Kur'ân-ı Kerim Kime Nasıl Hitap Eder

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Kur'ân-ı Kerim Kime Nasıl Hitap Eder

Dr. Emine Gümüş Böke

Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler. Kur’ân-ı Kerîm, insanlığın hidayeti, refahı ve mutluluğu için Allah Teâlâ tarafından gönderilen son ilahî kitaptır. O’nun muhatab aldığı ilk kişi ise, kendisine nazil olduğu Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Levh-i Mahfuz’da tesbit edildikten sonra topluca dünya semasına indirilen, oradan da Cebrâil vasıtasıyla ihtiyaca binaen peyderpey Hz. Muhammed’e inzal olunan Kur’ân-ı Kerim, bütün alemleri, bunlar içinde de özellikle insanları ve cinleri muhatap alır. Bir ayet-i kerimede Allah Te’âlâ: “Biz emâneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir”[1] buyurmuştur. Bu ayette geçen “emânet” kavramını müfessirlerin pek çoğu “yükümlülükler ve farzlar” diye tefsir etmişlerdir[2].


Kur’ân’ın ihtiva ettiği mesajların ifası bütün âlemlere, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği halde onlar bu sorumluluğu yerine getirememekten korkarak çekinmişlerdir. Yalnız zalim ve cahil olan insan bunu yüklenmiştir. Nitekim konuyla ilgili bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz”[3]. Ahzab suresinde geçtiği üzere gökler, yer ve dağlar ilk arzda emanetin ağırlığından yılarak onu yüklenmekten çekinmiş, onu ancak insan yüklenmiştir.
Kur’ân-ı Kerim mutaplarının (insanlar ve cinler) hepsine hitab etmekte ve onları hidayete çağırmaktadır. Yalnız her bir muhatabı onun mesajını, farklı farklı boyutlarda almakta ve ondan aynı şekilde istifade edememektedir. Kur’ân, mü’minler için başka, ehl-i kitap için başka, münafıklar için başka, kafirler için daha başka kıymet ifade etmektedir. Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler. Mü’minler, Allah katından indirilmiş bütün kutsal kitaplara inandıkları gibi, Kur’ân’ın da Allah katından inzal edilmiş dosdoğru bir kitap olduğuna kesin olarak iman ederler. Zira Allah Te’âlâ mü’minlere, peygamberi Hz. Muhammed’e indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara inanmalarını emreder[4]. Ve mü’minlerden bahsederken onların gaybe inanan, namazlarını kılan, kendilerine rızık olarak verilen şeylerden infak eden, hem Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a hem de ondan önce indirilen kitaplara inanan ve ahretin varlığı hususunda yakînî bilgiye sahip olan kimseler olduklarını haber verir[5]. Dolayısıyla inanlarının sahih olabilmesi için mü’minler, bütün ilahi kitaplara ve onların sonuncusu ve en mükemmeli olan Kur’ân’a inanmak durumundadırlar. Kitaplardan bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak gibi bir durum bir mü’min için söz konusu olamaz.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder. Bununla ilgili olarak ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Mü’minler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir[6]. Bir başka ayette de “Herhangi bir süre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?. İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanını artırır ve onlar sevinirler”[7] buyurulmaktadır. Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerim’in “ (O Kur’ân), müttakiler için bir hidayet vesilesi (hüdâ)dır” [8] ayetinde mü’minler için; “Kur’ân, insanlar için bir hidayet (hüdâ) olmak üzere indirilmiştir”[9] ayetinde de bütün insanlar için “hüdâ” olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla Kur’ân bütün insanlar için hidayet kaynağıdır. Nitekim bir ayet-i kerimede Kur’ân’ın “bütün insanlara doğru yolu gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak indiği”[10] bildirilmiştir.
Kur’ân kendisine inanıp mesajına kulak asan kimselere hem dünya hem de ahrette mutluluk ve saadete eriştirecek müjdeler verir. Şu ayeti-kerimede yüce Allah Şöyle buyurmaktadır:” O (Kur’ân), iyi ameller işleyen mü’minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler”[11]. Kur’ân, içerisinde salih mü’minleri müjdeleyen ayetler bulunması nedeniyle müjdeci birine benzetilmiştir[12]. Diğer taraftan Kur’ân mü’minler için bir öğüttür. Allah Teâlâ, “Bu (Kur’ân), bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet bir mev’ıza (öğüttür” ve “Ey insanlar, muhakkak ki Rabbinizden size bir mev’ıze (Kur’ân) gelmiştir” ayetlerinde mev’ıze olarak tavsif etmiş, bütün insanlar için özellikle mü’minler için onun bir öğüt kitabı olduğu belirtilmiştir. Zira Kur’ân, kendisi ile kullarına öğüt verip, emir ve tekliflerini kendilerine öğretmiş olduğu, Allah’tan gelen bir zikirdir.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder.

Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitapolarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. “Ehl-i Kitap”, kutsal kitap sahipleri ve yahut kendilerine kitap verilen insanlar demektir. Kur’ân bu tabiri genellikle Tevrat, Zebûr, İncil gibi kitapları bulunan Yahudi ve Hristiyanlar için kullanmıştır. Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Kitab’ın kendi kitaplarını tahrif ettiklerini, bu sebeple dinlerinin doğruluk ve güvenilirliğini kaybettiğini, dolayısıyla ancak İslâm’a girmek suretiyle ebedî azaptan kurtulmalarının mümkün olacağını bildirerek şu şekilde davet etmektedir: “(Reûlüm!) De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman:Şahit olun ki biz müslümanlarız! Deyiniz”[13].
Kur’ân-ı Kerim, kitap ehli olanları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder. Konuyla ilgili ayetler mealen şöyledir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. Elinizdeki (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur’ân’a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın!, Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin” [14].Ey ehl-i kitap! Biz, bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce(davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimiz (Kur’ân’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir”[15].
Bu âyetler, ehl-i kitabın, özel bir hitapla Kur’ân’a iman etmeye davet edildiklerini göstermektedir. Bizzat kendi elleriyle kutsal kitaplarını tahrif eden Yahudi ve Hristiyanları temel dini konularda yanlışlıklara düştüklerini bildiren Kur’ân, onlardan taşkınlık ve inkarlarını bir tarafa bırakmak suretiyle İslâm’a girmelerini istemektedir. Fakat ehl-i kitap, gerçek olduğu hususunda hiçbir şüpheleri bulunmayan Hz. Peygamberin risaletini ve ona indirilen Kur’ân’ı, sırf haset ve inatları sebebiyle inkar ederler. Kendileri inanmadıkları gibi, insanları da ona imandan vazgeçirmeye çalışırlar. Bununla beraber, az da olsa, içlerinden Kur’ân’a inanan, inen ayetlerden sevinç duyan, geceler boyunca Allah’ın ayetlerini okuyup göz yaşı döken kitap ehli kimseler de olmuştur. Bunlar, onlardan İslâm’a girenlerdir. Kur’ân, bunlara iki kat ecir verileceğini müjdelemektedir.
Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitap” olarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. Onları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder.

Kur’ân-ı Kerim’in muhatap aldığı insanlar içinde “münafıklar” da yer almaktadır. Bunlar, zahirde müslüman olduğunu söyleyen, haddi zatında ise kafir olan ve küfrünü gizleyen iki yüzlü kimselerdir. Şunu belirtmek gerekir ki, münafıkların Kur’ân karşısındaki durumları ve onunla olan ilişkileri kafirlerinki ile benzerlik arzetmektedir. Çünkü onlar gerçek anlamda Kur’ân’a inanmazlar, onun hidayetinden istifade edemezler. Bu sebeple Allah Teâlâ onları cehennemin en alt tabakasına atacaktır[16].
Münafıklar küfürlerini ve Allah Resûlü ile mü’minlere karşı olan kin ve gayzlarını içlerinde saklayıp kimseye sızdırmamaya azami dikkat gösterdiklerinden, aynı zamanda Hz. Peygamber’e inen Kur’ân’ın da her şeyi bilen Allah katından gelmesi sebebiyle gizliliklerinden haber veren bir kitap olduğunu bildiklerinden, haklarında içyüzlerini ortaya koyacak bir ayetin inmesinden korkuyorlardı. Konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: “Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır”[17].
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler.


Münafıklar kendilerince Allah ile, Peygamber ile ve mü’minler ile alay ettikleri gibi Kur’ân’la da alay ederler. Alay etmek, onların en bariz vasıflarından birini teşkil etmektedir. Nitekim kalplerinde olmadığı halde sadece ağızlarıyla iman ettiklerini söylemelerinin sırf mü’minlerle alay gayesine matuf olduğunu bizzat kendileri itiraf etmişlerdir[18]. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O’nun ayetleri ile ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyorsunuz. Boşuna özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azab edeceğiz”[19]. Kur’ân, kafirlerin inkarlarını, nefretlerini ve ziyanlarını arttırdığı gibi münafıkların da kalplerinde taşıdıkları küfür, şüphe ve nifak hastalıklarını artırmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler. Bu gibi kimselerin Allah Te’âlâ, kalplerini ve kulaklarını mühürlediği ve gözlerinde de perde bulunduğu için bunlara korkutma ve uyarı asla fayda vermeyecek dolayısıyla bunlar imana da gelemeyeceklerdir[20]. Hz. Muhammed’e inen Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunda şüphe eden kafirler için yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş hazırlanmıştır[21]. Allah’ın ayetleri hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar Allah’a gizli kalmayacaklar, kıyamet günü ateşe atılacaklar ve kendilerine gelen kitabı inkâr edenler bunun sonucuna katlanacaklardır[22].

Dipnotlar
[1] el-Ahzab, 33/77.

[2] Elmalılı, V/3934.

[3] el- Haşr, 59/21.

[4] en-Nisa, 4/136.

[5] En-Nisa, 4/136.

[6] el-Enfâl, 8/2.

[7] et-Tevbe, 9/124.

[8] el- Bakara, 2/2.

[9] el- Bakara, 2/185.

[10] el- Bakara, 2/185.

[11] el-İsra, 17/9.

[12] el-Ahkâf, 46/12.

[13] Al-i İmrân, 3/64.

[14] en-Nisa, 4/136.

[15] en-Nisâ, 4/47.

[16] en-Nisâ, 4/145.

[17] et- Tevbe, 9/64.

[18] el-Bakara, 2/14.

[19] et-Tevbe, 9/65-66.

[20] el- Bakara, 2/6-7.

[21] el- Bakara, 2/23-24.

[22] Fussilet, 21/40-41.




Devamı
Kur'ân-ı Kerim Kime Nasıl Hitap Eder

Dr. Emine Gümüş Böke



Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekkeliler, putperest idiler. Mekke’de umumi putlardan başka her ailenin kendi evinde taptığı özel putu vardı. Putperestlik ruhlarına o kadar işlemişti ki putları Allah katında şefaatçi olarak benimsiyorlar ve onlara kulluk edip hürmette bulunuyorlardı. Kur’ân’ı Kerim ise Allah’tan başka hiçbir ilahın olmadığını bildiriyor; tapılmaya layık olan ilah’ın tek ve bir, samed yani hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan, doğurmamış, doğmamış ve hiçbir dengi bulunmayan Allah olduğunu haykırıyor[1]; şirki ve putperestliği kökünden reddederek bütün putların cehennem odunu olduklarını, eğer ilâh olsalardı cehenneme düşmeyeceklerini söylüyordu[2].
Kafirler, Kur’ân-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu kabullenmedikleri için onu beşer sözü olarak algılamışlar, bu sebeple ona değişik yakıştırmada bulunmuşlardır. Dinleyenleri, kendilerinden geçecek derecede tesiri altına alması sebebiyle Kur’ân’a sihir demişlerdir. Diğer taraftan onlar Kur’ân-ı Kerim’i dinlemek istemedikleri gibi, onun başkaları tarafından da dinlenilmesini istemediler. Buna engel olmak için ellerinden geleni yaptılar. Resulullah konuşmaya başladığında kimse onun sesini duymasın diye gürültü yapmak kafirlerin bir taktiği idi. Onlar Kur’ân’ın etkili bir kelam olduğunu, onu tebliğ eden kimsenin de yüce bir kişiliğe ve etkileyici bir hitabet yeteneğine sahip bulunduğunu, dolayısıyla dinleyenlerin muhakkak surette onun tesiri altına gireceğini biliyorlardı. Kur’ân-ı dinlemeye tahammül edemeyen kafirler onun manasını anlamaları da şüphesiz mümkün değildir. Allah Teâlâ, bizzat kafirlerin şöyle dediklerini bildirmektedir: “(Kafirler) dediler ki: Bizi çağırdığın şeye (Kur’ân’a) karşı kalplerimiz örtüler (ekine) içindedir. Kulaklarımızda da bir ağırlık (vakr) vardır. Bizimle senin aranda bir perde (hicab) bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız”[3]. Onlar bu durumu kendilerine huy edindiklerinden Allah Teâlâ da onların kalplerini Kur’ân’a karşı perdeli, kulaklarını da sağır etmiştir[4].
Kur'ân-ı kerim, kendisine inanan ve davetine kulak veren mü’minler için bir öğüt, bir rahmet ve bir şifa iken, kendisine inanmayan, davet ettiği gerçekleri kabule yanaşmayan ve ondan, aslandan kaçar gibi kaçan kafirler için bir üzüntü, bir pişmanlık vesilesidir.
Allah’ın kalplerinin üzerine perdeler koyması, onların gerçeği anlama kabiliyetlerinin kapalı olduğunu göstermektedir. Bu kabiliyetlerini kapatan da kendi tutumları, isteksizlikleri ve cehaletleridir. Dolayısıyla Kur’ân-ı kerim, kafirler için dünya ve ahret hasret ve nedamet vesilesi olduğu gibi, aynı zamanda onların sapıklık, hüsran ve ziyanlarını da artırır. Bu gerçekle ilgili olarak ayet-i kerimede :“Biz, Kur’ân’dan öyle öyle bir indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır”[5] buyurulmuştur. Bir diğer ayette ise, inen her bir surenin mü’minlerin imanlarını artırıp onları sevince boğduğu, kalplerinde hastalık bulunan kafir ve münafıkların inkar ve pisliklerini arttırdığı ifade edilerek : “O (Kur’ân) kalplerinde hastalık olanların iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip artırmış ve onlar kafirler olarak ölmüşlerdir”[6] buyurulmuştur.
Kur’ân-ı kerim, kendisine inanan ve davetine kulak veren mü’minler için bir öğüt, bir rahmet ve bir şifa iken, kendisine inanmayan, davet ettiği gerçekleri kabule yanaşmayan ve ondan, aslandan kaçar gibi kaçan kafirler için bir üzüntü, bir pişmanlık vesilesidir. “Muhakkak ki o (Kur’ân), kafirler için bir (hasret) iç yarasıdır”[7] ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’i bir takım parçalara bölerek bunların bazısına inanıp bazısına inanmayan kimselerden bahisle şöyle buyurmaktadır: “Nitekim biz, (Kur’ân’ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. Onlar Kur’ân’ı bölüp ayıranlardır. Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz” [8].
Kur’ân Allah’tan gelen ve içinde asla şüphe bulunmayan bir kitap olmasına rağmen, kalpleri imandan nasip alamamış kafirler, ondan sürekli şüphe etmişlerdir. Onun “bu bir beşer sözüdür”, “kahin sözüdür”, “şair sözüdür”, şeklinde içlerindeki şüpheyi dile getirmişlerdir. Allah Teâlâ, kafirlerin bu durumyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “ İnkar edenler, kendilerine o saat (ölüm veya kıyamet) ansızın gelinceye, yahut da (kendileri için hayır yönünden) kısır bir günün 8bedir veya kıyamet) azabı gelinceye kadar o (Kur’ân) hakkında hep şüphe içinde olacaklardır[9]. Kafirlerin bu kuşku ve şüphelerinin kaynağı, imanın aydınlığa ulaşamamış kalpleridir. İmandaki doğruluğu ve gerçeği göremeyen hasta zihinleridir. Kur’ân-ı Kerim, “Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcı (nezir) dir” [10] ayetinde “nezir” olarak tavsif olunmuştur. Nezir (uyarıcı) olmak, bütün peygamberlerin ortak vasfıdır. Dolayısıyla Kur’ân, kendisini yalanlayan, içerisinde yer alan emirler ile amel etmeyenleri, kendilerinden yüz çevirenleri dünyada rüsvaylıkla, ahrette de ebedi ateşle korkutur.
Kur’ân Allah’tan gelen ve içinde asla şüphe bulunmayan bir kitap olmasına rağmen, kalpleri imandan nasip alamamış kafirler, ondan sürekli şüphe etmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerimin muhataplarının bir tarafını insanlar oluşturduğu gibi bir tarafını da cinler oluşturmaktadır. Kur’ân onlara da hitap eder ve onların da dünya ve ahret mutluluklarını sağlamayı hedefler. Bizim peygamberimiz tüm insanların peygamberi olduğu gibi, cinlerin de peygamberidir. Kur’ân-ı Kerim ve hadisi şerifler, insanlardan ayrı ve farklı olarak cin adı verilen yaratıkların varlığını açık olarak bildirmektedirler. Görünmeyen varlıklar olarak cinler de insanlar gibi sadece Allah’a kulluk etmek için yaratılmışlardır. İslâm’a göre cinler akıl sahibi olmaları sebebiyle peygamberlerin tebliğlerine muhatap olmuş mükellefiyet sahibi varlıklardır. Kur’ân-ı Kerim’de onların Hz. Musa’ya iman ettikleri; daha önce ve daha sonra gönderilen peygamberlerin davetlerine de muhatap oldukları haber verilmektedir[11]. Cinler de insanlar gibi hidayet ve dalâlete msait sorumlu varlıklarıdrç Bir kısmı Müslüman olduğu halde bir kısmı yoldan çıkmışlardır. Dünyadaki yaptıkları işlere göre ahrette cennete veya cehenneme gireceklerdir. Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre cinler, Peygamberimize gelmişler, onun okuduğu Kur’ân’ı dinlemişler, iman etmişler ve kavimlerine de imana ve onunla amel etmeye çağırmışlardır.
Kur’ân’ın indirilişiyle beraber gökler koruma altına alınmıştır. Böylece vahiy de korunarak hem gökte hem de yerde şeytanların vahye müdahalesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu sebeple Kur’ân’ın şeytan veya kahin sözü olması mümkün değildir.
Hz. Peygamber’in bi’setinden ve Kur’ân’ın inmeye başlamasından sonra göklere çıkıp bir takım haberleri çalıp[12] kahinlere ve sihirbazlara ulaştıran cinlerin ortaya çıkmaları yasaklanmıştır. Kur’ân’ın indirilişiyle beraber gökler koruma altına alınmıştır[13]. Böylece vahiy de korunarak hem gökte hem de yerde şeytanların vahye müdahalesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu sebeple Kur’ân’ın şeytan veya kahin sözü olması mümkün değildir. Şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim mükemmel bir kitap olarak; insanları ve cinleri kemâle erdirmeyi gaye edinmiştir. Onun nurundan sadece ona inananlar ve onun klavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler.

Dipnotlar

[1] el-İhlâs, 112/1-4.
[2] el-Enbiyâ, 21/98-99.
[3] Fussilet, 41/5
[4] el-En’âm, 6/25-26; el-İsrâ, 17/45-46,
[5] el-İsrâ, 17/82.
[6] et-Tevbe, 9/124-125,
[7] el- Hâkka, 69/50.
[8] Hicr, 15/90-93.
[9] el-Hacc, 22/55.
[10] Fussilet, 41/4.
[11] el-Ahkâf, 46/30.
[12] es-Saffât, 37/8.
[13] es-Saffât, 37/6-7.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAHA ve RASULÜNE inanan ve rehberimiz olan Kur’âna inanmak durumundayız..
Kur’anı Kerim muhatap olduğu müminleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder elhamdulillah.... Bununla ilgili olarak ayeti kerime şöyle buyurulmaktadır,,, Müminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir,,,

ALLAH c.c razı olsun paylaşım değerli açıklayıcı,çok güzeldi....
emeklerine sağlık Muhtazaf bey....
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
ALLAH c.c. cümlemizden razı olsun. Muhtereme adminim. Rasulün sancagının altında toplanmayı nasip etsin inşa-ALLAH.
 
Üst Alt