Tasavvuf Ehlinin Tevhid ve İttihadı

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cenabı Hak seni yakin hakikatlerin ve ilâhî marifetlerin sonuna eriştirsin. Bil ki, bu anlatılan makamlar ricalullah için büyük makamdır, pek zor, şiddetli ve korkulu bir yerdir. Tevhidin hakikatine zâhir ehlinden hiç kimse erişememiştir, yani tasavvuf erbabının dışındaki âlimler bunları bilmezler. Nitekim Mesnevi’de Hazreti Pir Efendimiz buyurur:

Ayakların izi deniz kıyısına kadardır,
Yani denizin içinde ayak izi yoktur.

Deniz kıyısından murat halk âlemi, denizin içi ise emr âlemidir. Yani zat denizine erişip seyr-i fillah’a (Allah’ta gidiş) gelindiğinde orada ne bir iz ve ne de bu gidişe bir son vardır. Tevhidin manası bir bilmek ve bir demektir. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyurur: “Allah Teâlâ Hazretleriyle beraber bir başka ilah tutmayınız.”[37] İttihadın manası ise bir olmaktır. Bu makam tevhid makamından daha yüksektir fakat bir olmaktan maksat; kısır bakışlı bir zümrenin vehmettiği gibi hulül değildir. Cenabı Hak bundan yücedir. Bu manada Hazreti Attar buyurur:

Küfr oldu bu yerde ittihad ile hulül
Bir vahdettir bu geldi lâkin tekrar

İttihad ve hulül iddia etmek küfürdür,
Fakat yine bir vahdet olarak tekrar edilmiştir.

İttihad şudur: salik bütün makamları geçer, mücahede ve riyazetlerle bakır gibi olan nefsini, iksir haline getirir ve bütün amellerini hiçe sayıp ahadiyet sıfatına kabiliyet kazanır. Ondan sonra kendisindeki bütün maddi ve manevi iradeler kalkar, Hakk’ın iradesine bitişir ve sonunda Hakk’ın sıfatıyla sıfatlanır.

Şeyh Evhadeddin Kirmani Hazretleri buyurur: “O kadar git ki, bu yolda ikilikler kalksın. Salik ol ki, ikilikler var ise ger kalksın. Sen o olmazsın eğer gayret edersen, amma erişirsin o yere senliğin olmaz asla” (İkilik kalkıncaya kadar bu yolda git. Gerçi sen O olmazsın ama gayret edersen senden senlik tamamen kalkar.)

Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) “Benimle işitir, benimle görür.”[38] olmuştu, ahadiyet sıfatına bürünmüştü. İşte bu yüzden Hak Teâlâ onun hakkında “Attığın zaman sen atmadın velâkin Allah attı”[39] ve “Hudeybiye’de ağaç altında sana biat edenler Allah’a biat etmişlerdir, Allah’ın tasarruf eli onların itaat ellerinin üstündedir”[40] diye hitap buyurmuştur ki bu mananın büyük işaretidir.

Ariflerin sultanı Beyazıd Bestami Hazretleri demiştir ki: “Otuz sene Hak ne buyurduysa, ben onu yaptım. Şimdi otuz senedir ben ne dersem Hak onu yapıyor.”

Zira sülûkun başlarında onun iradesi henüz Hak iradesinde yok olmamıştı. Ondan dolayı otuz yıl kendi nefsini Hakk’ın emir ve yasaklarına itaat ettirdi, otuz yıldan sonra onun iradesi Hak iradesinde fani oldu ve onda Hakk’ın iradesinden başka irade kalmadı. Artık ondan ancak Hakk’ın dilediği ortaya çıkar. Onun dilediği ancak Hakk’ın buyurduğudur. Hak Teâlâ da ancak onun istediğini buyurur.

Mesela yüzme bilmeyen bir adam denize düşse onun hareketi mevcut oldukça elini ayağını yanlış oynatır, daha fazla denize batar. Ama kendinde hiçbir hareket kalmayınca artık onun hareketi denizin hareketine bağlıdır. Bu manada Hazreti Mevlânâ Efendimiz buyurur: “Deniz, ölmüş adamı başının üstünde gezdirir. Eğer denize diri biri düşerse, içine batmaktan nasıl kurtulur? İşte bunun gibi; sen beşer sıfatlarından öldüğün vakit, ilâhî sırların denizi de seni başının üzerinde taşır.”

Eğer bir kâmilden bu halde bu manaya dair bir söz çıkarsa Hak’tan çıkmış olur. Zira ağaçtan böyle mana ortaya çıkmıştır: “Musa uzaktan gördüğü ateşe doğru gidip yaklaştığı vakit Eymen vadisinden mübarek bir köşedeki bir ağaçtan ona şöyle seslenildi: ‘Ey Musa, gerçekten ben âlemlerin rabbi olan Allah’ım!”[41]

Bu manada Hazreti Mevlânâ Efendimiz buyurur: “Tih sahrasına düşüp çok belalara uğradım, kudret helvası ve bıldırcın yedim, tam kırk yıl Musa gibi çöllerde dolaştım.”

Başka bir yerde şöyle buyururlar:

Tu an nûri ki bâ Mûsâ hemi goft
Hudayem men hudayem men hudayem

Sen ol bir nursun Musa’ya derdin
Huda’yım ben, Huda’yım ben, Huda’yım

Sen, Musa’ya; ben Tanrı’yım, ben Tanrı’yım diyen nursun

Ağaçtan bu hitap geldiğine göre, varlıkların en şereflisi ve mazharların en yükseği olan zatından bunun ortaya çıkması daha layıktır. Nitekim Hazreti Mevlânâ Efendimiz buyurur:

Hak şecerden “Ben” dedi makbul-i âlem oldu bu
Ger beşerden söylese körlükten inkâr eyleme”

Hak Teâla, ağaçtan; “Benim!” dedi, bunu da herkes kabul etti.
Bu sözü insan söylerse, manevi körlüğünden dolayı sen bunu inkâr etme.

Anlatılır ki, Bayezid Bestami Hazretleri, istiğrak halinde “sübhane ma a’zamü şâni”[42] buyururdu. Zamanının kutbu Şeyh Cüneyd Bağdadî; “Cübbemin içinde Allah’tan başkası yok” buyurdu. Allah yolunda katledilen Hüseyin Mansur Hallac ise “Enel Hak” buyurdu. Büyük azizlerden bu sözler nakledilmiştir.

Bu makamın sonuna erişmiş ve en yüksek dereceye ulaşmış olan Hazreti Mevlânâ Efendimiz de bu makamda iken buna benzer sözler buyurmuştur:

Allah şarabından hem câm-ı enel Hak’tan
Sagarla cihân içti, ben küpler ile içtim

Allah’ın şerbetinden; Enel Hak şarabından,
Her biri bir kadeh içtiler, ben küpüyle içtim.

Başka bir yerde yine Hz. Pir Mevlana Efendimiz şöyle buyururlar:

Ne ez hâkem ne ez bâdem ne ez âteş ne ez âbem[43]
Ne topraktanım, ne havadan, ne ateştenim, ne de sudan.

Başka bir yerde buyururlar:

Bu heykel-i âdem oldu perde
Biz kıblesiyiz bütün sücudun

Bu insan gibi görünenin yüzü örtülüdür.
Aslında biz bütün secdelerin kıblesiyiz.

Ve yine buyururlar:

Benim cisim evim neden halkın secde ettiği yer oldu?
Çünkü gece gündüz onun duvarında ve kapısında O var.

Başka bir yerde buyururlar:

Tevhid sırlarına ve vahdet hakikatlerine işaret etmesinden dolayı;
Hallac Mansur halk tarafından asıldı.
Sırlarımın büyüklüğünü duysaydı Hallac beni asardı.”

Ve yine buyururlar:

Duayı cümleye ettim bana dua yetişir
Gören benim yüzümü, istiyor dua benden

Bu hal üzere bulundukları zaman Hazreti Pir Efendimizden bu gibi pek çok yüksek söz çıkmıştır. Tevhid hakikatinin sırlarına dair olan kutsal sözleri esasen hiçbir kâmilden işitilmemiştir. Fakat bilinmelidir ki, bu ittihad hali, tevhid ehlinin devamlı olarak kalacağı bir makam değildir. Zira Hazreti Resulullah (s.a.s.) Efendimiz “Li meallahi vaktün.” yani “Benim öyle vaktim olur ki, oraya hiçbir mukarreb melek veya peygamber sığmaz” buyururlardı.

Şu halde bu ağır yüke insan nasıl dayanabilir? Hüseyin bin Mansur Hallac bu şimşeğe çok düşkündü. İsterdi ki hep bu hal üzere kalsın. Hâlbuki beşeri gücü bunu kaldıramadı. Dua ederken Hak Teâlâ’dan kendi zâhir varlığının harap olup yıkılmasını istedi de dedi ki: - “Yarabbi, ben nâsutluğumu lâhutunda yok ettim, lâhutluğunda olan nâsutluğum hürmetine beni öldürmeye çalışanlara rahmet eyle.”

Hâkanî bu manada şöyle demiştir:

Pâyımın hârı benim ben çıkayım kendimden
İkilik ben ola ben sen olayım hem sen ben

Kendim olmaksızın arzumla seninle olayım
Tâ ki sevdan ile mâli ola dâim dil ü ten

Senin vuslatına gitmeye engel olan ayağımdaki bu diken benim kendi varlığımdır. Bunun için kendimi kendimden vaz geçiririm. O vakit ikilik kalkar, öyle bir vuslata ererim ki, ben sen olurum, sen de ben olursun. İşte o zaman bu kavuşma zevki ile kendimden geçerek ben seninle istediğim gibi otururum. Hem öyle otururum ki, senin sevdan, beni bırakmaz, hakikatinin sır tecellisinden ibaret bulunan vücudumu terk etmez.

--------------------------------------------------
[37] İsra Suresi: 22.
[38] Hadisi kudsi
[39] Enfal Suresi: 17.
[40] Fetih Suresi: 10.
[41] Kasas Suresi: 30.
[42] Yüce şanımı tenzih ederim.
[43] Bu mısranın devamı şöyledir: ne ez arşem, ne ez ferşem, ne ez kevnem ne ez kânem / mekânem lâ mekân bâşed, nişanem bînişan bâşed / ne ten bâşed ne can bâşed ki men ez cân-ı cânânem...
 
Üst Alt