İstiğfar ve Dua - 1

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
"(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?" (el-Furkân, 77) Başta Peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar, darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte dâimâ Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etmişler ve O'na niyâz hâlinde bulunmuşlardır. Çünkü Peygamberlerde de "zelle"1 bulunması sebebiyle, duâ ve istiğfârdan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfâr, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh'a kurbiyyetin en müessir vâsıtasıdır. Arapça'da namazın, duâ mânâsına gelen "salât" kelimesi ile ifâde edilmesinin bir hikmeti de, onun en şümûllü bir duâ ve niyâz mâhiyetinde olmasıdır.

Diğer taraftan, duanın evveli istiğfârdır. Allâh Teâlâ'dan af dilemektir. Bu, gerekli vasıfta ise, yâni affı istenen günâhın bir daha yapılmaması husûsundaki katî bir azim ve nedâmet ihtivâ ediyorsa, kalbin hassâsiyetini körelten kir ve pası silip, onu hakîkat karşısında âdetâ mücellâ (parlayan) bir ayna hâline getirir. Kalp, ancak bu suretle, füyûzâta (feyizlere, nûrânî tecellîlere) müsait bir duruma gelir.

İşlenen günahlar neticesinde kararan kalplerin istiğfarla aydınlanacağını beyan sadedinde Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in şu hadis-i şerifi kalp tasfiyesi bakımından ne kadar irşad ve ikaz edicidir: "Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günahı terk edip istiğfâra sarılarak tövbeye yönelirse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatâlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar.

İşte Hak Teâlâ Hazretleri'nin: "Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur." (el-Mutaffifîn, 14) diye zikrettiği durum budur." (Tirmizi, Tefsir, 83) Cihanı gönül gözüyle temaşa ettiğimizde görürüz ki bütün mahlûkât, ilâhî nîmetlere şükürden önce acziyetlerini îtirâf mevkiinde bulunmaktadır. İrâde sâhibi olan ve bu irâdeyi kullanmakta hatâdan mutlak bir sûrette sâlim bulunması mümkün olmayan Âdemoğlu için istiğfâr, Allâh'a takarrub (yakınlaşma) yolunda atılacak ilk adımdır.

Dua, merhamet-i ilâhiyyeyi davete medâr olmak vasfıyla, mukadder iptilâlardan kurtulabilmeyi sağlamak gibi büyük bir tesir gücüne sahiptir. Bundan dolayıdır ki, yukarıda başka bir vesîleyle ifâde etmiş olduğumuz gibi, bütün tarîkatlerde mânevî derse istiğfâr ile başlanır.

Duanın ehemmiyetiyle ilgili olarak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulur: "(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?" (el-Furkan, 77)

"(Ey Rasûlüm!) Kullarım sana beni sorduğunda onlara de ki: Muhakkak ki ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettikleri zaman onların duâlarına icâbet ederim. Öyleyse (kullarım da) benim dâvetime icâbet edip bana inansınlar. Bu sâyede onlar, umulur ki rüşte (doğru yola) erişmiş olurlar." (el-Bakara, 186)

"Rabbinize tazarru ve niyaz ile gizlice duâ edin. Zîrâ O, haddi aşanları sevmez." (el-A'râf, 55)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah katında O'na dua etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Duâ, ibâdetin (kulluğun) özüdür." (Tirmizî, Deavât, 1)

"Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabul olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahat zamânında da duâyı bol yapsın." (Tirmizî, Deavât, 9)

"Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona rahmet kapıları açılmış demektir." (Tirmizî, Deavât, 101)

"Kabul edileceğine inanarak Allâh Teâlâ'ya duâ ediniz. Şunu bilin ki Cenâb-ı Hak, gâfil bir kalple yapılan duâyı kabul etmez." (Tirmizî, Deavât, 65)

Hadis-i şerif muktezasınca gafil bir kalple ve lâubâlî bir üslûpla yapılan duâların Allâh indinde kabûl edileceğini zannetmek, şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh-: "Bir savaş iki ordunun ittifâkıyla kazanılır. Biri leşker-i gazâ (serhat ordusu), diğeriyse leşker-i duâ (duâ ordusu)dur." der.

--------------------------------------
1 . Zelle: Gayr-ı irâdî hatâ.
 
Üst Alt