Sabır

MURATS44

Özel Üye
"Sabırla ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir." (2/Bakara, 45)

Sabr’ın Tanımı ve Mahiyeti
‘Sabır’ sözlükte, darlıkta kendini tutma, kontrol etme demektir. Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olmadır. Acıya katlanmak, o acıyı geçirmek için dayanmak ve karşı koymak da sabırdır ki, bu her türlü rahatlamanın ve başarının yoludur. Terim anlamı: İslâm'ın emir ve yasaklarını tatbik ederken ve imtihan özelliği olan musi-betler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesaret ve dayanıklılık göstermek demektir. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır.
Sabır, yalnızca acılara ve felâketlere dayanma, katlanma değildir. Sözgelimi, musibet ve felâket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabır olduğu gibi, ki bunun zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır. Cihad anında kaçmayıp ayak diremek de sabırdır. Bunun zıddı korkaklık ve cihaddan fïrardır. Gerektiğinde sır saklamak, dili gereksiz şeyleri konuşmaktan korumak da sabırdır. Bunun zıddı boşboğazlıktır.
Sabır, ümmetin icmâıyla farz olup, imanın yarısıdır, İmanın diğer yarısı da şükürdür. Sabır, etkileyici, üzücü bir olay karşısında kendisine hâkim olmak, kızgın davranışlara girmemek, dili şikâyetten, uzuvları yanlış hareketten korumaktır. Sabır, nefsi mekruh/çirkin sayılan davranışlar karşısında boyun eğmekten sakındırmaktır. Sabır, nefsi, sonucu kestirilemeyen gizli sıkıntılar konusunda şikâyet etmekten sakındırmaktır.
Sabrın Önemi
Sabır, içine düşülen darlığın ve sıkıntının geçmesi için Allah’ın yardımını kazandırabilecek olan güzel bir davranıştır. Dayanılması zor ve insana ağır gelen sıkıntılara ancak ‘sabır ahlâkı’ sayesinde dayanılabilir. Bir hakkı savunma sabırla yapılabilir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek, nefsin hoş gördüğü ama aklın ve dinin hoş görmediği şeylerden kaçınmak sabırla olabilir. İnsanın elinde olmadan başına gelen, karşılaşılan felâket ve sıkıntılara dayanmak, onları kolaylıkla atlatmak sabırla mümkündür. Herhangi bir konuda başarılı olmak, zor olan işlerin üstesinden gelmek ancak sabır ahlâkıyla gerçekleşir.
Sabırsız insanlar her zaman bir darlık içerisindedirler. Onlar olaylar karşısında dayanıksızdır; çok şey isterler, küçük şeylerden rahatsız olurlar. Ellerindeki geniş nimetin kıymetini bilemezler, daha fazlasına ve hatta başkalarının hakkına göz dikerler. Az bir darlık görünce de perişan olurlar, tahammül edemezler. -
Sabrın pek çok sonuçlarından biri, nefis terbiyesi ve dünyalıklara fazla meyletmeyerek faydalı işlerle meşgul olmaktır. Kişi, başına gelen kimi belâ ve sıkıntılara, bazı lezzetleri terk etmenin verdiği rahatsızlıklara ve ibadetlerin getirdiği zahmetlere Allah’ın emri doğrultusunda bir müddet sabreder ve zor da olsa nefsini bunlara yavaş yavaş alıştırırsa; zorluklara katlanabilme gücü kazanır; bu yolla sabır makamından daha yüce makamlara erişir. Günahlara (masiyetlere) bulaşmamakta direnip sabretmek nefsin müttakî olmasına kaynaklık eder. Hakka itaatte bulunmakta direnip sabretmek Hakka yakınlık kazandırır. Belâlara sabretmek ilâhî kaza ve kaderden razı olma imkânını doğurur. Sabır, insanın iç dünyasını ona ızdırap veren şeylerden, dili şikâyet etmekten ve organları da uygunsuz davranışlardan sakındırır. Bütün bunlar iman ehline ait yüce makamlardır.
Nefsini sabra ve sebata (dayanıklılık) ahlâkına alıştıran kimseler başarılı ve rahat olurlar. Zorluk karşısında kalınca, o zorluğu yenmek için çaba harcarlar ve bu çabada direnirler. Bir darlığa ve felâkete düşünce de perişan olmazlar. O sıkıntıyı uzaklaştıracak, o felâketten kurtaracak çareleri ararlar. Bilirler ki, hayatta her şey bir değişim halindedir. Ni’metler de, rahatlıklar da, sıkıntılar da, zorluk ve darlıklar da hep değişirler. Kişi bir hal üzerinde sürekli durmaz. Dünya bir imtihan (deneme) dünyasıdır.
Kur’an’a gönül veren bir mü’min, her konuda sabırlı insandır. Sabır gerektiren bütün işlerde aceleci değildir. Her işini teenni ile (sükûnetle, dengeli ve ölçülü) yapar. Gerektiği yerde nefsine ve isteklerine hakim olur. Dünya hayatının zorluklarına tabii bir şekilde dayandığı gibi, âhiret güzelliklerini kazandıran ameller noktasında da kararlılık gösterir.
Sabrın namaz ve oruçla irtibatlandırılması da dikkat çekicidir. Bütün güçlüğüne rağmen namaz kılmak, hem bir sabır sınavıdır, hem de inancın somut bir şekilde ortaya konulmasıdır. Şüphesiz her gün, günde beş defa, bütün ömür boyu, durmadan Allah için namaz kılmak üstün bir sabrı gerektirir. Ramazan orucu ise en önemli sabır denemesidir. Insanın en zayıf tarafı midesi, yani yeme-içme ihtiyacı ile şehvetidir. Mü’min oruçla bu azgın isteklerini Allah için erteleyebilir, bu konudaki zorluğa sabreder. Oruç ibadeti başlı başına bir sabırdır. Mü’minler, Allah yolunda yapacakları çalışmalarında, ibadet ve amellerinde zorlukla, eziyet ve sıkıntı ile karşılaşırlarsa namaz ve sabırla Allah’tan yardım isterler. “(Gerçekleri yüklenip taşımakta) sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), kalbi Allah’a saygı ile ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (2/Bakara, 45) “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara, 153)
Sabır aynı zamanda, nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya, meşakkate dayanma kuvvetidir. Bu iki şekilde görülür: Birincisi elem, acı ve külfete (karşılaşılan güçlüklere) sabırdır ki, itaat, mücadele ve amellerin zorluğuna katlanılarak elde edilir. Diğeri de haram lezzet ve şehvet isteklerine karşı sabırdır ki, kişi bu sabırla, nefsine hoş gelse de haram kılınmış olan tehlikeli ve zararlı şeylerden sakınabilir.
Hz. Ali diyor ki, iman dört direk üzerine oturur. Bunlardan biri sabırdır. Sabrın da dört şubesi vardır: Arzu, korku, zühd ve gözetme. Cenneti arzulayan şehvetlerini sınırlasın. Ateşten korkan haramlardan yüz çevirsin. Zühd sahibi olana musibetler kolay ve hafif gelir. Ölümü gözeten de hayır yapmakta acele eder. (nak. A. Ünal, K. Temel Kavramlar, 489)
Nefsin boyunduruğundan ve esaretinden kurtulup özgür olmanın sonuçlarından ve meyvelerinden biri de sabırlı olmaktır. Bu anlamda ‘sabır’, hürriyeti elde etmede en önemli etkendir. Kişi sabrı sayesinde kötü şartlara, nefsin insanı zillete düşüren isteklerine direnir ve özgürlüğünü kazanır. Cafer Sadık’ın (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Özgür kişi her haliyle özgürdür. Başına musibet gelirse sabreder, musibetler üstüne sel gibi aksa yine de onu yenilgiye uğratamaz. Ama sabretmezse, kahırlı olur ve kolaylıklar güçlüğe dönüşür. Nitekim Yusuf (a.s.)'un köleleştirilmesi, esir edilmesi ve kahra uğraması onun özgürlüğüne gölge düşürmedi. Ne kuyunun karanlığı ona bir zarar verebildi, ne de başına gelen diğer musibetler. Derken Allah (c.c.) ona lütûfta bulundu ve yönetici yapıp ona zulmedenleri kendine hizmetçi etti. Sonra da peygamber yaptı ve onun sayesinde bir ümmete rahmette bulundu. İşte sabır bu şekilde ardından hayır getirir. Şu halde sabredin ve sabırla donanın ki ecre ulaşasınız.” (nak. Kırk Hadis Şerhi, 1/317)
Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘Sabûr’dur. Çok sabreden anlamındadır. Şüphesiz Allah’ın sabrı insanların sabrıyla kıyas edilemeyecek şekilde farklıdır. Rabbimiz, kullarının bütün isyan ve tuğyanlarını bildiği ve gördüğü halde onlara hemen ceza vermiyor, cezalarını âhirete erteliyor ve onlara nimetlerini vermeye devam ediyor. (1)

Kur’an’da Sabır
Sabır Kur’an’da 104 yerde zikredilir.
"Sabır ve namazla (Allah'tan yardım dileyin." (2/Bakara, 45)
"Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım dileyin. Allah sabredenlerle beraberdir." (2/Bakara, 153) Bu âyetlerle Allah sabrı emretmektedir.
"Ey iman edenler, sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı olun, uyanık bulunun." (3/Âl-i İmran, 200)
"Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah görmektedir)." (3/Âl-i İmran, 117) Bu âyetler ve benzerleriyle sabredenleri Allah övmektedir.
"Allah sabredenlerle beraberdir." (2/Bakara, 153, 259; 8/Enfâl, 46, 66) ve benzeri âyetlerle Allah sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber olduğunu bildirmektedir.
"Allah sabredenleri sever." (3/Âl-i İmran, 146)
"Sabrederseniz, bu, sabredenler için daha hayırlıdır." (16/Nahl, 126)
"Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir." (4/Nisâ, 25) âyetleri ve benzerleri sabrın, hayırlı sonuçlar vereceğini açıklar.
"Sen de azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret., o (nankör)ler için acele etme..." (46/Ahkaf, 35)
"Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir." (42/Şûrâ, 43) âyetleri sabrın, büyük irâde sahibi peygamberlerin yaptığı büyük bir iş olduğunu açıklamaktadır.
"Biz, sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz." (16/Nahl, 96)
"Sabredenlere, mükâfatları hesapsız/sınırsız ödenecektir." (39/Zümer, 10) gibi âyetler sabredenlerin, en güzel biçimde ödüllendirileceklerini müjdelemektedir.
"Sabredenleri müjdele!" (2/Bakara, 155) âyeti, başına gelen olaylara sabredenleri müjdelemesini Peygamber'e emretmektedir.
"Evet sabreder, takvâ sahibi olur/korunursanız, onlar hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder." (3/Âl-i İmran, 125) âyeti, sabredenlere zafer garantisi vermektedir.
"Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: 'Sabretmenize karşılık selâm size!' (derler)" (13/Ra'd, 24) âyeti sabredenlerin, âhirette de büyük derecelere nâil olacaklarını duyurmaktadır.
"İyilikle kötülük bir değildir. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur." (41/Fussılet, 34-35). Bu âyet ise kötülüklere tahammül edip dayanmanın, o kötülüğü iyilikle uzaklaştırmanın sabır anlamına geldiğini ve sabrın Allah tarafından büyük bir bağış, hayırdan büyük nasip olduğunu gösteriyor.
 

MURATS44

Özel Üye
"...Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir." (16/Nahl, 42) Bu âyet, mü'minlerin tanımını yaparken, sabrı temel özellikler içinde sayar. Allah'ın rızâsını ve cennetini kazanabilmek için gösterilecek en önemli vasıflardan biri sabırdır. Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan zaferin de anahtarıdır. Sabredildiğinde Allah mü'minlerin gücünü arttırır, yeterince sabredilmezse, mü'minlerin gücü azalır (8/Enfâl, 46; 66).

İmanın bir göstergesi olan sâlih ameller ancak sabırla işlenir. Burada hem amelin kendisinde olan güçlük, hem de nefsin o ameli işlemekteki isteksizliği aşılır. (11/Hûd, 11; 13/ Ra’d, 22). Allah yolunda cihad etmek ancak sabırla olur. Allah’ın dinine yardım için çalışanlar çok büyük güçlük, zorluk, eziyet ve yoksunluklarla karşılaşabilirler. Bütün bunlara Allah rızasını kazanmak için sabredilmesi gerekir. (41/Fussilet, 33; 16/Nahl, 110; 2/Bakara, 177, 249; 3/Âl-i İmran, 142 v.d.)
Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler tebliğ görevlerini yaparken sabrettiler, zorluklara karşı dayandılar, işkence ve eziyetlerden yılmadılar, kınayanların kınamasından korkmadılar. Büyük bir sabır ve gayretle peygamberliklerini sürdürdüler. Kur’an, onlara verilen sabırdan ve onların benzersiz sabırlarından örnekler gösteriyor (46/Ahkaf, 35; 6/En’am, 34; 21/Enbiyâ, 85).
Allah (c.c.), bütün peygamberlere tavsiye ettiği gibi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) de sabrı tavsiye etmiştir. Tebliğde sabır, tebliğcinin işini kolaylaştırır. Tebliğci acele etmez; sabır ve sebat gösterir. Eziyetlere ve kendisine yapılan hakaretlere aldırmaz. Kendisine yapılan kötülüklere iyilikle karşılık verir, hep sabırla hareket eder (10/Yûnus, 109; 20/Tâhâ, 130; 40/Ğâfir, 77; 72/ Müzzemmil, 10-11).
Allah yolunda çalışan mü’minler bu uğurda sabırlı olurlar ve sabrın şartlarını yerine getirirlerse; Allah (c.c.) onları destekleyecektir (3/Âl-i İmran, 125, 186; 7/A’râf, 137; 16/Nahl, 96). Allah mü’minler arasından sabredenler belli olsun diye onları sabır ile imtihan eder. Onları biraz açlık, biraz korku, biraz da mallar, ürünler ve canlardan eksiltme ile dener (2/Bakara, 155). Allah özellikle cihad konusunda sabredenlerin ortaya çıkmasını, kimin samimi, kimin de yan çizen olduğunu bilmek (açığa çıkarmak) istiyor. “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirtip ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (3/Âl-i İmran, 142)
Bütün bir hayatı Allah rızası doğrultusunda geçirme gayretinde olan mü’minler, birbirlerine de sabrı, hakkı ve merhameti tavsiye ederler (90/Beled, 17; 103/Asr, 3). Mü’minler, ahlâkî davranışlarında da sabırlı olmak zorundadırlar. Çünkü Kur’an, sabrederek suç bağışlamayı (42/Şûrâ, 43), mü’minlerin kendi aralarında çekişmeyip, birbirlerine karşı sabırlı olmasını tavsiye ediyor (8/Enfâl, 46). Peygamberler ve mü’minler Allah’tan sabır dilerler. Çünkü sabrın ne büyük bir nimet ve başarı yolu olduğunu bilirler (2/Bakara, 250; 7/A’râf, 126).
İbadetlerinde, karşılaştıkları sınavlarda, darlık ve felâketlerde, çalışmanın zorluklarında, cihad yolundaki güçlüklerde, Allah yolunda katlanılan sıkıntılarda, nefse hâkim olmanın zorluklarında kim sabreder, işin gereğini yaparsa; şüphesiz ki Allah her zaman sabredenlerle beraberdir (2/Bakara, 153, 249; 8/Enfâl/46, 66).
Allah sabredenlerin ortaya çıkması için insanları belâlarla, korkudan, açlıktan yana ve mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltme ile imtihan eder (2/Bakara, 155, 173, 250; 16/Nahl, 110; 20/Tâhâ, 130; 3/Âl-i İmran, 142). Büyük azim gerektiren bu sabırdan sonra Allah sabredenler üzerinde nimetini tamamlar, düşmanlarından intikamını alır, mü’minlerin elleriyle daha önce kendilerine işkence edenleri kahreder (7/A’râf, 137; 32/Secde, 24). Sabredenlere kâfirlerin hiçbir hilesi dokunmaz (3/Âl-i İmran, 120).
Kur’an, sabredip sâlih amel işlemekten, cihad edip sabretmekten, sabredip takvâ sahibi olmaktan söz eder (11/Hûd, 11; 16/Nahl, 110; 3/Âl-i İmran, 120, 125). Kur’an’da sabır ve şükür bazen yanyana anılır. Çünkü mü’minin hayatı sabır ile şükür arasında geçer. Kur’an, çok sabredenlere ‘Sabbâr’, çok şükredenlere de ‘şekûr’ demektedir (14/ İbrâhim, 5; 31/Lokman, 31; 34/Sebe’, 19; 42/Şûrâ, 33).
Sabırda Israrlı Olmak: Eğer mü’minler, Allah’ın âyetlerine yakinen iman eder, O’nun yolunda gereği gibi sabrederlerse; Allah (cc), onlara kendi içlerinden, onları iyi yola sevkedecek, onları güzelce yönetecek önderler (imamlar) var eder (32/Secde, 24). Mü’minler, Allah yolunda yaptıkları çalışmalarda ve O’na olan ibadetlerinde sabırlı olmak zorundadırlar. Hatta bu sabırlarında ısrarlı davranacaklardır. "Sabırlı olun, sabrınızda ısrarlı olun, yahut sabretmekte direnin" (3/Âl-i İmran, 200) ifadeleri, aslında sabrın iki anlamına dikkat çekmektedir. Sabır, nefsi kendinde bulunan zorluklara katlandırmaktır. Musâbere (âyette ‘sâbirû’ şeklinde) ise, nefsi hem kendisindeki hem de dışında olabilecek zorluklara katlandırmaktır. Örneğin, hastalık nefsin kendindedir. Ona katlanmak sabırdır. Ancak Allah yolunda cihad, O’nun yolunda çalışmak nefsin dışındaki zorluktur. Bu uğurda sabretmek ise musâberedir. Sabrın bu derecesi daha üstündür.

 

MURATS44

Özel Üye
Hadis-i Şeriflerde Sabır ve Sabrın Fazileti
Sabrın fazileti ve faydaları hakkında çok sayıda hadis bulunmaktadır:
“…Kim sabretmek isterse, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Buharî, Rikak 20, 8/124; Müslim, Zekât 124, Hadis no: 1053, 2/729; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. c. 5, s. 258, hadis no: 730; Ebû Dâvud, İstiğfar 1, Hadis no: 1644, 2/121; Tirmizî, Birr 77, Hadis no: 2024, 4/373; Muvattâ, Sadaka 7; Nesâi, Zekât 85; Kütüb-i Sitte, 14/46)
“İşittiği şeyin verdiği eziyete Aziz ve Celil olan Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O’na şirk koşulur, çocuğu var denilir, ama O yine de onlara âfiyet ve rızık vermeye devam eder.” (Müslim, Sıfatu’l Münâfıkîn 49, Hadis no: 2804, 4/2160; Buharî, Edeb 71, 8/31, Tevhid 3, 9/141; S. Buhari, tecrid-i Sarih Terc. c. 12, s. 147)
"Mü'minin işi tuhaftır, her işi hayırdır. Bu, yalnız mü'mine vergidir/özgüdür. Sevindirici bir işle karşılaşsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur." (Müslim, Zühd 64; Dârimî, Rikak 61; Ahmed bin Hanbel, Müsned V/24)
"Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükâfat verilmemiştir." (Müslim, Zekât 124; Buhârî, Rikak 20, Zekât 50; Ebû Dâvud, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77)
"Sabrın kemâli, musîbetin birinci darbesi sırasında (tahammül edebilmek)dir." (S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. c. 4, s. 369)
"Çok kuvvetli (pehlivan), insanları güreşte yenen kimse değildir; Asıl kuvvetli kahraman gazab zamanında (ve intikam hırsıyla kanı kaynadığı sırada) nefsine sahip (ve irâdesine hâkim) olandır." (S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. c. 12, s. 148; K. Sitte, 9/538)
Kendisinden duâ etmesini isteyen sara hastası bir kadına Rasülullah: "Dilersen sabreder Cennete girersin; dilersen duâ edeyim, Allah seni bu dertten kurtarsın." dedi. Kadın: "Ben bayılıp düştüğüm zaman açılıyorum, Allah'a duâ et, vücudum açılmasın" diye cevap verdi. Allah'ın elçisi, kadına duâ etti. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/347)
“Cennet zorluklarla; Cehennem ise aşırı arzularla çevrilmiştir.” (Müslim, Cennet 1, Hadis no: 2822, 4/2174; Dârimî, Rikak 117, Hadis no: 2846, 2/245; Tirmizî, Cennet 21, Hadis no: 2559, 5/693; Ahmed b. Hanbel, 2/260, 333, 354, 380, 3/153, 254, 284)
"İnsanlara karışıp onların ezâlarına katlanan müslüman, onlara karışmayıp ezâlarına katlanmayandan daha hayırlıdır." (Tirmizî, Kıyamet 56, hadis no: 2509; İbn Mâce, Fiten 23, hadis no: 4032, K. Sitte, 9/556)
Habbâb İbnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize duâ etmiyor musun?" dedik. Şu cevabı verdi: "Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah'a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi San'a'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz." (S. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvud, Cihad 107, hadis no: 2649; Nesâî, Zînet 98, 8/204; K. Sitte, 9/548)
"Yüce Allah buyuruyor ki: 'Mü'min bir kulumu bir hastalığa müptelâ ettiğim zaman Bana hamd ederse anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temiz olarak yatağından kalkar. Yüce Allah buyuruyor ki: 'Ben kulumu bağladım, sınadım (şimdi ey meleklerim:) sağlam iken ona yazdığınız sevaplar gibi hastalık zamanı için de aynı sevapları yazın." (Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/123)
"İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya tâbi olmakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde zayıf bırakılmaya sabrederse, Allah kendisine beni tasdik edip doğrulayan elli sıddîk sevabı verir." (nak. Ali Ünal, K. Temel Kavramlar, s. 444-445)
 

MURATS44

Özel Üye
Tahrife Kurban Giden Sabır Kavramı:
Sabır; Pasiflik, Zillet ve Miskinlik midir?

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıverecekleri-ni mi sandılar? Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (29/Ankebût, 2-3)
Sabır gibi çok önemli vurguları taşıyan bu âyetin tefsirinde Seyyid Kutub, şunları söylüyor: Şüphesiz ki iman, sadece dille söylenen bir söz değildir. Bilâkis kendine has sorumlulukları olan bir gerçek, kendine has ağırlıkları olan bir emanet, sabrı gerektiren bir cihad ve tahammülü icab ettiren bir çaba işidir. Bunun için insanların sadece “inandık” demeleriyle imanî meseleleri bitmez. Fitnelere mâruz kalsalar da inançlarında direnip her türlü imtihandan başarılı ve hâlis kalple çıkmadıkça, iman görevleri bitmiş sayılmaz. Nasıl ki altın ocakta eritilerek içindeki çeşitli maddelerin karışımı temizlenir ve ona sonradan girmiş olan unsurlar arıtılırsa, fitneler/imtihanlar da gönüllerin temizlenip arınması hususunda aynı rolü oynarlar. (2)
İman-amel ayrışmazlığını ve bu iki sorumluluğun hayatın tamamına yayılması gerektiği-nin farkına varan ve Kur’an’la gerçek anlamda tanışan müslümanların kolaylıkla görebileceği gibi sabır kavramı daha bir çok kavram gibi zaman için yer yer gerçek anlamından uzaklaşmıştır. Müslüman halk arasında “sabretmek” denildiğinde anlaşılan, çoğunlukla bir şeyi sineye çekmek, ses çıkarmamak, karşılığının verilmesini âhirete bırakmak veya Allah’a havâle etmek gibi mefhumlardır. Sabırlı insan, her şartta sâkinliğini sürdürebilen, olumsuzluklara mütehammil ve genel olarak pasif bir tablo çizen insandır bu zihniyete göre. Bunun karşıtı olarak, içinde bulunduğu durumdan hoşnutsuzluğunu ifade eden, sesini çıkartan, onun bu duruma düşmesini sağlayanlara karşı söz söyleyen insan ise sabırsız, aceleci davranandır. Her iki durum kısmî izler taşısa da sabrın gerçek anlamından uzaktır.
Müslümanların, İslâm’ı yaşama ve Kur’an’ı anlama konusunda büyük ihmal ve gafletlerinden dolayı nice Kur’anî kavram gibi sabır kavramı da çarpıtılarak tahrif edilmiştir. Sabır; mezellet, korkaklık, âcizlik, uyuşukluk demek değildir. Allah’ın dinine topyekün ve en vahşi şekilde saldırılıyor, İslâm’ın izzetine hakaretler yağdırılıyorken tepki göstermeyip susmayı bazıları sabır zannediyor. İslâm’ın, İslâmî hareketin, ümmetin onur ve şerefini, hatta müşlüman bir kişi olarak kendi şahsiyetimizi korumaya çalışmak fitne, bu konularda duyarsız kalmaksa sabır olarak takdim edilebiliyor.
Maddî ve dünyevî açılardan güçsüz olanın, yetkili ve etkili güçlüler karşısında hakkını korumaması, hatta hakkından vazgeçmesi olarak anlaşılabiliyor sabır. Bu anlayış, birtakım zorbaların servet ve güçlerini kullanarak toplum üzerinde otorite kurmalarına, insanlar üzerinde söz sahibi olmalarına, onların ekonomik güçlerini sömürürken, düşünce hürriyetlerini de ellerinden alarak, kendilerine kul ve köle haline getirmelerine sebebiyet vermiştir. Ezilen, sömürülen ve güçsüzleştirilen bu insanlar, kendilerine yapılan bunca kötülük karşısında susmayı tercih ederlerken bunu bir sabır anlayışı içerisinde yapmışlar, böylece istikbârın oluşmasına ve müstekbirlerin zulümlerinin devamına (bilerek veya bilmeyerek) yardımcı olmuşlardır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sabır kavramı hâlâ yanlış anlaşılmaya devam etmekte ve bu sebeple tâğutlar yeryüzünde istikbar/sömürü özelliklerini, fesat ve zulümlerini devam ettirmektedirler. Tâğutların ve tâğûtî sistemlerin yok olabilmesi, ancak sabrın Kur’an çerçevesinde anlaşılabilmesi ve sabrı kuşanan mücadele erlerinin çoğalabilmesiyle mümkün olacaktır.

Sabır Aktif Bir Direniştir​

Sabır aynı zamanda bir direniştir. Zorluğa, güçlüklere, imkânsızlıklara, darlıklara, felâketlere, sınanmalara, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere, nefsinin arzularına karşı bir direniştir. Sabır, pasif bir durgunluk, sessiz bir şekilde bekleme, hele hele her şeye katlanma, zillete boyun eğip râzı olma hiç değildir. Sabır aktif bir direnmedir. Mü’min, meselâ, felâket karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette beklemez ve bu beklemenin adını da ‘sabır’ koymaz. Aksine o, felâketi en az bir zararla veya zararsız bir şekilde atlatmaya, felâketin getirdiği mahrumiyeti yenmeye çalışır. Nefsinin kötü isteklerini yerine getirmemek tek başına sabır değildir. Günah işlemenin çok uygun olduğu bir ortamda nefsinin kötü isteklerine direnip, ona hayırlı amelleri işletmek, onun kötü isteklerinin yerine ona ma’ruf (iyi) olan şeyleri yaptırtmaktır.
Kur’an’da sabır mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri olarak ve daha çok cihadla ve Allah yolunda dayanmak ahlâkı ile beraber geçmektedir. İman edip, imanlarını her türlü güçlüğe rağmen koruyanlar, imanlarını korumada dirençli bir sabır gösterenler Rabbimizin övdüğü güzel insanlardır.
Sabrın sözlük anlamları: Sabır, dayanma, tahammül göstermenin yanında, akıl ve şeriatın gerektirdiği şeylere nefsi vakfetmek, hasretmek, musibet anında kendini tutmak (zıddı umutsuz-luk, endişe); harp esnasında cesur olmak (zıddı korkaklık); güç ve sıkıntılı anlarda gönül ferahlığı (zıddı sıkıntı, daralma); sözü gizleme (zıddı ifşâ etmek) gibi anlamlara gelir. (3)
Görüldüğü gibi sabır kavramı, lügat manasında çoğunlukla bir şeylere tahammül edip dayanmak anlamını içerir. İlginç olan bu kavramın vâkıaya göre farklı anlamlara gelebilmesi ve hepsinde de o duruma karşı direnç kazanmayı sağlayacak şeylere karşılık gelmesidir. Musibet anında umutsuzluğa düşmemek, savaşta korkmamak, sıkıntılı zamanlarda gönül ferahlığı göstererek o sıkıntının geçmesine dek sabretmek gibi. Hepsinden önemlisi de, kişinin kendini şeriatın gerektirdiği şeylere vakfedebilmesi, selim aklın gereklerini yerine getirebilmesi, hayatını bunlara göre programlayabilmesidir.
Sabır, iyilikte ve takvâda ısrar, Allah'a itaat ve ibadette kararlılık demektir. Sabır, İslâm’ı kişisel ve toplumsal hayata hâkim kılma gayreti karşısında karşılaşılan zorluklara dayanma ve direnme demektir. Sabır, Cennetin bedeli olarak dünyamızın cennete benzer hale getirilmesi için iç ve dış düşmanlarımıza karşı verilen mücadelenin gerektirdiği zorluklara direnmektir. İslâm'ın içimizde ve dışımızda hâkim olması için gayretlerimiz karşılığında gelecek zorluklara tahammül etme, direnme demektir sabır.
Konu ile ilgili âyetlerden anlaşıldığına göre sabır, mevcut zor şartlara karşı sahip olunan değerleri yaşama ve savunmada gayret, tahammül, direnme gücü demektir. Pasifize olma, reaksiyon göstermeme anlamlarına asla gelmez. Şüphesiz sabır kavramı, acele etmeme,
telâşlanmama ve bekleme anlamlarına da gelir (12/Yûsuf, 18; 49/Hucurât, 5). Ancak bu bekleme, mücadelede devamlı olma, direnme genel çerçevesinden çıkmadığı zaman bir anlam taşır. Bu bağlamından koparıldığı zaman durağanlık, pasifize olma ve sonuçta çözülmeye götürebilir ki, bu tabloya sabır demek, Kur’an’ın çizdiği sabır çerçevesine kesinlikle uymaz.
Sabır, müslümanların inançları doğrultusunda hedefler tespit etmeleri ve hedefe ulaşmada karşılaşılacak güçlüklere tahammül göstermeleridir. Sabrın bu anlamda bir mücadele metodu olarak benimsenmesi, müslümanları fevrî davranışlardan korur. Acelecilik, bunun getireceği ümitsizlik ve yılmalara karşı bir ümit ışığıdır sabır. Tâif’te taşlanan bir Rasül’ün ümmeti olmayı hatırlatır insana. Ki o ısrarlı mücadelesinin güçlüklerine tahammül ederken, tâvizsiz ve hedefinden asla şaşmayan adımlarla ilerlerken, direnişin ve sabrın da en mükemmel örneğini sunmuştu. Ve Rabbi O’na şöyle buyurdu: “Sabret, Allah’ın va’di haktır. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni (üzüntü ve) gevşekliğe sevketmesin (Yakînî/iyice iman etmemiş olanların seni hafife almalarına sakın fırsat verme!).” (30/Rûm, 60)
Yine ibadetin güçlüklerine sabretme ve nefsi tutma, o ibadete her şeye rağmen devamlı olabilmeyi ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de sabr kelimesinin geçtiği 104 âyet vardır. Ve hemen hepsi de bizim zihinlerimizde var olan sabır anlayışının zamanla ne kadar farklı şekillendiğini göstermektedir. Âyetlerde “sabret” gibi ifadelerin tamamı, içinde bulunulan olumsuz şartlara rağmen, bunlara tahammül göstererek tebliğde ve mücadelede devamlılık çizgisini sürdürmek anlamındadır. Örnek olarak: “Ey iman edenler, sabredin, direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki başarıya eresiniz.” (3/Âl-i İmran, 200). Bu âyette sabrın direnme anlamına geldiği açıktır. “Senden önce de peygamberler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler. Nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da rasullerin haberlerinden bazısı gelmiştir.” (6/En’am, 34) âyetinde gördüğümüz gibi eziyet ve yalanlamalara sabır, onları Allah’ın yardımı gelip muzaffer oluncaya kadar kabullenip tepki göstermemek değil; tebliğde kararlılık, istikrar ve mücadeleye devamlılık anlamı ifade etmektedir.
“Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten/işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir.” (16/Nahl, 110)
"Evet sabreder, takvâ sahibi olur/korunursanız, onlar hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder." (3/Âl-i İmran, 125) ve yine 3/Âl-i İmran, 186 ve 14/İbrâhim, 12. âyetlerde de sabır kavramı, yine direnme, mücadeleyi herşeye rağmen sürdürme anlamını taşımaktadır. Bazı âyetlerde (3/Âl-i İmran, 125, 186; 14/İbrahim, 12) takvâ ve tevekkül kavramları da sabır ile birlikte yer almaktadır. Bundan da her şeye rağmen sabretme olayının çok kolay olmadığını, Allah’a karşı güçlü bir takva duygusu ve yaşantısı, O’na güvenme ve dayanma psikolojisi içinde bulunmayı gerektirdiğini anlıyoruz.
“Nefsini sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut/sabret (candan sebat et). Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek bunlardan başka yana sapmasın. Kalbini Bizi anmaktan alıkoyduğumuz, hevâsına/keyfine uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye boyun eğip itaat etme!” (18/Kehf, 28) Bu âyet, dâvâsını kararlılıkla yürütme sabrını gösteren mü’minlerin, dünyevî kaygılara meyletmemeleri gerektiğini tenbih etmektedir. Çünkü çevresi güçlüklerle ve eziyetlerle çevrelenmiş bir dâvâyı hayat boyunca omuzlamak, herşeyden önce kendi yaşantısında nefsinin dünyevî taleplerine karşı direnebilen mü’minin başarabileceği bir iştir. Ve insanı sürekli dünyaya bağlanmaya iten hevâya/nefsî arzulara karşı bütün hayata yayılması gereken bir irâde ve iman kuvvetini edinmek gerçekten zordur. Bu noktada sabır göstermek, diğer alanda, yani İslâmî mücadele ve tebliğ alanında sabır göstermek kadar önemli ve güç bir iştir. İnsan hayatının bu iki (ferdî ve sosyal) yönü, ayrışmaz bir bütündür. Biri aksayınca diğeri mutlaka bundan olumsuz etkilenir. Yani mücadele alanında yapacaklarımız üzerinde dururken ferdî hayatımızı, mücadelenin gerektirdiği gibi şekillendiremezsek, sabrı bu alanda da kuşanamazsak, ikisinde de başarısız olacağımız muhakkaktır.
Âyette dikkat çekici diğer bir unsur, ferde dünya hayatının süsüne göz dikmemesi tenbih edilirken, bunu başaran insanlarla birlikte olması emredilmektedir. Her müslümanın belki kendi hayatında, belki diğer müslümanların hayatında gözlemlediği bir vakıadır bu. Kişinin nefsî arzularına tek başına karşı durması çok zordur. Dıştan ve içten gelen isteklerle dünya hayatına karşı çözülmek, kişi tek başına olunca çok daha kolaylıkla mümkün olur. Ancak müslüman cemaat/topluluk içinde aynı şekilde bir zaafiyet söz konusu olamaz. Müslümanların birbirlerine karşı hakkı ve sabrı tavsiyeleşme çevresinde oluşturdukları otokontrol, insanın dünyevîleşme eğilimlerine karşı irâde ve imanını hâkim kılmada yardımcı olacak önemli bir faktördür. Âyette de buyurulduğu gibi, bu olay da, yani gerek dünyevîleşme, gerekse müslüman bir toplulukla beraber olma, yine sabrı gerektiren birer imtihan alanıdır. “Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz ve sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü/incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (3/Âl-i İmran, 186) Sabır, insanın en önemli eğilimleri olan can ve mal sevgisine karşı, sosyal hayatta müşriklerden gelecek ezâ, yıldırma ve her dönemde çeşitlilik gösteren komplolara karşı kuşanılacak bir zırhtır. (4)
Sabırla ilgili değinilmesi gereken diğer bir âyet de şudur: “Ey Peygamber! Sana ve sana tâbi olan mü’minlere Allah yeter. Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, (onlar) iki yüz kâfire gâlip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfir olanlardan bin kişiye gâlip gelirler. Çünkü onlar, fıkh etmeyen/kavraması olmayan bir kavimdir.” (8/Enfâl, 64-65) Âyetin yorumunda Muhammed el-Behiy şöyle diyor: Peygamberliğin başından beri sabır, Allah tarafından yüce elçisi için istenip emredilmiştir. Zira sabır, başarının ve yenilmezliğin en başta gelen faktörüdür. Düşmanla karşılaşıp yüzyüze gelme durumunda yalnızca az sayının çok sayıdaki kuvvete eşitliği sabır sayılmamış, üstelik sabrın, az sayının çok sayıya üstünlük olduğu kabul edilmiştir. Manevî güç, maddî güçten daha etkilidir. Çünkü manevî güç, (makine ve silâhın, kalabalığın, yani sürünün, kaba kuvvetin, yani hayvanî gücün değil) aslında insanın gücüdür. İnsanî güç ise sürekli hareket ve devamlılık göstermek-tedir. İslâm, kuvvet konusundaki bütün tavsiyelerini birinci derecede manevî ve insanî kuvvete dayandırır. (5)
Sabır, nasıl sağlık ve âfiyet zamanında güzel sohbet yapılırsa, belâ zamanında da aynen öyle sohbete devam etmektir. Sabır, Allah yolundaki belâlardan lezzet almak, günleri tükenince-ye kadar ölümü gönlünde taşımaktır. Sabır, belâ oklarına göğüs gererek hedef olmaktır.
Sabır ve tahammül farklı kavramlardır. Tahammül, bir sıkıntı ve acıya karşı bu durumdan memnun olmadan direnmektir. Oysa mü'minin sahip olduğu sabır farklıdır. Sabreden mü'min, başına gelen sıkıntılardan dolayı bir acı duymaz, aksine Allah'a olan yakınlığı daha da artar ve dolayısıyla neşesi, heyecanı ve şevki daha da yükselir. Çünkü sabır bir ibadet ve tâaattir.

Nefsimiz, hevâmız ibadetlerden zorlanıyor, günahlara arzu duyuyor; İslâm’ı yaşamak isterken, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlarımızın tepkilerini çekiyoruz. Bütün bunlara karşı bir dayanağımız vardır: Sabır. Nefsimiz, öne geçmek, bilgiçlik taslamak, muhatabımızı susturmak, mâlâyani ile hatta mekruh ve haramlarla meşgul olmak istiyor. Tek çözüm sabra yapışmaktır. Haram (gıybet, yalan...) konuşmak, haram seyretmek, haram yemek (fâiz vb.), azgın iştah ve dizginlenmesi zor istek ve arzular... Çözüm sabırda. Polis karşısında, işkence karşısında, müslümanlarla ve İslâmî hareketle ilgili sırlarda konuşmamanın, ser verip sır vermemenin adıdır sabır. Kâfirlerin, tâğutların, İslâm dışı düzenin nefsine zor gelen ve hoş gelen özelliklerine karşı onlara meyletmemek, tâviz vermemek, müslümanca bilinç ve tavrı kuşanmak, ancak sabırla gerçekleşebilecektir.
Sabır; kötülük, bozgunculuk ve yıkıma sebep olan olaylar karşısında insanlığın direnme, tahammül etme ve karşı koyma gücüdür. Sabır; bütün iç ve dış engeller karşısında direnmek, sağlam bir azim ve güçlü bir irâdeyle bu engelleri aşarak yol almaktır. Sabır, Allah'ın dinini yaşamak ve yaşatmak için gerekli olan bir davranıştır. Sabır mücadele ile iç içedir ve peygamberlerden ulu'l-azm sahiplerinin süreklilik haline getirdikleri bir davranıştır. Bu sebeple dâvâ bilincine ulaşmış İslâmî hareket elemanlarının dinlerini yaşama ve yaşanılır kılabilmek için Allah adına verdikleri ve vermeleri gereken mücadelede sabrı kuşanmaları bunu kendilerine meslek edinmeleri gerekir. Çünkü dâvet yolu uzun, sıkıntılı ve işkencelerle doludur. Sabır, eziyet ve işkenceler karşısında yılmayıp, Allah'a ve O'nun dinine bağlılık, dinin hayata hâkim kılınabil-mesi adına yapılan mücadelede yoldaki engellemelere aldırmadan bu yolu devam ettirmede kararlı olmak, tebliğ görevini sürdürmektir. Çünkü sabır, imana nisbetle insan vücudundaki baş gibidir. Başı olmayan vücutta hayır yoktur. Sabır olmadıkça da imandan hayır gelmez. Baş, vücut için kesin bir hayatî özellik taşır; organizma birçok uzvun eksikliğine rağmen hayatta kalabilirken, başsız hayatta kalamaz. Sabırsız ne tevhid korunabilir, ne de Kur'an'ın, peygamberlerin mesajları toplumda kök salarak meyve verebilir. Sabırsız, dirençsiz İslâmî bir toplum oluşturulamaz; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk devam eder. (6)

İman-Sabır İlişkisi
İmanla sabır iç içedir. İman eden insan, imanın pratiğini ortaya koymak zorundadır. Bu ise sabır, azim, kararlılık ve mücadelede sürekliliği gerektirir. (Bkz. 47/Muhammmed, 31; 2/Bakara, 214). Bir yandan nefsin istek ve arzuları, diğer yanda imanın gerektirdiği pratikler. Dilleriyle iman ettiklerini iddia edenler, denenecekler ve imanın gerçekten gönüllerinde iktidar olup olmadığı cihad ve sabırla açığa çıkarılacaktır. Allah'ın yeryüzündeki âyetleri, mü'minin kalbini ürpertecek ve nimetler karşısında sabırla birlikte şükrünü de edâ edecek ki cenneti kazanabilsin. Kendilerinden önce yaşayan insanların başlarına gelen şeylerle denendiğinin bilincinde olarak, aynı şeylerin kendi başına da gelebileceğini düşünüp imandan sonra şüpheye düşmeden azim ve kararlılıkla imanının pratiğini ortaya koyacaktır. İşte bunlar, belâ imtihanı karşısında denenmek ve sabretmektir. Bunu başarmak, Allah'ın sevgisini kazanmak olup karşılığı ise cennettir. "Nice peygamberlerle birlikte birçok bilginler, savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever." (3/Âl-i İmran, 146) "Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (3/Âl-i İmran, 142) "Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok zikredin/anın ki başarıya erişesiniz." (8/Enfâl, 45) (6)
Bir hadis rivâyeti şöyledir: "Sabırla iman arasındaki ilgi, bedenle baş arasındaki ilgi gibidir." (Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, 9/538). Bir diğer hadis-i şerif de şöyledir: "Sabır imanın yarısıdır; yakîn, imanın ta kendisidir." (Kütüb-i Sitte, 9/538). Sabrın imanla ilişkisi, Asr sûresinde de belirgindir. "Asra yemin olsun ki insan gerçekten hüsran/ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ!" (103/Asr, 1-3). Bu sûrede kurtuluş için birbirinden ayrılmaz dört özellik sayılır ki, bunlar tek olarak yalnız başlarına birbirlerinden tümüyle bağımsız olarak bulunmaz; bulunursa eksik ve yarım olur. Sabrın da imanın bir gereği, iman etmenin zaruri bir neticesinin de sabır olduğu bu sûreden kolaylıkla anlaşılabilir.
 

MURATS44

Özel Üye
slâmî Hareket Mücadeleyi; Mücadele de Sabrı Gerektirir
Allah'a iman ve O'nun yolunda mücadele etmek, insanı sabredenler arasına dahil eder. Sabır, dinimize ve kendimize karşı gelişen tüm olaylara karşı direnmek, böylece rûhen ve bedenen huzur bulmaktır. Dünyada en çok sabra ihtiyacı olan ise, mücadele içerisinde olan İslâmî hareketin neferleridir. Allah, kendi yolunda mücadele edip sabredenleri ödüllendirir, toplumda önder ve rehber kılar. "Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/önderler kıldık." (32/Secde, 24)
Toplumsal değişimin gerçekleşmesi için mücadele etmek, her müslümanın görevidir. Bunun içinse sabır ve azim gereklidir. Allah, sabretmeleri ve mücadeleyi sürdürmelerinin neticesi olarak mücadeleci insanların içinden topluma önder ve örneklik yapabilecek İslâmî mücadeleyi sürdürecek imamlar çıkarır. Mücadele etmek, aynı zamanda sabretmektir; mücadele-sizlik ise sabırsızlığa teslim olmaktır. Mücadele etmek, peygamberlerin yolunu devam ettirmek ve onların başına gelen belâ ve musibetlere tâlip olmaktır. Evinde rahat içerisinde çocuklarıyla ve ferdî ibadetleriyle meşgul olup, ibadetlerin toplumsal yanını bir kenara bırakıp belâ ve musibetlerden kaçmak ise, bu yolun dışına çıkmaktır.
Mücadele yolu; sabrı, direnmeyi, zorluklara katlanmayı ve acıyı yüklenmeyi gerektirirken, diğer yol ise rahatı ve refahı seçmektir. Birinci yol, örnek olmaları için gönderilen peygamberlerin yolu iken, ikinci yol peygamberlerin yasakladığı ruhbanların, râhiplerin yoludur. Belli bir gayeyi gerçekleştirmek isteyenlerin sürekli hareket içerisinde olmaları gerekir. Hareket, sabretmeyi, belâ ve musibetlere katlanmayı, onlara karşı direnmeyi, hedefini gerçekleştirebilmek için kararlı olmayı gerektirir. Bu sebeple, hareket içerisinde olmak, yola koyulmak sabırsız olmaz.
Sabrın en güzel belirti ve etkisi, insanı darbelere karşı yenilgi ve teslimiyet psikozuna itmemesi ve sürekli mücadele azmi vermesidir. Bir dâvâ erinin, gereğince inanmış olarak, azimle ve başarmak için girişmediği bir mücadele, yolun ortasında zorluklardan kurtuluş için kaçma fikrini zihinlerde üretebilir. Yaşadığı her olay karşısında bir silâh kazanmış gibi sabrı kuşanan, doğruluğu meslek edinen, hayatın problemleriyle mücadele ederek bu sayede güç kazanan, sabrı sayesinde yenilmeyen bir ruha sahip olan dâvâ erlerinden oluşan İslâmî bir hareket, önündeki engelleri kaldırarak hedefe doğru ilerleyecek ve nihayetinde başarılı olacaktır. Sabır, ayakları sağlamlaştırırken; sabırsızlık ise kaydırır. Sabır, sayısı az bir toplumu zafere ulaştırırken; sabırsızlık ise sayısı çok olan bir toplumu hezimete uğratır. Bedir, Huneyn ve Uhud savaşları bunun açık örnekleridir.
Şu halde sabır, insanın kendi kapasitesini tanıması, yapısında var olan olumlu ve olumsuz yönlerinin farkına daha iyi varmasıdır. Sabır, insanın içinde var olan, fakat fark edemediği gizli güçlerini açığa çıkarmasının adıdır. Bir başka deyişle sabır, insanın kendi benliğini bulması, özünü keşfedip anlamasıdır. Sabır insanı Allah'a yaklaştıran en güzel eylemdir. (7) "Nice az sayıda birlik, Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir... Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et!" (2/Bakara, 249-250)
Sabır, İslâmî mücadelede üstlenilen bir tavırdır. Toplu halde sürdürülen mücadelede gösterilen devamlılık ve kararlılıktır. Müslümanların içinde bulundukları mücadele safhasının gereklerini yerine getirmeleri, sinme, korkma, dağılma ve ümitsizliğe kapılma gibi şeytanın aldatmalarına karşı uyanık olmalarıdır. Bu safhaların her birinde tecrübe edilen sabır, müslümanı daha ciddi bir direnişe, daha üst safhanın güçlüklerine dayanmaya hazırlar. Müslüman, “Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (94/İnşirâh, 5-6) gerçeğiyle mücadele süreci içinde karşılaştıkça ve tecrübe yaşadıkça bu güçlükler ona daha fazla sabır/direnme gücü ve moral verir. Sabır onun için hem bir imtihan, hem moral kaynağı ve hem de dünya imtihanını kazandıracak bir azıktır.
İslâmî hareketler her zaman sabır ister. (Tebliğci aceleci olmamalı, tebliğde sabır ve sebat etmesi karşılığında gördüğü ezâlara sabretmeli, nefsî davranmamalıdır.) Her türlü ezâya, yalanlanmaya, dövülmeye Allah için sabreden tebliğciler, ibadetlerde de ihmalkâr olmamak için de sabra yapışırlar; sabırda âdeta yarışırlar (2/Bakara, 200). Sonra Allah kendilerine yapılana karşı mukabele izni verip de silâhlı cihadı emrettiğinde yine sabra devam ederler. Savaş alanından kaçmazlar, her türlü tehlike karşısında ayak direrler, düşmanlarından korkmazlar; üzerlerine sabır yağdırması ve ayaklarının yere sağlam basıp kaçmamaları için Allah'a dua ederler. (8)


Sabrı Tavsiye
"Asra yemin olsun ki insan gerçekten hüsran/ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ!" (103/Asr, 1-3) Hüsrândan/zarar ve ziyandan kurtulup dünya ve âhirette perişan olmak istemeyen insanın Asr sûresine göre dört temel özelliğe sahip olması gerekiyor. Bunlar: İman, sâlih amel, hakkı tavsiye, sabrı tavsiye. İman edip inancını hayata sâlih amel olarak uygulayan mü'minin, bencillikten kurtulup, kurtuluş reçetesini başkalarına ulaştırması gerekir. Ancak, şurası bir gerçektir ki, hakkı tavsiye etmek, insanlardan her zaman kabul görmez. Özellikle, bâtıl yollardan menfaat edinip çıkarları bâtılın devamına bağlı olanlar, hakka karşı tepkide bulunur ve hakkı tavsiye edenleri susturmanın, durdurmanın yöntem ve çarelerini ararlar. Bu da hemen hemen her zaman güce başvurmak ve zorbalıklarını göstermek biçiminde tezahür eder.
Bu aşamada, hüsrana uğramamak gibi ayrıcalıklı bir özellik taşıyan kişi, yol ayrımındadır: Ya o âna kadarki düşünce ve hareketlerinde, iman ve hayat tarzının hakka uygunluğunda ısrar edip direnecek, ya da bulunduğu hal üzerinden gerisin geri dönüp hüsrana uğrayanların safına katılacak. Elbetteki olması gereken birincisidir. Bu ise sabretmeyi, yani olumsuz etki ve tepkiler karşısında sebat ve kararlılıkla direnmeyi gerektirir. Hüsrana uğrayanlardan olmamanın yegâne çaresi budur. Zaten sabır, müslümanın vazgeçilmez vasıflarındandır. Dinin birçok emir ve yasağı, onlardan rahatsız olanların reaksiyonlarına büyük bir kararlılıkla direnmeyi gerektirir ki, işte bu sabırdır. Dinin yarısı sabır, diğer yarısı ise şükür temeline dayanır. Yani sabır sonucunda veya sabra gerek olmadan ilâhî bir lütuf olarak elde edilen mükâfatlar, imkânlar, başarılar karşısında, sahip olunan hakka uygunluk özelliğinde sebat etmek ve gereğine göre davranmak. Bu ise şükürle mümkün olur. Zaten müslümanın hayatı da sabır ve şükrün toplamı olarak özetlenmiştir.
Sabır önemlidir, gereklidir; fakat Asr sûresinde sabırla ilgili bir başka özelliğe dikkat çekilir: Hakka dâvet üzerinde bulunan şahsiyetler birbirleriyle yardımlaşmalı; aralarında organize bir bütünlük sağlamalıdırlar. Bu, hakkı temsil etme yönünde planlı bir faaliyet yürütmek ve bu faaliyetin neden olacağı zorluklar karşısındaki kararlı direnişte birbirlerine yardımcı olmakla mümkün olur. Bu alanda zorunlu olan kararlılık ise, ancak ve ancak sabrı sürekli ve karşılıklı hatırlatıp tavsiye etmekle mümkündür. Fakat elbetteki bu, iş olsun türünden bir tavsiye değil; gereken sorumlulukları yerine getirip eldeki tüm imkânları kullandıktan sonra gelişmelerin sonucunu Allah'a bırakıp bu sonucu büyük bir kararlılıkla beklemek için yapılan bir sabırdır; çünkü "Zafer sabırdadır." (Ahmed bin Hanbel, Müsned I/307) (9)
 

MURATS44

Özel Üye
Sabrın Çeşitleri
Sabredilen şey bakımından sabır üç çeşittir: Allah'a ibadetlere sabır, günah işlememeğe sabır, Allah'ın sınavı olan üzücü olaylara sabır. İlk ikisi, kulun kendi irâdesi ile yapacağı işlerle ilgili sabırdır. Üçüncüsü ise kendi irâdesi ve eylemi dışındaki olaylara sabırdır. Bu sınıflandırma şu hadis-i şerife göredir: "Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır, tâatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır. Kim kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse Allah ona üç yüz derece yazar. Her iki derece arasında semâ ile arz arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de tâatte sabrederse Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında arzların başladığı hudutla, arzların bittiği son nokta arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de mâsiyete (günaha) karşı sabrederse Allah ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında arzların hududu ile Arş'a kadar olan mesafe arasındaki yücelik vardır." (Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi, 9/538)
İbâdetlere sabır: Kul, ibadetler için sabra muhtaçtır. Çünkü nefis, kulluktan hoşlanmaz, liderlik, hatta rablık ister. Firavun'un "Ben sizin en yüce rabbınızım" (79/Nâziât, 24) sözüyle açığa vurduğu tanrılık dâvâsı, her nefiste gizli olarak vardır. Bundan dolayı kulluk nefse güç gelir. Bazı ibadetlerden tembellik yüzünden hoşlanmaz, namaz ibadeti gibi. Bazısından da cimrilik yüzünden hoşlanmaz, zekât gibi. Kiminden de her iki sebepten dolayı hoşlanmaz, hac ve cihad gibi. Demek ki ibadetlere sabır, zorluklara ve güçlüklere sabırdır.
Günah işlememeğe sabır: Yine kul, günahlardan uzak durmak için de sabra muhtaçtır. Nefse en güç gelen sabır da alıştığı günahlardan vazgeçmeğe sabırdır. Çünkü alışkanlık, arzu ile birleşirse günah etkeni güçlenir. Eğer ma'siyet, yapılması kolay bir iş ise buna sabır daha da zor olur. Dili gıybetten, yalandan, riyâdan, üstü kapalı veya açık biçimde kendini övmekten ve benzeri günahlardan sabır böyledir.
Allah'ın sınavı olarak gelen üzücü olaylara sabır: Bu sabır da iki çeşittir: Birincisi, insanlardan gelen ve savması çok zor olan eziyetler, belâlardır. Halkın, kendisinin aleyhinde konuşmaları, kendisine iftira etmeleri, hakkını gasbetmeleri ve benzeri şeylerdir. Sahabilerden biri: "Kişi eziyete sabretmedikçe (iman yolunda işkenceye katlanmadıkça) adamın imanını iman saymazdık" demiştir. Çünkü bu, peygamberlerin sabrıdır. Yüce Allah, onların şöyle dediklerini nakletmiştir: "Biz, sizin bize yaptığınız eziyete/işkenceye sabredeceğiz. Tevekkül edenler/mü'minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler." (14/İbrâhim, 12)
Peygamberimiz ve ashâbının, müşriklerin söz ve eylemli işkencelerine sabırları sonucu dünyada tevhid yerleşmiş, İslâm gönülleri fethetmiş, âhirette ise altlarından ırmaklar akan nimet cennetlerinde ebedî hayata ermişlerdir. Yüce Allah onların halini ve vasfını şöyle anlatır: "Ve onlar, Rablerinin yüzünü (rızâsını) arzu ederek (nefislerinin zorlandıkları şeylere) sabreder-ler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak eder (hayır yoluna) harcarlar. İşte bu (dünya) yurdun(un güzel) sonucu onlarındır." (13/Ra'd, 22)
İkincisi, Savması, kulun elinde olmayan Allah'ın sınavıyla ilgili musibetlerdir. Bir yakınının ölmesi, malının telef olması, hastalık, sakatlık ve benzeri sınavlardır. Bunlara sabır, sabrın en yüce makamıdır. İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Kur'an'da sabır üç çeşittir: Allah'ın farzlarını yerine getirmeğe sabır, musibetin ilk şokuna sabır, Allah'ın belâsına sabır. Bu son sabır çeşidi, başka şeylere sabırdan daha zordur. Buna ancak peygamberler dayanabilir. Bundan dolayı Peygamberimiz: "yâ Rabbi, Sen'den bana dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakîn istiyorum." diye duâ etmiştir. (Tirmizî, Deavât 79)
Belâlar, ya kulu olgunlaştırmak, ya da günahlarından temizlemek içindir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Başınıza gelen her musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah çoğundan da geçer." (42/Şûrâ, 30) Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: "Mü'min kula isabet eden hiç bir hastalık, tasa, ya da daha küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile o kulun günahlarından bir kısmını silmesin." (S. Buhârî, Merdâ 1; Müslim, Birr 52; Tirmizî, Cenâiz 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned II/303, III/4, 18) "Allah bir kuluna hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir." (Tirmizî, Zühd 56; Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/87). Rivâyete göre "Kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalandırılır." (4/Nisâ, 123) âyeti indiği zaman Hz. Ebûbekir: "Bu âyetten sonra insan nasıl sevinebilir?" demiş; Peygamberimiz (s.a.s.) de buna şu cevabı vermiştir: "Allah seni bağışlasın ey Ebûbekir, hasta olmuyor musun? İşte bunlar hep günahlarınızın cezasıdır." (Ahmed bin Hanbel, Müsned I/11). "Kim başına gelen musibete Allah'ın buyurduğu gibi 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn' (2/Bakara, 156) deyip sonra, 'Allah'ım, bu musibetimden bana sevap ver, bunun ardından bana hayır ver (aldığın nimetin yerine daha hayırlısını ihsan eyle)!' diye duâ ederse Allah öyle yapar." (Müslim, Cenâiz 3, 4) Bir kudsî hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Kulumu bir belâ (hastalık) ile sınadığım zaman sabreder, Beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse etinin yerine daha hayırlı bir et, kanının yerine daha hayırlı bir kan veririm. Onu iyileştirirsem günahından kurtulmuş olarak iyileştiririm, rahmetime (cennetime) koyarım." (İmam Mâlik, Muvatta, Atâ bin Yesâr'dan; Beyhakî, Ebû Hüreyre'den rivâyet etmiştir.)
Hz. Ali, çocuğu ölen birine tâziye ederken şöyle demiştir: "Kader, üzerinden geçti, sabredersen me'cûr olursun (sevap alırsın). Eğer sızlanırsan yine kader üzerinden geçmiştir (geri döndürmek mümkün değildir), üstelik günahkâr olursun." Gerçekten sızlanma ve şikâyet, musibeti artırmaktan başka bir sonuç vermez. Allah'ın kazâsına sabretmeyenin musibeti ikiye katlanır; bir, musibetin kendisi, bir de sızlanmada haddi aşarak günaha girme. Sızlanmak, yaka paça yırtmak, kafasını yüzünü dövmek, aşırı şikâyette bulunmak, tasa göstermek, normal kıyafetini değiştirip yas giysileri giymek ve benzeri şeyler, istek ile yapılan şeylerin sınırında bulunduğu için insanı sabır makamından çıkarır. Bundan dolayı böyle şeylerden kaçınmalı, normal hayat geleneğini sürdürmeli, ölenin canı, aslında Allah'ın, kendisine verdiği bir emaneti olup, vakti gelince onu geri aldığını düşünerek teselli bulmalıdır.
Sabr-ı Cemil, musibete uğrayanın, başkasından ayırt edilmeyecek biçimde sabretmesi; kendisinin musibete uğradığını belli etmemesidir. Fakat kalbin üzülmesi, gözlerden yaş akması, kişiyi sabredenler sınırından çıkarmaz. Çünkü insan, beşeriyetin gereği olan bu halden ölünceye dek ayrılamaz. Peygamber (s.a.s.)'in dahi, oğlu İbrahim'in vefatında gözlerinden yaş akmıştır. "Sen, bundan men etmemiş miydin?" diyenlere: "Bu merhamettir, Allah merhametli kullarına acır!" buyurmuştur (Buhârî, Cenâiz 32, Merdâ 9; Müslim, Cenâiz 11; Ebû Dâvud, Cenâiz 24; Nesâî, Cenâiz 22; İbn Mâce, Cenâiz 53; Ahmed bin Hanbel, Müsned V/204, 206). Kul bilmelidir ki başına gelen belâya sabırdan hâsıl olan sevap, o belâ olmadığı zamandaki âfiyet nimetinden büyüktür. Kul, Allah'ın bu sevâbını düşünerek hoşnutsuzluğu, burukluğu savarsa sabredenler derecesine erer.
Allah'tan sabra yardım dilemek, sabrın kendi nefsiyle değil; Allah'ın yardımıyla olduğunu bilmek gerekir. "Sabret! Senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir." (16/Nahl, 127). Allah kula sabır vermezse kul sabredemez. Yine kul, başka bir gaye için değil; sırf Allah'ı sevdiği, O'nun rızâsına erebilmek için sabretmelidir; sabrı Allah için olmalıdır. Unutmamak lâzımdır ki, Allah için sabredenler, iki cihanın izzetine ermişlerdir. Zira onlar, Allah'ın beraberliğine kavuşmuşlardır. "Allah sabredenlerle beraberdir." (2/Bakara, 153, 249; 8/Enfâl, 46, 66). Allah'ın beraber olduğu kimseler, elbette iki dünyanın şerefine ererler.
Sabr-ı cemîl, sızlanmadan belâlara katlanmaktır. Sabra aykırı olan, derdini halka açmak, insanlara sızlanmaktır. Fakat halini Allah'a şikâyet etmek, O'na yakınmak sabra aykırı değildir. Nitekim Yakub (a.s.): "Ben üzüntü ve tasamı Allah'a şikâyet ederim." (12/Yûsuf, 86) demiştir. Hz. Eyyûb da Rabbine: "Bu dert bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin!" (21/Enbiyâ, 83) diyerek derdini Allah'a arz etmiştir. Eğer derdi Allah'a arz etmek sabra aykırı olsaydı, Allah'ın sevdiği bu peygamberler, dertlerini Allah'a arz ve şikâyet etmezlerdi. Onların hali herkese örnektir. Kul, isyana, edepsizliğe varmadan niyazla derdini Allah'a arz edip kurtuluş dilerse bundan sevap alacağı gibi, belâya sabrı da güç kazanır. (10)
İnsan, hemen her çeşit zorluğa dayanabilecek güçte yaratılmıştır. Allah'ın bize verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yerlere dağıtıp harcamazsak; her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir.
 

MURATS44

Özel Üye
İnsan, mâruz kaldığı musîbetlerin çok daha büyükleri ve beterleri olduğunu düşünüp haline sabretmelidir.
Arzu edileni elde etmeğe sabır, zaferin adresidir. Mihnetlere/sıkıntılara sabır ise kurtulu-şun adresidir.
Hasta ve kabir ziyaretinin temel hikmetlerinden biri, bu iki nasihatçinin sabır tavsiyesidir.
Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin. (Hz. İsa)
Kalbine hücum eden her türlü sıkıntıyı, sabır kalkanı ile karşılarsan, hiç bir dert seni can evinden vuramaz. (Hz. Ali)
Sabır, selâmet ve saâdet evinin anahtarı ve her musîbetin ilâcıdır. (Hz. Ali)
Sabır, tökezlemeyen bir binektir. (Hz. Ali)
Mevlâ görelim neyler; Neylerse güzel eyler. (Erzurumlu İbrahim Hakkkı)
Lutfun da hoş, kahrın da hoş. (Y. Emre)
Sabır saâdeti ebedî kalır, Sabır kimde ise o nasib alır.
Ne sarp iş olsa sabr ânı bitürür. Kamu yerden saâdetler yetürür. (Y. Emre)
Meşhûr-ı mesel idi bu ammâ; Sabr ile koruk olurdı helva.
Sabrı iç, seni öldürürse şehîd eder, yaşatırsa aziz (izzetli/onurlu) yaşatır.
Sabır ve zaman, ânî öfke ve şiddetin yapabileceğinden çok daha fazla iş başarır.
Mantık, talihsizliklere dayanabilir, cesaret onlarla çarpışır, sabır ile inanç ise onları yener.
Büyük başarıların sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir.
İnsanlarla yaşamak için biricik yol sabırdır.
Ya sabır sabır sabredecek; veya sapır sapır dökülüp savrulacağız.
Acele şeytandandır; teennî ve sabır Rahman'dandır.
Sabır, biraz da zaman; Güçten, öfkeden daha yaman.
Sabır bir zırh, öfke düşmanların en azılısı.
Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.
Sabır, her bahçede yetişmeyen bir çiçektir.
Sabır, ruhun yüceliğini ortaya çıkarır.
Sabır, belâ karşısında güzel edeple durmaktır.
Sabır, şikâyeti bırakmaktır.
Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.
Sabır cennetin anahtarıdır.
Sabır, erdemin cesaretidir.
Sabır, umut etmek sanatıdır.
Sabır ile bitmez iş olmaz.
Sabır, maksadın en kestirme yoludur.
Sabır meserretin (sevincin), acele nedâmetin anahtarıdır.
Sabırlı kulunu Allah sever.
Sabır ile koruk helva; dut yaprağı atlas u dibâ olur.
Sabreden derviş, muradına ermiş.
Sabrın sonu selâmettir.
"Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et!" (2/Bakara, 250)


Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, 555 vd.
Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, c. 11, s. 321-322
Râgıb elİsfahanî, el-Müfredât, Sabr maddesi
F. Candan, Haksöz, 60, s. 34-36
M. el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, s. 242-243
C. T. Soykök, Haksöz, 70, s. 46-48
A.g.y. s. 49
Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 443
C. Vatandaş, Esenlik Yurdunun Çağrısı, s. 192-193
S. Ateş, Yeni İslâm İlmihali, s. 610-615

Sabırla İlgili Âyet-i Kerimeler
Sabretmek: 11/Hûd, 115; 16/Nahl, 127; 18/Kehf, 28; 39/Zümer, 10; 40/Mü’min, 55, 77; 42/Şûrâ, 33; 52/Tûr, 48.
Sabrı Tavsiye etmek: 90/Beled, 17; 103/Asr, 1-3.
Sabır İle Allah’tan Yardım İstemek: 2/Bakara, 45, 153; 7/A’râf, 126.
Belâ ve Musibetlere Sabretmek: 2/Bakara, 155-157; 3/Âl-i İmran, 186; 22/Hacc, 35; 57/Hadîd, 22-23.
Sıkıntılara Sabretmek: 2/Bakara, 177; 13/Ra’d, 22; 25/Furkan, 75.
Hakaret ve Saldırılara Sabretmek: 3/Âl-i İmran, 186, 195; 6/En’am, 10, 34; 7/A’râf, 127-128; 10/Yûnus, 109; 15/Hıcr, 97-98; 16/Nahl, 96; 31/Lokman, 17; 38/Sâd, 17; 45/Câsiye, 14; 46/Ahkaf, 35; 50/Kaf, 39; 73/Müzzemmil, 10; 74/Müddessir, 7.
Hastalıkta Sabretmek: 2/Bakara, 177, 214, 250; 3/Âl-i İmran, 125, 142, 146, 200,
Sabredenler Takvâ Sahipleridir: 3/Âl-i İmran, 16-17.
Sabredenlerin Mükâfatı: 11/Hûd, 11, 115; 33/Ahzâb, 35.
Allah Sabredenlerle Beraberdir: 8/Enfâl, 46.
Sebat Etmak: 11/Hûd, 115; 18/Kehf, 28.
Sebat ile Allah’tan Yardım İstemek: 2/Bakara, 45.
Dinde Sebat Etmek: 3/Âl-i İmran, 144; 42/Şûrâ, 13; 49/Hucurât, 15.
Doğrulukta Sebat Etmek: 42/Şûrâ, 15.
Kötülüğü Terkte Sebat Etmek: 74/Müddessir, 5, 7.
Savaşta Sebat Etmek: 2/Bakara, 250; 3/Âl-i İmran, 144, 147; 8/Enfâl, 45; 47/Muhammed, 35.
Sebat Edenlerin Mükâfatı: 11/Hûd, 15.

Sabırla İlgili Hadis-i Şerif Kaynakları
(Kütüb-i Sitte Hadisleri)
Sabır: 9/ 537-545 , 5/ 352, 11/ 304, 13/ 97.
Sabretmek: 3/ 410-411
Sabrın İslâmî Tebliğdeki Yeri: 16/ 215-216
Sabrın Mükâfatı: 9/ 537-545
Sabrın Çeşitleri: 9/ 537, 13/ 269
Sabır Şartıyla Hastalıklar Günahlara Keffârettir: 13/ 289-290
Hastalığa Karşı Sabretmek: 9/ 546
Allah'tan Daha Sabırlı Kimse Yoktur: 9/ 554
Allah, Kimin İki Sevdiği Kişiyi Alırsa, Sabrı Karşılığında Ona Cenneti Verir: 9/ 544-545
Çocuğu Ölen Kimsenin Sabretmesinin Mükâfatı: 9/ 544-545
En Büyük İhsan Sabırdır: 14/ 46-47
Makbul Sabır: 9/ 539-540
Musibetlere İlk Anda Sabretmek: 9/ 539
Öfkeyi Tutmanın Mükâfatı: 9/ 538
Peygamberimiz'in Sabrı ve Merhameti: 9/ 554
Zulme Sabretmenin Mükâfatı: 15/ 174
(S. Buhari, Tecrid-i Sarih)
4/ 369, 5/ 258, 12/ 147, 148.


Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
Hak Dini Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 288-290
Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 327-331
Mefatihu'l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 483-486
Fî Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 11, s. 321-325
Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 131-132
El-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. C. 2, s. 59-62
Min Vahyi'l-Kur'an, Muhammed H. Fadlullah, Akademi Y. C. 2, s. 29-34
Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. C. 1, s. 123-124
Min Vahyi'l Kur'an, Muhammed Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s.
Sabır, Mehmed Zahit Kotku, Seha Neşriyat
Sabr, Seyyid Ali Hameneî, Endişe Y.
Kur'an'da Sabrın Önemi, Harun Yahya, Vural Y.
Sabredenler ve Şükredenler, İbn Kayyım el-Cevziyye, Pınar Y.
Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Y. c. 5, s. 299-301
Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 442-444
Kur'an'da Temel Kavramlar, Cavit Yalçın, Vural Y. s. 106-108
İslâm'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Y. s. 555-559
Kur'an'da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 146-150
İnanç ve Amelde Kur'anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 240-244
Kur'anî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılâb Y. s. 167-168
Allah Erinin Ahlâk ve Kültürü, Said Havva, Petek Y. 418-424
Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 192-194
İhyâi Ulûmi'd-Dîn, İmam Gazali, Bedir Y. c. 4, s. 113-152
Tenbihu'l-Gâfilin, Ebu'l-Leys Semerkandi, Bedir Y. s. 260-279
Haksöz, Sayı 60, Mart 96, s. 34-36; sayı 70, Ocak 97, s. 46-49, F. Candan, C. T. Soykök
Yeni İslâm İlmihali, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Y. s. 108-115
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
"Asra yemin olsun ki insan gerçekten hüsran/ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ!" (103/Asr, 1-3)

ALLAH razı olsun murat adminim.
 
Üst Alt