BEDİÜZZAMAN’IN NUR TALEBELERİNE YAZDIĞI MEKTUPLAR Hulûsi Bey'e Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Amma sarahat-ı Kur’aniyeyle, veraset-i nübüvvetin evliya-i azimesi ve ehl-i sahve olan asfiyanın gördükleri mertebe-i uzma-yı tevhidî ise, hem çok yüksektir, hem rububiyet ve hallâkiyet-i ilâhiyenin mertebe-i uzmasını, hem bütün esma-i ilâhiyenin hakiki olduklarını ifade ediyor. Ve esasatını muhafaza edip ve ahkâm-ı rububiyetin muvazenesini bozmuyor.
Çünkü; derler ki, Cenab-ı Hak, ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla doğrudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle isbat ve icad edilmiştir. Bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halkettiği gibi, koca baharı o suhuletle halk eder. Bir şey, bir şeye mâni olmaz. Teveccühünde tecezzi yok, aynı anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yok. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadında bu sır tamamıyla izah ve isbat edilmiştir. 1
barla_45_1.gif


kaidesiyle temsildeki kusura bakılmadığından, gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim, tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın. Meselâ:
Harika ve emsalsiz gayet büyük ve gayet ziynetli, şark ve garbe bir anda uçacak ve şimalden cenuba ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüzbinler nakışlarla tezyin edilmiş, o kanadının her bir tüyünde gayet dâhiyane sanatlar derc edilmiş olan bir tavus kuşu farz ediyoruz. Şimdi seyirci iki adam var; akıl ve kalb kanatlarıyla bu kuşun yüksek meziyetlerine ve harika ziynetlerine uçmak istiyorlar. Birisi bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve harikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever, dakik tefekkürü kısmen bırakır ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakışlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o mahbublar kayboluyor, zeval buluyor. O adam kendine teselli vermek ve aklına sığıştırmadığı “Vahdet-i hakikiye ile rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatıyla hallâkıyet-i külliyeye malik bir nakkaşın bir nakş-ı sanatıdır.” demek lâzım gelirken, o itikad yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlidir ki, onun sânii onun içindedir veya o, o olmuş, hem o ruh vücuduyla müttehid ve vücudu ise suret-i zâhiriyle mümteziç olduğundan,


1- Temsilde hata yoktur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
o ruhun kemali ve o vücudun yüksekliği bu cilveleri böyle gösterir, her dakika başka bir nakşı ve ayrı bir hüsnü izhar eder, hakiki ihtiyariyle bir icad değil, belki bir cilvedir, bir tezahürdür.”
Diğer adam der ki: “Bu mizanlı ve nizamlı gayet sanatkârane nakışlar, kat’î bir surette bir irade ve ihtiyar ve kasd ve meşiet iktiza eder. İradesiz bir cilve, ihtiyarsız bir tezahür olamaz.”
Evet tavusun mahiyeti güzel ve yüksektir. Fakat onun mahiyeti fail olamaz, belki münfaildir. Faili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlidir, fakat mucid ve mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır. Çünkü her bir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle bir sanat ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı ziynet görünüyor. Bu ise iradesiz, ihtiyarsız olamaz. Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti ve merhameti gösteren sanatlar; cilve-milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde olamaz, onunla ittihad edemez, belki yalnız o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması var; öyle ise o kâinat denilen misalî tavusun harikulâde ziynetleri, tavus hâlikının yaldızlı bir mektubudur.
İşte şimdi tavusa bak, o mektubu oku. Kâtibe; maşaallah, tebarekâllah, sübhanallah de. Mektubu, kâtib zanneden veya kâtibi mektub içinde tahayyül eden veya mektubu hayal tevehhüm eden, elbette aklını aşk perdesinde saklamış, hakikatın hakiki suretini görmemiş.
Vahdetü’l-vücud meşrebine sebebiyet veren aşkın envaından en mühim sebep, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikiye inkılâb ettiği zaman, vahdet-i vücuda inkılâb eder. Nasıl ki, insandan şahsi bir mahbubu, muhabbet-i mecazî ile sever, sonra zeval ve fenâsını kalbine yerleştirmiyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakiki ile bir beka kazandırmak için, Mabud ve Mahbub-u Hakikinin bir ayine-i cemalidir, diye kendine teselli eder, bir hakikata yapışır.
Öyle de koca dünyayı ve kâinatı heyet-i mecmuasıyla mahbub ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acibe, daimî zeval ve firak kamçılarıyla muhabbet-i hakikiye inkılâb ettiği vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan kurtarmak için, vahdetü’l-vücud meşrebine iltica eder. Eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise, Muhyiddin-i Arabî’nin emsali gibi zatlara, zevkli, nuranî, makbul bir mertebe olur. Yoksa vartalara düşmek, maddiyata
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
girmek, esbabda boğulmak ihtimali var. Vahdet-i şuhud ise, o zararsızdır. Ehl-i sahv’in de yüksek bir meşrebidir.
1
barla_47_1.gif

2
barla_47_2.gif



Kardeşiniz
Said Nursî
***


(MEKTUBAT’IN, YİRMİ ALTINCI MEKTUBUN
DÖRDÜNCÜ MEBHASININ BİRİNCİ MESELESİ, EVVELEN KISMI)
3
barla_47_3.gif

4
barla_47_4.gif

5
barla_47_5.gif




Aziz, sıddık ve sadık, muhlis ve halis kardeşim İbrahim Hulûsi Bey!
Mektubunda beyan ediyorsun ki, Eğirdir gibi orada muvaffak olmuyorsun. Ondan telâş etme, orada öyle esbab var ki, bütün bütün tevakkuf ve tatil neticesini verebilirdi. Cenab-ı Hakka şükür yine tevakkuf değil muvaffakiyet var.
O manevî esbabdan biri şudur ki, cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdit etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.


1- Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasib eyle.
2- Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz Sen, her şeyi hakkıyla bilen ve hikmet sahibi olansın. (Bakara Suresi: 32)
3- Her türlü noksanlıktan beri olan Allah’ın adıyla.
4- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
5- Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin, anne-babanızın ve kardeşlerinizin üzerine olsun.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem o havalide sabıkan müthiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hasıl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı, fakat orada az hizmet de çoktur, kıymettardır.
Saniyen: (Bu kısım Mektubat’ın 371-372. sahifesinde bulunan “Saniyen” kısmının sonuna ektir.)
1
barla_48_1.gif

tabirinden sonra 2
barla_48_2.gif

zikri, icmalden tafsile geçmektir. Nasıl ki, memleket-i İslâmiye hâkimi tabirinden sonra, Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi tabiri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir. Öyle de rububiyet-i mutlakadan sonra, haşmet-i rububiyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, şimdilik sualine tam cevap veremiyorum. Ona bedel Kur’an i’cazına ait iki küçük nükteyi söyleyeceğim.
Sen şu iki nükteyi On Dokuzuncu Mektubun beşinci cüz’ünün On Sekizinci İşaretinin birinci nüktesinin ahirine haşiye olarak ilâve ediniz.
İşte Birinci Nükte: (Mektubat’ın 216. sahifesindeki Haşiye 2, şu kısım ona ektir.)
Şu üç hakikata mukabil, gelecek hangi hakikat var, kimin haddine düşmüş ki, bunları taklid etsin. Evet nasıl ki, bu tarz-ı ifade sun’i olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlik-ı kâinatı bu surette konuştursun.
İkinci Nükte: Kur’an-ı Hakîmin umum sahifeleri ahirinde ayetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması hem lâfz-ıyaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emare-i i’cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki, âyatın en büyüğü olan müdayene ayeti, sahifeleri için ve Sure-i İhlâs ve Kevser satırları için, bir vahid-i kıyasî ittihaz edildiğinden, Kur’an-ı Hakîmin bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur’an’ındır. Yoksa Hafız Osman gibi zatların değil. Çünkü bu vaziyet, ayetinden ve suresinden neş’et etmiştir.


1- Âlemlerin Rabbi.
2- Göklerin ve yerin Rabbi. (Ra’d Suresi: 16)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Salisen: Mektubunuzdan anladım ki, sana gönderilen risaleleri kendin için istinsah ediyorsun, aslını Abdülmecid’e veriyorsun.
Aziz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o ve ne hiçbirisi benim Hulûsime yetişmiyor. O mektublar ekseriyet-i mutlaka senin namınla yazılmış ve sana gönderiliyor. Abdülmecid ikinci derecede, kendine istinsah etmek veya mütalâa etmek için onu da teşrik et diye bir mektubda demiştim. Fakat eğer sen, o kardeşini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karışmam. Senin peder ve validene ve Fethi gibi arkadaşlarına ve senin eski hocalarına selâm ve dua ederim, dualarını isterim.
1
barla_49_1.gif


Kardeşiniz
Said Nursî
(21 Ramazan-ı Şerif - Abdülmecid’e yazılan mektubu, senin mektubunun içine koydum, ona gönderiniz.)
***
2
barla_49_2.gif

3
barla_49_3.gif


Aziz, sıddık kardeşim!
Sana bu defa Yirmi Dokuzuncu Mektubun üçüncü kısmını ve beşinci kısmını gönderiyorum. Üçüncü kısımda bir sır var. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zat hasta iken süratle yazılmış. Göreceğiniz tarz, aynen bulunmuş, biz hayret ettik, anladık ki o kısımda Kur’an’a dair niyetimiz, tam hakdır ve lâzımdır ki, böyle olmuştur.
Hem Mucizat-ı Ahmediyedeki tevafukata, bir sened-i kat’î olarak, iki parça (o mektubdan 4’üncü, 5’inci cüzlerini) gönderdim. O iki parça o risalenin telifinin akibinde, acemi bir müstensih müsvedde-i aslîden acele yazdığı, hattâ salâvatları (a.s.m.) işaretiyle geçtiği halde, iki sene sonra tedkik ettik, ümidimiz fevkinde acib bir tevafuk gördük.


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
2- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
3- Ayrılık günlerinin dakikalarının aşireleri sayısınca Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sonra ondan daha acemi bir müstensihe dedim: “Resul-i Ekrem (a.s.m.) kelimesiyle, Kur’an kelimesini kırmızı yaz, aynen o nüshayı istinsah et.” Halbuki, ikinci müstensih çok acemi idi. Evvelki müstensihin nüshasındaki tevafuku kısmen bozmuş, şuuru taallûk ettiği için letafetini ihlâl etmiş. Fakat yine tevafukata bir hüccet olur, siz de güzelce kendinize tebyiz ediniz. O müsvedde-i ulânın bir sureti ya sende veya Abdülmecid’de mahfuz kalsın.
Felillâhilhamd, şimdi Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın ikiyüz ecza-i i’cazından bir cüz’ünü göze gösterecek, birkaç Kur’an’ı yazdırıyoruz. Birisi tamam oluyor. İçinde 2806 lâfza-i Celâl’den, yüzde bir müstesna, umumen tevafuku, gaybî tarzında görünüyor. Lâfzullahı kırmızı ile yazdırdık, gören “Kur’an’ın i’cazını gözümle görebiliyorum.” diyebilir. İnşaallah bu cüz’-i i’caz, hatt-ı Kur’anîyi muhafaza edecek, tahrifden kurtaracak.
Elmas kalemli kardeşlerimize taksim ettim, en birinci kardeşimiz Hakkı Efendi birinci cüz’ü yazdı. İkincisini, üçüncüsünü senin bedeline yazmağa hahişkârdır.
Başta valideyninize, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Bey, yeni talebem İmam Ömer Efendi olarak Sözler’le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum, dualarını isterim.
Sabık Müftü Kemal Efendi’ye de ki: Müjde! Her bir saat hastalıklı ömrü, bir gün ibadet hükmündedir. Şu zamanda hayatın en iyi sureti böyledir. Biz dergâh-ı ilâhîde onun hakkında, en hayırlısını niyaz edip dua ediyoruz ve edeceğiz. Öylelerin duası makbuldür. Bana dua etsin. Hoca Abdurrahman ile Fethi Bey, ikisi has talebelerin daire-i duası içinde duada kazancıma hissedardırlar. İkisi bana dua etsinler. Eskide benim Ömer isminde talebem vardı. Senin şimdiki orada Ömer Efendi ona duada arkadaş olmuştur.
1
barla_50_1.gif


Kardeşiniz
Mirzazade Said Nursî
***



1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Aziz, sıddık, muhlis kardeşim ve iman hizmetinde sebatkâr, metin arkadaşım!
Evvelâ: Kat’iyen bil, sen eski mevkiini Nur dairesinde, tam muhafaza ediyorsun. Ve senin ile muhabere hiç kesilmemiş. Ben kardeşlere yazdığım mektubumda “Aziz, sıddık!” dediğim vakit daima saff-ı evvelde Hulûsi de muhataptır. Senin bu ağır şerait altındaki nurlu hizmetlerine, bin barekâllah deriz. Ve bu biçare hasta kardeşine, ettiğin çok yüksek duana binler âmin deyip, Allah senden razı olsun. Sizi tebrik ederiz.
Saniyen: Lillâhilhamd Nurların her tarafta fütuhatları var. En ehemmiyetli yerlere sizin gibi kahramanlar gönderiliyor. O havalide ve Kars’da Nurlarla alâkadar kardeşlere, hususan biraderzadem Nihad’a çok selâm ve selâmetlerine dua edip dualarını isteriz.
4
barla_51_4.gif

Kardeşiniz ve
seni unutmayan
Said Nursî
Buradaki Nurcular size, arz-ı hürmetle çok selâm ediyorlar. Aziz kardeşim! Beni merak etme. Cenab-ı Hakkın inayeti devam ediyor. Hem de dünya madem geçer, meraka değmiyor. Sen her günde belki yirmi defa duada tahattur edilirsin.
S.A.
***


1- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
2- Her türlü noksanlıktan beri olan Allah’ın adıyla.
3- Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebedî ve daimî olarak üzerinize olsun.
4- Baki olan yalnızca Allah’tır.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Aziz, sıddık, muhlis kardeşim!
Isparta’ya nakl-i mekân, hem tulûat-ı kalbiyeye, hem sizinle muhabereye bir derece fütur verdi.
Evvelâ: Kardeşimiz Sabri, Hakkı Efendiler arzularıyla, yine Eğirdir vasıtasıyla size emanet gönderilecek. On Yedinci Lem’a namındaki Notaları Sabri size göndermiş veya gönderecek. Bu defa da sırlı, kerametli Yirmi Dokuzuncu Sözü size gönderiyorum. Lâtif ve manidar bir tevafuktur ki, Husrev senin için Yirmi Dokuzuncu Sözü yazıyordu. Yazdığı vakitte Husrev vasıtasıyla çok mübarek Ramazan hediyesi aynı anda gelmesiyle beraber, aynı gecede ben senin hanen tarafına ve hanene geldiğimi rüyada gördüğüm gibi, iki gece evvel, elhak ikinci bir Husrev ve ikinci bir Süleyman olan Süleyman Rüşdü*, aynen sizi görmüş. Bundan anladık ki, bizler bir menzil içindeki adamlar hükmündeyiz. Maddeten uzaklık tesiri yok ve birbirimize karşı münasebet-i âdiye dahi kaydedilir.
Saniyen: Şu Yirmi Dokuzuncu Söz, tarifnamelerde yazıldığı gibi, bir müstensih hatt-ı hakikiyesine ihtiyarsız tekarrüble, sırrı tezahüre başlamış ve diğer müstensih hatt-ı hakikisini bulmuş. Hakikaten ne fikirde bulunursa bulunsun, gören herkesi tasdike mecbur ediyor. Hattâ burada mühim ve müşkilpesend ulemâlar dahi, güneş gibi inanıp tasdik ediyoruz diyerek imza ediyorlar. Şüphemiz kalmadı ki, i’caz-ı Kur’an’ın yüz cüz’ünden bir cüz’ü şu tefsirine in’ikâs etmiş. Yalnız şu fark var ki i’caz kasdîdir, kasden de kimse muaraza edemez. Şu kitabın tevafuku ise, fıtrî ihtiyarsız olmak cihetiyle harika olur. Keramet sayılır. Kasdî ve sun’î bir surette muaraza edilmez. Her ne ise, şu nüshayı kardeşiniz Abdülmecid bir defa görsün, inşaallah ona da bir vakit bir tane yazılacak, şayet orada birisi aynen istinsah etmek niyet etse, çok dikkat etmek gerektir. Çünkü bu risalenin hurufatı da sırlı, kendine güvenmeyen yazmasın.
Salisen: Kardeşimiz Fethi Bey ne haldedir, neden az görüşüyorsunuz? Ben ona çok dua ettim ve ediyorum. Sen bir muzır memurun yüzünden,


1- Hiçbir şey yoktur ki, Onu övgü ile tesbih ediyor olmasın. (İsra Suresi: 44)
2- Onun (Allah’ın) adıyla.
3- Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
onunla az görüşmen beni müteessir etti. Allah kabul etsin, ben de ona çok defa dua ettim. İnşaallah tam bir arkadaş, bir muhatabın olan Hafız Ömer, Risale-i Nur’un intişarına mühim bir vasıta olacak ki, her mektubunda onu ciddi alâkadar görüyorum.
On Altıncı Lem’a namındaki üç mühim meseleden ibaret bir risaleyi, sizin için yazdırıyorum. Yetişirse onu da gönderiyorum. Lillâhilhamd burada gittikçe Risale-i Nur’un şakirdleri ve yazıcıları çoğalıyor. Ne vakit az fütur başlasa, bir teşvik kamçısı hükmünde bir şey zuhur ediyor.
Ezcümle; sofimeşreb ve yazıda muvakkaten tenbellik eden bir kısım kardeşlerimize yazılan bir mektubun nüshasını, melfufen gönderiyorum. Belki tenbel olmayan, fakat tenbelleşen Abdülmecid de görür. Muhterem valideniz ne haldedir? Onu da merak ediyorum. Çok dua ediyorum. Hastalığın her bir saati, bir gün ibadet hükmünde olduğunu benim tarafımdan hem ona, hem Hoca Abdurrahman’a söyle. Başta pederiniz, Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman, İmam Ömer, Kemaleddin gibi dostlara selâm ve dua ediyorum ve dualarını istiyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî
***
(YİRMİ SEKİZİNCİ MEKTUBUN
SEKİZİNCİ MESELENİN ÜÇÜNCÜ NÜKTESİ)
Aziz kardeşim,
Evvelâ: Kardeşimiz Abdülmecid’in Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Mebhasını, lüzumsuz bir ihtiyata binaen ziyade görmesini, sen de onun ziyadesini ziyade görmekliğin beni ziyade sevindirdi.
1
barla_53_1.gif
diyen ve Kur’an’ın takdirine mazhar olan Hazret-i İbrahim (a.s.)’ın ittibaına mükellef olduğumuza işaret eden 2
barla_53_2.gif
sırrına mazhar olduğumuzu bilmeliyiz.


1- Siz, Allah’ın size hakkında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri ona ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım.(En’am Suresi: 81)
2- İbrahim’in hanif olan İslâm dini.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Saniyen: Bana karşı umumen dost bir şehir ahalisinden bir müftü, sathi bir nazar ile vahi bazı tenkidatı Onuncu Sözün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid yazıyor. Abdülmecid’in ona verdiği cevaplar iki yer müstesna, mütebakisi kâfidir. Fakat iki yerde o da o zatın sathi sualine sathi olarak cevap vermiş:
Birincisi: O zat demiş ki, “Onuncu Sözün hakikatleri münkirlere karşı değil. Çünkü, sıfat ve esma-i ilâhiyeye bina edilmiş.” Abdülmecid cevabında diyor ki, “Münkirleri Hakikatlerden evvelki dört işaretle imana getirmiş, ikrar ettirmiş. Sonra Hakikatleri dinlettiriyor” mealinde cevap vermiş. Hakiki cevabı şudur ki: Her bir Hakikat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vacibü’l-Vücudun vücudunu, hem esma ve sıfatını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid münkirden tâ en halis bir mü’mine kadar herkes her Hakikatten hissesini alabilir. Çünkü, Hakikatlerde mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor. Der ki: Bunlarda muntazam ef’al var, muntazam fiil ise failsiz olmaz. Öyle ise bir faili var. İntizam ve mizan ile o fail iş gördüğü için hakîm ve âdil olmak lâzım gelir. Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi etmez. Öyle ise bir mecma-ı ekber, bir mahkeme-i kübra olacak. İşte Hakikatler bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için üç davayı birden isbat ediyorlar. Sathi nazar fark edemiyor. Zaten o mücmel Hakikatlerin her birisi başka Risaleler ve Sözlerde kemal-i izah ile tafsil edilmiş.
Abdülmecid’in ikinci nakıs cevabı şudur ki:
O zatın yanlış sualine mümaşat edip yanlışını kabul ettiği için yanlış etmiş. Çünkü Onuncu Sözün “Haşiye”sinde, ism-i âzam yalnız her ismin bir mertebesinden ibaret olduğu zikredilmemiş. Belki çok yerlerde demişiz; ism-i âzamdan ve her ismin âzami mertebesinden tezahür eder. İsm-i âzamı isbat etmekle beraber, her ismin bir mertebe-i âzamı var ki; Resul-i Ekrem (a.s.m.) bunlara mazhar olduğu gibi haşr-i âzam da onlara bakıyor. Meselâ ism-i Hâlik meratibi, benim Hâlikımdan tut, tâ Hâlik-ı Küll-i şeye kadar olan mertebe-i âzama kadar meratibi var. O şüpheli zatın, her ismin bir mertebe-i âzamı olduğunu tezyif etmek niyetiyle mutasavvıfa-i mütefelsife fikridir. Halbuki başta İmam-ı Âzam, İmam-ı Gazalî, Celâleddin-i Suyutî*, İmam-ı Rabbanî*, Şah-ı Geylânî gibi sıddıkîn-i muhakkıkîn, ism-i âzamı ayrı ayrı görmüşler. İmam-ı Âzam demiş, “el-Adl, el-Hakem ism-i âzamdır.” ve hakeza. Her ne ise bu mesele bu kadar yeter.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt