Hz.nuh as oğlu için allah cc yalvarişi

faruk islam

Özel Üye
Hazreti Nuh'un Oğlu İçin Allah'a Yalvarışı
Kur'ân-ı Kerîm'in Hûd Sûresinde Hz. İbrahim (a.s.)'in hikâyesi, Ku­reyşlilere anlatılmıştır (Ayet: 69-76). Kureyş'liler, kendilerini Hz. İbra­him'in soyundan saydıkları için Arabistan'ın bütün din adamları, tarikat sahipleri, Kâbe'nin mütevellileri v.s. Arap'ların dinî, ahlâkî, siyasi ve kültürel liderliğinin kendi malları olduğunu sanıyorlardı. Bunlar Allah'ın yü­ce mahkemesinde, kendilerinin hiçbir zarara uğramayacağı gibi yanlış bir düşüncede idiler. Kendilerinin, Hz. İbrahim gibi Allah’ın sevgili peygam­berinin evlatları ve mirasçıları olduğu düşüncesiyle, suçlu oldukları tak­dirde bile şefaat olunacaklarına inanıyorlardı. Kureyşli ve Mekke'lilerin bu yanlış fikrini reddetmek amacıyla Cenab-ı Allah kendilerine Hz. Nûh (a.s.)'un başına gelenleri hatırlatmıştır. Hz. Nûh, oğlunun suda boğulmak üzere olduğunu görüyor ve kurtulması için Allah'a yalvarıyor, ancak sade­ce yalvarışı ve şefaati geri çevrilmekle kalmıyor, üstelik azarlanıyor da. Bundan sonra Hz. İbrahim (a.s.)'in hikâyesi anlatılmıştır. Yani, bir yandan kendisinin Allah'ın Halili (sevgilisi) ve en yakın peygamberlerinden biri olduğundan söz ediliyor ve meziyetleri dile getiriliyor ve bir yandan da, aynı Hz. İbrahim, kendi milleti (Lût)'nin kurtulması için Allah'a yalvardı­ğı ve Allah'ın iradesine karıştığı zaman şefaati reddediliyor. Yine Hûd sûresinde biraz ilerde şu ayetlere rastlanıyor:
"O gün gelince herkes yalnız Allah'ın izni ile konuşur." (Hûd; 105)
Burada kendilerine göre hayaller kuranlar ve kendi kendilerini alda­tanlar tekrar ikaz ediliyor. Falanca peygamber ve evliyanın, Allah'ın katı­na çıkarak falan falan kişi ve gruplar için şefaatte bulunacağı ve zorla söz­lerini kabul ettirip onları affettireceği gibi düşünceler hayâldir. Allah kim­seye konuşma izni vermezse ağızlarından bir tek lâf bile çıkmayacaktır.
Dünyevî Yaşantıda Allah'tan Şefaat İle İlgili Müşriklerin Yanlış Anlayışı
Nahl suresinin bir ayeti şöyledir:
"Şimdi onlar, batıla iman edip, Allah’ın Himmetini inkâr mı ediyor­lar?" (Âyet; 72)
Mekke'li müşrikler bütün nimetlerin Allah tarafından geldiğini inkâr etmezlerdi. Hatta bu nimetleri kendilerine ihsan ettiği için Allah'a şükre­derlerdi. Fakat bu noktada bir hata işlerlerdi. Bu nimetlerin ihsan edilme­sinde hiç rolleri olmayan bir takım tanrı, tanrıça ve melerler v.s. ye de sözde ve fiilde minnettar olduklarını ifade ederlerdi. İşte Mekke'li müşrik­lerin bu davranışını Kur'ân-ı Kerîm, "Allah'ın nimetinin inkârı" olarak ta­rif etmektedir. Muhsin (ihsan eden)"in ihsanı için gayri muhsin (muhsin olmayan)'e teşekkür edilmesi, Kur'ân-ı Kerîm'de aslında, nimetin inkârı veya Muhsin'e saygısızlık olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, Muhsin'in, ken­di irade ve fazlıyla ihsan etmesine rağmen, O'nun, başkalarının tavsiye ve şefaati üzerine böyle yaptığını sanmak da yanlıştır ve Kur'ân-ı Kerîm bu­nu da usulen tekzip etmiştir.
Aslına bakılırsa, bu ilâhî tutum ve davranış adalet ve hakkaniyet ku­rallarına tamamıyla uygundur. Bunu şöyle bir misalle anlatalım. Diyelim ki, muhtaç bir kimseye yardım elinizi uzattınız. Siz yardım eder etmez o kimse yerinden kalkıp, bu yardımda hiç payı olmayan başka bir adama te­şekkür ve minnetini bildirdi. Belki de siz alçak gönüllü ve efendi bir in­sansınız ve söz konusu kimsenin bu münasebetsizliğini görmezlikten gel­diniz. Fakat, kalbinizin bir köşesinde bu kimsenin münasebetsizliği ve nankörlüğü konusunda acı duyacaksınız. Sonra eğer bu adama bu ters davranışının sebebini sorduğunuz zaman sizin merhamet duygusuyla de­ğil, aksine aracı ve şefaatçi kişinin hatırı ve korkusuyla kendisine yardım ettiğinizi söylerse herhalde bunu kendinize bir hakaret kabul eder ve fazla tahammül edemezsiniz. Onun acayip açıklamasından, kendiniz hakkında iyi fikir taşımadığı, sizi merhametli ve yardımsever bir insan olarak görmediği, aksine dost ve ahbapların sözlerine değer verip onların hatırı için başkalarına yardım ettiğiniz görüşüne sahip olduğunu anlamakla fazla ge­cikmeyeceksiniz. Nahl suresinde şöyle buyuruluyor:
"Onlar Allah'ın nimetini bilirler ve sonra onu inkâr ederler. Onların ekserisi kâfirlerdir." (Âyet: 83)
Burada da "inkâr edenler" deyiminden, daha evvel bahsettiğimiz dav­ranış kastedilmiştir. Yani, Mekke'li kâfir ve müşriklerin, Allah'ın nimetle­rine başkalarını ortak koşmaları. Hacc sûresinde şöyle buyurulmuştur:
"Allah hem meleklerden, hem de insanlardan rasûller seçer. Allah işiticidir, görücüdür. Allah onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Bütün isler Allah'a döndürülür." (Âyet; 75-76)
Burada denilmek isteniyor ki, müşriklerin kendilerine ma'bud olarak seçtikleri varlıklar arasında, melekler ve peygamberler en üst mevkiye sa­hiptirler, ama bunların durumu da haberci ve elçilerden farklı değildir ve bunlar da Allah'ın seçtiği görevlilerdir. Sadece bu husus kendilerine, Al­lah'ın işlerinde ortak olmalarına sebep olamaz. Dikkat ederseniz, "Allah onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir" cümlesi Kur'ân-ı Kerîm'de çok sık yer almıştır ve her yerde şefaat ile ilgili müşriklerin batıl itikadı­nın reddi için kullanılmıştır. Bu cümlenin burada kullanılmasının anlamı da aynıdır. Allah demek isliyor ki, müşrikler tarafından sefaatçı ve kurta­rıcı olarak bilinen melekler ile peygamberler aslımla kendileri Allah'a muhtaçtırlar. Her şeyi gören, bilen ve dolayısıyla, kulların ihtiyaçlarını gi­deren ve şefaatlerini dinleyen ya da reddeden de odur. Bu hususla başka kimse O'nun ortağı olamaz. Nitekim, Zümer sûresinde şöyle denilmiştir.
"Yoksa onlar, Allah'tan başka şefaatçiler mı edindiler? De ki: Onla­rın hiçbir şeye güçleri yetmez ve hiçbir şeye akıl erdiremezlerse yine (on­lardan şefaat bekler misiniz?)! De ki: 'Bütün şefaat Allah'ın kudretinde­dir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Âyet; 43-44)
Cenab-ı Allah demek istiyor ki, kâfirler ve müşrikler kendi kendine bazı kimselerin Allah nezdinde nüfuz sahibi olduğuna ve bazı konularda Allah'a zorla ve tehdide bazı şeyler yaptırdıklarına inanıyorlar. Oysa, Allah nezdinde kimse bizzat kendisi için Allah'ın izni olmaksızın şefaate bulunamaz. Ne Allah kimseye şefaat konusunda yetki vermiştir ne de Allah'ın nezdinde şefaat edebilecek kimseler herhangi bir zaman böyle bir iddiada bulunmuşlardır. Necm Sûresinin şu âyetlerine de bakalım.
"Göklerde nice melekler vardır ki, Allah izin vermedikçe ve ona razı olmadıkça hiç kimseye şefaatleri fayda vermez." (Âyet; 26)
Demek ki, Allah katında melekler şefaatten dem vuramaz. Melekler zaten Allah'a tamamıyla bağlı ve emrine amade yaratıklardır. Onlar kendileri muhtaç ve çaresizdirler. Onlardan yardım ve şefaat beklemek cahilliktir. Doğrusu şu ki, bütün melekler bir olup Allah'ın istemediği bir kimse için şefaat dileseler dahi, hiçbir şey yapamazlar.
Allah'ın Kararını Kimse Değiştiremez, Tehir Edemez
Şu âyete bakın.
"Allah bir kavme fenalık murad ederse, onu çevirecek hiçbir çare yoktur. Onlar için, Ondan başka bir veli ve dost yoktur." (Ra'd; 11)
Burada denilmek isteniyor ki, Allah (cc.) herhangi bir kişi veya millet hakkında bir karar vermişse onu değiştirecek herhangi bir güç yoktur. Herhangi bir aracı, şefaatçi ve tavsiyeci, suçlu ve günahkârı Allah'ın gazabından kurtaramaz. Onun için şefaat ve kurtuluş umuduyla serbestçe günah işlemek doğru bir davranış değildir.
"Onlar için istiğfar etsen de etmesen de, eğer onlar lehinde yetmiş kerre istiğfar eylesen de, Allah onları mağfiret etmez. Çünkü onlar Allah ve Rasûlünü inkâr ile kâfir oldular. Allah, fasık olan kavme hidâyet et­mez." (Tevbe; 8)
"Onlar için istiğfar etsen de etmesen de müsavidir. Allah, onları mağfiret etmez. Şüphesiz Allah, fâsık olan kavmi hidâyet etmez." (Münafıkûn; 6)
İşbu mesele, Münafikûn sûresinden üç sene sonra nâzil olan Tevbe suresinde çok açık bir şekilde ele alınmıştır. Söz konusu âyette Cenab-ı Allah, Hazreti Peygamber (a.s.)'e hitap ederek diyor ki, "Sen bu sapıklar için 70 defa bile şefaatte bulunsan. Ben onları affetmeyeceğim. Zira, onlar Allah ile Rasûlünü inkâr ediyorlar ve en kötü günahları işliyorlar." Daha sonra şunları söylüyor.
"Onlardan ölen bir kimse üzerine katiyyen namaz kılma. Ve kabri üzerinde durma. Çünkü onlar, Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler ve fasık ol­dukları halde öldüler." (Tevbe; 84)
Burada iki noktaya temas edilmiştir. Yani, şefaat ve mağfiret yalnızca hidayet bulmuş kişilere mahsustur. Hidayet almamış veya doğru yoldan saparak fısk-ü fücûra batmış olanlar için ise alelâde İnsanlar şöyle dursun, Allah'ın Rasûlü bile mağfiret duası yaparsa, Cenab-ı Allah tarafından ka­bul edilmez. Burada temas edilen ikinci nokta şudur. Allah'ın hidayetine talip olmayanları Allah bağışlamaz. Eğer bir kul, hidayeti kabul etmiyor ve hidayete çağrıldığı zaman omzunu silkip başka bir tarafa yöneliyorsa, Allah herhalde onu hidayet edecek değildir.
Mahşer'de Hazreti Peygamber (a.s.)'in Şefaatçi Hüviyeti
İslâm inancına göre, şefaat kavramı şudur. Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ'nın mahkemesinde, Allah'ın izni olmadan kimse, kimse için şefaatte bulunamayacaktır. Bu kurala göre gayet tabii ki Allah'ın en sevdiği pey­gamberi Hz. Muhammed (a.s.) Mahşer'de ümmeti ve ümmetinin bazı fert­leri için şefaatte bulunmaya teşebbüs edecektir. Fakat, bu şefaat Allah'ın müsaadesine bağlı olacaktır ve sadece, hayatları boyunca ellerinden geldi­ği kadar iyi birer müslüman olmaya çalışan ve Allah'a tâbi olarak faaliyet göstermelerine rağmen bazı hatalar işlemiş olanlar şefaat olunabileceklerdir. Fakat, bile bile günah işlemiş ve düştükleri durumdan utanç duyma­mış, pişman olmamış sapık kimseler şefaat olunmayacaklardır. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.) bir hadisinde, Allah'a hıyanet eden ve ondan kork­mayanların durumunu anlatırken şöyle buyurmuştur: "Bu hain kimseler, yaptıkları günah ve yedikleri haram malların yükünü omuzlarında taşıya­rak mahşere geleceklerdir ve bana yalvaracaklardır, 'Yâ Rasûlallah bana yardım edin.' Fakat ben onlara şu cevabı vereceğim. 'Ben senin için hiçbir şey yapamam, çünkü ben sana Allah'ın mesajını iletmiştim." (Bk: Mişkat: Kısmet-ül Ğânayim, El-Ğulûlü Fiha).

[1] Şefaat ve tavassut meselesi Peygamberlikle çok yakından ilgilidir. Bunun iki sebebi var­dır: Birincisi, kâfir ve müşrikler şefaati bir kalkan olarak kullanıyorlardı. Hz. Peygamber (a.s.) ile diğer peygamberlerin davetlerini kabul etmeyenler, bağlı bulundukları tanrı ve tanrıçaların, Allah katında kendileri için aracı olduklarını, bu nedenle, Allah'ın azabından korkmaları gerekmediğini söylüyorlardı. Yani bu şefaatçi ve aracıların, kendilerini nasıl olsa kurtaracaklarını belirtiyorlardı. İkincisi, peygamberler ile bazı ermiş kişilerin kendilerine tabi olanlar ve Allah'ın yolunu takip edenler için Kıyamette Allah'ın huzurunda şefaatte bulunacakları rivayetlere göre sabittir. Yani, iyi yolda ve dürüst karaktere sahip olmasına rağmen hayatlarında ufak tefek halalar yapmış olanla­rın affı için peygamberler tarafından Allah katında yapılan girişimler. Kur'ân-ı Kerim ilk tür şefaati şiddetle reddetmiştir. İkinci tür şefaati de bazı şartlara bağlı kılmıştır. Kısacası, Şefaat meselesi, peygamberlikle yakından ilgilidir ve bunu burada ele almayı uygun gördük.

[2] Hazreti Peygamber Efendimiz ümmetini şefaat konusunda çeşitli defa ve vesilelerle uyar­mıştır. Mesela Hz. Peygamber (a.s.)'in şöyle söylediği rivayet olunur. "Benden sonra usûlümü de­ğiştirecek olanlar, bu sebepten dolayı değiştirileceklerdir ve bir daha eski yola getirilmeyeceklerdir. Eğer ben dersem ki bunlar benim adamlarımdır, o zaman bana denilecektir ki, sen kendinden sonra, bu adamların ne yaptığını bilemezsin, o zaman ben de bunları defedeceğim ve diyeceğim ki, benden uzak durun." Rivayet, şu hadis kitaplarında yer almıştır: Sahih-i Buhari (Kitabul-Fiten) Müslim (Kitab-üt Tahâret, Kitab-ul Fezâil), Müsned-i Ahmed (İbn Mes'ûd ve Ebû Hureyre'nin rivâyetleri) ve İbn Mâce (Kitab-ül Menasik).

[3] Aksine, doğru yoldan sapmış olan taraftarlarının ağır bir şekilde cezalandırılmasını iste­yeceklerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber (a.s.)in bu gibi insanlar ile ilgili sözleri vardır.

[4] Kıyamette peygamberlerin, ümmetlerinden bazıları için şefaatte bulunacakları sırada ne gibi bir teslimiyet ve acz içinde olacaklarının manzarası Maide suresinin son rükûsunda çizilmiştir. Burada Hz. İsa'nın kendi ümmeti için nasıl mütevazi bir şekilde Allah'a yalvaracağı anlatılmıştır. Mesela şu sözlerine bakın. "Eğer onları bağışlarsan muhakkak Sen aziz ve hakimsin."ALINTI
 
Üst Alt