Salâhaddin Çelebi'nin Yazdığı Bir Fıkra

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zat-ı fazılânelerince lüzum görülüp icab etmeden hiçbir zaman mektub yazmak zahmetlerini ihtiyar etmenize razı olamam. Bu hususta gücenmek şöyle dursun, kıymetli Üstadımın kudsî vazifelerinin ifasına mâni teşkil eden işgali, büyük hata ve hürmetsizlik sayarım.
Ahmed Nazif Çelebi
***
(Salâhaddin Çelebi*nin fıkrasıdır.)
(Otuz Bir, Otuz İkinci ayetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salâhaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salâhaddin’in şu fıkrası Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeğe lâyıktır. Said Nursî)
1358 1 senesi danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine süratle yayılarak büyük bir yangın hâlini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı, 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı (Haşiye1)
Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız icab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenâb-ı Hakkın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabûlü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir
Haşiye 1- Feyzi’nin, Salâhaddin’in asker olması dolayısıyla Üstad hafif tebessüm ederek, “Sizi onlar alamazlar. Vazifeniz var, davet ediliyorsunuz. Çünkü, lisanla olmasa da hâl ve etvarınız o vazifeyi görecektir” dedi. Hakikaten Salâhaddin asker olduğunda mübarek Ramazan’da İzmit’in Tavşan Tepesinde havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle, imam olup teravih namazı kıldırması ve Alay’ın Hadımköyü’ne kalkması Ramazan’ın 27, 28, 29’uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyle oruç ve namazın vapurda, Kadir Gecesini de Hadımköyü’nde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi. Ve Balaban Köyünde bayram namazından evvel askeri ve sivil eşhasa, köy camiinde namaz hakkında Dördüncü Sözü aynen okuması ve Risale-i Nur’la vaazda bulunması; kardeşim Feyzi dahi aynen bulunduğu kıt’ada daha tesirli bir tarzda, manevî lisan-ı hâl ve kaal ile ders vermesi, bilfiil Üstadının nutkunu tasdik eder. 27, 28, 29 tarihi, mübarek günlerin en meşakkatlisi idi. Türkiye’de 1359’da 27, 28, 29 kur’aları askere alınmıştı. Bu tevafuk dahi, keramete bir letafet katar.
Salâhaddin



 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle, o keramet anlaşılmıştır. (Haşiye1)
Hem Salâhaddin, emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi, İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak müteaddit ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri tehir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salâhaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salâhaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salâhaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yâverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.
Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur, muazzam bir mucize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mucize gösterebilir mi? Halbuki mucize, enbiya aleyhimüsselâma
Haşiye 1- Evet, Üstadım bana Mucizat-ı Ahmediye’yi, kardeşim Husrev tarzında yazdırıyordu. Ben -–yani Feyzi— bir parça tenbellik ettim. Birden, 28’lilerle askere istenildim. Yine Üstadım dedi: “Mucizat-ı Ahmediye’yi yaz, seni şimdi vermeyeceğim.” Başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir arıza ile yazı noksan kaldı. Tekrar askere çağrıldım. Yine Üstadım, “Git yaz!” dedi. Ciddî çalışmaya başladım. Fevkalme’mul, ikinci defa emir geri kaldı. Bir hafta sonra, tekrar bir mazerete binaen yazıyı bıraktım. Üstadım dedi: “Senin şimdi vazifen Risale-i Nur noktasında askerliktedir.” Birden bir emir geldi, bir şefkat tokadı yeyip vazifeme gönderildim. Cenâb-ı Hakk’a şükür Risale-i Nur’a çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadımız bize söylediği gibi altı-yedi ay sonra terhis edilip Üstadıma kavuştum. İnşaallah bu kabahatım afvolmuştur. Hem Risale-i Nur’u, hem bize hizmet-i Kur’aniyede sebkat eden Husrev, Hafız Ali, Rüştü ve Sabri gibi halis, sıddık, metin, çalışkan kardeşlerimi şefi’ tutarak bu kusurumun afvını Üstadımdan istedim. Evet, ben itiraf ediyorum ki, tenbelliğimin neticesi olarak bir şefkat tokadını yedim.
Mehmed Feyzi
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt