Dosdoğru Olmak

faruk islam

Özel Üye
DOSDOĞRU OLMAK
“O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol!...” (Hûd, 112)
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fermân etmiş ki: sûre-i Hûd’daki [Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!] âyeti beni ihtiyarlattırdı. Çünki ehemmiyeti çok büyüktür. tam dosdoğru olmayı emrediyor.
(Elmalılı Hamdi Yazır, HakDini Kur’ân Dili tefsirinde şöyle izah etmiştir:
Demek ki, Hakk'a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur. Herhangi iş olursa olsun, herhangi hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Böyle olmakla beraber her şeyden önce, bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur; ayrıca onunla ilgili çeşitli noktalardan ilişkisini kesip, sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur. Ve yine istenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu âyette Resulullah'a "beni ihtiyarlattı" dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerektir. Zira buyuruluyor ki: Seninle beraber tevbe edenler de. Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah'ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey müslümanlar Çünkü muhakkak ki O, (yani Rabb'in) bütün yapacağınızı görür. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Görür ve ona göre karşılığını verir; ceza veya mükafat, karşılıksız bırakmaz.

Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir Mefatihul Gayb tefsirinde şöyle açıklamıştır:
Bil ki Cenâb-ı Hak, açıkça vaad ve va'îdde bulununca, bunun peşinden peygamberine, "Emolunduğun şekilde dosdoğru hareket et" buyurmuştur. Bu söz, ister kendisiyle alakalı olsun, isterse vahyin tebliğ edilip, hükümlerin beyân edilmesiyle alakalı olsun, bütün akâid ve amel meselelerini içine alan, umûmî (genel) bir sözdür. Şüphe yok ki, gerçek istikamet (doğruluk) üzere bulunmak cidden zordur.
İşte bu çizgi üzerinde durabilmek zordur. Sonra bununla amel etmek daha da zordur. Binâenaleyh, böylece sabit olur ki, "sırat-ı müstakim"i bilmek, son derece zordur. İyice bilinse bile, onun üzerinde kalabilmek ve ona göre amel etmek daha zordur. Bu makam son derece zor olduğu için Ibn Abbas şöyle demiştir: "Kur'ân'ın tamamında, Hz. Peygamber'e bundan daha zor ve daha meşakkatli gelen, başka bir ayet nazil olmamıştır." Bundan dolayı da Hz. Peygamber (asm): "Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" buyurmuştur.

İmam-ı Kurtubi, El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an adlı tefsirinde Hud suresinin 112. Ayetini şöyle izah etmiştir
"Artık sen de... emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyruğunda hitab Peygamber'e (asm)ve başkalarınadır. Hitab ona olmakla birlikte, maksat onun ümmetidir, de denilmiştir ki bu görüş de es-Süddîye aittir. Bir diğer görüşe göre "dosdoğru ol" Allah'tan, din üzere dosdoğru kalmayı dile ve bunu O'ndan iste diye de açıklanmıştır.
Dosdoğru olmak (istikamet) ise sağa ve sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmek demektir. Buna göre mana; Allah'ın emrini uygulamak üzere dosdoğru yürü, demektir.
Müslim'in Sahih'inde;
Süfyan b. Abdullah es-Sakafî'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ey Allah'ın Resûlü! dedim, İslâm'a dair bana öyle bir söz söyle ki onun hakkında senden sonra hiç kimseye soru sormayayım. Hz, Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol." (Müslim, Müsned, İbn Mace, Darimi)
Darimî Ebu Muhammed de;
"Müsned"inde Osman b. Hâdır el-Ezdî'den şöyle dediğini rivayet eder: İbn Abbas'ın huzuruna girip ona: Bana tavsiyede bulun, dedim. O da: Olur, dedi. Allah'ın takvasına ve dosdoğru istikamet üzere olmaya dikkat et. Tabi ol, bi'atçi olma. (Darimi)

"Beraberinde tevbe edenler de." Yani sen de, onlar da istikamet üzere olun, dosdoğru yürüyün anlamındadır.
Bununla şirkten tevbe edip, İslâm'a giren ve ashabını ve ondan sonra da ümmetinden ona tabi olanları kastetmektedir.Yoksa benim kalbim temiz demekle dosdoğru olunmaz.Kur’an ve sünnet hükümlerini hayata geçirmekle dosdoğru olunur.Birilerine nasihat edip,kedini unutanlara ne demel?Ayetleri ve hasileri yazmak bir yerlerde söylemek veya yazmak ile doğru olunmaz.Bu ancak sapık insanalrın nefislerine uyguladığı yöntemdir.Allah cc dilemedikçe dosdoğruolunmaz.
İbn Abbas der ki:
Rasûlullah (sav)ın üzerine bundan daha ağır ve bundan daha zor herhangi bir âyet inmiş değildir. İşte bundan dolayı Ashab'ı kendisine: Saçların çabuk ağırmaya başladı, dediklerinde, o: "Hûd ve kardeşleri olan diğer sûreler saçlarımı ağarttı" diye cevab vermişti. (Tirmizi)

İmam-ı Taberi tefsirinde şöyle izah etmiştir:
Allah Teala bu âyet-i Kerimede, Resulullah’a (asm) hitabederek "Sen ve seninle birlikte, yaptığı kötülüklerden tevbe ederek hakka yönelen müminler, rabbin tarafından sana emredilen hususlarda dosdoğru olun. Kararlı olun, ondan ayrılmayın, sakın günah işleyerek Allah'ın emrine karşı gelmeyin, kimseye zulmetmeyin, şüphesiz ki rabbiniz, amellerinizi çok iyi görendir. O, sizi gözetlemektedir" buyuruyor.

Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol!
İslam, Müslümanlara ifrat ve tefritten uzak bir düşünce sistemini ve hayat tarzını emreder. Yani Allah, dininin gönderildiği gibi yaşanmasını ister. Uçlara kaymak, bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. Bundan dolayı istikamet/dosdoğru olmak, gerek ihmalkârlığa gerekse aşırılığa sürüklenmemek için çok önemlidir.
Konumuza başlık yaptığımız ayete dönecek olursak: "Sen emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberinde tevbe edenler de dosdoğru olsun. Aşırı gitmeyin çünkü O, yaptıklarınızı görür" (11 Hûd:112) buyuran Yüce Allah, âdetâ ana hatlarıyla şunların altını çiziyor:
"Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Senin her işte Kur’an’da emrolunduğun gibi, sırâtı müstakîm üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta, aldığın vahye uyman, Kur’an ahlakı ve ahkâmı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır. Bundan dolayı sen, sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah’a havale et de gerek mü’minlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkıyla doğru ol ve doğruluktan ayrılma."

Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, dosdoğru olmak, istikamet üzere bulunmak, Kur’an’ın ortaya koyduğu doğruları hayat haline getirmekle mümkündür. Rasülullah, bu emir doğrultusunda âdetâ "yaşayan Kur’an", başka bir ifade ile "Kur’an’ın etekemiğe bürünmüş şekli" olarak bizler için "MODEL" olmuştur. Bu gerçekler bize açıkça haykırıyor ki, Ey Müslüman! Doğruluğu, beşerî ideolojilerde arama. Vahyin ışıklarından beslenmeyen akıllar, doğruyu bulmada yanılgıya düşerler. Doğruyu Allah’ın Kitabı ve Kitab’ın kendisinde bedenlendiği Peygamberinde bulabilirsin. Bu doğrunun adı da "Sırâtı müstakîm"dir.
Günde kırk defa namazlarında okuduğun Fatiha’da "ihdina’s sırada’l müstakîm/dosdoğru yola ilet" diye Allah’tan istekte bulunmana rağmen, İslam dışı dünya görüşlerinden ve hayat tarzlarından medet umman, onların peşine takılman nasıl izah edilebilir?
Bu anlayışı, mü’minlik iddianın neresine koyuyorsun?
İşte Rasülullah (s.a.v.)’ın endişesi, ümmetinin Kur’an’ı bir tarafa bırakarak, tâğutların ihdas ettiği ideolojilere sapmaları, doğruları Vahy’in dışında aramaları, ya da uçlara kaymalarıdır. Nitekim böyle yapanları kıyamet gününde Allah’a şöyle şikayet edecektir:
"Peygamber dedi ki;
Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı terk ettiler" (25 Furkan:30).
Demek ki, istikamet, normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. şu halde müstakîm olabilmek için sürekli uyanıklığa ve ebedî düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını Kitap’tan ve Sünnet’ten iyice araştırıp yön tayin ettikten sonra, dosdoğru yoldan yürümeye eğilmeyen beşerî zaaflarımızı da zabturapt altına almamız gerekir.
Enes b. Malik’in (r.a) naklettiği bir hadiste;
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Kişinin imanı müstakîm olmaz kalbi müstakîm olmadıkça, kalbi dosdoğru olmaz dili dosdoğru olmadıkça."
Bu hadis, istikametin; içiyle dışıyla, özüyle sözüyle doğru olmak demek olduğunu açık bir şekilde dile getirmektedir. Ulu Önderimiz Nebi (s.a.v), ashabına bir gün şöyle seslendi:
"Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, anaya babaya itaatsizlik etmek ve yalan söylemektir."
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, istikamet doğruluk, sözde, düşüncede ve davranışta gerçekleşir. Allah’tan gerçek manada korkmak, iyiliğe yönelmek, rahatlık ve gönül huzuru duymak, ancak istikametle mümkündür. Doğrular en güç ve çetin işleri, doğrulukları sayesinde başarabilmişlerdir.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin." (33 Ahzab:70)
ayetinin tefsirinde Kâsımî şunları söylemektedir:

"Doğruluk/istikamet, her türlü saadetin kaynağı ve bütün bir kemâlin temelidir. İstikamet, bütün mükemmelliklerin sebebi olan kalbin saflaşmasıdır. Bu saflaşmanın her ne kadar takva ile gerçekleşmesi mümkün ise de, yalandan kaçınma olan doğruluğun ve istikametin, kendi başına üstünlüğüne ayette ayrı bir cümle halinde yer verilmiştir."
Karşılıklı ilişkilerde, istikamet üzere olmak da şarttır.

"Onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru hareketlerde bulunun" (9 Tevbe:7)

ayeti bize bu prensibi hatırlatıyor. "Doğrularla beraber olun.
Kısaca, istikamet üzere olmak ve müstakîm kalabilmek,

"İşte benim doğru yolum bu, ona uyun! Başka yollara uymayın" (6 En’am:153)
İlâhî emrine kulak verip istikamet üzere olanlara.
"Ey Rasûlüm! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"
Allah senden nasıl olmanı istiyorsa öylece ol! Allah senden nasıl bir kulluk istiyorsa öylece Rabbine kulluk yap!
Kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde yamulmadan, inhiraf etmeden, eğrilmeden, kaçamak yapmadan, yan çizmeden Rabbinin emirlerini yerine getir!

Tüm insanlığa örnek olacak dosdoğru bir Müslümanlık sergile diyordu İmanıyla, takvasıyla, teslimiyetiyle, ameliyle, bireysel, sosyal ve ailevî yönüyle kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak
Müslümanca bir yaşantı biçimi sergile İnsanlığın örnek alıp uyguladıkları zaman cennete, reddettikleri zaman da cehenneme gidecekleri bir örnek kulluk sergile
Bu yolun pratiğini ortaya koy diyordu Rabbimiz ona Gerçekten kolay bir şey değildi bu Ama bu zoru başarmalıydı Rasülullah efendimiz Bu zorda yardımcısı, destekçisi Allah’tı ve Rabbimiz yardım etti ona

Doğadaki tüm yaratılmışlar emrolundukları gibi dosdoğrudur.
Bitkilere ve diğer canlılara bakacak olursak; hepsi birer itaat örneğidir ancak bu teslimiyetleri insanınki kadar değerli değildir.
Peki neden?
Allahın emrine ters bir şey yapamazlar, yapmalarına imkan yoktur da o yüzden.
Müminler kimi zaman ağır musibetlerle imtihan olurlarKimi zaman dünya hayatının süsü, yol üzerindeki engellerden biri olarak önlerine çıkar.İman ettik demekle Cennet’e gireceklerini ve imtihan edilmeyeceklerini sananlar, kimi zaman korku ve açlık ile, mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltme ile imtihan olunurlar.
Müminler asla tek parti iktidarında ülke yönetimini biz devralalım.
Önce ekonomiyi vs. düzeltelim, sonra başörtüsü gibi meselelerle ilgileniriz” dememelidir.
Müminler asla “ülke menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapacağız” diyerek Müslüman kardeşinin canını, namusunu, kanını satmamalıdırlar.
Müminler asla “sistemi içeriden fethetme” yöntemine tevessül etmemelidirler.
Belki bu düşünce nefse hoş gelebilir; ama bu yol yol değildir.
Yolcusunu perişan eder, zelil kılar, delalete sürükler.
Bu bizzat Kur’an ifadesiyle Allah (cc)’nın Hud Süresinde bildirdiği üzere zulmedenlere meyletmektir. Akıbeti ise hüsrandır.

Sormak lazımdır müminlere:
Bizim iradelerimizi kimler elimizden aldı?
Kim bizim malımızı-mülkümüzü talan etti?
Kimler bizi dilenciliğe mahkum etti?
Kimler bizi bizim anlamadığımız birtakım tanımların, yaftaların içine hapsetti; kim tanımladı bizi?
Kim ölü toprağı saçtı üzerimize?
Kim toprağımızı, ekmeğimizi, denizimizi, ırmağımızı, otlağımızı, bahçemizi, ormanımızı kirlettikten gayri, zihnimizi de kirletti?
Elimizdeki, dilimizdeki, kitabımızdaki kelime ve kavramlarımızı alıp da bize ‘yeni(!)’, ‘çağdaş(!)’, ‘muasır uygarlık seviyesini yakalamış(!)’ kelime ve kavramları kimler yutturdu?
Kimler bizi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısında ‘hak’ aramaya yöneltti?
Duamızı kim çaldı?
Seherlerde tabiatla birlikte uyanıp, Rablerini zikreden bizleri, gece yarılarına kadar televizyon denen aygıtla halvet kılarak, leş gibi bir uykudan sonra sabahleyin ancak mesaiye geç kalmayacak biçimde kalkar vaziyete bizi kimler getirdi?
Dua yerine, kadın bedeni pazarlayan reklamları kim ezberletti bizlere?
Rızkı Allah’tan bilen biz Müslümanları kim rızkın kulu yaptı?
Hani Allah ekberdi?
Hani Allah Kerimdi?
Hani Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktu?
Hani nerede namusumuz?
Hani Müslümanların hiçbir şekilde pazarlık konusu yapmadıkları şeylerin başında gelen kadın şerefi ve asaleti?
Hani Müslüman kadının saçının bir teli bile haramdı?
Hani kadın, yani namus yüzünden kan akar, savaş çıkardı, ne oldu da kadınlarımızı, kızlarımızı üç beş kuruş kazanç getirecek diye kapitalizmin kokuşmuş ofislerinde modernlik adına soyundurup hizmetçi yaptık?
Kadınlarımızın köyde tarlada çalışmalarını bunun için mi eleştiriyorduk?
Ne çabuk unuttuk aç yatan komşumuzu?
Lükse ayırdığımız paraların izahını ne de kolay yapar olduk böyle?
Müslüman olarak bizler dini yalnızca Allah’a has kılmakla emrolunmuşuz.
Fatiha Suresinde bunu defalarca söylüyoruz. Yalnızca Allah’a ibadet edeceğimizi, O’ndan başka Rab tanımadığımızı, yalnızca Allah’tan yardım beklediğimizi itiraf ve beyan ediyoruz.
Bu bir beyandır.
Bir icap ve kabuldür.
Bir senet imzalamaktır.
Müslüman bu senede, namus sözleşmesine, en fazla sadık kalması gereken insan demek değil midir?
Bizler bu sözleşmeye sadık kalmazsak kimden bekleyeceğiz sadakati?
Biz Müslümanlar olarak ilk etapta yapmamız gereken, gerçek bir adam gibi verdiğimiz söze bağlı kalmak, ağzımızdan çıkan söze kulak vermektir.
Allah’tan başka İlah kabul etmemek, sadece Allah’a ibadet etmek ve yalnızca O’ndan yardım beklemek…

Menfaatler için eğrilerek “Dosdoğru” olunur mu?
Bizlerin Kur'ân-ı Kerîm'i şuurlu okumamız gerekmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm, eğer şuurlu okunursa, mesajları iyi alınırsa, haber verdiği hakikatler ve istikbale ait gerçekler, layık-ı veçhile düşünülürse, insanı, neredeyse vaktinden önce ihtiyarlatır ve ağırlığını hissettirir.
Çünkü inanan insan, ondaki, hem geçmişe, hem bugüne, hem de geleceğe ait haberlerin, gerçeğin ta kendisi olduğunu bilir ve bu, onda büyük bir endişe ve korku meydana getirir.
Zaten Kur'ân-ı Kerîm'de, sık sık bahsedilen takva da, bu mânâlı endişe ve korkunun tek kelimeyle anlatımından ibarettir.
“Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir.
Asıl iyilik Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namazı kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur.
İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır.”(Bakara–177)
“İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”(Kıyamet–36)
“Verdikleri sözlerden caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık.
Onlar kelimelerin anlamlarını değiştirirler, kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını unuturlar.
Pek azı dışında, onlardan sürekli ihanet görürsün. Yine de onları bağışla, yaptıklarına aldırış etme.
Hiç şüphesiz Allah iyi davrananları sever.”((Maide–13)
“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti).” (Saff 2–3)
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.(Hud–112)
"Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir" (Ahkaf–13)
gibi âyet-i kerimeler, Peygamberimizin hayatının her ânında yaşantı haline dönüşmüş olan ilâhi buyruklardır.
Kendisine nasihat etmesini isteyen şahsa Hz Peygamber’in verdiği cevabın "Allah’a inanandım de" sonra dosdoğru ol” şeklinde olması da doğruluğa verdiği önemi göstermeğe kâfidir.
Dosdoğru olmak için vahye kulak vermek gerekir.
Dosdoğru olmak için hayatımızda zikzaklar olmaması lazım.
Dosdoğru olmak için ilkelerimizden taviz vermemiz gerekir.
Dosdoğru olmak için Peygamberin yoluna sımsıkı sarılmamız gerekir.
Dosdoğru olmak için Allah’ın çizdiği sınırlara riayet etmemiz gerekir.
Dosdoğru olmak için yaşantımızda,kararlarımızda adil olmamız gerekir.
Dosdoğru olmak için sevgimizi ve buğzumuzu Allah için yapmak gerekir.
Dosdoğru olmak için Kur’an’la,peygamberle irtibatımızı koparmamamız gerekir.
Peygamberim! Sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"
Yâni sen dosdoğru ol! Ama seninle beraber olanları da, sana tâbi olanları da kendin gibi dosdoğru hale getir!
Seninle birlik olanlar da aynen senin gibi dosdoğru olsunlar!
Allah’ın Rasülü zaten kendisi dosdoğruydu, ama kendisine tâbi olanları da aynen kendisi gibi dosdoğru yapma derdi var ya, işte Allah’ın Rasülünün belini büken dert buydu
Onu ihtiyarlatıp saçlarını ağartan endişe buydu işte Sadece kendisinin doğruluğu istenseydi iş kolaydı, ama beraberindekilerin de dosdoğru hale getirilmesi isteniyordu ondan
Evet yanındakileri dosdoğru hale getirme derdi Allah’ın Rasülünün bile belini bükerken, onun mübarek saçını, sakalını ağartırken ya biz ne yapacağız?
Ya bizim beraberimizdekiler?
Ya bizim çevremizdekiler?
Ya bizim hanımlarımız?
Ya bizim analarımız?
Babalarımız?
Ya bizim çocuklarımız?
Ya bizim komşularımız?
Ya bizim dükkanımızdakiler?
Biz de aynen Allah’ın Rasülü gibi onları da dosdoğru hale getirme derdiyle uykularımızı kaybedecek duruma gelebildik mi?
Biz de bunun sorumluluğunu omuzlarımızda hissedebildik mi?
Çevremizdekilerin dirilmeleri adına çareler aramaya koşabildik mi?
Yoksa ne yapayım beceremiyorum diyerek yan çizmeye mi kalkıştık?
Yoksa onları diriltme konusunda bir kaç gün uğraştık da sonunda usanıp bunlar adam olmuyorlar diye kırıp döktük mü onları?
Allah’ın Rasülünün elinde de vardı kırıp dökmek ama Allah’ın Rasülü bunu asla kullanmamıştır
Taif’ten dönüşünde kan revan içinde bile meleğin kendisine teklifi karşısında onun cevabını çok iyi biliyoruz.
Nesillerinden bir tek kişi bile iman edecekse Ya Rabbi onları helâk etme! Diyordu.
Öyleyse biz de ana babalarını kaybettiklerimizin çocuklarını kazanmaya çalışalım.
Mü'minleri müminleştirmede, kâfirleri İslâmlaştırmada Allah’ın Rasülü ne kadar hârisse biz de öyle olmaya çalışalım.
Allah’ın Rasülünün belini büken sorumluluğu biz de üzerimizde hissedelim.
Çoluk çocuğumuzu, hanımlarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı İslâmlaştırma derdi bizim de belimizi büksün.
Biz de hem kendimizi dosdoğru yapmaya, hem de çevremizdekileri dosdoğru hale getirmeye çalışalım.
Dosdoğru olma bize Fâtiha’yı hatırlatır Orada dosdoğru yol Kur’andı, Kur’an’ın hidâyetine tâbi olmaktı.
O halde peygamber (as) da onun yolunun yolcusu olan bizler de sürekli bu kitapla beraber olacak, yolumuzu bu kitapla bulacak ve bu kitabın tarif ettiği gibi dosdoğru olmaya çalışacağız.
Bütün ahlâkî vasıfları kendinde toplayan istikamet (doğruluk), dürüstlük ve adaletten ayrılmadan, aşırıya kaçmadan, her işimizde ölçülü olmayı ifade eder.
Allahü Teala, peygamberlerini insanlara doğruluk örneği olarak takdim etmiştir. Bundan dolayı doğruluk peygamberlerin yüce ahlâkı, aynı zamanda müslümanların da ortak özelliğidir.
Çünkü müslümanların gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu nedenle Allah (cc), Kur’an’ın daha ilk suresinde müslümanlara:
“Bizi doğru olan yola ilet” (1 Fatiha, 6)
duasını öğretmektedir.
Ayetin devamında ise bu yolun kendilerine nimet verdiklerinin (peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, salih kulların) yolu olduğu açıklanmıştır.
En’am suresinin 151-153 ayetlerinde Allah (cc) doğru yolunun neler olduğunu kısa ve öz olarak şöyle sıralamaktadır:
1 O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın
2 Anababaya iyilik edin
3 Fakirlik yüzünden evlatlarınızı öldürmeyin
4 Kötülüklerin (zina gibi) açığına da gizlisine de yanaşmayın
5 Haksız yere adam öldürmeyin
6 Yetim malına yaklaşmayın
7 Ölçüyü ve tartıyı tam ve denk tutun
8 Kimseye gücünden fazla birşey teklif etmeyin
9 Konuştuğunuz zaman hep adaleti gözetin
10 Allah (cc)’a verdiğiniz sözü yerine getirin
Kulluk kitabımızın değişik ayetlerinde doğruların ve takva sahibi kişilerin:
Allah’a iman edenler, salih amel işleyenler, akrabaya, yetime, yoksula infak edenler, namaz kılıp zekat verenler, sözünde duranların ve sabredenlerin olduğu belirtilmektedir.
O halde istikamet (doğruluk) kendini sözde, davranışta ve düşüncede göstermesi gerekir.
Allah (cc), sözde doğruluğun önemini:
“Ey inananlar! Allah’tan korkun Doğru söz söyleyin” (33 Ahzab, 70)
ayetiyle belirtmektedir.
Buna göre müslüman önce Allah’tan korkmalı yani, her türlü şirki, isyanı, günah ve haramları terketmeli sonra yalandan, şüphe ve zandan, dedikodu ve gıybetten uzak durup sözünde dosdoğru olmalıdır
Davranışta doğruluğun önemini ise, Allah (cc):
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (11 Hud, 112)
ayetiyle göstermektedir.
Yine Allah (cc):
“Ey inananlar! Allah’tan korkun Doğrularla beraber olun” (9 Tevbe, 119) buyurmaktadır.
Buna göre müslümanlar Allah’ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbetlerinde bulunursa, Allah (cc) onların doğru yolu bulmasını kolaylaştırır.

Başta peygamberler olmak üzere salihler, sıddıklar ve müslümanlar tarih boyunca hep doğruluğun mücadelesini vermişlerdir.
Çünkü doğruluğun önünde nefis ve şeytan gibi iç engellerle, çevre ve toplum gibi dış engeller vardır
Özellikle şeytan:
“İnsanları doğru yoldan uzaklaştırmak için devamlı çaba harcamakta, ön, arka, sağ ve soldan insanlara girmeye çalışmaktadır” (7 Araf, 16-17)
Bundan dolayı inananlar doğruluk mücadelesini önce içindeki düşmanlarına karşı vermek zorundadır.
Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma,
Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma
Ahlâk, insan ve toplumun sınırlı bir iki alanına hapsedilmeyecek kadar geniş, sorumluluklarımızı ifade eden bir kavramdır.
Dinin bir yönü inanç ise diğer bir yönü de ahlâktır, zira ibadet bile her şeyden önce ahlâkî bir görevdir.
Kendi konumunu bilme, nimeti kavrayabilme, minnet hissetme, teşekkürünü yapabilme, nankörlük duygusunu yenebilme, yanlışa düştüğünde pişmanlık duyabilme gibi özellikler ibadetin özünde gizli olan ahlâkî özelliklerdir.
İbadet ve ahlâk birbirinin sağlamasıdır, birinin olup diğerinin olmaması yanlışlığı gösterir.
Ahlâkın bu geniş boyutu düşünüldüğünde;
Hz. Muhammed’in,
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim,” sözü gerçek anlamını bulur.
Peygamber’in izinde olmak güzel ahlâk üzere yaşamaktır ancak günümüz yaklaşımları bu ahlâkın değil yaşanmasını, kavranmasını bile güçleştiriyor.
Acaba hangi anne-baba çocuklarına, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kılıcının kabzasında yer alan şu sözleri tavsiye eder?

“Sana zulmedeni sen affet. Sana küsüp yüz çevirene sen git. Sana kötülük edene sen iyilik et. Ve senin aleyhine de olsa doğruyu söyle.”

Toplumda etkisini hissettiren ben-merkezci yaklaşımlar, mevcut sosyal yapıyı eleştiren pek çok kişide bile rahatlıkla gözlenebiliyor.
Popüler bazı değerler, kültürümüzün temel değerlerine ne kadar aykırı olsalar bile davranışlarımız içine rahatlıkla girebiliyor.

Toplumumuzda millet olarak sahip olduğumuz olumlu özellikler İslâmiyet’in ahlâk ilkeleriyle birleşmiş ve bir rol-model olarak Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsında terbiyemizin merkezinde yerini almıştır.

Doğruluk,Allah’a imandan sonra dile getirmiş ve doğrulukla Allah’a iman arasında bir bağlantı kurmuştur.
NEBİ sav yine bir başka hadisinde;
“Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birre (iyiliğe), o da sizi cennete ulaştırır.
Kişi doğru olur ve daima doğru iş yaparsa Allah katında sıddıklardan yazılır.
Yalandan sakınınız. Yalan da insanı günaha, o da cehenneme götürür.
Kişi durmadan yalan söyler ve yalan üzere iş yaparsa Allah katında yalancılardan yazılır.” buyurmuştur.

Selam olsun doğrulara ve doğruluktan şaşmayanlara...
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

AyBuKe

Yönetici
Eski konu fakat çok.kiymetli konu.mukemmel
Herkes okumali,herşey detaylı yazılmış maşallah.
Çok sağolun.
 
Üst Alt