İnayet Bahsi

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Yirmi Sekizinci Mektubdan) Yedinci Risale Olan
Yedinci Mesele
1
besmele_i_serif.gif


2
barla_12_1.gif


Şu mesele, Yedi İşarettir.
Evvelâ, tahdis-i nimet suretinde birkaç sırr-ı inayeti izhar eden Yedi Sebebi beyan ederiz.
Birinci Sebep: Eski Harb-i Umumîden evvel ve evailinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma! Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.” Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et!” Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek; i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Madem i’caz-ı Kur’an’ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette, o i’cazın hesabına geçen ve onun reşehatı ve berekâtı nev’inden olan hizmetimizdeki inayatı izhar etmek, i’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir.


1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
2- De ki; Allah’ın lütfu ve rahmetiyle yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır. (Yunus Suresi: 58)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Sebep: Madem Kur’an-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir. O kendi kendini medhediyor. Biz de onun dersine ittibaen, onun tefsirini medhedeceğiz.
Hem madem yazılan Sözler onun bir nevi tefsiridir. Ve o risalelerdeki, hakaik, Kur’an’ın malıdır ve hakikatleridir. Ve madem Kur’an-ı Hakîm ekser surelerde, hususan 1
barla_13_1.gif

’larda, 2
barla_13_2.gif

’lerde kendi kendini kemal-i haşmetle gösteriyor, kemalâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi kendi kendine ediyor. Elbette, Sözlerde in’ikas etmiş Kur’an-ı Hakîmin lemeat-ı i’caziyesinden ve o hizmetin makbuliyetine alâmet olan inayat-ı rabbaniyenin izharına mükellefiz. Çünkü o üstadımız öyle eder ve öyle ders verir.
Üçüncü Sebep: Sözler hakkında, tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikati beyan etmek için derim ki, Sözlerdeki hakaik ve kemalât benim değil, Kur’an’ındır ve Kur’an’dan tereşşuh etmiştir. Hatta Onuncu Söz, yüzer âyat-ı Kur’aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir. Madem ben öyle biliyorum. Ve madem ben faniyim, gideceğim. Elbette bâki olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir. Elbette, sema-yı Kur’an’ın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazâta ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. Hem madem örf-ü nasta, bir eserdeki mezâyâ, o eserin masdarı ve menbaı zannettikleri müellifinin etvarında aranılıyor. Ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevahir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, risaleler kendi malım değil, Kur’an’ın malı olarak, Kur’an’ın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.
Dördüncü Sebep: Bazen tevazu, küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur. Bazen de tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi -ki ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun- meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek Mün’im-i Hakikînin eser-i in’amı olarak göstermektir. Meselâ, nasıl ki murassa ve müzeyyen


1- Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim, Hicr Sureleri 1. ayet.
2- Gafir, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Ahkâf, Casiye Sureleri 1. ayet.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bir elbise-i fahireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârane desen, “Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir sanatkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen, “Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurane bir fahirdir. İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki, “Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.”
İşte, bunun gibi, ben de, sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki, Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’an-ı Kerîmin hakaikindan telemmu etmiş şualardır.
1
barla_14_1.gif


düsturuyla derim ki: 2
barla_14_a.gif



Yani, “Kur’an’ın hakaik-i i’cazını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’an’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi.” Madem böyledir; hakaik-ı Kur’an’ın güzelliği namına, Sözler namındaki ayinelerinin güzelliklerini ve o ayinedarlığa terettüb eden inayat-ı ilâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.
Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki: O zat, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihrac etmiş ve kanaati gelmiş ki, “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, Bid’a*lar zulümatını dağıtacak.” Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz. Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan inayat-ı ilâhiyeyi beyan etmekte medar-ı fahr ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd ve şükür ve tahdis-i nimet olur.


1- Ben sözlerimle Muhammed’i övmüş olmadım. Fakat Muhammed’den bahsetmekle sözlerim
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncı Sebep: Sözlerin telifi vasıtasıyla Kur’an’a hizmetimize bir mükâfat-ı âcile ve bir vasıta-i teşvik olan inayat-ı rabbaniye, bir muvaffakiyettir. muvaffakiyet ise izhar edilir. muvaffakiyetten geçse, olsa olsa bir ikram-ı ilâhî olur. İkram-ı ilâhî ise, izharı bir şükr-ü manevîdir. Ondan dahi geçse, olsa olsa, hiç ihtiyarımız karışmadan bir keramet-i Kur’aniye olur. Biz mazhar olmuşuz. Bu nevi ihtiyarsız ve habersiz gelen bir kerametin izharı zararsızdır. Eğer âdi keramatın fevkine çıksa, o vakit, olsa olsa Kur’an’ın i’caz-ı manevisinin şuleleri olur. Madem i’caz izhar edilir; elbette i’caza yardım edenin dahi izharı, i’caz hesabına geçer. Hiç medar-ı fahr ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd ve şükrandır.
Yedinci Sebep: Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler. Hatta, kuvvetli bir hakikati zaif bir adamın elinde zaif görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder. İşte, ona binaen, benim gibi zaif ve kıymetsiz bir biçarenin elindeki hakaik-i imaniye ve Kur’aniyenin kıymetini, ekser nasın nokta-i nazarında düşürmemek için, bilmecburiye ilân ediyorum ki, ihtiyarımız ve haberimiz olmadan, birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek bizi mühim işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki, şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inayata ve teshilâta mazhar oluyoruz. Öyle ise, o inayetleri bağırarak ilân etmeye mecburuz.
İşte, geçmiş yedi esbaba binaen, küllî birkaç inayet-i rabbaniyeye işaret edeceğiz.
Birinci İşaret: Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Meselesinin Birinci Nüktesinde beyan edilmiştir ki, tevafukattır. Ezcümle, Mucizat-ı Ahmediye Mektubatında, Üçüncü İşaretinden tâ On Sekizinci İşaretine kadar altmış sahife, habersiz, bilmeyerek, bir müstensihin nüshasında, iki sahife müstesna olmak üzere mütebâki bütün sahifelerde, kemal-i muvazenetle, iki yüzden ziyade Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insaf ile iki sahifeye dikkat etse, tesadüf olmadığını tasdik edecek. Halbuki, tesadüf, olsa olsa bir sahifede kesretli emsal kelimeleri bulunsa, yarı yarıya tevafuk olur, ancak bir iki sahifede tamamen tevafuk edebilir. O halde böyle umum sahifelerde Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesi,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
iki olsun, üç olsun, dört olsun veya daha ziyade olsun, kemal-i mizan ile birbirinin yüzüne baksa, elbette tesadüf olması mümkin değildir. Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir. Nasıl ki, ehl-i belâgatın kitablarında belâgatın derecatı bulunduğu halde, Kur’an-ı Hakîmdeki belâgat, derece-i i’caza çıkmış; kimsenin haddi değil ki ona yetişsin. Öyle de, mucizat-ı Ahmediyenin bir ayinesi olan On Dokuzuncu Mektub ve mucizat-ı Kur’aniyenin bir tercümanı olan Yirmi Beşinci Söz ve Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında tevafukat, umum kitabların fevkinde bir derece-i garabet gösteriyor. Ve ondan anlaşılıyor ki, mucizat-ı Kur’aniye ve mucizat-ı Ahmediyenin bir nevi kerametidir ki, o ayinelerde tecelli ve temessül ediyor. İkinci İşaret:Hizmet-i Kur’aniyeye ait inayat-ı rabbaniyenin ikincisi şudur ki: Cenâb-ı Hak, benim gibi kalemsiz, yarım ümmî, diyar-ı gurbette kimsesiz, ihtilâttan men edilmiş bir tarzda; kuvvetli, ciddî, samimî, gayyur, fedakâr ve kalemleri birer elmas kılınç olan kardeşleri bana muavin ihsan etti. Zaif ve âciz omuzuma çok ağır gelen vazife-i Kur’aniyeyi, o kuvvetli omuzlara bindirdi, kemal-i kereminden yükümü hafifleştirdi. O mübarek cemaat ise, —Hulûsi’nin tabiriyle— telsiz telgrafın ahizeleri hükmünde ve —Sabri’nin tabiriyle— Nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde ayrı ayrı meziyetleri ve kıymettar muhtelif hasiyetleriyle beraber, —yine Sabri’nin tabiriyle— bir tevafukat-ı gaybiye nevinden olarak, şevk ve sa’y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette, esrar-ı Kur’aniyeyi ve envar-ı imaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve şu zamanda (yani hurufat değişmiş, matbaa yok, herkes envar-ı imaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) ve fütur verecek ve şevki kıracak çok esbab varken, bunların fütursuz, kemal-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan doğruya bir keramet-i Kur’aniye ve zâhir bir inayet-i ilâhiyedir. Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.
İşte ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım! Bir kal’ayı fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
zulümdür, bir hatadır. Öyle de şahs-ı manevinizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hasıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir biçareye veremezsiniz. Elbette, böyle mübarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ve ben görüyorum, fakat herkese ve umuma gösteremiyorum. Üçüncü İşaret:Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi, hatta en muannide karşı dahi parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i ilâhiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur’aniye içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhi telâkki edilen İbn-i Sina*, fehminde âczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz.” demiş. Onuncu Söz risalesi, o zatın dehâsıyla yetişemediği hakaiki, avamlara da, çocuklara da bildiriyor.
Hem meselâ, sırr-ı kader ve cüz-i ihtiyarînin halli için, koca Sa’d-ı Taftazanî* gibi bir allâme, kırk elli sahifede, meşhur Mukaddemat-ı İsnâ Aşer namıyla Telvih nam kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesâili, kadere dair olan Yirmi Altıncı Sözde, İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i inayet olmazsa nedir!
Hem bütün ukulü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-i âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur’an-ı Azimüşşanın i’cazıyla keşfedilen o tılsım-ı müşkilküşa ve o muamma-yı hayretnüma, Yirmi Dördüncü Mektub ve Yirmi Dokuzuncu Sözün ahirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Sözün, tahavvülât-ı zerratın altı adet hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayretnümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve akıbetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşif ve beyan etmişlerdir; meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı ehadiyet ile şeriksiz vahdet-i rububiyeti, hem nihayetsiz kurbiyet-i ilâhiye ile nihayetsiz bu’diyetimiz olan hayret-engiz hakikatleri, kemal-i vuzuh ile On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz beyan ettikleri gibi, kudret-i ilâhiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi olduğunu ve haşr-i âzamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-i kâinatta müdahalesi imtina derecesinde akıldan uzak olduğunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektubdaki 1
barla_17_1.gif




1- O her şeye gücü yetendir. (Hûd Suresi: 4, Mülk Suresi: 1)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kelimesi beyanında ve üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir. Hem hakaik-i imaniye ve Kur’aniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-yı beşerî ihata edemediği halde, benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitab yokken, sıkıntılı ve süratle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikıyle zuhuru, doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîmin i’caz-ı manevisinin eseri ve inayet-i rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir.
Dördüncü İşaret: Elli altmış risaleler1 öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa’y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risalelerde bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu, büyük âlimler “Tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.
İşte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede, benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlâk, çoğu anlaşılmaz ve zâhir hakikatleri dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu harika teshilât ve suhulet-i beyan, elbette, bilâşüphe, bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’an-ı Kerim’in i’caz-ı manevisinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur’aniyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır.
Beşinci İşaret: Risaleler umumiyetle pek çok intişar ettiği halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o risaleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri halde tenkid edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi, doğrudan doğruya bir eser-i inayet-i rabbaniye ve bir keramet-i Kur’aniye olduğu gibi, çok tedkikat ve taharriyatın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit risaleler, fevkalâde bir süratle, hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi, bir eser-i inayet ve bir ikram-ı rabbanîdir.


1- Şimdi yüz otuzdur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, ekser kardeşlerim ve yanımdaki umum arkadaşlarım ve müstensihler biliyorlar ki, On Dokuzuncu Mektubun beş parçası, birkaç gün zarfında, hergün iki üç saatte ve mecmuu on iki saatte, hiçbir kitaba müracaat edilmeden yazılması, hatta en mühim bir parça ve o parçada lâfz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesinde zâhir bir hatem-i nübüvveti gösteren dördüncü cüz, üç dört saatte, dağda, yağmur altında, ezber yazılmış. Ve Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, altı saat içinde bir bağda yazılmış. Ve Yirmi Sekizinci Söz, Süleyman*ın bahçesinde bir, nihayet iki saat içinde yazılması gibi, ekser risaleler böyle olması; ve eskiden beri sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman en zâhir hakikatleri dahi beyan edemediğimi, belki bilemediğimi yakın dostlarım biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilâve edilse, daha ziyade beni dersten, teliften men etmekle beraber, en mühim Sözler ve risaleler, en sıkıntılı ve hastalıklı zamanımda, en süratli bir tarzda yazılması doğrudan doğruya bir inayet-i ilâhiye ve bir ikram-ı rabbanî ve bir keramet-i Kur’aniye olmazsa nedir!
Hem hangi kitab olursa olsun, böyle hakaik-i ilâhiyeden ve imaniyeden bahsetmişse, alâ külli hâl bir kısım mesâili, bir kısım insanlara zarar verir. Ve zarar verdikleri için, her mesele herkese neşredilmemiş. Halbuki şu risaleler ise, şimdiye kadar hiç kimsede -çoklardan sorduğum halde- sû-i tesir ve aksülamel ve tahdiş-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i rabbaniye olduğu bizce muhakkaktır.
Altıncı İşaret: Şimdi bence kat’iyet peyda etmiştir ki, ekser hayatım, ihtiyar ve iktidarımın, şuur ve tedbirimin haricinde, öyle bir tarzda geçmiş ve öyle garip bir surette ona cereyan verilmiş, tâ Kur’an-ı Hakîme hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin. Adeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemat-ı ihzariye hükmüne geçmiş ve Sözler ile i’caz-ı Kur’an’ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur. Hatta, şu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilâfında tecerrüdüm ve meşrebime muhalif, yalnız bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim; ve eskiden beri ülfet ettiğim hayat-ı içtimaiyenin çok rabıtalarından ve kaidelerinden nefret edip terk etmekliğim, doğrudan doğruya bu hizmet-i Kur’aniyeyi hâlis, safi bir surette yaptırmak için bu vaziyet verildiğine şüphem kalmamıştır. Hatta çok defa bana verilen sıkıntı ve zulmen bana karşı olan tazyikat perdesi altında bir dest-i inayet tarafından merhametkârane, Kur’an’ın esrarına hasr-ı fikir
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ettirmek ve nazarı dağıtmamak için yapılmıştır kanaatindeyim. Hatta, eskiden mütalâaya çok müştak olduğum halde, bütün bütün sair kitabların mütalâasından bir men’, bir mücanebet ruhuma verilmişti. Böyle gurbette medar-ı teselli ve ünsiyet olan mütalâayı bana terk ettiren, anladım ki, doğrudan doğruya âyat-ı Kur’aniyenin üstad-ı mutlak olmaları içindir. Hem yazılan eserler, risaleler, ekseriyet-i mutlakası, hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen, âni ve def’î olarak ihsan edilmiş. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit demişler: “Şu zamanın yaralarına devadır.” İntişar ettikten sonra ekser kardeşlerimden anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca muvafık ve derde lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor.
İşte, ihtiyar ve şuurumun dairesi haricinde, mezkûr hâletler ve sergüzeşt-i hayatım ve ulûmların envalarındaki hilâf-ı âdet, ihtiyarsız tetebbuatım, böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için kuvvetli bir inayet-i ilâhiye ve bir ikram-ı rabbanî olduğuna bende şüphe bırakmamıştır.
Yedinci İşaret: Bu hizmetimiz zamanında, beş altı sene zarfında, bilâmübalâğa yüz eser-i ikram-ı ilâhî ve inayet-i rabbaniye ve keramet-i Kur’aniyeyi gözümüzle gördük. Bir kısmını On Altıncı Mektubda zikrettik. Bir kısmını Yirmi Altıncı Mektubun Dördüncü Mebhasının mesâil-i müteferrikasında, bir kısmını Yirmi Sekizinci Mektubun Üçüncü Meselesinde beyan ettik. Benim yakın arkadaşlarım bunu biliyorlar. Daimî arkadaşım Süleyman Efendi çoklarını biliyor. Hususan Sözlerin ve risalelerin neşrinde ve tashihatında ve yerlerine yerleştirmekte ve tesvid ve tebyizinde, fevkalme’mul, kerametkârane bir teshilâta mazhar oluyoruz; keramet-i Kur’aniye olduğuna şüphemiz kalmıyor. Bunun misâlleri yüzlerdir.
Hem maişet hususunda o kadar şefkatle besleniyoruz ki, en küçük bir arzu-yu kalbimizi, bizi istihdam eden sahib-i inayet tatmin etmek için, fevkalme’mul bir surette ihsan ediyor ve hakeza... İşte bu hâl gayet kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir ki, biz istihdam olunuyoruz. Hem rıza dairesinde, hem inayet altında bize hizmet-i Kur’aniye yaptırılıyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_21_1.gif

2
barla_21_2.gif

3
barla_21_3.gif



***



1- Allah’a hamdolsun ki, bu, Rabbimin bir ihsanıdır.
2- Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz Sen, her şeyi hakkıyla bilen ve hikmet sahibi olansın. (Bakara Suresi: 32)
3- Allahım! Efendimiz Muhammed'e, âline ve ashabına senin razı olacağın ve onun hakkının ödenmesine vesile olacak şekilde çok salât ve selâm eyle, âmin.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt