Husrev'in Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerine bînihaye şükür olsun ki, hayatımın bu karanlık sahifesini de arzularımın pek fevkinde olarak nurlandırdı. Evet, bu risalenin fakir talebenizde hasıl ettiği tesir ve intibalarını, kalemle ifadeden her vakit için âcizim. Küçük küçük cümleleri ve anahtarlarıyla pek büyük define ve hazineleri açan ve azim girdabları kapatan ve tarikatın nezih, âlî ve çok yüksek feyizli, sürurlu, zevkli, doyulmaz ve bırakılmaz bir yol olduğunu ders veren, bu kıymettar risaleyi çok ehemmiyetli buluyorum. Ve bilhassa tarikata mensup olup da, haricin ittihamından kaçınan veyahut öğrenmek ve anlamak istedikleri halde muvaffak olmayan ve alâkadar olmak isteyen kardeşlerimi, bu Risaleye malikiyetlerinden dolayı tebrik etmekte, kendimi çok haklı görüyorum.
Kıymettar Üstadım!
Risalenin geri kalan kısmının da, bir an evvel ikmaliyle, istifade ve istifazamız için irsal buyurulmasını, dest ve damenlerinizi öperek niyaz etmekteyim. Ve ikmal ve irsaline de, arkadaşlarımla birlikte sabırsızlıkla intizarımızı arz ediyorum, efendim hazretleri.
1
barla_288_1.gif


Hakir talebeniz
Ahmed Husrev
***

(Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım efendim,
“Kenzü’l-arş Duasının Feyzinden Gelen Bir Nükte-i Kur’aniyede” yanlışlığın tarafımızdan nasıl karşılandığını sual eden ve hatasının esbabını bize izah eden sevimli mektubunuzu aldım. Bu kısmı, Sure-i Kevser’in lâtif ve yüksek tevafukatını gösteren Altıncı Remizle ve bir de büyük bir fatihten daha büyük olan tarikata ait kısımla beraber okudum.
Bu hafta sevincim ve şevkim pek ziyade idi. Bir taraftan, senelerden beri tab’edilmesi ve âlem-i İslâma neşredilmesi için istinsah edilen o kıymettar


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
mahzen-i hakaik; emin vadilere gönderiliyordu. Diğer taraftan, şu baharın cazibedar güzelliğinden, pek çok yüksek bir nuraniyetle karşımıza çıkan Yirmi Dokuzuncu Mektubun her bir kısmının verdiği zevk-ı manevî içerisinde yaşıyorduk. Kenzü’l-Arş Duasının Feyzinden Gelen İkinci Bir Nükte-i Kur’aniyeyi, mektubunuz gelmeden evvel arkadaşlarla birlikte tekrar okuduk. Tedkik gayesi hiçbirimizde olmadığı için, on dakika içerisinde, yazılan bu kısmın nuranî şuleler arasında kaldık. Okurken, ağzımızdan arada sırada çıkan sada-yı hayret ve taaccübden başka bir şey işitilmiyor ve yüzümüzden akan beşaşet, duyduğumuz manevî zevki, tarife kâfi geliyordu... Sevgili Üstadım!
Her bir risale aramızda pek büyük bir sevinçle karşılandığı ve hayretle okunduğu ve lâyık olduğu şekilde hürmet gördüğü için, her nasılsa vaki olan hatam hakkındaki mektubunuzu aldığım vakit, kıymettar Üstadım, bu hali bize ihtar etmeseydiniz, biz hiçbir vakit böyle şeyle meşgul olmayacaktık ve “yanlış var” diyenlere karşı da hak dava edeceğimizde hiç tereddüt etmeyecektik. Sure-i Kevser’in ve Sekizinci Remzin tevafukat-ı hurufiyeleri üzerinde birer birer tedkikatta bulunmuş ve hiçbirinde noksan bulamamıştık. Esasen bu tedkikatımız, noksan aramak gayesiyle değil, belki tevsi-i malumat ve bir de manevî gıdamızı almak için vuku buluyordu. Bu akşam fakirhanede Refet, Lütfi, Rüşdü Efendi kardeşlerimle oturmuş bu hususta tekrar konuşmuştuk. Hepimiz diyorduk: Üstadımız bize söylemekte, hiçbir şeyden çekinmediğini biliyoruz. İşte bu hâl bizlere kâfidir. Şimdiye kadar da böyle bir şey vuku bulmuş değildir. Bu hususda en büyük şahid; bu Risaleler ilmi kendilerine isnad eden zatların ellerinde gezdiği halde, onları da tasdike mecbur etmiştir.
İşte sevgili Üstadım; bu hadisat dimağımızı daha ziyade takviye etmiş bulunuyor ve bizi size daha ziyade rabtediyor. Her hususta bizi himaye ve vikaye etmekte olduğunuza kâfi ve daha kat’î bir bürhan yerine geçmiş bulunuyor.
Sevgili Üstadım; bu hafta hatt-ı destinizle pek çok zahmet çekerek, bin müşkilât içerisinde yazdığınız bütün Kur’an’daki bütün tevafukatı gösterir bir nükteyi daha aldım. Bundan başka bu nükte gibi umumî olup, yalnız tarzları ayrı olmak üzere iki tevafukat listesi daha yazılacağı iş’ar buyuruluyor. Onları da sabırsızlıkla bekliyoruz ve yorgunluğunuzu hatırladıkça,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
yüreklerimiz sızlıyor. Cenab-ı Hak, sizlere lâyık bir tarzda hayr-ı kesir ihsan eylesin. Âmin... Husrev
***
(Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım, muhterem efendim,
Kur’an-ı Kerim’in âyat ve kelimat ve hurufatında görünen ihtilâf bertaraf edilmek üzere, yeniden hakiki ve esaslı bir surette âyat ve kelimat ve hurufatın tesbit edileceği hakkındaki iş’ar-ı fazılâneleri, cidden şayan-ı tebşirdir. Bu ve bu gibi ahval, bizi Üstadımızın ulvî ve umumî olan vazifesinde her vakit için Cenab-ı Haktan muvaffakiyet talebinde bulunmaklığa sevk ediyor. Bilhassa kardeşimiz Hacı Nuh Bey’e yazılan mektub sureti ve buna mümasil diğer mektubat, bizim hayatımızı değiştirmiş ve müstakbeldeki hayatımıza nurlar serptiği gibi, bugünkü insanlığın giriftar olduğu riyakârlık, tabasbus ve temellûk ve emsali gibi pek çok ahlâk-ı rezileden kurtarmış ve her birerlerinin yerlerine de ahlâk-ı hasene fidanları gars ederek, birer şecere-i âliye ve nafizenin vücuda gelmesine sebebiyet vermiştir. Hattâ o kadar diyebilirim ki, bugünkü beşeriyetin duygularından bambaşka bir hayata sevk etmiş ve her an, “Hâlikımız bizden ne suretle razı olacak ve bugün ne gibi bir sa’y ile sahife-i hayatımı kapatacağım. Acaba ümmeti bulunduğumuz o sevgili Peygamber-i Zîşan aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin, dalâlet yolunu tutan veyahut dalâlete gidenlerin arkalarından giden ümmetlerini, ne suretle tarik-ı hidayete getirmek için sa’y etsek hoşnudiyet-i Peygamberîyi (a.s.m.) celbedebiliriz.” duyguları ve mefkûreleriyle yaşatmaktadır.
Kıymettar Üstadlarına her hatvede ittibaı seven o talebelerinizin ruhlarında, Üstadlarının en güzel fıkrası olan, “Kur’an-ı Azîmüşşana feda olan bu baş, başkalara eğilmeyecek.” sözü hayatımızda en güzel ve en büyük bir miftah ve bir düstur olmuştur.
İşte bu hayatta, bu zevkle yaşadığımız içindir ki; bu vadideki korku denilen mevhum kuvvet, talebelerinizin hak uğrunda gösterdikleri cesaretten korkmaktadır. Rıza-i ilâhî uğrunda her gelecek hâle memnuniyetle göğüs germeyi, üstadlarının hâlinden her gün ve her an ders alan talebelerinize ve o kardeşlerime hayırlı muvaffakiyetler ve saadetler temenni ederken;
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
sevgili Üstadım, size de lâyık olduğunuzdan daha güzel bir şekilde ve daha elyak bir tarzda eltaf-ı sübhaniyeye nailiyetiniz için dua eder ve damenlerinizi kemal-i hürmet ve tazimle öperim, efendim hazretleri. Husrev
***

(Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım,
Evvelki hafta irsal buyurduğunuz, Bir Sırr-ı İnna A’teyna serlevhasını taşıyan risalenizi aldık. Esasen hiçbir hafta geçmiyor ki sürurlarımızı tezyid eden, yeni ve hem gayet derecede şirin birer risale elimize gelmemiş bulunsun. İşte, iki haftadır bu kıymettar risaleyi okuyor ve elimizden bırakmıyoruz.
Evet bu risale, Cenab-ı Hakkın istikbalde bu ümmete vaad ettiği güneşin tulûuna intizarımızı teşdid etmekle kalmadığı gibi, bir taraftan içindeki hakikate bizi meftun ediyor. Ve diğer taraftan, acaba fezası zulmet bulutlarıyla dolu olan bu âlemin o güneş neresinden ve ne suretle doğacak ve ne şekilde bu zulmet ve afet saçan bulutları dağıtacak diye tahayyül ederken; ikinci feyyaz, bir diğer zeyl, o güneşin vaktini tayin etmekle bizi pek büyük bir bâr-ı sakilden kurtarmış ve senelerden beri almak istediğimiz halde alamadığımız derin bir nefesi vermiş ve bizi dilşad eylemiştir.
Ahmed Husrev
***

(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Bizi tarik-ı Hakta dolaştıran, manevî yaralarımızı tedavi eden, hakikat uğrundaki düşüncelerimize bir kat daha metanet veren.. bugünün şeytankârane tehdidatına rağmen cesaretimizi takviye eden ve her hususta ruh ve kalblerimizi iman ve hakikat nuruyla nurlandıran ve sa’yimizde teşci eden ve Kur’an-ı Hakîmin iki ayetini ihtiva eden Otuz Birinci Mektubun Birinci ve İkinci Lem’alarını ve Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmından İkinci Remzi’ne ait mühim bir i’cazı da aldık, okuduk. Aldığımız manevî

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
feyzi, benim gibi yoksul bir talebenizin kalb ve kaleminin haddi değildir ki tarif etsin. Kıymettar Üstadım, nasıl o Hâlik-ı Zülcelâle nihayetsiz bir minnettarlıkta bulunmayalım ki, aziz Üstadımızı vasıta kılarak en büyük nimetlerini, pek ziyade muhtaç olduğumuz bir vakitte veriyor, bizi teselli ediyor. Hem memnun ediyor, hem istikbalin nurlu yüzünü göstererek bizi o nura koşturuyor. Bir taraftan kardeşlerimizi çoğaltıyor, muhabbetlerimizi teksir ediyor. Maddî ve manevî kuvvetlerimizi takviye ediyor. Diğer taraftan saadet hazinelerinin anahtarlarını ellerimize veriyor...
Ey aziz Üstadım, Allah sizden ebeden razı olsun.
Ahmed Husrev
***

(Husrev’in fıkrasıdır.)
Kıymettar Üstadım,
Bugün Süleyman Efendi kardeşimle irsal buyurulan; biri, dünyanın ömrünü izah eden bir mektubla, diğeri Hazret-i Yunus* aleyhisselâmın duasının fezailini gösteren Otuz Birinci Mektubun Otuz Bir Lem’adan On Birinci Kısmının Birinci Kısmını aldık ve okuduk.
Sevgili Üstadım, bu kısım bizi o kadar mesrur etti ki, tarifine muktedir değilim. Cenab-ı Hak sizden ebeden razı olsun. Bu risale kat’î bir varlıkla bu ümmete necat kapılarını açıyor. Ve bu zulümatlı günlerin avdet etmemek üzere veda etmekte olduğunu ihbar etmekle beraber şakirdlerini hep birden ve bir ağızdan münacata davet ediyor.
Sevgili Üstadım; istikbalimizi nur deryasından fışkıran nücum-misal nurlarla aydınlatan ve bu kasvetli ve karanlıklı ve kâbuslu günlerimizde kat’î bir ümitle yaşatan ve her bir risalede lemean eden yeni bir başka nurla yüzümüzü güldüren Cenab-ı Vacibü’l-Vücud Hazretlerine bîhisab şükrümüzü takdim ederken, sevincimizi katlayan Üstadımızın vüruduna sabırsızlıkla intizarımızı arz ederim, efendim.
Ahmed Husrev
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Husrev’in Fihriste hakkında bir fıkrasıdır.)
Aziz Üstadım,
Senelerden beri vücuda getirilen misilsiz âsâra, Otuz Birinci Mektubun On Beşinci Lem’asıyla öyle misilsiz bir eser daha ilâve buyurulmuş oluyor ki; o şaheserler, böyle şah bir eseri; o harika bediiyyat, böyle bedi bir zübdeyi; o acib telifat, böyle acib bir mecmuayı; o azim hakaik, böyle bir azim külliyat-ı hakaikı ve o nurlu risaleler, böyle nurlu bir Fihriste’yi istiyordu. Yüzbinler şükür olsun ol Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerine ki, hiçbir müellifin muvaffak olamadığı böyle misilsiz eseri hazine-i rahmetinden ihsan etmekle, yüz yirmi adede vasıl olan Külliyat-ı Nur’u, yüz yirmi sahifeden aşağı olmayan misilsiz Fihriste’yle bir yerde toplamış bulunuyor. Bu risalenin menfaatı, fevaidi o kadar çok ki, izaha hâcet yok. Bu kıymettar risale, kendi kendini lâyık olduğu bir tarzda methediyor. Hem o kadar güzel methediyor ki, fevkinde beyan olamaz.
Husrev
***

(Husrev’in bir fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım,
“Mirkatü’s-Sünne ve Tiryak-ı Marazü’l-Bid’a” ismine hakikaten elyak olan Otuzbirinci Mektubun On Birinci Lem’asını kardeşlerimle ve dostlarımla defaatle okudum. Gayet azim bir tebşirat-ı Peygamberî ile başlayan bu risalenin onbir nüktesinden her bir nüktesi başka bir hüsün ve başka bir letafette yazılmakla beraber; ittiba-ı sünnetin maddî ve manevî fevaidi tâdad edilirken, akla açılan kapılardan içeriye giriyor. Her kapının içerisinde bulunan kapılar ve pencerelerden bakarak, gördüğü hakikatler karşısında hayran oluyor. Gösterdiği deliller ile muterizlerin itirazlarına mükemmel ve muntazam cevaplar vermekle mukabele ediyor. Ehl-i şevke, “Benim gösterdiğim kapılardan girseniz, müşkilâtsız ebedî bir saadete kavuşmuş olacaksınız.” diyerek ittiba-ı sünneti, her bir Müslümana, hayatında düstur ittihaz etmesini tavsiye ediyor. Talebelerine, anlayabilecekleri bir tarzda emr-i azim olan dersini takrir ederken, “Ben zâhiren 15-16 sahifeden ibaret küçük bir risaleyim. Fakat hakikatte neşrettiğim nurla çok büyük denizleri
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
geçecek bir azamette ve çok büyük yıldızların nurlarını setredecek kudretteyim. Bahtiyar ol kimsedir ki, beni hafızasında nakşederek, benimle âmil olur.” diyerek beliğ ve çok yüksek ve nihayet derecede lâtif sözleriyle bizleri irşad ediyor. Bu hakaiki gösteren bu risaleden, gücüm yetse de yüz tane, ikiyüz tane yazabilsem. Heyhat! Elim kısa, sa’yim mahdut, aczim her bir emr-i hayrı arzuma kadar ifaya mâni... Bu kadar arzuya rağmen yazabildiğim bir nüshasını takdim etmiş bulunuyorum. Hüsn-i kabul buyurulursa benim için ne büyük saadettir.
Ahmed-i Bedevî* Hazretlerinin kerametkârane hareketiyle, semavat ve arzın tabakatından bahseden On İkinci Lem’ayı üç-dört defa okudum.
Sevgili Üstadım, rızka muhtaç her bir zîhayatın rızkı, Rezzak-ı Hakikî tarafından taahhüd altına alındığı ve rızık ancak Mün’im-i Hakikînin yed-i kudretinde bulunduğu, o kadar güzel bir üslub ile tarif buyuruluyor ki ve talebelerine o kadar şirin ve âlî bir ders veriyor ki, akıl eğriliğe, nefs itiraza, kalb inkâra sapacak hiçbir yol bulamıyor. Zaferi kazanan ordular gibi insanın bütün kuvasına, “Ey kıymettar risaleler ve ey nuranî feyyaz Sözler, meydan sizindir! Size teslim olmuşuz! Beşeriyete ve bütün mükevvenata hükümran olan Hâlik-ı Azimin hak sözleriyle bizlere tarik-ı hidayeti ve istikameti gösteriyorsunuz!” dedirtiyor. Bilhassa arz ve semavatın yedişer tabaka olduğuna dair âyat-ı azimenin küllî ve umumî ve şümullü maanisinin tatlı ve lezzetli ve şirin hakaikını okurken, insanın hissiyatına kalemi tercüman olabilse de, bu risalelere mukabele edebilse. Heyhat!
Her tarafını anlayabilmek imkânı olmamakla beraber -bu kısımda- arzın yedi iklimi ve birbirine muttasıl yedi tabakası ve bu tabakalardaki nuranî mahlukatın mürur ve uburuna hiçbir şeyin mâni olmaması hâlâtı; ve elektrik ve ziya ve harareti nakil ve kâinatı baştan başa istila eden madde-i esîriyeden başlayarak semavatın yedi tabakasının kabul edilmesine hiçbir mâni olamayacağı, fennen, aklen ve hikmeten muhtelif delâil ile isbat edilmesi ve en sonunda semavatın yedi tabaka ve arzın yedi kat olduğu hakkında Kur’an-ı Hakîmin ifadatının tasdik edilişi, akıl ve kalb şübehata atılacak yol bulamaması, risalelerin büyüklüklerine has bir keramet-i kübra olduğunu gösteriyor. Böyle azim hakikat-ı Kur’aniyeyi göremeyen feylesofların ve kozmoğrafyacıların kulakları çınlasın!..




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet sevgili, kıymettar Üstadım! Bu nurlu misilsiz eserler, insanın şübehatını izale ettiğine ve şüpheleri davet edecek karanlık bir nokta bırakmadığına kat’î bir kanaatle iman ettiğim gibi, temas ettiğim kardeşlerimden ve mütalâasında bulunan zevattan kanaatımın umumen tasdik edildiğini işittiğim anlar her tarafımı meserret kapladığını hissediyorum.
Ey sevgili Üstadım, her hususta size yapılacak dua için kelimat bulamıyorum. Zat-ı Zülcemal, bu kadar güzelliklere, hazine-i rahmetinden binler güzellikleri size ihsan etmekle mukabele buyursun. Âmin..
Husrev
***

(Ahmed Husrev’in bir fıkrasıdır.)
Üstadım efendim,
Bir hafta evvel “Hikmetü’l-İstiaze” isimli risalenin bir kısmını ve birkaç gün evvel de diğer kısmıyla, Ondördüncü Lem’anın Birinci Makamını aldım. “Hikmetü’l-İstiaze”nin birinci kısmını müteaddid defalar kardeşlerimle okudum. Dedim:
Ey Sevgili Üstadım, bu kıymettar risale ile mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilâç takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi ediyorsunuz ki; o pek müdhiş yaralarımız bir anda iltiyam buluyor, ızdıraplarımız o anda zail oluyor; kalblerimiz serâpa sürur ile doluyor. Rabb-i Kerîmimize karşı taşımakta olduğumuz muhabbetimiz tezayüd ediyor. Ve Hâlik-ı Rahîme karşı olan âdabımıza bile halel gelmiyeceğini okudukça, vazifedeki şevk ve gayretimiz artıyor.
Evet aziz Üstadım! Ekser zamanlar ins ve cin şeytanlarının hücumlarından ve terbiye edemediğim asî nefsimden gelen bir takım havâtır-ı şeytanîden kurtulmak için, pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak için inziva ararken, Nakşi kahramanlarının “Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk” 1 diye olan esasatı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz Üstadımın beyanı arasında, “İnsan bir kalbden ibaret olsa idi bu söz doğru olabilirdi. Halbuki insanda kalbden başka akıl, ruh, sır, nefs gibi mevcut olan letaif ve hasseleri, kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası altında


1- Dünyaya kalben terketmek, ahireti ibadetine asıl maksat yapmamak, faniliğini düşünerek varlıktan vazgeçmek ve terkettiklerini de her şeyiyle unutmak.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ifa-yı ubudiyeti” tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikatleri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduğu için, sâlifü’l-arz havâtıra çare arıyordum...
Talebelerin her an ihtiyaçlarını düşünüp çareler arayan, ilâçlar hazırlayan; ihzaratını zahmetsiz olarak talebelerine istimal ettiren.. mukabilinde hiçbir şey istemeyerek minnet ve medhin Cenab-ı Hakka yapılmasını emreden sevgili Üstadım! Size evvelden beri Lokman nazarıyla bakmaktayım. Evet hakikaten bir Lokman’sınız. Lokman Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risaleler ile mualece uzatıyorsunuz. Bedi’ olan Cenab-ı Hakkın, bedayii içinde, kemaliyle her cihette derece-i nihayeye vasi olan bedi’ kelâmından, bedi’ bir kulu ile ihsan ettiği bu bedayii medhedebilmek, intak-ı bilhak olmadıkça elbette imkânsızdır. Bu vadide ne kadar söz söylenilse yine azdır.
Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki, evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el’an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim Nurlar ile doluyor, ruhum Nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyâb oluyor. Ve yine Cenab-ı Haktan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır.
Bu hadisat gösteriyor ki, bedi’ âsârın büyük bir hasiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i ilâhiyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da, “Ya Rab! Sen Üstadımızdan hoşnut olacağı tarzda razı ol!” nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.
1
barla_296_1.gif


Talebeniz
Ahmed Husrev
***


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Ahmed Husrev’in Otuzbirinci Mektubun Ondördüncü Lem’asının İkinci Makamı münasebetiyle yazdığı fıkradır.)
Sevgili Üstadım efendim hazretleri!
Üç-dört gün evvel Cenab-ı Hakkın o mukaddes kelâmından müjdeler çıkararak, aktar-ı âleme saçan coşkun denizlerin akıntıları gibi, feyizleriyle bizi mest eden, afil güneşin her gündüze mahsus sönmez ziyası gibi, ardı arası kesilmeyen nurlarıyla bizi nurlandıran, hiçbir ferdi şübehatta boğmamak esası üzerine yürüyen, kendisine has belâgatıyla ukulü teshir edecek bir kabiliyetle söyleyen, samiaları ve basiretleri kendisine müteveccih kılan, o azametli külliyat-ı Nur’dan bir nur daha aldım.
Bu nur, o güzel İslâm nişanı ve o büyük rahmet hazinesinin keşşafı olan 1
barla_297_a.gif
’in, binler esrarından otuz sırra mukabil, altısırla nurlu şualarını ezhanımıza nakşetmiş ve rahmetin binbir esma-ilâhiyeden gelen şualarıyla, insana had ve hesaba gelmeyen niam-ı sübhaniyenin meded elleriyle yardıma gönderildiğini öğretmekle, bizisonsuzbir derya-yı feyze gark etmiştir.
Bu kudsî mübarek kelimenin her sure başında zikriyle, ehemmiyet ve azameti ve her hayırlı işlerde tekrarıyla mübarek bir şefaatçı olması, ferşde gezen insana, arşa çıkacak kamet giydirmesi ve acz-i mutlakta çırpınan insanı, Kadîr-i mutlaka rabt etmekle, insanın kıymet ve izzeti gösterildikten sonra //**barla_296-7_1.gif**//
hadis-i şerifiyle Mün’im-i Hakikînin binbir esma-i hüsnasının cilvelerinin şualarından tezahür eden rahmetiyle, perverde edilmek suretiyle de, rahmetin bir cilve-i etemmi olduğu izah buyurulmuştur.
Sevgili Üstadım!Ruh-u insanın nazarını akıl ve kalbini ve muhayyelesini (Bismillah) ile kâinat simasına, (Errahman) ile arz simasına, (Errahim) ile ebna-yı cinsinin sima-yı manevîsine dağıtıyor. Oralardaki rahmet-i vasia-ı külliyenin azametini, letafetini gösteriyor.


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt