27- Bu Sıkıntılı Zamanda Nefsim Sabırsızlıkla Beni Taciz Ederken Bu Fıkra Onu Tam Su

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Bu Sıkıntılı Zamanda Nefsim Sabırsızlıkla Beni Taciz Ederken Bu Fıkra Onu Tam Susturdu Şükrettirdi. Size de Faidesi Olur Diye Leffen Takdim Edilen Bu Fıkra Başımın Yanında Duruyor

Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni taciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de faydası olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.

1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.
2. Sen, ani ve fani zevklerin bekasını arıyorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.
3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana kefaret ediyor.
4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim, kat i kanaatin gelmiş ki, zahiri musibetler altında ve neticesinde inayet-i İlahiyenin çok tatlı neticeleri var.

- Çok kat i bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir. Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlahi, senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderi değiştirilmez.
-2 kudsi düsturunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fani zevkler, sana manevi elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilakis, manevi lezzetler ve uhrevi sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.Said Nursi


• • •

------------------------------
1- Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. (Bakara Sûresi: 2:216.)
2- Kadere İmân eden, kederden emin olur.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelen: Garip bir münazara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, bera-yı malumat size yazmak hatırıma geldi. Şöyle ki:
Başım üstündeki sizce malum levha nefsimi tam susturduğu halde, bu gece nefs-i emmarenin silahını daha musırrane istimal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaat ve fıtri hubb-u hayattan gelen acip bir haletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir meyusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalb ve ruhuma tam ilişti.
"Niçin istirahat-i hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun? Ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?" dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.
Birincisi : Madem Risale-i Nur'un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade halisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle itham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlas ile o vazife devam edecek. Hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir; fakat adi şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkitleri, o şahsiyeti itham edebilir ve Risale-i Nur a ihlassızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir. Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbettar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, "Baş üstüne geldin" demek gerektir.
Hem, madem Nur şakirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar. Sen, ey nefsim; neden fedakarlıkta en geri kalmak istersin?
Hem katiyen bil ki, Çok biçarelerin hayat-ı bakiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fani ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.
İkincisi : Nasıl ki aciz, zayıf bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli zaafına yardımdan ziyade ondan yardım istedikleri halde, o biçare de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye çalışmak çok elim ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de, ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare, bu adi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur'ân ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlahiye ile elimize verilen Risale-i Nur daki hakikatlere o şahıs masdar ve menba ve medar​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
olamaz. Belki, yalnız çok biçare ve muhtaç ve Kur'ân kapısında bir sail ve muhtaçlara yetiştirmeye bir vesile olduğum halde, Nurun muhlis ve halis, sıddık ve sadık, safi ve fedakar şakirtleri, o biçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad namı verdikleri o biçare şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridatın verdiği tevahhuş için, hatta dostlarla dahi-hizmet-i Nuriye olmazsa-görüşmeyi terk ediyorum ve etmeye ruhen mecbur oluyorum. Ve tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeye ve ziyade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlasa tam münafi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fani zevkini aramak haletleri ise, ey nefsim, meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.
Ey nefis! Ey zevke müptela bedbaht kör hissiyat! Binler dünyevi zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur; o zevk ayn-ı elem olur. Madem yüzde doksan mazideki ahbab adeta, güya beni berzaha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmaya mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı maneviyesi bin derece müreccahtır diye, bu iki hakikatle, hadsiz şükürler olsun, o ikinci nefs-i emmare tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke razı oldu. Şeytan dahi sustu, hatta damarlarımdaki maddi hastalık da gayet hafifleşti.
Elhasıl: Ölsem, vazife-i Nuriye daha ziyade ihlas ile rekabetsiz, ithamsız inkişaf eder.
Hem, bu zamanda aramadığım cüz i, muvakkat zevk ve bu hayat ve dünya gözüyle fütuhat-ı Nuriyeden gelen lezzet bedeline, çok ağır, soğuk ve nahoş tekellüf elemlerinden ve hodfuruşluk zahmetlerinden ve tasannu zararlarından kurtulmak vardır.
Hem, bu senede bir defa, ey nefis, ruh ve kalble beraber çok müştak olduklarınız eski, zevkli ve hayatımdaki yaşadığım memleketleri ve ünsiyet ettiğim ahbapları ve mufarakatlerinden çok mahzun olduğum kardeşleri görmek için, beraber, kısmen hakikaten, kısmen hayalen o geçmiş mazide gezdin. Sen de gördün ki, o sevimli, müteaddit vatanlarımda, yüzde ancak bir iki ahbabı bulabildin. Ötekiler, bütün berzah alemine göçmüşler ve o sevimli hayat levhaları değişmiş, elim ve hazin bir vaziyet almış. Daha o ahbapsız yerleri görmek istenilmez. Onun için, bu hayat ve bu dünya bizi kovmadan evvel ve "Haydi dışarıya!" demeden, biz kemal-i izzetle, Allahaısmarladık deyip izzetimizle bu fani zevklerimizi bırakmalıyız.
Umum kardeşlerimize binler selam ve dua eden hasta fakat tam mesrur kardeşiniz
b126.gif

Said Nursi
• • •​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Sizleri ve umum Risale-i Nur şakirtlerini ve bilhassa medrese-i Nuriyenin talebelerini ve bilhassa o merhumun akrabalarını, medrese-i Nuriyenin mübarek üstadı Hacı Hafız Mehmed in vefatı münasebetiyle taziye ediyoruz. Ve Nurlar hesabına bütün ruh u canımızla biz dünyada kaldıkça ona dua-yı rahmet etmeye ve Hafız Ali ve Hasan Feyzi ortasında daima bütün manevi kazançlarımıza hissedar etmeye kat i karar verdik. O çok ehemmiyetli ve Nur hizmetinde muvaffakiyetli merhum o mübarek zat, mükemmel vazifesini bitirip yüzer manevi evlat ve hayrülhalef bırakıp gittiği ve terhis olduğu, rahmet ve istirahat alemine çekildiği aynı zamanda, büyük üstadlarımın dairesine kazançlarımı bağışladığım zaman, Hafız Ali, Hafız Mehmed, Mehmed Zühtü ve Savlı Ahmed ve Hasan Feyzi içinde, ihtiyarım olmadan Hacı Hafız Mehmed daha hayatta iken on günden beri onların içinde görüyordum. Derdim, "Vefat edenler içinde bu da bulunsun." İlişmedim. Hem hayatta olanlar içinde, hem üstadlar dairesinde bulunmasına hayret ederdim.
Şimdi bu mektubunuzdan anlaşıldı ki, onun halisane kudsi hizmetinin bir kerameti olarak vefatını ihsas ediyordu. "Hafız Ali, Hasan Feyzi ortasında makamım var" diye iş ar ediyordu. Cenab-ı Hak, onun defter-i a maline Sava medrese-i Nuriyede okunan ve yazılan risalelerin harfleri adedince ruhuna rahmetler ve kabrine nurlar ihsan eylesin. Amin. Ve aynı sistemde tam hayrülhalef mahdumu Hafız Mehmed ve hafidi Ahmed Zeki yi onun vazifesinin idamesine muvaffak eylesin. Amin. Ve onların umumuna sabr-ı cemil ihsan eylesin. Amin.
• • •

b219.jpg

Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur şakirtlerinin küçük pehlivanları,
Asa-yı Musa ahirlerinde, bazı nüshalarında mübarekler pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali namında bir kardeşimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var. Onu okuyunuz ki, o zata bazı muterizler Risale-i Nur'un kıymetini bir derece kırmak için demişler: "Herkes Allah'ı bilir. Adi bir adam, bir veli gibi Allah a İmân eder" diye, Nurların pek yüksek ve pek çok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşidatını ziyade göstermek istemişler.
Şimdi, İstanbul da, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imani hakikatlerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: "Her millet, herkes Allah ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok" diye mukabele etmek istiyorlar.
Halbuki Allah ı bilmek, bütün kainata ihata
Allahın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzin ederiz. Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz i ve külli herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat i İmân etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve
b489.gif
kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine İmân etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek (hâşâ) hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah a İmân hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevi Cehennemin dünyevi tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkar etmemek başkadır, İmân etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halik-ı Zülcelal i inkar edemez... Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır.
Fakat Ona İmân etmek, Kur'ân-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, O Halıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse...
Evlatlarım, ehemmiyetli bir hadise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risale-i Nur'un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.
Said Nursi

• • •
Aziz, muhterem kardeşim,
Evvela zatınızın bir risale kadar cami ve uzun ve müdakkikane hararetli mektubunuzu kemal-i merakla okudum. Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki, Risale-i Nur'un üstadı ve Risale-i Nur a Celcelutiye Kasidesinde rumuzlu işaretiyle pek çok alakadarlık gösteren ve benim hakaik-i imaniyede hususi üstadım, İmam-ı Ali dir (r.a.). Ve
b221.gif
ayetinin nassıyla, Al-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nur da ve mesleğimizde bir esastır ve Vehhabilik damarı,
Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir. (Şura Sûresi: 23.)​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
hiçbir cihette Nur'un hakiki şakirtlerinde olmamak lazım geliyor. Fakat, madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilafdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur'ân ve İmân aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz i teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.
Hem, ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar, dar-ı ahirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Al-i Beytin muktezası değildir ve lazım da değildir diye, Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Çünkü Vakıa-i Cemelde Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (r.a.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip, "Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir."
Hem Vehhabilik damarı, hem müfrit Rafızilerin mezhepleri İslamiyete zarar vermesin diye, Sıffin Harbindeki bağilerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.
Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, "Yezide lanet caizdir" demiş; fakat "Lanet vaciptir" dememiş. "Hayırdır ve sevabı vardır" dememiş. Çünkü, hem Kur'ân ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer an bir adam, hiç mel unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü, zem ve lanet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar amel-i salihte dahil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena...
İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabilik damarıyla en ziyade İslamiyeti ve hakikat-i Kur'âniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikati Alevilikle itham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli bir darbeyi İslamiyete vurmaya çalışanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun. Hatta sen de biliyorsun; benim ve Risale-i Nur'un aleyhinde istimal edilen en tesirli vasıtayı hocalardan bulmuşlar.
Şimdi Haremeyn-i Şerifeyne hükmeden Vehhabiler ve meşhur, dehşetli dahilerden İbnü t-Teymiye ve İbnü l-Kayyim-i Cevzi nin pek acip ve cazibedar eserleri İstanbul da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid alara müsaadekar meşreplerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin, muhabbet-i Al-i Beytten gelen ve şimdi izharı lazım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şakirtlerine darbe vurabilirler. Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer i yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer i var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer i yok, hiç zararı da yok.
İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkur hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslamlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.
Hem o harplerde, çok ehemmiyetli Sahabeler, nasılsa iki tarafda bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakiki Sahabelere, Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereye dahi tarafgirane bir inkar, bir itiraz kalbe gelir. Hata varsa da tevbe ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip lüzumsuz, zararlı, şeriat emretmeden o ahvalleri tetkik etmektense, şimdi bu zamanda bilfiil İslamiyete dehşetli darbeleri vuran, binler lanete, nefrete müstehak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir halet, mü min ve müdakkik bir zatın vazife-i kudsiyesine muvafık gelemez.
Hatta Sabri ile küçücük münakaşanız, hem Risale-i Nur a, hem hakaik-i imaniyenin intişarına ehemmiyetli zarar verdiğini senden saklamam. Aynı vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum. Sonra senin gibi ehl-i tahkik bir alimin Risale-i Nur a oraca ehemmiyetli bir hizmete vesile olacak Sabri oraya gelmesi, ikinizden büyük bir hizmet-i Nuriye beklerken, bilakis üç cihetle Nura zarar geldiğini hissettim ve gördüm. Acaba neden bu zarar olmuş diye, iki üç gün sonra haber aldım ki, Sabri, manasız, lüzumsuz seninle münakaşa etmiş; sen de hiddete gelmişsin. "Eyvah!" dedim. "Ya Rab! Erzurum dan imdadıma yetişen bu iki zatın münakaşasını musalahaya tebdil et" diye dua ettim. Risale-i Nur'un İhlâs Lem alarında denildiği gibi, şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor. Senin, hamiyet-i diniye ve tecrübe-i ilmiye ve Nurlara karşı alakanızdan rica ediyorum ki, Sabri ile geçen macerayı unutmaya çalış ve onu da affet ve helal et. Çünkü o, kendi kafasıyla konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki, büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara kefaret olur.
Evet, o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nura ve Nur vasıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatasını affettirir. Sizin alicenaplığınızdan, o Nur hizmetleri hatırı için, dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazarıyla bakmalısınız.
Sahabelerin bir kısmı, o harplerde, adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer iyeyi düşünüp tabi olarak, Hazret-i Ali nin (r.a.) takip ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer iye ile beraber zahidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terk edip, muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hatta İmam-ı Ali nin (r.a.) kardeşi Ukayl ve "Habrü l-Ümme" ünvanını alan Abdullah ibni Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakiki Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat,​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
b222.gif
-1- bir düstur-u esasiye-i şer iyeye binaen
b223.gif
-2- diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar. Çünkü, itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük Sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Al-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zatlara itiraza başlar, zem ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.
Hatta Ehl-i Sünnetin ve ilm-i kelamın azim imamlarından meşhur Sadeddin-i Taftazani, Yezid ve Velid hakkında tel in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif Cürcani gibi Ehl-i Sünnet ve l-Cemaatin allameleri demişler: "Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve facirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybidir. Ve kat i bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat i ve delil-i kat i bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tevbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususi şahsa lanet edilmez. Belki
b224.gif
-3- gibi umumi bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur" diye Sadeddin-i Taftazani ye mukabele etmişler.
Senin müdakkikane ve alimane mektubuna karşı uzun cevap yazmadığımın sebebi, hem ehemmiyetli hastalığım ve ehemmiyetli meşgalelerim içinde acele bu kadar yazabildim.
b126.gif

Said Nursi
• • •
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Cennetü l-Firdevsin meyveleri ve Medresetü z-Zehranın heyet-i fa alesinin sahaif-i amelleri ve defter-i haseneleri olan Zülfikar ve arkadaşlarını, selametle Cuma gecesi serçe kuşunun verdiği müjdeden iki saat sonra kemal-i sürurla aldık. Sizlere onların harfleri adedince
b226.gif
-4- deyip ruh u canımızla sizi tebrik
1 "Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir."
3 Allah ın laneti zalimlerin ve münafıkların üzerine olsun.
4 Allah mübarek kılsın. Allah sizi muvaffak etsin. Allah sizi iki cihanda mes ut etsin.​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
ettiğimiz gibi, bu memleketi de tebrik ederiz. Ve Zülfikar ın zuhurunun mukaddemeleri başlamasıyla din lehinde kuvvetli cereyanların ve aleyhindeki tecavüzün durması ve bir kısmı rücu edip eski hatiatın tamirine çalışması işaretiyle, şimdi bilfiil tezahür ve neşrolması, inşaallah memleket için İslamiyet cihetinde büyük bir faydası olacak ve zulmetleri dağıtacak işaretini veriyor.
Evet, şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak, yalnız Risale-i Nur dur. Siyaset, diplomatlık, bu vazifeyi göremez. Onun için, vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler, Nurlara sarılmaya mecburiyet var. O Zülfikar ın zuhura gelmesi için çalışanların şahs-ı manevisinin, belki herbirisinin kıyametteki defter-i hasenatına yedi yüz sayfasıyla birtek sayfa-i hasenat olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.
Madem o İmân hakikatleri yüksek bir ibadet ve hasenedir ve onunla çokların imanını kurtarmak binler hasene hükmündedir; onun zuhuruna çalışanların herbirisi onu okuyup ve dinleyip itikad etmesiyle, aynen işlediği sair hayratın defteri gibi bir uhrevi senedidir. Elbette onların ve şahs-ı manevisinin ahirette defter-i hasenatından yedi yüz sayfasıyla bir tek sayfa olarak Zülfikar aynen neşrolmak ve bir sayfası hükmüne geçmek, hadsiz bir rahmetin şe nidir.
Saniyen: Gerçi Nurlar girdikleri her yerde galebe eder; fakat mütemerrid ve muannid zındıklar, maddiyunlar, ellerinden geldiği kadar fütuhatına fütur vermek için desiselere ve ehl-i siyasete evham vermeye çabalıyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Fakat ihtiyat her vakit iyidir. Sırren tenevveret düsturu devam ediyor. Ta bunun gibi birkaç mecmua çıkıncaya kadar temkinli ve ihtiyatlı bulunmak lüzumu var. Hatta bu defa sırr-ı
b227.gif
'nın remizli risalesini on üç seneden beri görmediğim halde buraya göndermek bir derece ihtiyat kaidesine muhalif olduğu gibi, herkes anlamaz, hem tevil ve tefsir lazımdır. Çünkü Lahikada bir mektupta yazmıştım ki, iki hakikat mücmelen bana ihtar edilmişti:
Birisi: Bir derece dar bir dairede bir nur gösterilmişti; geniş bir dairede mana verip, kırk sene evvel "Bir nur göreceğiz" diye müjde veriyordum. Hatta Hürriyetten evvel, eski talebelerime de o müjdeyi mükerrer söylüyordum. Zannederdim ki, geniş siyaset dairesinde olacak. Halbuki bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu imani ve İslami ve hayat-ı içtimaiye-i İslamiye dairesinde Risale-i Nur u göreceksiniz diye hakikatten bana ihtar edilmiş; bir hiss-i kablelvuku ile musırrane ve tekrarla ben de haber veriyordum, o hak ve hakikatlı meselenin suretini değiştiriyordum.
İkincisi: Şeair-i İslamiyeye ve siyaset-i İslamiyeye darbe vuranlar on iki, on üç, on dört, on altı sene zarfında büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi. Evvelki
Biz verdik. (Kevser Sûresi: 1.)​
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
meselenin aksine olarak, geniş dairede vuku bulan o hadisatı ve büyük cemaatlere gelen o tokatları, küçük bir dairede şahıslara gelecek tokatlar suretinde mana vermiştim ki, tam aynen iki dairede, hem küçük, hem büyük, on iki sene sonra en müthişi dünyayı terk ettiği gibi, büyük dairede de onun gibi dehşetli cemaatler on iki, on üç, on dört, on altı tarihlerinde aynı tokatları yediler ve yiyecekler diye ihtar edildi.
Ben, tevilimle bu büyük daireyi yalnız küçükte tatbik ettiğim gibi, evvelki "nur" meselesinde de bilakis küçük daireyi ve sırf imani hadise-i Nuriyeyi pek geniş daire-i siyasiyede tevilimle mana vermiştim. Onun için, sırr-ı
b228.jpg
'yı herkes birden anlamaz. Hem şahsi isimleri böyle mesail-i ilmiyeye girmemek lazım olduğundan, o risale hatta on üç seneden beri elime geçmediğinde isabet var; kardeşlerim dahi onu merak etmesinler. Biri eğer çok merak etse, o sırr-ı
b229.jpg
'nın başında "Şimdiki saniyen" ile başlayan fıkrayı ve Lahikada geçen aynı meseleye dair fıkrayı okumak lazımdır; yoksa hiç bakmasın.
O ikinci Harb-i Umumi ve o dehşetli şahsın dünyadan gitmesiyle ve şimdi de onun mesleği geri çekilmesi ve bir kısmı o mesleğin aksine din lehinde resmen çalışması ve ehl-i imanın istibdad-ı mutlakadan bir derece kurtulması ve az bir tevil ile o risaleciğin verdikleri haber aynı tarihlerde vuku bulması, o surenin bir lem a-i i cazıdır. Fakat heyecanlı tevillerim perde çekmişti; hakikat gizlenmiş.
• • •
Aziz, muhterem kardeşim,
Bin üç yüz seneden beri alem-i İslamı ağlatan ve bütün ehl-i hakikate "Eyvahlar! Yazıklar olsun!" dediren alem-i İslamın en dehşetli büyük yarasını deşmek, düşünmek, benim hususi meşrebimde tahammülüm fevkinde elem veriyor. Hususan yirmi beş seneden beri ihlas ile hakiki hizmet-i imaniye, beni her nevi siyasetten çektiği ve yirmi beş sene zarfında bir gazeteyi okutturmadığı gibi; yirmi sene bu işkenceli esaretimde hayat-ı siyasiyeye bakmamak için hükumete müdafaat-ı hapsiyeden başka müracaat etmeyen ve vazife-i imaniyeye noksan gelmemek ve ihlas kırılmamak ve siyasete bulaşmamak için on sene bu dehşetli Harb-i Umumiye bakmayan, baktırmayan bir halet-i ruhiyeyi taşımaya mecburiyetim varken, şimdi dehşetli ejderhalar hakaik-i imaniye cephesinde ehl-i imana gözümüz önünde saldırmalarından ve çokları ısırmalarından, ehl-i imanı kurtarmak mecburiyeti Kur'ân ın emriyle varken, bu zamanı bırakıp, eski zamana gidip, Ehl-i Beyte gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek, daha ziyade ruhumu ezer ve kuvve-i maneviyeyi kırıp ruhuma azap azap üstüne gelmektir.
Zalim siyasetin gaddarane bir düsturu olan "Cemaat için fert feda edilir" diye çok zalimane pek çok vukuatı, ehvenü ş-şer diye bir nevi adalet-i izafiye namında hakimiyetine bir maslahat göstermişler. Hatta bu asırda, o gaddar düsturun​
 
Üst Alt