İnayet Bahsi

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mahrem Bir Suale Cevaptır (Şu sırr-ı inayet; eskiden mahremce yazılmış, Ondördüncü Sözün ahirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve lâyık mevkii burası imiş ki, gizli kalmış.)
Benden sual ediyorsun: “Neden senin Kur’an’dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur? Bazen bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitab kadar tesir bulunuyor.”
Elcevap:1 Şeref, i’caz-ı Kur’an’a ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâ-perva derim: Ekseriyet itibariyle öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklid değil, tahkiktir. İltizam değil, iz’andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dava değil, dava içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zat-ı Zülcelâl, Kur’an-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i’cazından olan temsilâtından bir şulesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur’an’a ait yazılarıma ihsan etti. Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü’l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye, şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hatta nefs ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan* dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhasıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’aniyenin lemeatındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur’an’ındır.
Said Nursî
***



1- Güzel bir cevaptır.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_23_2.gif
2
barla_23_1.gif


Mukaddime
Hulûsi Bey ve Sabri Efendi’nin mektublarında Risale-i Nur hakkındaki fıkralarının, bir mektub suretinde Risale-i Nur eczaları içinde idhal edilmesinin beş sebebi var:
Birincisi: Hulûsi ise, ahirdeki Sözler’in ve ekser Mektubat’ın yazılmasına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebep olması... Ve Sabri’nin dahi On Dokuzuncu Mektub gibi bir sülüs-i Mektubat’ın yazılmasına sebep, onun samimi ve ciddi iştiyakı olmasıdır.
İkinci Sebep: Bu iki zat bilmiyorlardı ki; bir vakit şu fıkralar neşredilecek. Bilmedikleri için gayet samimi, tasannusuz, halisane ve derece-i zevklerini ve o hakaika karşı şevklerini ifade etmek için, hususi bir surette yazmışlar. Onun için o takdiratları takriz nevinden değil, doğrudan doğruya mübalâğasız bir surette, gördükleri ve zevkettikleri hakikatı ifade etmeleridir.
Üçüncü Sebep: Bu iki zat hakiki talebelerimden ve ciddi arkadaşlarımdan... Ve hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassası var ki, bu iki zat üçünde de birinciliği kazanmışlar.
Birinci hassa: Bana mensub her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Adeta cesedleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakiki manevî vereselerdir.
İkinci hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksadları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-ı imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.


1- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
2- Allah’ın adıyla.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.
Dördüncü Sebep: Hulûsi Bey; benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellim ve hakiki varisim ve bir dehâ-i nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman*ın vefatından sonra, Hulûsi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi ifaya başlamasıyla.. ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevî bana muhatab olmuşcasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.
Sabri ise, fıtraten bende mevcud has bir nişan var. Bütün gezdiğim yerde kimsede görmedim. Sabri’de aynı nişan-ı fıtrî var. Bütün talebelerim içinde, karabet-i nesliyeden daha ziyade bir karabet kendinde hissetmiş. Ve şu havalide en az ümid ettiğim ve o da geç uyandığı halde en ileri gittiği bir işarettir ki; o da bir Hulûsi-i sanidir, müntehabdır. Cenab-ı Hak tarafından bana talebe ve hizmet-i Kur’an’da arkadaş tayin edilmiştir.
Beşinci Sebep: Ben kendi şahsıma ait takdirat ve medhi kabul etmem. Çünkü, manen büyük zarar gördüm. Onun için şahsıma karşı takdirat, fahr ve gurura medar olduğu için şiddetle nefret edip korkuyorum. Fakat Kur’an-ı Hakîmin dellâlı ve hizmetkârı olmaklığım cihetinden ve o vazife-i kudsiye noktasında takdirat ve medih bana ait olmayıp, nurlu Sözler’e ve belki doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur’aniyeye ait olduğu için onu müftehirane değil, Cenab-ı Hakka karşı müteşekkirane kabul ediyorum. İşte bu iki şahıs, bu hakikatı herkesten ziyade anladıkları için, onlar bilmeyerek vicdanlarının sevkiyle yazdıkları takdirat ve medihlerini, Risale-i Nur eczaları içinde dercedilmeye sebep olmuştur. Cenab-ı Hak bunların emsalini ziyade etsin ve onları da muvaffak etsin ve tarik-ı haktan ayırmasın, âmin.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_25_1.gif


Said Nursî

***



1- Kendisine Kur’an’ı indirdiğin zatın (s.a.v.) hakkı için bizi, ihvanlarımızdan o ikisini ve emsallerini seveceğin ve razı olacağın biçimde Kur’an ve iman hizmetinde muvaffak eyle. Gece ve gündüzün peşpeşe gelmesi, ay ve güneşin deveran etmesi devam ettiği sürece, en faziletli salât ve en mükemmel esenlikler onun üzerine olsun.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt