Bekir, Refet, Husrev ve Rüşdü'nün Yazdıkları Bir Fıkra

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
sevk ile, hareket ettikleri yolda yalnız olmadıklarını ve karşılarında düşmanın, yalnız onların düşmanı olmayıp, belki, mazide duran ve bize pek yakından bakan ervah-ı âliyenin de düşmanı olup, o âlî ruhlar önümüzde pişdar, etrafımızda zırh gibi ve muhafız ve muavin olduklarını göstermekle, zaiflere kuvvet, havf edenlere cesaret ve şecaat, kavilere refik oluyor ve her zaman bu risaleye herkesin ihtiyacını gösteriyor. Bu zamanın kisve-i ilmiye ve mümessil-i din ve rehber-i millet perdeleri ile ilmi ene’ye, dini dünyaya ve kendileri meyhaneye düşen ulemaü’s-sû’u haber vermekle, ehl-i iman ve irfanı insafa, ittifaka, ittihada davet ediyor. Cümlemiz, hâk-i pay-i ekremîlerine yüzler sürerek, mübarek dest-i damen-i kerimanelerini öperiz efendim.
1
barla_415_1.gif

İslâm karyesinden Kuleönü’nden
Hafız Ali (r.h.) Sabri Sarıbıçak Ali
***
(Ehl-i dünyanın Üstadımız hakkındaki asılsız üç vehimleri münasebetiyle bir
kardeşimizin ettiği sualine karşı cevabdır.)
Üstadımız Barla’da kimsesiz kaldığı için, mütalâa edecek kitabları olmadığından, dünyadan ümidini kesip, ahiret noktasından iman cihetinde, kendi nefsiyle olan mükâlemelerini, düşündüklerini çok defa “Ey nefsim, ey nefsim!” diye kaleme almış. Ne vakit o vaziyetten, o beladan kurtuldu, buraya geldi, altı ay zarfında oradaki altı gün kadar bir şey yazmadı. Zaten neşriyat yapmıyor. Ancak kendi nefsi için nota nev’inden kaydettiği mesaili, iman cihetinde vesveseye düşmüş bazı has dostlarının istemelerine binaen, güçlükle onlar alıp mütalâa ediyorlar. Yazdığı en mühim bir eseri, bir müdür, vesveseli ve onun hakkında muannid bir valiye şikâyet tarzında vermiş; o muannid vali tedkikatında, “Bu eserde ve bunun neşriyatında siyasete taallûk edecek bir cihet yoktur. Sırf mesail-i imaniyeye aittir.” diye hakikatı anlamakla, o müdürü tekdir etmiştir.
Hem hocamız tarikat zamanı olmadığını, mütemadiyen dostlarına söylüyor. İmanı kurtarmak zamanıdır, diyor. Buna delil, dokuz senedir hiçbir


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kimseye tarikat talim etmemesidir. Yalnız mezhebi Şafii olduğu için, namazdan sonraki tesbihatı biraz fazlacadır. O fazlalıkta otuz üçer tesbihattan sonra mezheb-i Şafiîde sünnet olan bazen on, bazen otuz üç 1 ve üç defa da salâvat okumaktan ibarettir. Hususi ibadetinde yanına hiçbir kimseyi bırakmaz, en has hizmetçisi de yanına giremez ve diyor ki: “Ben şeyh değilim, ancak bir hocayım. Eskiden dünyaya karıştığım için günahlarım çoktur. Onlara istiğfar ediyorum.” diyor. Üstadımız hakkında ehl-i dünyanın ve ehl-i hüküm tarafından çok defa ne ile yaşıyor, diye endişekârane soruluyor. Bu sual altında, “Acaba başkaların hediye ve sadakalarıyla mı yaşıyor” deniliyor. Elcevap: Bizler daimî hizmetindeyiz. Hiçbir kimsenin sadaka ve hediyesini ihtiyarı ile kabul etmez. Mecbur kaldığı zaman, mukabilini vermek suretiyle alır. Barla’da köy halkı az olduğundan menedip kendini kurtarıyordu. Buraya geldikten sonra Barla gibi, “Ben bir şey istemiyorum.” diye olan musırrane redde muvaffak olamadı. Hatırları kırılmayacak bazı dostların getirdikleri yemekleri bir kaç defa yedi. Sonra birden bire, hasta olmadığı halde iştihası tam kesildi. Bizim kanaat-ı kat’iyemiz geldi ki, başkasının hediye ve sadakasını yedirmemek için, manevî bir ihtar ve bir itabdır.
Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerifte otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini (yalnız bir iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir şey yemediğini bizzat müşahede ettik. (Haşiye1)
Haşiye 1- Üstadımız, has hizmetçilerinden başka, hiç kimseyi ihtiyarı ile kabul etmez. Hattâ daimî hizmetinde bulunan iki üçümüzün beraber bulunduğunu istemez. Şimdiye kadar hizmet edenlerden maadasını, beş on günde bir defa bile kabul etmez, geri gönderir. Eski zamanını düşünüp, şimdi dahi siyasetle ve ahval-i âlemle münasebettar olduğunu tevehhüm edenlerin, asılsız vehimlerini kat’î red edecek şu halidir ki, on üç sene evvel, günde belki dokuz gazete okurken, dokuz senedir biz şehadet ediyoruz ki, bir tek gazeteyi bile ne okudu ve ne de okutturdu, ne istedi ve ne de arzu ettirdi.
Münavebe ile Münavebe ile Münavebe ile Sekiz senelik
yanında bulunan yanında bulunan yanında bulunan bir arkadaşı
Süleyman Rüşdü Husrev Refet Bekir
Barla’da daimî hizmetkârı Sekiz senelik hizmetinde bulunan
Mustafa Çavuş bir arkadaşı
Barlalı Süleyman
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem daimî hizmetinde olan bir arkadaş Rüşdü Efendi, üç okkası beş kuruşa satılan ufak balıklardan güzelce kızartılmış üç tane getirmişti. Bunları Üstadımıza yedirmek için ısrar etti. Hem Rüşdü Efendi’nin hatırını kırmamak, hem de balıkları sevdiği için yedi. O balık yüzünden beş saat mütemadiyen sancı çekti. Bu sancı başladıktan üç saat sonra, Rüşdü Efendi’ye dedi ki: “Husrev’deki paramdan balığın fiyatını al sancı devam ediyor.” dediği halde balıkların fiyatını almadığı için, iki saat daha devam ediyor. En nihayet dedi ki: Aman parayı al, beni bu sancının verdiği azaptan kurtar.” Rüşdü Efendi balığın fiyatını aldığı dakika, sancı birden bire kesildi. Biz Üstadımızın hâlinden, vaziyetinden bu acib hali aynen gördük. İşte Üstadımız hakkında, “Ne ile yaşıyor” diyenler, hatalarını tashih etsinler.
Bekir, Refet, Husrev, Rüşdü
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bundan Sonraki Kısım, Hazret-i Üstad’a Kastamonu ve Emirdağ’da İken Talebeleri Tarafından Yazılan ve
Elyazması Nüshalarda dercedilen Mektuplardır.


(Risale-i Nur şakirdlerinden Kastamonu’da olan Hilmi*
ve Çaycı Emin* ve Tahsin*’in fıkrasıdır. Yirmi Yedinci
Mektubun fıkraları içine girmeğe münasib görüldü.)

Bugünlerde casuslar tarafından ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından, inayetin himayeti dahi, bir nevi hassasiyet ile ikramını gösterdi. Gayet cüz’î bir numunesi şudur ki:
Risale-i Nur şakirdlerine, maişet cihetinde bir ikram-ı ilâhî ve küçük fakat şayan-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vakıa ve Risale-i Nur hizmetinin şübhesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametinin bir menbaı olan tevafuk,bu vakıada o cinsden altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser diye hükmettik. Şöyle ki:
Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur” dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek.”
Yemek yemekten afvımızı rica ettik ise de, emretti ki: “Rızkınızı yeyin, bana gelir.” Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeğe başladık. Daha sofrada iken, ümid edilmeyen bir vakitte, bir tarzda ve aynı vakitte bir adam geldi. Elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz mikdar (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risale-i Nur şakirdlerinin rızkındaki bir bereket-i rabbanîyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsân on misli olacak. Halbuki bu ikram tam tamına mislidir. Demek, tayın ciheti galebe etti. tayın temini ise, mizan ile olur.” Sonra aynı akşamda, sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki, ekmek on misli ve tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısını çok sevmediği için kabak,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
patlıcan turşusu on misli; me’mulün hilâfına, Risale-i Nur’dan İkinciŞua’ın bir hafta mütalâasına mukabil bir manevi ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Demek, kabak tatlısının tatlılığı, tereyağı - un helvasına girdi, kendisi de turşuda kaldı. Risale-i Nur şakirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yedikleri -Isparta’da olduğu gibi- burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından yalnız beş-altısını beyan ediyoruz:
Birincisi:Ben -yani Tahsin- bir gün, yeni açtığımız bir dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tenbellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, emanet olarak 100 lira tebdil olmak için bana verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için Maliye Sandığına gittim. Bu paraları sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye ve sual ve cevaba ve muahezeye maruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek icab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat bu terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle, yine Risale-i Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.
İkincisi: Üstadımıza ve Risale-i Nur’a dört-beş sene bazen hizmet eden ve okutturan ve cidden taraftar bulunan bir zat birden bir gün elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nur’un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiplerine tarafdarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstadın canı çok sıkıldı. Bir-iki gün sonra şiddetli, fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: “Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var.” O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişti, çabuk kurtuldu.
Üçüncüsü:Bir memur, Risale-i Nur’u kemal-i iştiyakla okurdu. Üstad ile görüşmeye ve tam ders almağa çok çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka bir şehre giderken, birden sebebsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevk ile başladı.
Dördüncüsü:Ehemmiyetli bir zat Risale-i Nur’u, kemal-i takdir ile hem okur, hem yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi, şefkatsız bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefat eyledi. İki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hâle girdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmet eden bir zat, birden sadakatı bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsız bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.
Altıncısı: Bir hocaya ait bir hadisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokadı şimdi kaldı.
Bu vukuat nev’inden hem çok var, hem Risale-i Nur’a karşı kusura binaen, kat’iyen tokat olduğuna şübhemiz kalmadı.

Tasdik eden Risale-i Nur şakirdleri Evet ben de tasdik ederim
Hilmi, Emin, Tahsin Said


Hem Risale-i Nur’un suhulet-i intişarının bir kerametini, bu mektubu yazdığımız zamanda ve yemekteki keramet dakikasında gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Ehemmiyetli yedi-sekiz risale ve İşarat-ı Kur’aniye Şuaını mühim bir mektupla beraber bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri, münafıklar ve casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçmesi; kat’î kanaatımız geldi ki, bir inayet bizi himaye ediyor.
Hem Risale-i Nur hakkında inayet-i rabbaniyenin lâtif bir himayeti de şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda, casusların ve taharri memurlarının evhamları ve tecessüsleri Üstadımızın menzilini sarması dakikasında, bir fare Üstadımızın çorabını aldı. Ne kadar aradık, hiçbir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük. Kabil değil ki o çorap girsin. İki gün sonra gördük ki, o hayvan o çorabı getirmiş öyle yere ki, saklanmış ve muhteviyatları unutulmuş olan mahrem mektublar ve evrakların tam yanında bırakmış. Halbuki, iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek; soba borusuna çıkıp yukarıdan olur. Gayet kurnaz ve zeki bir adam ancak o işi yapar. Hiçbir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından Üstadımız dedi: “Bu mektubları oradan kaldıracağız.” Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat vehham casuslara, aleyhimizde habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
yalnız ikinci gün, Emin elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında karakol komiseri, gizli, hissettirmeden girdi. Emin’in elinde kitab yerinde yoğurt torbasını gördü, tavrını değiştirdi. Her ne ise. Elhasıl: Risale-i Nur’un intişarına karşı gelen bütün düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, plânlarını zîr ü zeber etti.

Evet Evet Evet Evet Evet Evet Evet
Tevfik Ahmed Tahsin Hilmi Çaycı Emin Bakırcı Emin İtfaiyeci Emin
Ben dahi tasdik ederim
Said

(Mehmed Feyzi o zaman askerdi, yoktu. Yoksa birinci imza onun hakkı idi.)

Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu defa size mektubum yerinde Emin ve Tahsin ve Hilmi’nin fıkrası gönderildi. Pek çok selâm. Hem şimdi yanımda Tahsin ve Emin sizlere arz-ı hürmet ve selâm ederler.
Kardeşiniz
Said Nursî
***

(Emin ve Küçük Husrev Feyzi’nin fıkrasıdır.)
Hizmet-i Kur’aniyede bize sebkat eden sadık, halis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Husrev ve Rüştü gibi zatlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddit fıkralar yazmışlar. Biz de, bu kardeşlerimizin fıkraları gibi bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hadisatı kaydedeceğiz. Numune için yalnız bir kısmını beyan ederiz.
Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarfolunan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz şekerden fazla almamış. Emin,
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
fesübhanallahder; on yedi şeker yerine, kutu sekiz şekerle dolsun, diye taaccüb ettik. İşte bu vakıa, bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki; bu sırr-ı bereket Risale-i Nur hâdimlerine bir inayet-i ilâhiye ve bir iltifat-ı rabbanidir. İkincisi: Yine aynı günde ben, yani Mehmed Feyzi, evvelce yazıp Üstadıma teslim ettiğim Hücumat-ı Sitte risalesini bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalme’mul bir surette, bulunmaz. Birden o anda, âdetlerinin hilâfına olarak hiç vuku bulmamış bir tarzda, bir hadise zuhuruyla, gözlüklerini bırakarak merdiven tarafına müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur’un intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru, zâhiren ziyaret maksadıyla yürüdüğü görülür. Üstadın telâşlı olduğunu hisseder. Üstad, onun nazarını öteki hadise-i bedeniyeye çevirir, ona der: “Görüyorsun ki ben mazurum, ziyareti başka güne bırak.” O da döner, gider. Hem Mehmed Feyzi, hem Hücumat-ı Sitte hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu.
Evet, Hücumat-ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hadisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilâf-ı âdet hâlet ve o Risalenin muayyen yerinde bulunmaması kat’iyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o Risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen Risale kendini göstermedi. İşte bu hadise, Risale-i Nur’un ihlâslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz ve inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şüphe bırakmıyor.
Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka kadar peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve hâlen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben –yani daimî hizmetçisi Emin– ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Husrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hadise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şayan-ı hayret bir hadisedir. Hem yarım kilo tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolunduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş.
Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekseri yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazen yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- halen o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve suhulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zâhiren hissediyoruz. Ezcümle, ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki; Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim, senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mesud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şüphe yok. (Haşiye1)
Hem, ezcümle, Üstadımız diyor ki: “Benim de kanaat-ı kat’iyem çok tecrübelerle gelmiş ki, Risale-i Nur’un tashihatıyla meşgul olduğum zaman, pek zâhir tarzda, hem rızkımda bereket, hem kolaylık görüyorum. Her ne vakit çalışmazsam o hali görmüyorum.”
Hem Üstadımız diyor ve biz de tasdik ediyoruz: “Ben son zamanda anladım ki; şimdiye kadar hem ben, hem dostlarım bu hakikatin suretini başka şekilde görmüşüz. Şöyle ki; hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazen on gün bana kâfi geldiği halde, burada aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki, çok emarelerle kat’iyen anladık ki, o acib hâl bereket neticesi imiş. Bir kaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği aynı iştiha ile -çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman- iki günde, bazen bir buçuk günde bitiriyordum. Demek, bu on altı-on yedi seneden beri benim mükemmel tayinatım, Risale-i Nur’un hizmetinden gelen bir bereketten idi. Evet, aynelyakîn derecesinde bize de kanaat gelmiş ki, bu kesretli hadisat-ı bereket, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinin bir şuaıdır. Manen der: “Ey Kur’an’ın şakirdleri! Sizleri vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telâşesidir. Bu ise, Kur’an’ın feyziyle, bereket nev’inde size veriliyor; vazifenize bakınız.”
Haşiye 1- Evet, Emin kardeşimiz memleketimize geldiği zaman çok faal bir surette her ay çalışırdı. Şimdi ise; üç-dört aydan fazla çalıştığını görmüyorum. Buna sebep ise, Risale-i Nur’un hizmetinin berekâtı olduğunda şüphem kalmadı, bütün kuvvetimle tasdik ediyorum.
Mehmed Feyzi

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_424_1.gif

Hem hadisat-ı bereketin aynı zamanında, Risale-i Nur’un bir kerameti olarak, bir şakirdinin binlerce lira kıymetinde hanesini, ona pek yakın dehşetli bir yangından fevkalme’mul bir surette Risale-i Nur’un bereketiyle kurtulması ve Risale-i Nur tercümanına ahiret cihetinde çok alâkadarlık gösteren bir hanım, o dehşetli yangında yanan hanenin üçüncü katında bulunan elmas ve mücevherat ve altınlarını kurtarmak için koşup çıktığı vakit, ateş her tarafını sarmış, mücevheratını kurtaramadığı gibi, kendi nefsini de bütün bütün tehlike-i kat’iyede gördüğü dakikada, Risale-i Nur tercümanı, o ateşten, talebesinin hanesini kurtarmasına şiddetli dua ederken, o biçare hanım hatırına gelmiş; acaba o yangında o ahiret hemşîrem bulunmasın diye ona da -Risale-i Nur’u şefaatçi yaparak- dua etmiş. “Ya Rabbi, ona merhamet eyle!” niyaz etmiş. Aynı zamanda, o hanım pencereyi kırmış, kendini iki kat yükseklikten avluya atmış, fevkalâde bir surette ne incinmiş, ne de bir yeri kırılmış. Hem, bakırı ve demiri eriten o dehşetli ve şiddetli yangından, -bütün konak yandıktan sonra- bütün mücevheratı ve altını hiçbiri zayi olmayarak, bozulmayarak, bir un onu muhafaza etmiş; bulmuş, almış. Risale-i Nur’un bereketinden, hem canını, hem malını kurtarmış. Hem mezkûr hadisat zamanında vuku bulması münasebetiyle, Risale-i Nur’un kerametkârane iki tokadı, aynı anda, vazifece ehemmiyetli iki mütecaviz ve muacciz iki adamın tecavüz ve taciz ânında birinin kafasına, diğerinin ciğerine vurması(Haşiye1), bizde hiç bir şüphe bırakmadı ki, hizmet-i Kur’an’daki inayet-i rabbaniyenin bir hıfz u himayet sillesidir. “Artık yeter, durunuz! Tokada müstahak oldunuz.” diye manen söylemesidir...
Çaycı Emin, “Küçük Husrev” Mehmet Feyzi
***

Haşiye 1- Evet, o mütecavizlerden birisi dehalet etti. Ölümden kurtuldu. Diğeri, bir sene azap çekti, hem öldü.

1- Allahım! İsm-i Azam’ın ve Habib-i Ekrem’in hürmetine, Risale-i Nur’un neşri ile Kur’an hizmetimizi kolaylaştır. Âmin.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt