Kur'an ve sünnete delillerle hanifi fikhi

faruk islam

Özel Üye
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ







]Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

]Alemlerin yaratıcısı, din gününün sahibi, ibadete sadece kendisinin lâyık olduğu yüce Rabbimize, şanına lâyık kelimelerle hamd ederim. Salât ve selâmın en güzeli, getirdiği inanç ve şeriat ile insanları Allah'ın izniyle hem itikatta hem de amelde, karanlıklardan aydınlığa çıkaran son Nebi Muhammed (s.a.s)in üzerine olsun. Allah'ın, pisliklerden arındırdığı Ehl-i Beyte ve İslâmın Âsr-ı Saadetteki muazzez savunucuları olan sahabelere de selâm ederim.
]Allah Azze ve Celle, cinleri ve insanları ancak kendisine kulluk etsinler diye yarattı. İrade sahibi tüm mahlukâtın yaşam gayesi ve hedefi olan ibadet vakıası, Allahtan başka ibadet edilenlerin reddi ve yegâne mâbud olarak Allah'ın kabulü ile başlar. İbadetin ikinci basamağı, sadece Allaha yönelmiş muvahhid kula, Rabbi tarafından bir takım sorumlulukların yüklenmesidir. Bu sorumluluklar kulun sadece Allaha yapmaya ahid verdiği, ibadetlerdir.
]Allah (c.c) kuluna yüklediği gerek ameli gerek kavli gerekse niyete dayalı bu ibadetlerin kabulü için bazı şartlar bildirmiştir. İbadetlerin kabulü iki şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Allah için yapılması ve Allah'ın istediği şekilde amel edilmesi. İbadetlerin Allah rızası için yapılması şartı "ihlas" hususunu gündeme getirir. Şeri sınırlar dahilinde nefis terbiyesini gerçekleştiren ve nefsinin kontrolünü eline alabilen kişi için "ihlâs" hususu dolayısıyla ibadetlerde Allah'ın rızasını gözetme şartı sorun olmaktan çıkacaktır.
]Asıl dikkât ve çalışmayı gerektiren husus "ibadetlerin, Allah'ın razı olduğu şekilde yapılması" şartıdır. Allah Azze ve Celle kullarına, bu şartı tahakkuk ettirebilmeleri için tek bir yol göstermiştir: Ameller hususunda Kurana ve sünnete teslimiyet ve her ibadeti Kurandan ve sünnetten almak, yapılan her hareketi, söylenen her sözü Kur an ve sünnetten destekleyebilmek... Bu husus ile birlikte dinin delilleriyle bilinmesi gündeme gelmekte. İbadetlerin kabulünü ve hakkıyla Muhammed (s.a.s)e indirilen şeriate teslim olmayı isteyen kişi yaptığı amellerin kitabdan ve sünnetten aslini araştırarak buna uygun amel etmek, dolayısıyla bidat, hurafe, körü körüne taklid gibi müslümana asla yakışmayan düşünce, söz ve hareketlerden sakınmak zorundadır.
]Bunu hakkıyla gerçekleştirmeyen kişinin küfür ve şirk bataklığına düşmesi her an için ihtimal dahilindedir. Nitekim, tarihe dönüp şöyle bir baktığımızda bu husustaki hataların birçok kimsenin doğru yoldan sapmasına, hakikatten uzaklaşmasına hatta küfür ve şirkine sebep olduğunu görürüz. Bunun en somut örneği cahil insanların mezhepler konusundaki tutumları olmuştur. Önceleri, Allah (c.c)nün: "Bilmiyorsanız, zikir (İlim) ehline sorun" ( Nahl: 43 ) kavline uygun ve tamamen şeri sınırlar dahilinde seyreden âlimlere bağlılık, zaman geçtikçe cahil insanlar tarafından yanlış anlaşılmış ve âlimlerin fikirleri, içtihadleri mutlak doğrular olarak kabul edilmiş ve insanların sözlerini Kurana ve sünnete göre değerlendirdikten sonra kabul veya reddetme gerçeğinden tamamen uzaklaşılmıştı...
]Buradaki suç elbette mümtaz islâm âlimlerinin değildi. Zira, onlar Kuran ve sünnetten hareketle amel ederler, bunlara göre hayatlarını düzenlerler, bu hakikatlare razı olup, insanları ancak Kuran ve sünnete teslim olmaya ve her "hususta yegâne değer ölçüsü olarak ilâhi vahyi kabul etmeye çağırırlardı, imam Mâlik (r.a) bir hadis naklettikten sonra kendisinin de aynı görüşte olup olmadığı sorulduğunda: "Rasulün buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar." (Nûr:6.3) âyetini okuması;
]İmam Safi (r.a)in: "Siz benim kitabımda, Rasulullahın sünnetine muhalif birşey bulursanız, Rasulullahın sünnetini alınız, benim söylediğimi bırakınız" ve
]İmam Ebu Hanife (r.a)in: "Benim sözümü, deliliyle birlikte olmaksızın nakletmeyin" demesi hep, o mümtaz şahsiyetlerin bu husustaki hassa- siyetlerini gösteriyor. Evet, mutlak doğru olan şey ancak Allah ve Rasulünün bildirdikleridir. Bunların dışında kalan fikir ve içtihadlar da Kitaba ve sünnete uygunluk gösterdiği nispette doğrudur. Bu sebeple her müslümanın ibadetlerini, amellerini ancak bu ilâhi kaynaklara göre düzenlemesi şarttır.
]Lâkin; bu gerçek, islâm âlimlerinin söz ve içtihadlerini bir kenara atmak, derinlemesine araştırma yapmadan, konuya heryönüyle vakıf olmadan sadece bir âyetten ya da bir hadisten hüküm çıkartarak "müçtehid" kesilmek manasına asla gelmez. Zira görüş ve fikirlerini ancak ellerindeki ilâhi kaynaklı delillere dayandırarak ve büyük bir hassasiyetle ortaya koyan, her hususta kılı kırk yararak araştırma yapan saygıdeğer islâm âlimlerinin görüşlerine itibar etmemek büyük bir haksızlık ve eksiklik; bu yanlış düşüncede daha da ileri gidip onlara hakaret etmek, küçümsemek ise büyük bir gaflet ve cehalettir. Şüphesiz o kimseler de insandı ve hatadan ve yanılmadan masum değillerdi. Bu sebeple onların görüşlerine itibar edip, saygı göstermek ne kadar gerekli ise görüşlerini kabullenirken Kur’an"a ve sünnete göre değerlendirmek ve getirdikleri delilleri asla gözardı etmemek te en az o kadar önemli ve gereklidir. Bu kitabtaki araştırmanın gayesi, işte bu hakikâtin pratik olarak uygulanmasına vesile olmak veü
]İmam Ebu Hanife gibi, Allah kendisinden razı olsun ve cihadının karşılığını kat kat versin seçkin bir islâm âliminin görüşlerini delilleriyle ortaya koymak, körü körüne itaat gibi müslümana yakışmayan davranışların gerçek yüzünü ortaya çıkarmak ve saygıdeğer İmam’ in:
]"Benim görüşlerimi delilleriyle « aktarınız" vasiyetine uymaktır. Allah nasip ederse, bu araştırma, diğer mezheb imamlarını da (Allah onlardan razı olsun) içine alacak şekilde devam edecektir. Tevfik Allah'tandır.


]FİHRİST



 
Üst Alt