şefaat ve çeşitli yanlari

faruk islam

Özel Üye
ŞEFAAT VE ÇEŞİTLİ YANLARI
ŞEFAAT MESELESİ VE ÇEŞİTLİ YÖNLERİ
Şefaat meselesi, Kur'ân-ı Kerîm'de o kadar çok ve öylesine tafsilatlı şekilde geçmiştir ki, bir kişi için, şefaati kimin yapabileceği, kimin yapa­mayacağı, hangi durumlarda yapabileceği, hangi durumlarda yapamaya­cağı, kimin için yapabileceği, kimin için yapamayacağı, kimin için yararlı olduğu ve kimin için yararlı olmadığı gibi konulan öğrenmemiz hiç de zor olmayacaktır. Dünyada insanların kötü yola düşmelerinin sebepleri arasında, şefaat ile ilgili yanlış fikirleri de yer aldığı için, Kur'ân-ı Kerîm bu meseleyi öylesine etraflıca açıklamıştır ki, hiç bir tereddüt veya şüphe­ye mahal bırakmamıştır. Mesela, Bakara sûresinin 225. ayetine bakalım:
"Göklerde ve yerde olan şeyler O'nundur. İzni olmaksızın O'nun nez­dinde şefaat edecek yoktur. Yarattıklarının önünde ve arkasında olanı (geleceklerini ve geçmişlerini) bilir... İnsanlar O'nun ilminden, O'nun is­tediğinden başkalarını kavrayamazlar."
Allah Katında Kimsenin Sözü Geçmez
Yukarıdaki ayetin ilk bölümünde sözde ermiş, evliya, tanrı, melek ve diğer büyük kimselerin Allah nezdinde makbul olup, istedikleri kimseler için şefaatte bulundukları, O'na istedikleri şeyi yaptırdıkları yolundaki müşriklerin yanlış inançları toptan reddedilmiştir. Burada deniliyor ki Al­lah'a zorla bir şey yaptırmak şöyle dursun, en sevdiği peygamberler ve melekler O'nun yanında ağızlarını bile açmaya cesaret edemezler. Âyet-i kerimenin ikinci bölümünde bahsedilen hakikat, şirkin temeline bir darbe daha vurmaktadır. İlk bölümde Allah'ın sonsuz ve rakipsiz hakimiyetinin önemi belirtilmek suretiyle, hiçbir kimsenin O'nun kararını etkilemeyece­ğine işaret edilmiştir. İkinci bölümde de, meseleye başka bir açıdan yakla­şılıyor ve deniliyor ki, Allah'ın işlerine kimse karışamaz, çünkü, onlarda kâinat ve bunun hikmetini anlayacak bilgi kaynaklan yoktur. İster insan olsun, ister melek, cin veya başka yaratıklar olsun, hepsinin bilgisi kıt ve sınırlıdır. Bunlardan hiçbiri kâinatın sonsuz gerçeklerini anlayacak bilgiye ve güce sahip değildir. Ayrıca, en küçük meselelerde dahi kullar Allah'a müdahale etmeye başlar ve olur olmaz şeylerle ilgili olarak başkaları için tavsiye ve şefaatte bulunmayı sürdürürlerse bütün kainat'ın nizamı ve me­kanizması bozulmuş olacaktır. Bu tür müdahaleler büyük meselelere ka­dar sıçrayabilir ve tek Allah fikri ortadan kaybolur. Dünya ve kâinatın dü­zeni bir yana, kullar kendi kişisel ve ailevi sorunlarının üstesinden bile ge­lecek durumda değillerdir. Halbuki, Kâdir-i Mutlak hem onların hem bü­tün dünya ve kâinatın işlerini ve onların ardındaki hikmeti çok iyi bilmek­tedir. Bu itibarla kulların, ilmin ve marifetin en büyük ve yegâne kaynağı olan, Cenab-ı Allah'ın hidâyetine ve talimatına uymalarından başka çare­leri yoktur.
Azaba Lâyık Olanlar İçin Şefaat Yoktur
En'âm suresinin bir ayeti şöyledir:
"Ve şefaatlerini beklediğiniz şeyleri sizinle beraber görmüyoruz. An­dolsun onlarla aranızda münasebet kesilmiştir. Ma'but zannettiğiniz siz­den kayboldu." (Âyet; 94)
Aynı sûrede, bir başka yerde şöyle denilmiştir:
"Rabblerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an ile inzar et. Onlara Allah'tan başka dost ve şefaatçi olmadığını söyle. Ta ki, ittika edip Allah'tan sakınalar." (Âyet; 51)
Demek oluyor ki, kendilerini dünyanın cazibesine ve diğer işlerine kaptıranlar, kıyamet gününün gelmeyeceğini ve Allah'ın huzuruna hiç çıkmayacaklarını zannedebilirler. Böyle kimselere ne denilirse boştur. Her­hangi bir nasihat faydalı olmaz. Aynı şekilde, dünyada istediklerini yapa­bileceklerini ahirette kendilerine hiçbir zarar gelmeyeceğini, zirâ, kendile­ri için Allah'a başkalarının aracı olacağını ve kendilerini cezalardan kurta­racaklarını sananlar da herhangi bir nasihate kulak asmazlar. A'raf sure­sinde şöyle buyurulmuştur:
"İllâ onun te'vîlini mi gözetiyorlar? Onun te'vîli geldiği (haber verdi­ği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: 'Doğrusu Rabb'imizin elçileri gerçeği gelirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefâat etsinler, yahut tekrar geri döndü­rülüp dünyâya gönderilmemiz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıkları­mızdan başkasını yapalım?' Onlar, kendilerini ziyâna soktular ve uydur­dukları şeyler kendilerinden saptı. Kaybolup gitti." (Âyet; 53)
"Onun (Allah'ın) izni olmadan hiçbir kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na ibadet edin. iyice düşünüp ibret almaz mısınız?" (Âyet; 3)
Aynı sûrenin 18. ayetinde şöyle buyurmuştur:
"Onlar Allah'tan başka, kendilerine ne zarar ne de faydası olmayan şeylere taparlar. Ve, 'Bunlar, Allah yanında bizim şefaatçılarımızdır' der­ler. De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'a bilmeyeceği bir şey mi haber veri­yorsunuz? ' O, sizin şirk koştuklarınızdan münezzehtir, çok yücedir." (Âyet; 18)
Cenâb-ı Allah'ın bir şeyden habersiz olması, o şeyin varolmaması de­mektir. Çünkü varolan her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir. Burada aslın­da ince ve zarif bir ifade kullanılmış ve şefaatçiler, "Allah'ın bilmeyeceği bir şey" olarak tarif edilmişlerdir. Yani, Allah "şefaatçi" diye bir şey tanı­mıyor ve bu sebeple, bunlardan bahsetmek gereksizdir.
"O gün zâlim için acıyacak ve şefaati kabul olunacak kimse yoktur." (Mü'min; 18)
Ayette, kâfirler'in şefaatle ilgili akide ve görüşü açıkça reddedilmiştir. Burada deniliyor ki, zalimlerin şefaati için kıyamette kimse bulunmaya­caktır. Gerçekte, mahşerde kâfir ve zalimlerin şefaatçisi hiç olmayacaktır. Ancak, burada sözün gelişi böyle bir ifade kullanılmıştır. Şefaat izni veril­se de ancak Allah'ın sevgili kullarına verilecek ve bu kullar hiçbir zaman kâfirler ile müşrikler ve zalimlerin dostları olamazlar. Çünkü, kâfir ve müşrikler, şefaatçilerinin çok kuvvetli ve nüfuzlu olduğuna inana gelmişlerdir ve ne olursa olsun mahşerde bu şefaatçiler sayesinde Allah'ın gaza­bından kurtulacaklarına emindirler.Onun için Cenab-ı Allah diyor ki ora­da sözü geçen herhangi bir şefaatçi bulunmayacaktır, hele kâfir, müşrik ve zalimleri kurtaracak kimse olmayacaktır.
Şefaat İçin İzin Gereklidir
Meryem sûresinde şöyle buyurulmuştur:
"Şefaat etmeye ancak Allah indinde söz almış olanlar malik olacak­tır." (Âyet; 87)
Bu ayetin bir anlamı şudur. Ancak müsaade almış olan hakkında şefa­at yapılabilir. İkinci anlamı da şudur. Ancak izin almış olan biri başkası için şefaatte bulunabilir. Ayetin ifadesi bu her iki anlam için müsaittir.
Yukarıdaki ayette geçen Allah kelimesi Arapça aslında "Rahman" ola­rak kaydedilmiştir. Rahman'dan izin almanın anlamı şu olabilir. Dünyada Allah'a iman edip O'nun yakın kulları arasına giren ve O'nun rahmetini kazanmış olan bir kişi şefaata lâyıktır ve ancak o'nun lehinde şefaat yapı­labilir. Demek ki, insanların kendilerine göre şefaatçi bulmaları hiç önem­li değildir. Önemli olan, Allah'ın birini şefaate lâyık görmesi ve şefaatçi olma izni vermesidir.
"O günde şefaat fayda vermez. Ancak kendisine Allah'ın izin verdiği ve şefaat edilmesine razı olduğu kimseninki müstesna. Allah, onların ön­lerinde ve arkalarında olanı bilir. Onların ilmi ise O'nu kavrayamaz." (Tâhâ; 109-110)
Yukarıdaki ayetlerin ilki, iki şekilde tercüme edilebilir. Birincisi yu­karıda tercüme edilen şekildir. İkincisi de şöyledir: "O gün de şefaat fayda vermez. Ancak kendisine Rahman (Allah)'ın izin verdiği ve (başkaları için) şefaat etmesine razı olduğu kimseye fayda verir." Burada kullanılan kelimeler özlü ve geniş anlamlı olup her iki şekilde de tercüme edilebilir. Demek kıyamette, Rahman ve Rahim olan Allah, izin vermezse ne kimse başkaları için şefaatçi olabilir ne de kendisi için şefaate talip olabilir. Mahşerde hiç kimse Allah'ın huzurunda ağzını açamaz ve ne kendisi ne başkaları için şefaate talip olabilir. Ancak Allah izin verdiği takdirde şefa­at gerçekleşebilir. Bu her iki husus Kur'ân'da açıkça anlatılmıştır. Allah bir yandan diyor ki:
"İzni olmaksızın O'nun (Allah'ın) nezdinde şefaat edecek yoktur." (Bakara; 225)
"Rûh ve meleklerin saf olarak huzur-u ilâhîde durdukları günde, on­ların hiçbiri konuşmaz. Ancak Rahman'ın müsaade etlikleri müstesna." (Nebe; 38)
Allah-u Teâlâ bir yandan da şunları bildiriyor:
"Allah onların önünde ve arkalarında olanı bilir. Onlar ancak Al­lah'ın razı olduğuna şefaat ederler. Ve O'nun azametinden korkarlar." (Enbiya; 28)
"Göklerde nice melekler vardır ki, Allah izin vermedikçe ve ona razı olmadıkça hiç kimseye şefaatları fayda vermez." (Necm; 26)
Şefaatin Yasaklanmasının Sebebi
Tâhâ suresinin yukarıdaki ayetinde şefaatin neden kısıtlandığı anlatıl­mıştır. İster melek olsun, ister peygamber ve ister evliya; kimlerin Al­lah'ın huzuruna ne gibi bir dosya ile geldiklerini bilemezler. Bu zâtlar, ki­min dünyada ne yaptığını, nasıl bir karaktere sahip olduğunu ve Allah'a nasıl bir hesap vereceğini kestiremezler. Çünkü onlarda Allah'ın sahip bu­lunduğu bilgi kaynakları yoktur. Bunun aksine, Allah-u Teâlâ, her insanın geçmişini ve geleceğini, karakterinin ne olduğunu, dürüstlük derecesinin ne olduğunu, suçlu olup olmadığını, suçluysa ne kadar cezaya lâyık oldu­ğunu, suçlu değilse nasıl ödüllendirileceğini en ince ayrıntılarına kadar bilmektedir. Böyle bir durumda melekler, peygamberler ve evliyalar, iste­dikleri kişiler için şefaat edemezler. Bilindiği gibi, bir daire veya iş yerin­de, alt seviyedeki bir müdür veya memur, istihdam veya başka konularla ilgili olarak bütün dost, arkadaş ve yakınları için torpil kullanmaya çalışır­sa bunun haddi hesabı olamaz ve iş yerinin bütün mekanizması ve çalışma düzeni bozulmuş olur. Böyle küçük bir düzeyde Kâinatın Sahibi'nin huzu­runda herkesin şefaat etmesi ve bunun kabul edilmesinin ne kadar tehlike­li ve zararlı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Şefaat serbest bırakıldığı takdirde Allah'ın huzurundaki manzarayı gözünüzde bir canlandırın. Bin­lerce, on binlerce ve hatta milyonlarca kimsenin Arş-ı Alâ'da toplanıp hem kendi hem başkaları için yalvardıklarını düşünün. Bu kargaşada kimin ne olduğu, kimin nasıl şefaat edileceğini gözden geçirin. Orada şefaatçilerin, şefaat ettikleri kişilerin geçmişi ve karakterini pek iyi bilmediğinden emin olabilirsiniz. Dünyada yüksek bir mevkide bulunan bir amire emri altında­ki memur ve personel için tavsiye filan geldiği zaman, bu yetkilinin tavsiyeciye sorduğu sorular şu şekilde oluyor: Siz bu adamı iyi biliyor musu­nuz? Karakterini incelediniz mi? Yeterince güvenilir bir kişi midir? ondan bir zarar gelmeyeceğinden emin misiniz? Ayrıca, eğer bu âmir tavsiye edilen kişinin ne mal olduğunu biliyorsa onu derhal tavsiyeciye geri gön­deriyor ve diyor ki, "Bu adamın ne kadar yalancı nankör, tembel, hırsız, rüşvetçi ve ahlâksız olduğunu bilmiyor musunuz?" Amir işte bu bilgisine dayanarak, azarlayıcı bir tavırla, tavsiyeciye der ki, "Vallahi sizden böyle bir kişi için tavsiyede bulunmanızı beklemiyordum. Lütfen böyle kimseler için tavsiyede bulunmayın[2]". Bu küçük misalden, söz konusu ayette şe­faat için ilgili zikredilen kaide ve kuralların ne kadar doğru ve yerinde ol­duğu anlaşılacaktır. Şefaatin kapısı tamamıyla kapatılmamıştır. Dünyada Allah'ın kullarına her zaman yardım elini uzatmış Allah'ın sevgili insanla­rı, âhirette başkaları için şefaatçi olabilirler. Ancak herhangi bir kimse için şefaatte bulunmadan önce Allah'tan izin almak zorundadırlar. Allah, kimin için konuşmalarına izin verirse ancak onlar hakkında tavsiyede bu­lunabileceklerdir. Ayrıca, şefaatin de haklı ve yerinde olması şarta bağlan­mıştır. Nitekim, "ve kâle Sevaben" (bu sözü iyi söylesin) şeklindeki İlâhî emir bu yöndedir. Yanlış, uygunsuz ve yerinde olmayan şefaate izin veril­meyecektir. Mesela, dünyada yüzlerce Allah'ın kulunun hakkını yemiş birisi için kıyamette herhangi bir peygamber, melek veya evliya çıkıp, Al­lah'a "Ya Rab bu adama acı, bunu mükâfatlandır" diyemez. Nebe' suresin­de şöyle buyurulmuştur.[3]
"Rûh ve meleklerin saf olarak huzuru ilâhide durdukları günde on­lardan hiçbiri konuşmaz. Ancak Rahman'ın müsaade ettikleri müstesna. Ve doğru söylerler."
Burada "konuşamaz" kelimesi, "şefaat edemez" manasındadır. Cenab-ı Allah demek istiyor ki, kimse Allah nezdinde başkası için şefaat edemez ama iki şan müstesna. Bu şartlardan biri şudur. Bir suçlu veya hatalı kişi hakkında şefaat etmesine izin verilen şefaatçi, şefaati doğru ve haklı ola­rak yapmalıdır. Gereksiz ve haksız yere Allah'ın huzuruna çıkmamalıdır. Ayrıca, hakkında şefaat yapılan kişi sadece günahkâr olmalı, kâfir olma­malıdır.
Müşriklerin Güvendiği Sahte Şefaatçiler
"Allah onların önünde ve arkalarında olanı bilir. Onlar ancak Al­lah'ın razı olduğuna şefaat ederler. Ve O'nun azametinden korkarlar." (Enbiyâ; 28)
Müşrikler, melekleri iki sebepten tanrı olarak kabul ederlerdi. Birinci­si, melekler onların gözünde Allah'ın evlâtları gibiydiler. İkincisi, onlara tapmak suretiyle, onları Allah katında kendileri için şefaatçi haline getir­mek isliyorlardı. Halbuki Yunus sûresinin 18. ayeti ve "Zümer sûresinin 3. ayetiyle bu her iki inanç şiddetle reddedilmiştir.
Burada şu noktaya da dikkat etmeliyiz ki, Kur'ân-ı Kerîm şefaat ile il­gili müşriklerin batıl inancını reddederken onların şefaatçi olarak kabul ettikleri varlıkların ne gaipten ne de gelecekten haberdar olmadıklarını be­lirtir. Burada denilmek isleniyor ki, başkalarının geçmişi, geleceği veya mevcut durumu hakkında bilgi sahibi olmayanlar şefaat içi.) mutlak yetki­ye sahip olamazlar. Bu sebeple, ister peygamber olsun ister melek, Al­lah'ın izni olmaksızın şefaatçi olamazlar. Kendi başına kimse için şefaat edemezler. Şimdi şefaati dinleyip dinlememek, kabul edip etmemek tama­mıyla Allah'ın elinde olduğuna göre, bunca yetkisiz ve çaresiz şefaatçilere tapmak, onlara yalvarmak doğru olabilir mi? Sebe' sûresinde şöyle buyu­rulmuştur:
"O'nun (Allah'ın) katında kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez." (Âyet; 23)
Yani, kâinatın mülkiyetinde ve idaresinde Allah'a ortak olmak şöyle dursun, hiçbir kimse başka bir kimse için Allah'ın huzurunda ağzını açma­ya cesaret edemez. Allah'ın sevgili kullarının, Kâinatın Efendisi’ne söz geçirebileceklerini ve hatta ondan istediklerini koparabileceklerini düşünen­ler yanlış yoldadırlar. Halbuki, Allah (cc.) genellikle şefaati sevmez ve ancak izin verdiği kişiler şefaatçi olabilir veya şefaat olunurlar.
"Onların (Mahşer halkının) kalplerinden korku giderildiğinde birbir­lerine: 'Rabbiniz ne söyledi?' diye sorarlar. (Şefaat edecek olanlar da): 'Hakkı söyledi' derler. O, çok yüce ve çok büyüktür." (Sebe; 23)
Burada, Kıyamet gününde, bir şefaatçinin bir kişi için şefaat edeceği zamanın tablosu çizilmiştir. Bu tabloda, Allah'tan izin alınmak üzere ken­disine müracaat edildikten sonra, şefaatçi ile şefaat olunanın, merakla, sa­bırsızlıkla ve korkudan titreyerek Allah'ın cevabını bekledikleri görül­mekledir. Nihayet, Allah'ın yüce katından izin çıkınca ve şefaat olunan şefaatçinin yüz ifadesinden durumun ümit verici olduğunu anlayınca, rahat bir nefes alıyor ve bir adım ileriye alarak şefaatçiye soruyor. 'Acaba, Al­lah'tan nasıl bir haber geldi'?' O zaman şefaatçi da kendisini teskin edici bir şekilde, "müsterih ol, Cenab-ı Allah'tan izin çıkmıştır" diyor.
Burada vurgulanmak istenen şey şudur. Cenab-ı Allah gibi yüce bir Hâkimin huzurunda ağızlarını bile açmaya cesaret edemeyen kimselerin zorla ve ısrarla Allah'a bir şey yaptırmalarını düşünmek bile abestir. Duhân suresinde Allah şöyle buyurmuştur:
"O gün, bir dost bir dosttan hiçbir şeyi defedemez. Onlara yardım da olunmaz. Ancak, Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değil. Çünkü O, Gâlib, Kâdir ve Rahîm'dir." (Duhân; 41-42)
Bu ayetlerde mahşerde, karar gününde İlahî Mahkeme'nin havası yan­sıtılmak istenmiştir. Allah'ın yüce mahkemesinde hiçbir kimsenin himaye­si, yalvarışı ve tavsiyesi, hiçbir suçluyu cezadan kurtaramayacaktır. En büyük yargıç Allah ve bütün yetkiler O'nun elindedir, O'nun kararlarını kimse etkilemez. Herhangi bir sanığı ağır bir şekilde cezalandırması, af­fetmesi ya da cezasında indirim yapması tamamıyla Onun iradesine bağ­lıdır, ilahî iradenin en bariz özelliği merhamettir. Ancak Allah kimin hak­kında ne karar verirse versin, eksiksiz uygulanacaktır. İlahî adaletin niteli­ğine değinildikten sonra devamında sanık ve suçluların akıbetinin ne ola­cağı anlatılmıştır. Asi ve inatçı suçlulara herhangi bir merhamet veya es­neklik gösterilmeyecektir. Ancak Allah'tan korkan ve dünyada her konuda O'nun talimatına göre hareket etmeye çalışanların bazı hataları affedile­cek, cezaları hafifletilecek ve hatta mükafatlandırılacaklardır.
 
Son düzenleme:

MURATS44

Özel Üye
Bu yazıyı kaleme alandan da, Buraya getirip paylaşandan da Allah ac razı olsun inşaallah. mükemmel bir konu. O kadar açık ve net ki.....

"...... Allahtan başka şefaatçi olmadığını ...."
 
Üst Alt