11- Hiss-i Kablelvukuun Tetimmesi

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
diye, o istikbaldeki nimet-i İlahiyeye gayet ağır ve acip şerait içinde ve hadsiz muarızların karşısında ve bin seneden beri kuvvet bulan dalaletin mukabilinde ve gayet vehham ve garazkar düşmanlarımızın desiselerinin ihatasında ve iki dehşetli mahkemenin uzun tetkikatında Risale-i Nur'un bu fevkalade galebesi ve harikulade perde altında tenviratı ve düşmanlarını mecbur edip serbestiyetini kazanması gösteriyor ki, o mevkiine layıktır ki, kablelvuku İmam-ı Ali Radıyallahu Anh ve Gavs-ı Azam (kuddise sırruhu) ondan haber verdikleri gibi, bunlar, köy ve nahiye ve vilayetim, benimle beraber şuursuz olarak geleceğini hissedip mesrur olmuşlar. Haşiye
Sizi eski talebelerim ve eski arkadaşlarım ve kardeşim ve biraderzadem Abdülmecid ve Abdurrahman lar bildiğimden, bu mahrem sırrı size açtım.
Evet, ben, yirmi dört saat evvel hassasiyetimle ve asabımın rutubetten tesiriyle rahmet ve yağmurun gelmesini hissettiğim gibi, aynen öyle de, ben ve köyüm ve nahiyem, kırk dört sene evvel Risale-i Nur daki rahmet yağmurunu bir hiss-i kablelvuku ile hissetmişiz demektir.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selam ve dua ederiz ve dualarını rica ederiz.
• • •

HİSS-İ KABLELVUKUUN TETİMMESİ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Risale-i Nur'un zuhuru hiss-i kablelvuku ile külli bir surette hissedilmesi gibi, Risale-i Nur'un has talebelerinin bir kısmının itirafıyla ve bir kısmının tarz-ı hayatı Risale-i Nur gibi bir hizmete namzetliğini gösterdiği cihetle bu tetimmeyi yazıyorum:
Evet, hiss-i kablelvuku, herkeste cüz i-külli vardır; hatta hayvanatta dahi vardır; hatta rüya-yı sadıkanın ehemmiyetli bir kısmı, bu hiss-i kablelvukuun nev indendir; hatta bazılarda hassasiyet cihetiyle keramet derecesine çıkar. Benim asabımdaki hassasiyetle yağmurdan yirmi dört saat evvelki rutubet-i havaiye ile yağmurun gelmesini hissetmem, bir cihette hiss-i kablelvuku sayılabilir ve bir cihette sayılmaz.
Ben, Risale-i Nur a ehemmiyetli hizmet eden kardeşlerimin tarz-ı hayatlarına dikkat ettim, gördüm ki, aynı benim güzeran-ı hayatım gibi, Risale-i Nur gibi bir neticeye göre techiz edilip sevk edilmiş.
Haşiye
Evet, Risale-i Nur un tercümanı hem fakir, hem adi iken, şansız ve ami bir haneden olduğu halde, tarihçe-i hayatında yazıldığı gibi fevkalade istiğna ve hediye ve sadakaları kabul etmemek ve emsalsiz bir izzet-i ilmiye namıyla kimseye baş eğmemek ve tenezzül etmemek ve haddinden bin derece ziyade işlere girişmek gibi haller, bu mezkur sırdan ileri gelmiştir.​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Evet, Hüsrev, Feyzi, Hafız Ali, Nazif gibi çok kardeşlerimizin geçen tarz-ı hayatları bu hizmet-i Nuriyeye göre bir vaziyet verildiğini onlar hissettikleri gibi; ben de, çok has kardeşlerimde, hatta burada aynen tarz-ı hayatım gibi böyle bir nurani meyveyi vermek için tanzim edilmiş görüyorum. Hissetmeyen kısmı, dikkat etseler hissedecekler. Ben kendim, bütün hayatımın harika kısmını, evvelce Gavs-ı Azamın bir silsile-i kerameti telakki ediyordum; şimdi Risale-i Nur'un bir silsile-i kerameti olduğu tebeyyün etti.
Ezcümle: Ben Hürriyetten evvel İstanbul a gelirken, yolda, bir iki mühim ilm-i kelama ait kitaplar elime geçti. Dikkatle mütalaa ettim. İstanbul a geldikten sonra, sebepsiz olarak hem ulemayı, hem mektep muallimlerini münazaraya, "Kim ne isterse benden sorsun" diye ilan ettim. Medar-ı hayrettir ki, münazaraya gelenlerin bütün sordukları sualler, yolda mütalaa ettiğim ve hafızamda kaldığı meselelerdi. Hem, filozofların sordukları sualler, hafızamda bulunan meselelerdi.
Şimdi anlaşıldı ki, o fevkalade muvaffakıyet ve benim de haddimden çok ziyade o hodfuruşluk ve manasız izhar-ı fazilet ise, ileride Risale-i Nur'un İstanbulca ve ulemaca makbuliyetine ve ehemmiyetine zemin hazır etmek imiş.
İkincisi: Hatta ben, fakir ve muhtaç olduğum ve zahid ve sofu ve riyazetçi olmadığım ve büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık haysiyetinden, şan ve şerefinden hissedar olmadığım halde, tarihçe-i hayatımda yazıldığı gibi, küçükten beri halkların mallarını, hediyelerini kabul edemiyordum, ihtiyacımı izhara tenezzül edemiyordum. Beni bilenler gibi, ben de çok hayret ederdim. Şimdi hassaten birkaç sene zarfında anlaşıldı ki, Risale-i Nur'un dehşetli bir mücahedesinde, tamah ve mal yüzünden mağlup olmamak ve itiraz gelmemek için o halet-i ruhiye bize ihsan edilmişti. Yoksa, düşmanlarım o cihetten büyük bir darbe indirecektiler.
Hem ezcümle: Eski Said siyasette çok ileri gittiği halde, Yeni Said de taraftar bulmak için çok muhtaç olduğu zamanda, bütün insanları meşgul eden bu beş altı senedeki beşer tufanları, siyaset fırtınaları içinde kat a ve asla beni meşgul etmedi ve merakla mağlup etmedi ve beş sene, bilmeyi merak etmedim.
Beni bilenler gibi, ben de bu hale çok hayret ederdim. Hatta kendi kendime derdim: "Acaba ben mi divane olmuşum ki, bütün dünyayı kendiyle meşgul eden bu hadisata bakmıyorum, ehemmiyet vermiyorum? Yoksa insanlar mı divane olmuşlar?" diye hayret içindeydim. Şimdi hem manevi ihtarla, hem mezkur hiss-i kablelvuku ile, hem meydandaki Risale-i Nur'un galebe ve serbestiyetiyle tahakkuk etti ki, Risale-i Nur daki hakikat-i ihlas, rıza-yı İlahiden başka hiçbir şeye alet ve tabi olamaz ve Kur'ân dan başka hiçbir nokta-i istinadı olmadığını ispat etmek için o acip halet-i ruhiye verilmiş.
Said Nursi
• • •
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Meyve nin Dördüncü Meselesindeki bir hakikatin izahını eski Said in afaka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden katibin Ramazan başlarında bayram alametini şarkta bir hadisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu Ramazan-ı Şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki, o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca zararlarını beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nev inde, Risale-i Nur şakirtlerinin meraklarını tadil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından, anlamasında zahmet çekeceksiniz, zekavetinize güveniyorum.
Meyvenin o Dördüncü Meselesinde denilmiş ki:
"Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder, hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır. Hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur" mealinde orada denilmiştir.
Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve afaki hadisatın verdiği sarhoşane gafletten zevk alan biçareler! Eğer "İnsanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin, farz ve lazım vazifeniz zararına o hadise, o geniş boğuşmalara sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı manevidir, fıtridir" derseniz, ben de derim:
Kat iyen biliniz ki, insanın, çok mu'cizâtlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi; aynen bu asırda, nev-i beşerin muvakkat ve fani, tahripçi geniş hadiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev i gibi çok hadisat-ı acibeye mazhar o milletlerden, her baharda yalnız birtek arı milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev-i beşerdeki hadisatın yüz defa daha mucib-i merak ve ruhani, manevi zevklere medar hadiseler var. Bu hakiki zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, arızi hadiselerine bu kadar merak ve zevkle bağlanmak; dünyada ebedi kalmak ve o hadiseler daimi olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakiki fail ve mucid olmak şartıyla olabilir. Halbuki, havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz i... Ondaki zarar ve menfaati, o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhitten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin Onun tasarrufunda ve senin cismin Onun tedbir ve icadında olan bir Zât-ı Akdesin rububiyetini ve hikmetini nazara almayıp, ta dünyanın nihayetinden zarar ve menfaati beklemek ne derece divanelik olduğu tarif edilmez.
Hem İmân ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumi ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir İmân lazım ki, herşeyde, her vaziyette, herbir harekette kader-i İlahi ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, İmân sönmesin; akıl, tabiat ve​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
tesadüfe saplanmasın.
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar-ta kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lazım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fani şeylerde telef olmasın. Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden, Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı asli siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer. Hakiki dindar ise, "Bütün kainatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir. Yoksa, baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.
Elhasıl: Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de, böyle fani boğuşmaları ve hadiseleri merakla takip etmek bir nevi sarhoşluktur ki, hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için menhus bir zevk verir. Veya tehlikeli bir ye se düşüp
b154.gif
-1- ayetindeki emr-i İlahiye muhalefet eder, tokada müstehak olur. Veya
b155.gif
-2- olan şiddetli tehdid-i İlahi tokadına mazhar olur, zalimlerin zulümlerine hasbi olarak manen iştirak eder, bil istihkak cezasını da dünyada, ahirette çeker.
Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki:
Bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski Harb-i Umumiden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa da, deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar, alem-i İslamın tam intibahiyle ve yeni dünyanın, Hıristiyanlığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve alem-i İslamla ittifak etmesi ve İncil, Kur'ân a ittihad edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavi bir muavenetle dayanıp inşaallah galebe eder.
Umum kardeşlerime birer birer selam. Gelen veya geçen leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz.
• • •
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Denizli nin bir Hüsrev i Hasan Feyzi nin uzunca, tafsilatlı bir mektubunu vasıtanızla aldım. Ve bildim ki, nasıl bir dane toprak altına konulur, ta çok daneleri sümbül versin; aynen öyle de, şehid merhum Hafız Ali o tarlada, toprak altına girdi,
1 Allah ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. (Zümer Sûresi: 53.)
2 Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur. )Hud Sûresi: 113.)​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
otuz kırk Hafız Ali leri sümbül verdi ve verecek, kanaatım geldi. Siz, benim tarafımdan ona ve Risale-i Nur'un hizmetine çalışanlara yazınız ki:
Bir iki sene zarfında Denizli kahramanları, yirmi sene kadar Risale-i Nur a hizmet ettiklerinden, biz Risale-i Nur şakirtleri ebede kadar onların bu iyiliklerini unutmayız. Ve Denizli, nazarımızda ikinci bir Isparta hükmüne geçtiği gibi, hapishanesini dahi bir medrese-i Nuriye manasında biliyoruz.
Feyzi nin mektubunda isimleri bulunan ve bilhassa hakim-i adil ile beraber hakiki adalete çalışanlar (Ç.H.M.) ve Avukat Ziya gibi bütün o zatlar, değil yalnız bizi, belki Anadolu yu ve alem-i İslamı manen minnettar eylemişler. Onlar, bizim gibi Risale-i Nur a sahiptirler. Eğer lüzum olsa, elime teslim edilen bir kısım mecmuaları da onlara emaneten okutmak için göndereceğim. Orada kalan kitaplar, lüzumu varsa, muattal kalmamak şartıyla kalabilirler. Büyük mecmua elinde bulunan, muattal bırakmamak ve okutmak ve mümkünse hapishaneyi teşrik etmek şartıyla onun elinde kalsın. Daha isterse, daha başkaları da ona ve oraya göndereyim.
Ben Denizli gibi, az bir zamanda, bize ve Risale-i Nur a metin kahraman sahipleri ve kardeşleri verdiği için, elimden gelse, kemal-i sürur ve sevinçle onların mübarek hapishanesinde bakiye-i ömrümü geçirmek istiyorum. Bizimle çok alakadar ve hapishanede görüştüğümüz veya bana hizmet eden Beylerbeyli Süleyman ve Tavaslı Mehmed Çavuş gibi ne kadar dostlar varsa, hepsine çok selam ediyorum ve her vakit manevi kazançlarımıza ve dualarımıza dahildirler. Ve Feyzi nin mektubunda isimleri bulunan zatlara bilhassa birer birer selam ve umumunun Ramazanlarını ve leyle-i Kadirlerini ruh u canımızla tebrik ediyoruz.
Milaslı Halil İbrahim, hakikaten Risale-i Nur'un demir gibi metin ve sarsılmaz bir şakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli. Hem o zatın, hem Hasan Feyzi nin haddimden yüz derece ziyade hüsn ü zanları neticesinde yazdıkları parlak manzum iki parçayı, Risale-i Nur a hitap ediyorlar ve benim ehemmiyetsiz şahsımı perde ve arizi bir ünvan olarak yapmışlar diye kabul ediyorum. Yoksa benim ne haddim var ki o meziyetlere sahip olayım. Hem ona, hem Risale-i Nur'un avukatı Ahmed Feyzi ye ve arkadaşlarına ve eski kahraman kardeşlerimizden Şefik e çok selam ve dua ediyoruz.
Kardeşlerim, Ayetü'l-Kübrâ Ramazan da zuhur ettiği gibi, zannımca Ramazan da da matbaadan çıktığını, Isparta ya geldiğini ve Ramazan da serbestiyetle okunması ve camilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerifte Ayetü'l-Kübrâdan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasını taşıyan Hizb-i Nuriye Ayetü'l-Kübrâ dan çıktığı misilli, bizim tesbihatımızda otuzüç defa
b489.gif
Ayetü'l-Kübrâ nın berekatı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sayfa kadar Ramazan ın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Ayetü'l-Kübrâ nın tamamını okuyor gibi ve herbir mertebede,
1 Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. (Muhammed Sûresi: 19.)​
 
Üst Alt