ÜÇÜNCÜ MAKALE (Unsuru'l-Akide)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu kelime-i âliye, üssü’l-esas-ı İslâmiyet olduğu gibi kâinat üstünde temevvüc eden İslâmiyetin en nuranî ve en ulvî bayrağıdır. Evet misak-ı ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu menşur-u mukaddeste yazılmıştır. Evet âb-ı hayat olan İslâmiyet ise, bu kelimenin aynü’l-hayatından nebean eder. Evet ebede namzed olan nev-i beşer içinde saadet-saray-ı ebediyeye tayin ve tebşir olunanın ellerine verilmiş bir ferman-ı ezelîdir. Evet kalb denilen avalim-i gayba karşı olan penceresinde kurulmuş olan lâtife-i rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranîyle Sultan-ı Ezeli ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beliğidir. Evet vicdanın esrarengiz olan nutk-u beliğanesini cemiyet-i kâinata karşı vekâleten inşad eden hatib-i fasihi ve kâinata Hâkim-i Ezeli ilân eden imanın mübelliğ-i beliği olan lisanın elinde bir menşur-u lâyezalîdir.
İşaret: Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sadıktır ve birbirini tezkiye eder. Evet uluhiyet nübüvvete bürhan-ı limmîdir. Muhammed aleyhisselâm, Sâni-i Zülcelale zatıyla ve lisanıyla bürhan-ı innîdir...
Tenbih: Hakaik-i akaid-i İslâmiye, bütün teferruatıyla kütüb-ü İslâmiyede mufassalan müberhene ve musarrahadır, görünebilir. Ve görülen şeyi

1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
2- Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed, Allah'ın resulüdür.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
göstermek, zâhirin hafâsına veya muhatabın gabavetine işaret ve techil olduğundan, akidenin yalnız üç-dört unsurunu beyan edeceğim. Diğer hakaikini fuhûl-ü ulemanın kitablarına havale ederim. Zira bana hacet bırakmamışlar.
Mukaddime
Ehl-i dikkatin malumudur ki: Makasıd-ı Kur’aniyenin fezlekesi dörttür: Sâni-i Vahidin isbatı ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adldir.
Birinci Maksadelâil-i Sâni beyanındadır. Bir bürhanı da Muhammed'dir (aleyhisselâm). Sâni'in vücud ve vahdeti, isbata ihtiyaçtan müstağnidir. Lâsiyyema Müslümanlara karşı çok derece eclâ ve azhardır. Binaenaleyh hitabımı ecanibe, bahusus Japonya'ya tevcih eyledim. Zira onlar eskide bazı sualler etmiştiler, ben de cevab vermiştim. Şimdi ihtisar ile yalnız bir-iki suallerine müteallik o cevabın bir parçasını söyleyeceğim. Onlardan bir sual:


Yani: Vücud-u Sâni'e delil-i vâzıh nedir?
İşaret: Gayr-ı mütenahî olan marifetullah, böyle mahdud olan kelâma sığışmaz. Binaenaleyh kelâmımdaki iğlakın mazur tutulması mercûdur.
Tenbih: Bervech-i âti kelâmdan maksad: muhakeme ve muvazenenin tarikini göstermektir. Tâ ki, mecmuunda hakikat tecelli etsin. Yoksa zihnin cüz'iyeti sebebiyle o mecmuun her bir cüz'ünde neticenin tamamını taharri etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle hakikatı evham içinde setretmektir.
1- Bizi kendisine çağırdığın Allah'ın varlığına işaret eden açık delil nedir? Mahlukat neden yaratılmıştır? Yoktan mı, belli bir maddeden mi, yoksa kendi kendinden mi? Ve daha buna benzer tekrar edilen diğer sorular.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mukaddime
Hakikatın keşfine mâni olan arzu-yu hilâf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:
Birinci Maksad
Cemi zerrat-ı kâinat, birer birer zat ve sıfat ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni'in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i rabbaniyeden ilân-ı Sâni eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet her bir zerre kendi başıyla Sânii ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın her bir makam ve her bir nisbetinde her bir zerre muvazene-i cereyan-ı umumiyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden Sâni'in kasd ve hikmetini izhar ve kıraat ettikleri için Sâni'in delâili, zerrattan kat kat ziyadedir.
Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?
Elcevap: Kemal-i zuhurundan... Evet şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır. cirm-i şems gibi.
muhakemat_101_1.gif

Yani: Eb'ad-ı vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelînin yazdığı silsile-i hadisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i âlâdan gelen selasil-i resail seni âlâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.
1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sânii unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ tatil-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni dahi; cesed gibi istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad...
Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad marifet-i Sâni'dir...
Evet her şeyi hikmet ve intizamla gören Sâni-i Hakîme itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir hâlet-i cehennem-nümun ve ciğerşikâfta kaldığından eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, her şeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatine muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad... Evet melce yalnız marifet-i Sâni'dir.
Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefsü’l-emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni' tecelli ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor... Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.
Tenbih: Arş-ı kemalât olan marifet-i Sâni'in miraclarının usûlü dörttür:
Birincisi:Tasfiye ve işrak*a müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.
İkincisi:İmkân ve Hudûs*a mebni olan mütekellimînin tarikidir. Bu iki asıl, filvaki Kur’an’dan teşaub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavilü’z-zeyl ve müşkilleşmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncüsü:Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun değildirler...
Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur’aniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’anîdir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:
BİRİNCİSİ: Delil-i inayet*tir ki; menafi-i eşyayı tâdad eden bütün âyat-ı Kur’aniye bu delile îma ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâni’in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.
Mukaddime: Eğer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikra-i tâm edemez ve ihata edemez. Fakat nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr sayesinde, kâinatın her bir nevine mahsus kavaid-i külliye-i muntazamadan ibaret olan bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir.
Bununla beraber bir emirde intizam olmazsa hüküm külliyetiyle cereyan edemediği için, kaidenin külliyeti nevin hüsn-ü intizamına delildir. Demek cemi-i fünun-u ekvan kaidelerin külliyetlerine binaen, istikra-i tâmla nizam-ı ekmeli intac eden birer bürhandırlar. Evet fünun-u kâinat bitamamiha mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış olan mesalih ve semeratı ve inkılâbat-ı ahvalin telâfifinde saklanmış olan hikem ve fevaidi göstermek ile Sâni’in kasd ve hikmetine parmak ile şehadet ve işaret ettikleri gibi şeyatîn-i evhama karşı birer necm-i sâkıbdır.
İşaret: Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyanı olan mümaresat-ı ilzamiyattan nefsini tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i ilâhiyenin şuursuz, mecra ve mahrekleri
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
tahdid olunmayan ve imkânatında evleviyet olmayan esbab-ı basita-i camide-i tabiiyeden husul-pezir ve o destgâhın masnuu olduğunu kendi nefsini kandırıp mutmain ve ikna edemiyorsun. Meğer her bir zerrede Eflatun* kadar bir şuur ve Calinos* kadar bir hikmeti isbat ettikten sonra zerrat-ı saire ile vasıtasız muhabereyi itikad ve esbab-ı tabiiyenin üssü’l-esası hükmünde olan cüz-i lâ-yetecezzadaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianın içtimalarının hortumu üzerindeki muhaliyetin damgasını kaldırabilsen... Eğer nefsin bu muhalâta ihtimal verse, seni insaniyet defterinden sildirecektir. Fakat caizdir ki: Her bir şeyin esası zannettikleri olan cezb ve def' ve hareket, âdetullahın kanunlarına birer isim olsun. Fakat kanun kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten haricîliğe ve itibardan hakikate ve âletiyetten müessiriyete gelmemek şartıyla kabul ederiz.
Tenbih: 1
muhakemat_104_1.gif
Nazarını âleme gezdir. Hangi yerinde noksaniyeti görebilirsin? Kellâ... Gören görmez. Meğer kör ola veya kasr-ı nazar illetiyle mübtela ola. İstersen Kur’an’a müracaat et. Delil-i inayeti vücuh-u mümkinenin en ekmel vechiyle bulacaksın. Zira Kur’an, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri tâdad eder. İşte o âyat, şu bürhan-ı inayete mezahirdir. İcmali budur, tut! Tafsili ise: Eğer meşiet-i ilâhiye taalluk ederse âyat-ı âfâkiye ve enfüsiyeyi tefsir tarikinde sema ve beşer ve arzın ilimlerine makud olan kütüb-ü selâsede tefsir edilecektir. O vakit şu bürhan tamam-ı suretiyle sana görünecektir.
İKİNCİ DELİL-İ KUR’ANÎ: Delil-i ihtira*dır. Bunun hülâsası: Mahlukatın her nevine, her ferdine ve o neve ve o ferde müretteb olan âsâr-ı mahsusasını müntic ve istidad-ı kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev-i müteselsil, ezelî değildir. İmkân bırakmaz. Hem de bizzarure bazının hudûsu nazarın müşahedesiyle ve sairleri dahi aklın hikmet nazarıyla görülür.


1- İşte, gözünü çevirip gezdir, herhangi bir karışıklık ve noksanlık görüyor musun? (Mülk Suresi: 3)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Vehim ve tenbih: İnkılâb-ı hakikat olmaz. nev-i mutavassıtın silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılab-ı hakaikin gayrısıdır.
İşaret: Her bir nevin bir Âdem’i ve bir büyük pederi olduğundan silsilelerdeki tenasülden neşet eden vehm-i bâtıl o Âdem’lerde, o evvel pederlerinde tevehhüm olunmaz. Evet hikmet, fenn-i tabakatü’l-arz ve ilm-i hayvanat ve nebatat lisanıyla iki yüz bini mütecaviz olan envaın Âdem’leri hükmünde olan mebde-i evvellerinin her birinin müstakillen hudûsuna şehadet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan kavanin ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise, bu kadar hayretfeza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşetengiz hadsiz makine-i acibe-i ilâhiyenin tasni ve icadına adem-i kabiliyetleri cihetiyle her bir ferd ve her bir nevi, müstakillen Sâni-i Hakîmin yed-i kudretinden çıktığını ilân ve izhar ediyor. Evet Sâni-i Zülcelal her şeyin cephesinde hudûs ve imkân* damgasını koymuştur.
Tenbih: Ezeliyet-i madde ve hareket-i zerrattan teşekkül-ü enva gibi umûr-u bâtılaya ihtimal vermek, sırf başka şeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, o umurun esas-ı fasidesini tebaî nazarıyla adem-i derkinden neşet eder. Evet nefsini ikna etmek suretinde müteveccih olursa, muhaliyet ve adem-i makuliyetine hükmedecektir. Faraza kabul etse de tegafül-ü ani's-Sâni sebebiyle hasıl olan ıztırar ile kabul edebilir.
Tenbih: Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibariyle daima hakkı satın almak istiyor ve daima hakikatı arıyor ve daima maksadı saadettir. Fakat bâtıl ve dalâl ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatın madenini kazarken ihtiyarsız bâtıl onun başına düşer. Veyahut hakikatı bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri; muhal ve gayr-ı makul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebaî ile kabulüne mecbur oluyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte bu hakikatı pîş-i nazara al! Göreceksin ki: Bütün nizam-ı âlemden eser-i gaflet olarak tevehhüm ettikleri ezeliyet-i madde ve hareket ve şu bütün akılları hayrette bırakan nakş ve sanat-ı bediada tahayyül ettikleri tesadüf-ü amyâ ve bütün hikemin şehadatına rağmen esbab-ı camideden itikad ettikleri tesir-i hakiki ve nefislerine mugalâta edip vehmin -istimrara istinaden- iğvasıyla tecessüm ve tahayyül olunan tabiat-ı mevhumeyi merci yapmakla teselli ettikleri; elbette fıtratları reddeder. Fakat yalnız hakka teveccüh ve hakikate kasd ettikleri için şu evham-ı bâtıla davetsiz olarak yolun canibinden taarruz ettikleri için, elbette hedef-i garazına nazarını dikmiş olan adam o evhama tebaî ve sathî bir nazar ile bakıyor. Onun için, müzahref olan içine nüfuz edemez... Fakat ne vakit rağbet ve kasd ve satın almak nazarıyla baksa; almaya değil, belki iltifat etmeye ve bakmaya tenezzül etmez!..
Evet şu kadar çirkin bir şeyi vicdan ve akıl muhal görüyor. Kalb dahi kabul etmez. İllâ ki müşagabe ile safsata edip her bir zerreye hükemanın akıllarını ve hükkâmın siyasetlerini verip, tâ her bir zerre ehavatıyla ittifak ve intizam meselesinde müşavere ve muhabere etsinler. Evet bu surette bir mesleği, insan değil hayvan dahi kabul etmez. Fakat ne çare, mesleğin lâzım-ı beyyini meslektendir. Şu meslek ise, bu suretten başka birşey ile tasvir edilmez. Evet bâtılın şe'ni şöyledir: Ne vakit tebaî bir nazar ile bakılırsa, sıhhatine bir ihtimal verilir. Fakat im'an-ı nazar eyledikçe, ihtimal-i sıhhat bertaraf olur.
İşaret: Madde dedikleri şey ise; suret-i mütegayyire, hem de hareket-i zâile-i hâdiseden tecerrüd etmez. Demek hudûsu muhakkaktır. Feya acaba! Sâni-i Vâcibü’l-Vücudun lâzıme-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sığıştıramayan nasıl oldu da her bir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hakikaten câ-yı taaccübdür... Evet insan düşündükçe, cemi sıfat-ı kemaliye ile muttasıf olan Sâni'den
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
istiğrab ve istinkâr ettikleri şu hayret-efza masnuatı tesadüf-ü amyâya ve hareket-i zerrata isnad ettikleri için, insanı insaniyetten pişman eder. Telvih: Harekât-ı zerrattan husulü dava olunan kuvvet ve suretler, araziyetleri cihetiyle envadaki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. Araz cevher olamaz. Demek bütün envaın fasılları ve umum arazın havass-ı mümeyyizeleri, adem-i sırftan muhteradırlar. Tenasül, teselsülde şerait-i âdiye-i itibariyedendir.
İşte delil-i ihtiraî*nin icmali... Eğer açık olarak mufassalan istersen Kur’an’ın firdevsine gir. Zira hiçbir ratb ve yabis yoktur ki; o tenezzühgâhta ya çiçek veya gonca hâlinde bulunmasın. Eğer ecel müsaid ve meşiet taalluk ve tevfik refik olursa, elfaz-ı Kur’aniyenin esdafında şu bürhanı tezyin eden cevherleri, gelecek kütübde tafsil edilecektir.
Vehim ve Tenbih: Eğer sual etsen: "Nedir şu tabiat ki daima onun ile tın tın ediyorlar? Nedir şu kavanin ve kuva ki daima onlar ile mütedemdimdirler?" Cevab vereceğiz ki: Âlem-i şehadet denilen, cesed-i hilkatin anasır ve âzasının ef'allerini intizam ve rabt altına alan şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye vardır. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, tabiat veya matbaa-i ilâhiye ile müsemmadır. Evet tabiat, hilkat-i kâinatta carî olan kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. İşte kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın istimrarına istinaden... Hem de hayali hakikat suretinde gören ve gösteren nüfusun istidadları bir zemin-i şûre müheyya etmesiyle vehim ve hayal tasallut ederek tazyik edip şu tabiat-ı hevaiye tavazzu ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden misal suretine girmiştir. Evet şunun gibi, vehmin çok hileleri vardır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşaret: Şu tabiat ve kuva-yı umumiye tesmiye ettikleri emirler, kat'iyen aklı ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve şu kâinata illet ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, mahza Sâni'den tegafül ve intizamın ilcaından tevellüd eden yalnız ıztırar ile veleh-resan-ı ukul olan kudretin âsârını şu matbaa-misal olan tabiatın sanatından görmek, tabiatı mistar iken masdar tahayyül etmek; lâzım-ı eammın vücuduyla, melzum-u ehassın vücudunu intaca çalışan akîm bir kıyasın neticesidir. Evet şu kıyas-ı akîm, dalâlet ve hayret vadilerine çok yolları açmıştır.
Tenvir: Ef'al-i ihtiyariyenin nazzamı olan şeriat ve kanun şu kadar hark ve muhalefetle beraber birçok cühhal-i vahşiye; âdeta şeriatı bir hâkim-i ruhanî ve nizamı bir sultan-ı manevî tevehhüm edip, bir tesiri tahayyül eder. Evet bir taburun veya askerin muttarid olan harekâtını ve yeknesak olan etvarlarını ve birbiriyle rabtolunan ahvallerini müşahede eden vahşi bir adam, şu efrad-ı adîdeyi veyahut heyet-i askeriyeyi, manevî bir iple merbut zannederse; acaba garib görünecek midir? Veyahut bir bedevi veya bir şairü’t-tab', nâsı bir vaz'-ı hasende ifrağ eden ve mabeynlerini telif eden nizamı, bir mevcud-u manevî ve şeriatı bir hâlife-i ruhanî temessül ederse, çok görünecek midir? Öyle ise kâinatın ahvaline taalluk eden ve tabiat tesmiye olunan ve tasdik-i enbiya veya tekrim-i evliyadan başka hark olunmayan ve müstemirre olan şu şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye, evhamda tecessüm etsin, neden taaccüb olunsun?
Vehim ve Tenbih: İnsanın zihni ve lisanı ve sem'i; cüz'î ve teakubî oldukları gibi, fikri ve himmeti dahi cüz'îdir. Ve teakub tarikiyle yalnız bir şeye taalluk eder ve meşgul kalır. Hem de insanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nisbetindedir. himmetin derecesi ise, maksad ve iştigal ettiği şeyin nisbetindedir. Hem de insan teveccüh ve kasdettiği şeyde, güya fena fi’l-maksad oluyor
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt