Sabri Efendi'nin Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_258_1.gif
ferman-ı rabbanisiyle nida etmeleri, bilumum envar-ı imaniyeye muhtaç ümmet-i Muhammed’i medyun-u şükran eylemiş ve eylemektedir.
Sabri
***

(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Eyyühe’l-Üstadü’l-âzam!
Bilhassa dest ve damen-i mübareklerinizi bûs edip, her an ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı Üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan enva-ı iltifatı şamil lütufname-i ekremilerini kemal-i hasretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. “Neam sadakte, eyyühe’l-Üstadü’l-muhterem” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira, şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilumum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu muciznüma kerametlerini, ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (a.s.m.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatın diğer bir marifeti olan:
Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim
Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.(Hasiye) (Haşiye1)
Şu iki mısra-ı manidarı, perişan arizamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve “Şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu?” maksadıyla çok temâşâ ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nadir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye


1- Ey iman edenler, sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti göstereyim mi? (Saff Suresi: 10)

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hâl ile beşere hitaben diyor ki: “Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalâleti ref’ ve selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, vird-i Muhammediye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarik-ı selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranidir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir.” diye nida ediyor. Müsaade-i fazılâneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz, Nurların müştak müşterilerinde, daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetli hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telâkkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah, eb ve üm’den) daha kavi bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddi ve halis, kardeşlikte takib ettikleri hat ve hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tüllâb-ı nuraniyenin bu harika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira, İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den (ilh.) muhtelif beldelerden seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hassaları haiz olmaları, calib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir zannederim, efendim hazretleri.
Sabri
***
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım efendim hazretleri!
Ramazan-ı şerifin onuncu (Cumartesi) günü, saat onbir buçukta, her bir nüktesi nâmütenahi hikmet ve hakikat müjdelerini havi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pürnuru, o gece kemal-i fahr ve sürurla yazdım. Ve aslını yine Nisli Hafız Mahmud Efendi’ye teslim ettim. Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim Risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköy’ünden bu vazifeye manen memur
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde anî olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bariz bir delil olduğuna şüphe kalmadı. Üstad-ı azizim! Bazen Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek, Üstadıma bir ariza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.
İşte bu defa Külliyat-ı Nur’dan mebhus-u anha risale, bu abd-i âcize hitaben, “Senin kalbindeki hafi bir arzu ve hissin, bizim levha-i manevîmizde gayet büyük harflerle yazılıdır ki, işte is’af edildi.” tarzında bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacını temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur’an-ı Azîmüşşanı inzal edene secdeler ve Nurlar dellâl-i âlişanına hadsiz teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-yı fazılânelerine müdavim bulunduğumu arzeylerim, efendim hazretleri.
Sabri
***
(Sabri’nin fıkrası.)
Eyyühe’l-Üstadü’l-muhterem!
Bu kerre Yirmi Yedinci Mektubun İkinci Zeylini, Yirmi Sekizinci Mektubun Beşinci, Altıncı Meselelerini bil’istinsah asıl maa’s-suret takdim ediyorum. Bendeleri Yirmi Yedinci Mektubun telif ve tesis ve tertibinde çok mühim bir isabet hissediyorum ki, bu mektubun telifindeki gaye, kat’iyen mektub sahiplerini ilân ve teşhir olmadığı, belki muhtelifü’d-derecat zevi’l-efkâr ve elbabın her biri, Nurların ancak yüzde birer hassalarını ve fevaidini görerek, dellâl-ı Kur’an’ın bir dereceye kadar nidalarını taklide çalışmaları, ayrıca bir zevk ve letafet ihsas ediyor.
Nur deryasını görmeyen bazı kimseler müştakane soruyorlar ki, mensub bulunduğunuz Nur eczahanesinde ne gibi mualecat var ve asıl mevzuları nedir? Evvelce bu suale karşı Risaletü’n-Nur’u mümkün ise, birer birer
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
göstermeye, değilse aklım erdiği kadar söylemeye mecbur idim. Şimdi ise, Risaleti’n-Nur’un yüzde on nisbetinde mevzuunu mümkün mertebe ifadeye hazırım. Ve nim bir fihristini andırır, Yirmi Yedinci Mektubu veriyor ve bildiriyorum. Cüz’î, küllî maksadımı bildirebiliyorum. Nurların ekser aksamı vücuda geldikten sonra Yirmi Yedinci Mektub âdeta işaret tabancası gibi endaht edildi. Ve hem de Nur deryasının askerleri beyninde, bir nev’i müsabaka vazifesini de gördü. Her müntesib meşher-i nur’a, az-çok hünerini döktü. Sabri
***
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Eyyühe’l-Üstad!
Iyd-i said-i fıtrınızı tebrik ve bilvesile dest ve damen-i kerimanelerini öperim.
Efendim, her an Nurlar ile tegaddi eden ruh-u âcizanem, yine evvelki cuma günü mugaddi bir nura muntazır iken, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kısmını ihsan ve irsal buyurulmakla fakir talebeleriniz müşerref ve müstefid ve minnettar kalmıştır. Bir saatlik misafir kalan bu eser-i kıymettar ve manidarı hemen Abdullah götürdü. O rüya misal gördüğüm eserin, bir haftadan beri dimağımdaki kıymettar nakışlarını ve manidar meallerini, aczim dolayısıyla ifade edebilmeye iktidarım yok.
Şu kadar arzedebileceğim ki, bu bürhanî, senedî, şuhudî velhasıl kâffe-i esbab-ı sübutiyesi aslında münderic ve müştemil bulunan kıymettar eser, umum Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur’un güneş-misal i’cazları, âlemleri hayretlerde bırakan kerametleri, dost ve düşmanın itiraf ve takdirini kazanan âsâr-ı sabıka-i nuraniyenin ne kadar güzellikleri ve meziyetleri varsa, sanki bu kısımda içtima etmiş. Veyahut şöyle diyebileceğim ki, her ne zaman Nurlardan bir Risale görsem, bu gibi veyahut daha ziyade bir zevk-i hakiki ve sürur-u nâmütenahi görüyorum. Şu halde bu acib mahsusat ve meşhudat, ancak Nurlara ait ve münhasır bir i’caz, kezalik Nurlara mahsus bir kerametidir demekte, ehl-i imanca kâmil bir kanaat mevcut bulunacağına eminim. Bilhassa tevafukatı, tefsiratı gösterilerek tahriri musammem ve menvi bulunan Kur’an-ı Azîmüşşan’ı, umum ehl-i iman ve tevhid kemal-i hahişle ve nihayetsiz hürmetle karşılayacakları, bedahette olduğu gibi,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
birçok kimselerin de, ahir ömürlerinde yeniden okumağa şevk ve gayret gösterecekleri, bir ihtimal-i kavidir. Daha nice emsali, nâmesbuk âsârın vücuda getirilmesini, bütün ruhumla diler ve Cenab-ı Mün’im-i Hakikîden muvaffakiyetler temenni eylerim, efendim. 1
barla_262_1.gif

Hafız Sabri
***


(Sabri’nin bir fıkrasıdır.)
2
barla_262_2.gif
barla_262_3.gif




Efendim, hiç şek ve şüphem kalmadı ki, nur nurdan seçilemediği gibi, nur deryasının nuranî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, yekdiğerlerine rekabetleri yok, daima birbirinin evsaf-ı mümtazesiyle müftehir ve mübahi, samimiyet ve vefa hususunda rüfekasını şahsına tercih eder, bir emelde bulunmaları yegâne emel ve gayeleri olan tevhidin bir âlamet-i mümtaze ve farikası olan ittihad ve tesanüd-ü hakikiye ve meşruayı kaalen ve fiilen ve hâlen göstermeleriyle sabittir ki, bu hâl bir alâmet-i muvaffakiyettir.
Talebeniz H.S.
***
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Üstad-ı âlişânım efendim!
Şu iki geceden iğtinam edebildiğim vakitlerde Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Kısmını istinsah ederek, kendi nüshamı Ali Efendi’ye ve aslını Zat-ı Üstadanelerine iade ve takdim ediyorum. Şu bir aydan beri, ruhlarımız ateşe maruz çimen gibi yanık, küskün, solgun bir vaziyette olup,


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
2- Onun (Allah) adıyla.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
hattâ ekser arkadaşlarla bu mesele hakkında ne hatt-ı hareket takib edeceğimizi mektubla muhabere ve müşavereye başladık. Ve bu tarafta Üstad-ı âzamımıza en yakın bendeleri olduğum için, şifahen veya tahriren bu babda maruzatta bulunmak emelinde iken bu dertlere birer iksir, ilâç ve cevab-ı şafi olan Yirmi Yedinci Sözü, bir kat daha muvazzah ve oldukça şümullü bir cevab-ı âliyi bizlere ihsan eden ve kısacık cümlesi nâmütenahi hakaik-ı maaniyi câmi bulunan bahr-i muhit-i kebir tabirine masadak olan her bir cümle-i Kur’aniye şu kısımda bilhassa Beşinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Nüktelerde asrın kuru kafalı, müflis, felsefeci şeytanlarını gemlemiş, iskât etmiş, daha doğrusu bütün bütün ilzam ve ruhlarımızı da tenvir ve tesrir ve teselli etmiştir. Üstad-ı muazzezim! Kur’an-ı Azîmüşşanın ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i ilâhiye bulunduğu vareste-i arz olup, o hazine-i kudsiyenin muhtevi bulunduğu enva-ı türlü elmas ve pırlantaları çıkartmak ve bilvesile bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda, Nurlar Külliyatının ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhte eden üstad-ı sâni Hulûsi Beyefendimi, teşbih ve tabiri caiz ise, saatçilerde bulunan yıldızvari sekiz-on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki, o müteaddid ağızlı anahtar, âlemde mevcut her saatı tahrik eder, işletir. Mümaileyh beyefendim de aynen o halde olup emsali görülmemiş ve duyulmamış bir çok mesail-i mühimme-i hakikiyeyi, Hazret-i Kur’an ve dellâl-ı Kur’an’dan istiyor. Şu asırda hazine-i hassa-i maneviyenin hazinedar-ı bînazîri de, o kıymettar sâiline en kıymetdar ve ruha tam bir gıda-bahş mevadd-ı maneviye-i Kur’aniye ile i’tizad ve ikram ederken o halkaya lâyık ve müstahak olmadığım halde, fakir de, gıda-yı ruhanîmi aramsız alınca, o mevaidi ihsan edene de, getirene de, isteyene de hadsiz medyun-ı şükran kalıyorum. Bu defadaki aldığım lütufname-i ekremîlerinde, gücenmesini hazır farzederek mektubla muhabere etmiyorum, buyruluyor. Bu hususta kalb ve ruhuma “Ne dersiniz?” dedim. “Estağfirullah sedhezar estağfirullah. Biz ölmüştük, lehülhamd bize taze hayat bahşedildi. Gücenmeye, hiçbir cihetle hakkımız yok. Vazifemiz olan duaya devam ve teşekkür borçluyuz.” cevab-ı hakgûyanesini ruhumdan aldım.
Hafız Sabri
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Vakit vakit mukaddesat-ı diniyeye ehl-i dalâletin icra etmekte oldukları hücumlarla ruhumda açılan cerihaların teellümatıyla müteellim olduğum bir anda, muhterem Bekir Ağa Hızır gibi yetişerek, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kısmını sunup, derdime derman oldu. Evet eczahane-i Kur’an’ın müstahzaratından ve ancak binden bir nisbetindeki hikmetinden olan işbu dürr-i meknun, es’ile ve ecvibe, işaret ve sarahatıyla tedavi ile, mağmum kalbimi tesrir ve müteessir vicdanımı tenvir ve mükedder ruhumu mahzuz edince dedim: “Aman yâ Rabbi! Sen, Resulün ve Habibin Muhammed Mustafa’nın (a.s.m.) hakiki ümmetine öyle bir tükenmez hazain-i hikmet bahşetmişsin ki, o hazine-i kudsiye 1351 sene ahkâm-ı ezelîsi ve ferman-ı ebedîsiyle öyle bir hayat-ı bakiye ihsan etmiş ki, hakiki verese-i enbiya olan ulema-i be-nam, en kısa bir ayetten nice hakaik-ı nâmütenahiye istinbat ve istihraç ederek ümmet-i Muhammed’in kulub-i mecruhlarını Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın âb-ı hayatıyla ihya buyuruyorsunuz. Ey Malikü’l-mülk, ey Hâlik-ı Zülcelâl, ey Hakîm-i Bîmisal! Senin zat-ı azamet-i kibriyana iltica ederek niyaz ediyorum, şöyle ki: Ahkâm-ı Kur’aniyeyi i’lâ ve tarik-ı Ahmediyeyi ibka ve hakiki verese-i enbiyanın a’mâl ve makasıdını teshil ve teysir buyurarak, bu biçare kullarını Kur’an-ı Azîmüşşanın daire-i nuraniyesinde mesudane i’lâ-yı kelimetullah etmeyi göstermeden hayat-ı bakiye âlemine göçürme Allahım” diyerek zâhirî ve bâtınî gözlerimi levaih-ı Kur’aniye ile perdeledim, Üstadım efendim.
Pür-kusur talebeniz
Sabri
***
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
On dördüncü asrın elli ikinci sâl’ine yetişip, ahkâm-ı kat’iyesiyle mü’mine beraat ve mücrime idam-ı ebedî kararının infaz ve icrası gününe kadar, baki kalacak olan kavanin-i ezeliye-i sübhaniyeyi, bilkülliyye hedm ve imha etmek a’mâl-i bâtıla ve efkâr-ı münafikanesine kapılan ehl-i dalâlet, ilk hatvelerini atmak istedikleri sırada, keşf-i kablelvuku olarak, işbu çelik kal’a tabir ettiğimiz, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın müfessir ve mümessili olan Nur deryası, zâhiren otuzüç aded, manen otuz üç milyon elması, inci ve mücevherat-ı mütenevvia ve müteaddideyi vücuda getirdikten sonra, asıl
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kal’anın bu teşkilât-ı nuraniye ve mühimme dairesinde tanzim ve tarsini iktiza ettiği hengâmda, edna bir amele olarak, yüzbin defa haddimin fevkinde olan şu kudsî vazifeye, bu abd-i âciz de, tayin ve kabul edilmekteki tevfikat-ı sübhaniyeye karşı, secdegâh-ı rabbaniyede mütalâa ve riya olmasın, şu fani vücudumu aramsız ifna etsem, o mukaddes vazife dairesinde, bir dakika müşerrefiyetime mukabil ubudiyet etmiş olamayacağımdan, 1
barla_264_1.gif

kaside-i şerifesiyle arz-ı ubudiyet etmekle iktifa ettim.
“Hulûsi-i sani” Sabri
***
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Üstad-ı ekremim efendim hazretleri!
Ekalli, kırk seneden beri hakikat âleminde nurlar saçan nuranî, kudsî, feyizli sözlerin kâffesi, bütün safahatında tarikat ve seyr-i süluke ait pencereleri küşad ile, müştaklara temâşâ ve berk-i hatif misal 2
barla_264_2.gif
nida-i beliği ile davet etmekte iken, dürbünî bir nazara malik olanlar pek aşikâre görüp ve dinleyip iltica etmekte iseler de, bu abd-i pür-kusur onlarla omuz omuza yürüyen, tarikatın ne demek olduğunu, matla’-ı şems-i füyuzat ve menba-ı fevz-i necat olan Yirmi Dokuzuncu Nüktesini okuduktan sonra, alâ kaderi’l-istitaa öğrendim. Nihayetsiz füyuzat ve hadsiz ezvak-ı mütenevviayı havi olduğunu, bir kat daha tasdik ettim. Elhamdülillâh, şu nüktede nura muhtaç kalbime lâyuad nurlar bahşedildi.
Kalbimin hissedip, lisanımın ifadeye muktedir olamadığı derya-yı hakikata dalarak, şu eser-i giranbâhanın şayan-ı menn ve şükran olduğunu arz ve maba’dının tevali ve temadisini can ve yürekten taleb ve temenni etmekte iken, işte tetimmesi olan üç telvih de ihsan buyuruldu.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu hatime kısmı, vartalardan kurtulmak çaresini gösteren irşad ve ikazlarıyla, cidden bir levha-i saadet ve bais-i hayat-ı mücedded olmuştur. Acaba her an, en az binbir nev’i semere-i saadet ile tegaddi etmekten kaçan ve o cadde-i kübraya asla lâyık olmayan, iftira ve isnadat perdelerini görüp, şu meş’ale-i adîmü’l-misali söndürmek, zulümat ve dalâlât vadilerine yol açmak isteyen bakar körlere, ne demeli?
Nazirsiz şuleleriyle asr-ı hâzırı ihya ve tenvir ve istikbalin krokisini bihakkın tanzim ve tahkim eden Nurlar, ilelebed payidar olsun. Dilerim Bâri-i Tealâ Hazretlerinden ki, şu âsâr-ı pürnurun, bütün ümmet-i Muhammed (a.s.m.)’a tamimine muvaffakiyet ve müyesseriyet ihsan buyursun. Âmin.
Sabri
***

(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Üstad-ı âzam efendim hazretleri,
Bu defa hoş ve lâtif tevafukatıyla nuranî yolculara dest-i manevîsini uzatarak, ziyadar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişi güzel serpilmiş şeyler değiliz belki muvazene-i tamme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyas-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden kitab-ı semaviye-i Kur’aniyenin misilsiz birer yıldızlarıyız.” diyerek, bâlâsı zîrine, sağı soluna eyadi-i maneviyesiyle musafaha ve mukabele edercesine tevafukatı müşahede edilen kitab-ı mübînin lemeat ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Sözde dahi müşahede edildi. Bu Sözün manidar ve hikmettar tevafuk ve intizamları sanki kemal-i hararetle yekdiğerine müştak ve mütehassir bir kaç samimi ve ciddi kardeş ve arkadaşların vuslâtları gibi, Kur’an-ı Azîmüşşanın her bir âyat ve kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları yine semavatın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlatarak, şu letafetleri ile insaniyet tarifine tam dahil olan zîşuuru mest ve hayran bırakıyor.
Şurası da şayan-ı hayrettir ki: Şu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi kâinatın hitam-ı ömrüne muallâk ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur arasında dahi, bu Sözün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur diyorum. Cennet nehirleri demek olan
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kur’anî nehirleri, enva-i türlü avazıyla coşkun coşkun aksın, aksın ki; zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şümus-ı Kur’aniyenin süratle inkişaf ve tevezzü ve nev-i beşerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve izaa eylediği gibi, şu asr-ı dalâlet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun. Evet, altı-yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören lâtif ve nazirsiz bir gül-i Muhammedîyi (a.s.m.) koklayan Ümmet-i Muhammed (a.s.m.) Sure-i Kevser’den 1
barla_267_1.gif
mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki; çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi baki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalâletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takib eden iki sureyi lisan-ı hâl ve kaal ile okuyarak zındıklara hitaben, “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalâlet ve sefahet gemilerinize binemeyiz; ancak Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın nuranî ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve 2
barla_267_2.gif

(ilh..) ferman-ı Mübînini tilâvetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk, hem behcet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehâlet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tevbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-izzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salâh ve felâh ve fevz-i necat yollarını tuttular.
“Hemen Rabbim, hakiki verese-i enbiyayı teksir, dünyevî ve uhrevî a’mâl ve makasıdına muvaffak buyursun.” duasını tekrar ile beraber Onuncu Sözün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arizamı takdime cür’et eder, bilhassa dest ve damen-i muallâlarını öperim efendim...
Hamiş: Harman ortasında Mevlevîvari dolaşan bu biçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek söylediğini tekrar söylemiş, geçtiği yere dönmüş, yine gelmiş ise de ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken,


1- Hamd ve minnet Onadır.
2- Allah’ın yardımı geldiği zaman(Nasr Suresi: 1)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt