etmekle, mahşere tesadüf etmiş


1- Güneş kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yasin Suresi: 38)
2- O, gökten, oradaki dağlardan (dağ gibi bulutlardan) dolu indirir. (Nur Suresi: 43)
3- Gümüşten kaplar... (İnsan Suresi: 16)
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
dağları andırırlar. Güya sema, su buharının zerratını ra'd ile silâh başına davet ettiği gibi.. "Rahat olun" emriyle herkes yerine gider, gizlenir. Evet çok defa bulut dağın libasını giydiği gibi, heykeli ile teşekkül etmekle beraber bered ve kar’ın beyazıyla televvün ve rutubet ve burudetiyle tekeyyüf eder. Öyle ise bulut ve dağ, komşu, arkadaştırlar. Birbirine levazımatını âriye vermeye mecburdurlar. Bu uhuvvet ve mübadeleti Kur’an’ın çok yerleri gösterir. Zira bazen onu, onun libasında ve ötekini berikinin suretinde bize gösterir. Hem de tenzil'in pek çok menazilinde dağ ve bulut birbirinin elini tutup musafaha ettikleri vardır. Nasıl kitab-ı âlemin bir sahifesi olan zeminde muanaka ve musafahaları şahiddir. Zira umman-ı havada iskele hükmünde olan dağ tepesinde lenger-endaz olduklarını görüyoruz...
İkinci ayet: 1
muhakemat_68_1.gif
Evet, 2
muhakemat_68_1a.gif
bir üslûba işaret ettiği gibi, 3
muhakemat_68_1b.gif
dahi bir hakikatı telvih eder. Demek caizdir ki, 4
muhakemat_68_1c.gif
lâfzıyla şöyle bir üslûba işaret olsun. Şöyle: Şems, demiri altundan yapılmış mühezzeb, müzehheb, zırhlı bir sefine gibi esîrden olan ve mevc-i mekfuf tabir olunan umman-ı semada sabahat ve yüzüyor. Eğer çendan müstekarrında lenger-endazdır. Lâkin o bahr-i semada o "zeheb-i zâib" cereyan ediyor. Fakat o cereyan arazî ve tebaî ve tefhim için müraat ve ihtiram olunan nazar-ı hissiyledir. Fakat hakiki iki cereyanı vardır. Olmaz ise de olur. Zira maksad, beyan-ı intizamdır. esalib-i arab'da olduğu gibi tebaî ise veya zatî ise, nizamın nokta-i nazarında birdir.
Saniyen: Şems müstekarrında, mihveri üzerinde müteharrik olduğundan o erimiş altun gibi eczaları dahi cereyan ediyor. Bu hareke-i hakikiye evvelki hareke-i mecaziyenin danesidir, belki zenbereğidir.
Salisen: Şemsin müstekarrı denilen taht-ı revanıyla ve seyyarat denilen asakir-i seyyaresiyle göçüp sahra-yı âlemde seyr ü seferi, mukteza-yı hikmet görünüyor. Zira kudret-i ilâhiye her şeyi hayy ve müteharrik kılmıştır ve sükûn-u mutlak ile hiçbir şeyi mahkûm etmemiştir. mevtin biraderi ve


1- Güneş kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yasin Suresi: 38)
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ademin ammizadesi olan atalet-i mutlak ile, rahmeti bırakmamış ki kaydedilsin. Öyle ise şems de hürdür. Kanun-u ilâhiye itaat etmek şartıyla serbesttir, gezebilir. Fakat başkasının hürriyetini bozmamak gerektir ve şarttır. Evet şems, emr-i ilâhîye temessül eden ve her bir hareketini meşiet-i ilâhiyeye tatbik eden bir çöl paşasıdır. Evet cereyan hakiki ve zatî olduğu gibi arazî ve hissî de olabilir. Nasıl hakikidir, öyle de mecazîdir. Bu mecazın menarı, 1
muhakemat_69_a.gif
’dir. Üslûbun ukde-i hayatiyesine telvih eden lâfız, 2
muhakemat_69_b.gif
’dir. Elhasıl: Maksad-ı ilâhîsi, nizam ve intizamı göstermektir. Nizam ise şems gibi parlıyor. 3
muhakemat_69_1.gif
kaidesine binaen, nizamı intac eden hareket-i şems veyahut deveran-ı arz, hangisi olursa olsun, asıl maksadı ihlâl etmediği için sebeb-i aslînin taharrisine mecbur değiliz. Meselâ: 4
muhakemat_69_1a.gif
’nin elifiyle hıffet hasıldır. Aslı ne olursa olsun, vav'a bedel kaf dahi olsa fark etmez. Yine elif, elif ve hafiftir.
İşaret: Bu tasviratla beraber hiss-i zâhire istinaden; zâhir, mutaassıbane bir cümud-u baridi göstermek, nasıl ki belâgatın hararet ve letafetine münafîdir. Öyle de: Delil-i Sâni olan nizam-ı âlemin esası olan hikmetullahın şahidi olan istihsan-ı aklîye carih ve muhaliftir. Şöyle meselâ; Sübhan Dağı'na çok fersahla uzak bir mesafeden müteveccih olsan ve istesen ki; Sübhan senin cihat-ı erbaana mukabil gelse veyahut her cihete mukabil olarak görmüşsün, bu tebdil ve tebeddüle lâzım olan rahat bir sebebi olan kaç hareket-i vaz'iye ile birkaç adım atmak gibi en kısa yolu terk ve Sübhan Dağı gibi dehşetli bir cirm-i azimi seni hayrette bırakacak bir daire-i azimeyi kat'etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi bir gayet uzun yolu ve israf ve abesiyete acib bir misali, nizam-ı âleme esas tutmak, bence nizama cinayet etmektir. Şimdi insafla nazar-ı hakikatla bu taassub-u barideye bak: Nasıl istikra-i tammın şehadetiyle sabit olan bir hakikat-ı bâhireye muaraza ediyor. O hakikat ise budur: hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kısa


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Balı ye, gerisini sorma.
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve müstakim yolu terketmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyle ise; acaba istikra-i tâmmın mecaza karine olmasından ne mâni tasavvur olunur ve neden caiz olmasın?.. Tenbih: Eğer istersen Mukaddemata gir. Birinci Mukaddimeyi suğra ve Üçüncü Mukaddimeyi kübra yap. Sana netice verecektir ki: Ehl-i zâhirin zihinlerini teşviş eden, felsefe-i Yunaniyeye incizablarıdır. Hattâ o felsefeye fehm-i ayette bir esas-ı müselleme nazarıyla bakıyorlar. Hattâ oğlu ölmüş bir kocakarıyı güldürecek derecede bir misal budur ki: Bazılar öyle bir zatın kelâmındaki fülûs-u felsefeyi, cevher-i hakikatten temyiz etmeyecek dereceden pek çok derecede âlî olan o zat-ı nakkad*, Kürdçe demiş ki: 1
muhakemat_70_1.gif
Halbuki: Bu söz ile hükemanın mezhebi olan ki, "Melâike-i kiram maddeden mücerreddirler" red yolunda tasrih ediyor ki, "Melâike-i kiram anasırdan mahluk ecsam-ı nuraniyedirler." Onlar fehmetmişler ki: Anâsır dört oldukları, İslâmiyettendir. Acaba.. dörtlüğü ve unsuriyeti ve besateti, hükema ıstılâhatından ve müzahref olan ulûm-u tabiiyenin esaslarındandır. Hiç usûl-ü İslâmiyeye taallukları yoktur, belki zâhir müşahedetle hükmolunan bir kaziyedir. Evet dine teması olan her şey, dinden olması lâzım gelmiyor. Ve İslâmiyetle imtizac eden her bir madde, İslâmiyetin anâsırından olduğunu kabul etmek, unsur-u İslâmiyetin hasiyetini bilmemek demektir. Zira kitab ve sünnet ve icma ve kıyas olan anâsır-ı erbaa-i İslâmiye, böyle maddeleri terkib ve tevlid etmez.
Elhasıl: Unsuriyet ve besatet ve erbaiyet, felsefenin bataklığındandır; şeriatın maden-i safisinden değildir. Fakat felsefenin yanlışı, seleflerimizin lisanlarına girdiğinden, bir mahmil-i sahih bulmuştur. Zira selef, "dörttür" dediklerinden murad, zâhiren dörttür. Veyahut hakikaten ecsam-ı uzviyeyi teşkil eden müvellidülma ve müvellidülhumuza ve azot ve karbon.. yine dörttür.


1- Unsurlar dörttür. Melekler de o unsurların birinden yaratılmışlardır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Eğer hür-fikirsen bu felsefenin şerrine bak: Nasıl ezhanı esaretle sefalete atmıştır. Âferin, hürriyetperver olan hikmet-i cedidenin himmetine ki, o müstebid hikmet-i Yunaniyeyi dört duvarıyla zîr ü zeber etmiştir. Demek muhakkak oldu ki: Âyatın delâil-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatın keşşafı, yalnız belâgat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir.
Ey birader!
Vakta ki keşf-i esrar merakı bizi şu makama kadar getirdi. Biz de seni beraber çektik. Seni taciz ettik. Hem senin çok yorgunluğunu dahi biliriz. Şimdi Unsuru’l-Belâgat ve i'cazın miftahı olan İkinci Makale'nin içerisine seni gezdirmek istiyorum. Sakın o makalenin iğlak-ı üslûbu ve içinde cilveger olan mesailin elbiselerinin perişaniyeti, seni temaşasından müteneffir etmesin. Zira iğlak eden, manasındaki dikkat ve kıymettir. Ve perişan eden ve ziynet-i zâhiriyeden müstağni eden, manasındaki cemal-i zatiyesidir.
Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir. Ve menzilleri dahi kalbin süveydasıdır. Bunlara giydirdiğim elbise, zamanın modasına muhaliftir. Zira Kürd mektebi denilen yüksek dağlarda büyümüş olduğumdan alaturka terziliğe alışamadım. Hem de şahsın üslûb-u beyanı, şahsın timsal-i şahsiyetidir. Ben ise gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, halli müşkil bir muammayım... 1 1
muhakemat_71_1.gif


ttt



1- Bitti, tamamlandı.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt