İKİNCİ MAKALE (Unsuru'l-Belâgat)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Makale
Belâgatın ruhuna taalluk eden birkaç meselenin beyanındadır.

Birinci Mesele
Tarih lisan-ı teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ı Arab’ın cazibesiyle a'cam, Arablara muhtelit olduklarından; Kelâm-ı Mudarî*nin melekesi denilen belâgat-ı Kur’aniyenin madenini müşevveş ettikleri gibi, öyle de acemlerin ve acemîlerin belâgat-ı Arabiyenin sanatına girdiklerinden fikrin mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı maaniden, zevk-i belâgatı nazm-ı lâfza çevirmişlerdir. Şöyle ki:
Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maanidir. Nazm-ı maani ise mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise müteselsil olan hakaika müteveccihtir. Hakaika giren fikirler ise, karşısında olan dekaik-ı mahiyatta nafizdirler. Dekaik-i mahiyat ise, âlemin nizam-ı ekmeline mümid ve müstemiddirler. Nizam-ı ekmelde her bir hüsnün menbaı olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise mezâyâ ve letaif denilen belâgat çiçeklerinin bostanıdır. Çiçeklerin bostanı, cinan-ı hilkatte cilveger olan ezhara perestiş eden ve şair denilen bülbüllerin nağamatıdır. Bülbüllerin nağamatına aheng-i ruhanî veren ise, nazm-ı maanidir. Hal böyle iken, Arab'dan
1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
2- Bütün tahiyyatlar Allah'a, salavatlar da resulünün üzerine olsun.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
olmayan dahîl ve tufeylî ve acemîler, belâgat-ı Arabiyede üdeba sırasına geçmeye çalıştıklarından, iş çığırdan çıktı. Zira bir milletin mizacı o milletin hissiyatının menşei olduğu gibi lisan-ı millîsi de, hissiyatının makesidir... Milletin emziceleri muhtelif olduğu gibi, lisanlarındaki istidad-ı belâgat dahi mütefavittir. Lâsiyyema Arabî lisanı gibi nahvî bir lisan olsa... Bu sırra binaen cereyan-ı efkâra mecra ve belâgat çiçeklerine çemengâh olmaya çok derece nakıs ve kısa ve kuru ve kırav olan nazm-ı lâfz; mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı manaya mukabele ederek belâgatı müşevveş etmiştir. Zira acemîler sû-i ihtiyar veya sevk-i ihtiyaçla lâfzın tertib ve tahsinine ve maani-i lügaviyenin tahsiline daha ziyade muhtaç olduklarından ve elfaz, mecra olmak cihetiyle daha âsân ve daha zâhir ve nazar-ı sathîye daha munis ve hevam gibi avamın nazarlarını daha cazibedar ve avamperestane nümayişlere daha müstaid bir zemin olduğundan, elfaza daha ziyade sarf-ı himmet etmişlerdir... Yani ne kadar bir mesafe kat'ederse önlerine çok müşaşa sahralar kendilerini göstermek şanında olan tertib-i maanide olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasına koşup, dolaşıyorlar.
Maanînin tasavvurlarından sonra elfazın arkasına gitmekle fikirleri çatallaşmıştır. Gide gide elfaz manaya galebe etmekle istihdam ederek; lâfz, manaya hizmet etmek olan kaziye-i tabiiye aksine çevrildiğinden, tabiat-ı belâgattan böyle lâfızperest mutasallıfların sanatına kadar.. yok belki tasannularına uzun bir mesafe girmiştir. Eğer istersen Harîrî* gibi bir dâhiye-i edebin Makamat'ına gir, gör! O dâhiye-i edeb nasıl hubb-u lâfza mağlub olarak lâfızperestlik hevesi o kıymetdar edebini lekedar ettiği gibi lâfızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve numune-i imtisal olmuştur. Onun için o koca Abdülkahir* bu hastalığı tedavi etmek için Delâilü’l-İ'caz ve Esrarü’l-Belâgat'ın bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuştur. Evet lâfızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır...
Tenbih: Lâfızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bir maraz olacaktır. Hattâ bir nükte-i zerafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edib, edebde edebsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır. Evet lâfza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı mana, istemek şartıyla.. ve suret-i manaya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla.. ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsaid olmak şartıyla.. ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.. ve hayale cevelân ve şaşaa vermeli, fakat hakikatı incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten istimdad etmek şartıyla gerektir.
İkinci Mesele
Kelâmın hayatlanması ve neşv ü neması; manaların tecessümüyle ve cemadata nefh-i ruh etmekle bir mükâleme ve mübahaseyi içlerine atmaktır. Şöyle: Deveran ile tabir olunan vücudda ve ademde iki şeyin mukarenetiyle biri ötekisine illet ve mehaz ve menşe zannolunması olan itikad-ı örfî üzerine müesses olan mağlata-i vehmiye üstüne mebni olan kuvve-i hayalden neşet eden sihr-i beyanıyla sehhar gibi cemadatı hayatlandırır, birbiriyle söyletir. İçlerine ya adaveti veya muhabbeti atar. Hem de manaları tecessüm ettirir, hayat verir, içinde hararet-i gariziyeyi derceder.
Eğer istersen gürültülü menzil ıtlakına şayeste olan bu beyte gir:

Yani: Mumatala-i hak perdesi altında hulfü’l-va'd benimle konuşuyor. Der: Aldanma!.. Onun için sinemde ümidlerim ye's ile kavgaya başladılar, o mütezelzil hane olan sadrımı harab ediyorlar. Göreceksin nasıl şair-i sahir emel ve ye'si tecsim etmekle hayatlandırarak nemmam olan ihlâfın fitnesiyle bir muharebe ve muhasamayı temsil eyledi. Güya sinematoğraf gibi bu beyt senin aklına rüya görünüyor. Evet bu sihr-i beyanî bir nevi tenvim eder.
1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Veyahut yerin yağmur ile muaşaka ve şekvasını dinle! İşte:
1
muhakemat_78_1.gif

Yani: Yağmurun geç gelmesini ona teşekki eder. mahbubun ağız suyu gibi suyunu emer.
Acaba yeri Mecnun, sehabı Leyla hâletlerinde bu şiir sana tahyil etmiyor mu?
Tenbih: Bu şiiri güzel gösteren, içindeki hayalin hakikate bir derece müşabehetidir. Zira yağmur gecikse, sonra gelse toprak vız vız gibi bir savtı çıkartarak suyunu çeker. Bu hâli gören, geçliğine ve şiddet-i ihtiyacına intikal ettiğinden, meşhur deveranın sırrıyla ve tevehhümün tasarrufatıyla bir muaşaka ve mükâleme suretine ifrağ eder.
İşaret: Her bir hayalde bu çiznok gibi bir dane-i hakikat bulunmak şarttır...

Üçüncü Mesele
Kelâmın elbise-i fahiresi veyahut cemali ve sureti, üslûb iledir. Yani kalıb-ı kelâm iledir. Şöyle ki: Ya dikkat-i nazar veya tevaggul veya mübaşeret veya sanatın telakkuhuyla hayalde tevellüd eden temayülatın hususiyatından teşekkül eden suretlerden terekküb eden istiare-i temsiliye*nin parçaları telâhuk ettiklerinden tenevvür ve teşerrüb ve teşekkül eden üslûb, kelâmın kalıbı olduğu gibi, cemalin madeni ve hulel-i fahirenin destgâhıdır. Güya aklın borazanı denilmeye şayan olan irade ses etmekle, kalbin karanlık köşelerinde yatan manalar çıplak, yalın ayak, baş açık olarak çıktıklarından mahall-i suver olan hayale girerler. O hazinetü’l-hayalde buldukları sureti giyerler. En ekall bir yazmayı sarar. Veya bir pabucu giyer, lâakal bir nişan ile çıkar. Hiç olmazsa bir düğme ile veya bir kelime ile kendinin nerede terbiye olduğunu gösterir.
Eğer bir kelâmın -fakat tabiattan çıkmış bir kelâmın- üslûbunda im'an-ı nazar edersen, kendi sanatı içinde işleyen mütekellimi o âyine-misal üslûbun
1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
içinde göreceksin. Hattâ nefsini nefesinden ve sesinden; mahiyetini nefsinden (üfürmesinden) tevehhüm ve mizac ve sanatını kelâmıyla mümtezic tahayyül etsen, hayaliyyun mezhebinde muateb olmuyorsun. Eğer tereddüd ile senin hayalin, hastalığı var ise Kaside-i Bür'iyye*den olan 1
muhakemat_79_1.gif

bîmarhaneye git, gör! Nasıl hakîm-i Busayrî*, istifrağla ve nedametin perhiziyle sana reçete yazar. Eğer iştihanın açılmasıyla üslûb denilen hakikatin şişesindeki zülâl-i mana nasıl kendine muvafık ve nasıl imtizac etmesini seyretmek ve o zülâli içmeye iştihan var ise meyhaneye git ve de: "Ey meyhaneci, kelâm-ı beliğ nedir?" Elbette onun sanatı onu şöyle söylettirecek:
Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat gibi bir manayı, zürefa denilen sakiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.
Eğer böyle sarhoşların sözlerinden hoşlanmıyorsan suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü Süleyman*ın Sebe'den getirdiği nebe ve haberi dinle!.. Nasıl inzal-i Kur’an ve ibda-ı semavat ve arz eden Zülcelal'in tavsifini etmiştir. Hüdhüd diyor: "Bir kavme rast geldim. Zemin ve asumandan mahfiyatı çıkaran Allah'a secde etmiyorlar..." Bak, evsaf-ı kemaliye içinde Hüdhüd'ün hendesesine telvih eden vasf-ı mezburu yalnız ihtiyar eyledi.
İşaret: Üslûbdan muradım kelâmın kalıbıdır ve suretidir. Başkalar başka diyorlar. Ve belâgatça faidesi, kıssatın tefarıkını ve perişan olan parçalarını iltiham ve bitiştirmektir. Tâ kaide-i “Bir şey sabit olursa levazımıyla sabittir” sırrıyla bir cüz'ü tahrik etmekle kıssatın küllünü ihtizaza getirmektir. Güya mütekellim, üslûbun bir köşesini muhataba gösterse, muhatab kendi kendine velev bir derece karanlık olsa da tamamını görebilir.
1- Haramla dolmuş olan gözlerinden gözyaşlarını akıt ve pişmanlık perhizine sarıl.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bak nerede olursa olsun "mübareze" lâfzı pencere gibi meydan-ı harbi, içinde harb olarak sana gösterir. Evet çok böyle kelimeler vardır. Hayalin sinematoğrafisi denilse caizdir.
Tenbih: Üslûb meratibi pek mütefavittir. Bazen o kadar lâtif ve rakiktir ki, nesim-i seherden daha aheste eser. Bazen o kadar gizli oluyor ki, bu zamanın harbinin diplomatlarının desais-i harbiyelerinden daha mesturdur. Bir diplomatın kuvve-i şammesi lâzımdır, tâ istişmam edebilsin.
Ezcümle: 1
muhakemat_80_1a.gif
Suresinde 2
muhakemat_80_1.gif
şive-i ifadeden, Zemahşerî* 3
muhakemat_80_2.gif
üslûbunu istişmam etmiştir. Evet, insan isyanla Hâlikın emrine karşı manen müdafaa ve mübareze eder...

Dördüncü Mesele
Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve her biri parmağını maksad üzerine bırakmak ile 4
muhakemat_80_3.gif
düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir.
Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır.
İşaret: Bu noktadan intizam neşet etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet'in kelâmına teemmül et...


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Çürümüş kemikleri kim diriltecek? (Yasin Suresi: 78)
3- Meydana kim çıkar?
4- İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, güzelliğin birdir; bütün ibareler o güzelliğe işaret ediyorlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen
1
muhakemat_81_1.gif
olan ayete bak. Nasıl ki "şeyi zıddından in'ikas ettirmek" olan kaide-i beyaniyeye binaen tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor.
Şöyle: 2
muhakemat_81_1a.gif
lâfzındaki teşkik ile tahfif.. ve 3
muhakemat_81_1b.gif
’deki yalnız temas.. ve 4
muhakemat_81_1c.gif
maddesinde ve sigasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve 5
muhakemat_81_1d.gif
’deki teb'iz ve nekâle bedel 6
muhakemat_81_1e.gif
zikrindeki tehvin.. ve 7
muhakemat_81_1f.gif
’deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede tazim ve tehvil eder.
Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin...
Tenbih:Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyat-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazen mütedahilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder.

Beşinci Mesele
Kelâmın servet ve vüs'ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalibin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sakin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır.


1- Andolsun, onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunmuş olsa... (Enbiya Suresi: 46
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
4- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
5- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
6- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
7- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mesul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şayan noktalar vardır: İşte, çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte: 1
muhakemat_82_1.gif

Yani: Dedi: "İhtiyar oldun." Dedim: "Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden, ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır."
Hem de: 2
muhakemat_82_1a.gif

Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi dimağdan erimiş sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür.
Hem de: 3
muhakemat_82_1b.gif

Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflete dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi.
Hem de: 4
muhakemat_82_2.gif
muhakemat_82_2.gif

Yani: Ciriti istemek yolunda, sabah, atımın yüzüne yed-i beyzasıyla bir tokat vurdu. Atım dahi kısasını almak için tayyar olan subha erişti, yere vurdu, içinde dört ayağıyla gezindi. Demek atım çaldır.
Hem de: 5
muhakemat_82_2a.gif

Yani: Kalbim maşukumun kemeri gibi hareket ve hışhış etmekte; onun kalbi ise onun bileziği gibi sükûn ve sükûttadır. Demek beli ince, bileği kalın olduğu gibi; kalbim müştak, onun kalbi müstağnidir. Demek hüsn ve aşkı ve istiğnayı ve iştiyakı bir taş ile vurmuştur.


1- İbnü'l-Mu'tez, Delâilü'l-İ'caz. s. 61.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
3- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
4- İbn Nebate'ye ait olan bu şiir Esrarü'l-Belâga'de zikredilmektedir. s. 325; Divan, 1/273
5- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem de: 1
muhakemat_83_1.gif

Yani: Tacir-i Yemenî gibi yağmurdan gelen sel, yüklerini, eskallerini gabit sahrasına attı. Nasıl ki bir tüccar akşamda bir köye gelse, gecede köylüler rengârenk eşyalarını satın alsalar; sabahleyin herkes bir renk ile süslenmiş olduğu hâlde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de, sel sahraya yükünü attığı gibi ticaret-i hafiyeye benzer imtizacat-ı kimyeviye ile çiçeklerin nazeninlerine güya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ çiçeklerin çobanı ıtlakına şayan olan kefne (Haşiye1) başını kırmızılaştırıyor.
Hem de: 2
muhakemat_83_2.gif

Yani: vefa, gavr-ı in'idama çekildi.. tufan-ı gadr feverana başladı. kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı...
Uzağa gitmek istemiyorsan bu makalenin bir parça makabline nazar et. Bu meseleye numune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: “Âyatın delâil-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşafı yalnız belâgat-ı Arabiyedir, felsefe-i Yunaniye değildir.” Veyahut makale-i ûlâda olan mesele-i ûlânın hatimesindeki işarete bak. İşte, "Hilkat denilen şeriat-ı fıtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki: Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzuz etmemek... Zira zemin zevciyle beraber 3
muhakemat_83_3.gif
demişlerdir. taat ise cemaatle daha ahsendir."
Şimdi teemmül et! Bu misaller, karşı ve arkalarından öyle makamatı gösterir ki, arkalarından başka makamat hayal-meyal gibi başını çıkarıyor.
Haşiye 1- Dikenli, ihrak edilir bir dağ mahsulüdür.

1- İbnü'-Enbari, Şerhu'l-Kasaid es-Seb'a, s. 108.
2- Tugraî, Lâmiyeti'l-Acem: 15 (50. beyt)
3- Emrine uyarak, taat içinde geldik. (Fussilet Suresi: 11)

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncı Mesele
Kelâmın semeratı ise; tabakat-ı muhtelifede, suver-i müteaddidede teşekkül eden maanidir. Şöyle: Kimyaya aşina olanlara malumdur: Bir maddeyi, meselâ altun gibi bir unsuru istihsal edildiği vakit, makine veya fabrika ile müteaddid borular ile muhtelif teressübatıyla, mütenevvi teşekkülât ile tabakat-ı mütefavitede geçer. En nihayet ondan bir kısım tahassül eder. Kelâm denilen maani-i mütefavitenin fotoğrafıyla alınmış muhtasar bir haritanın istiab ettiği gibi.
Mefahim-i mütefavitenin suret-i teşekkülü budur ki, tesirat-ı hariciyeden kalbin bir kısım ihtisasatı ihtizaza gelmekle müyulât tevellüd eder. Ondan hevaî manalar bir derece aklın nazarına ilişmekle, aklı kendine müteveccih eder. Sonra o buhar hâlindeki mana bir kısmı tekâsüf etmekle temayülât ve tasavvuratın bir kısmı muallak kalıp bir kısım dahi takattur ettiğinden akıl ona rağbet gösterir. Sonra mayi hâlindeki kısımdan bir kısım tasallüb ve tahassül ettiğinden, akıl onu kelâm içine alıyor. Sonra o mütesallibden bir resm-i mahsus ile temessül ve tecelli ettiğinden, akıl onun kametine göre bir kelâm-ı mahsus ile onu gösterir. Demek müteşahhıs olanı, kelâmın suret-i mahsusası içine alıyor. Ve tasallüb etmeyeni fehvanın eline verir. Ve tahassül etmeyeni işaret ve keyfiyet-i kelâma yükler. Ve takattur etmeyeni kelâmın müstetbeatına havale eder. Ve tebahhur etmeyeni üslûbun ihtizazatına ve kelâm ile refakat eden mütekellimin etvarıyla rabteder.
İşte bu silsilenin borularından ismin müsemması ve fiilin manası ve harfin medlûlü ve nazmın mazrufu ve heyetin mefhumu ve keyfiyatın mermuzu ve müstetbeatın müşarünileyhleri ve hitabı teşyi eden etvarın muharrikleri, hem de dâllün bil-ibare*nin maksudu ve dâllün bi’l-işaret*in medlûlü ve Dâllün bi’l-fehva*nın mefhum-u kıyasîsi ve Dâllün bi’l-iktiza*nın
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt