GeÇmİŞ Ümmetlerİn yok oluŞu ve kalintilari

faruk islam

Özel Üye
GEÇMİŞ ÜMMETLERİN YOK OLUŞU VE KALINTILARI
İnsanlık tarihine şöyle bir göz atın. Dünyayı sadece bir çiftlik, bir ti­yatro sahnesi, keyif çatma yeri ve gönlünce yaşama diyarı olarak kabul eden ve peygamberlerin gösterdikleri yol ve hakikatlerden saparak batıl inançlara esir olan ve dalâlete düşen milletlerin sonunun ne korkunç ve ibret verici olduğunu kendi gözlerinizle görün.
Allah'ın gazabına ve azâbına uğrayan milletler ne yazık ki geçmişten hiçbir ders almamışlardır. Onlar her şeyi umursamazlıkla seyir etmiş, ilgi­sizlikle müşahede etmişlerdir. Kendilerinden önceki kavim ve ulusların uğradıkları akıbet onları fazla tedirgin ve huzursuz etmemiştir. Harabeleri seyrederken de kaygısız bir seyirci tavrını takınmış, tarihi okurken de ib­ret almaları gereken şeylerden ibret almamışlardır. Demek ki, hidayet bul­muş ve hidayet bulamamış kişi ve toplulukların görüş açısında önemli bir fark vardır. Sapık, dinsiz ve kâfir milletler, milletlerin hataları ve uğradık­ları akıbetten hiçbir ders almamaktadırlar. Ama imanlı ve inançlı kişiler ile topluluklar geçmiş milletlerin akıbetinin neden böyle olduğunu düşü­nerek düştükleri hata ve itaatsızlıktan tekrarlamamaya dikkat etmektedir­ler. Biri tarih yaratıyor, ama tarihten ders almıyor, her şeye seyirci kalı­yor. Öbürü hem tarih yaratıyor hem tarihin anlamını kavramaya çalışıyor. Tarihte geçenlerden ders alıyor ve bu hayatın ötesindeki gerçeklere ulaş­mak için olanca gücüyle çalışıyor.
İnsanları ıslâh etmek, hidayete götürmek üzere vazifelendirilen kişiler yine o insanlardan doğmuş, büyümüş ve yetişmişlerdi. Hz. Îsa, Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Hz. Nuh (a.s.) kimlerdi? peygamberlik payesine yükselmeden önce bizim ve sizin gibi insanlardı. Bu temiz ve yüce insanların çağrılarına uymayan, kendi hayalleri ve arzularının peşinde koşan kavim­ler ve milletlerin sonunun ne olduğunu siz iyi bilirsiniz. Sizlerden pek ço­ğu iş veya turistik seyahatler sırasında pek çok tarihî yerler görmüşlerdir. Bazılarınız eski kavim ve ümmetlerin yaşadıkları bölgelerden de geçmiş­lerdir herhalde. Bazılarınız belki de Âd, Semûd, Medyen ve Lût kavimle­rinin bulunduğu yerler ve harabeleri de görmüştür. Siz oradan bir ders al­madınız mı? Bu ümmet ve ulusların bu dünyada uğradıkları kötü ve kor­kunç son, ahirette daha kötüsünü göreceklerinin bir belirtisidir. Buna kar­şılık doğru yolu bulan ve kendilerini ıslâh eden milletlerin ahirette mükafatların daha iyisini, daha güzelini görecekleri de bir gerçektir. Siz bunları bilmiyor musunuz?
Peygamberlerin vaaz ve telkinlerini kabul etmeyen ve hayatlarının te­melini, tevhid, risâlet ve ahireti inkâr üzerine kuran uluslar eninde sonun­da büyük felâkete uğramışlardır. Tarih tekerrürden ibarettir ve Allah'ın yolundan sapan milletlerin kötü akıbetleri, bize ibret olsun diye tekerrür edilerek gösterilmiştir. Bu tarihî tecrübe gösteriyor ki, peygamberler yo­luyla insanlara ulaştırılan ahlâk düzeni ve buna göre ahirette yapılacak mahkeme ve duruşma, bazı inkâr edilmez gerçeklere dayanmaktadır. Çün­kü hangi millet bu düzeni bozmaya ve ilâhi kanunun dışına çıkmaya çalış­mış ve sorumsuzca hareket etmişse, hüsrana uğramış, kötü bir sonuçla karşılaşmıştır.
İnsanlık tarihinde felâketle karşılaşan milletlerin tepe taklak düşüşünü hazırlayan unsurlar arasında kibir ve Allah'ın nimetlerini inkâr etmek en başta gelmektedir. Allah tarafından her türlü nimet, zenginlik, şan, şöhret ve saadetle mükâfatlandırılan milletler sonunda nankörlük etmeye, Allah'a isyan etmeye ve dünyada fesat ve zulüm etmeye başlamışlardır. Bu mil­letlerde toplum ahlak ve vicdanı öylesine bozulmuştur ki, aralarında haki­katleri bilen ve gören bazı kimseler kendilerini uyarmaya ve doğru yola getirmeye çalışmışlarsa da seslerini yeterince güçlü ve etkili çıkaramamış ve bu milletlerin felâketini önleyememişlerdir.
Hakka talip olan ve Hakkı bilenler için bu kâinat Allah'ın işaretleriyle doludur. Bu işaretleri görüp, hatalarını derhal düzeltebilirler. Fakat küfür ve şirkle gözleri kararmış olanlar hiçbir şeyi göremezler. Ne gökteki işa­retler ne peygamberlerin Mu'cizeleri onları doğru yola getirebilir. Sapık­lıkları öylesine koyulaşmış ve kalpleri öylesine katılaşmış olur ki, Allah'ın azâbı gelip çatana kadar gözleri açılmaz. O zamana kadar zaten iş işten geçmiş olur.
Cenâb-ı Allah bu gerçekleri göz önünde bulundurarak, Kur'ân-ı Ke­rim'in Şuarâ sûresinde tarihte adlarına sık sık rastlanan yedi kavim veya ümmetin cehâlet, dalâlet ve inatçılıklarını anlatmış ve bunların ne korkunç akıbetlere uğradıklarını dile getirmiştir. Cenab-ı Allah (cc.) bu kavimle­rin durumundan bahsederken, tutum ve davranışlarının, Mekkeli kâfir ve müşriklerden farklı olmadığına işaret etmiş ve bu hususta şu noktalara dikkati çekmiştir.
Birincisi, Allah'ın alâmet veya işaretleri iki çeşittir. Bunların ilkini, bu dünyada ve kâinatta her tarafta görmek mümkündür. Aklı eren bir kişi bunları gördükten sonra, peygamberlerin naklettiklerinin doğru olup ol­madığını anlayabilir. İkinci tür işaretler de Fir'avn ve yandaşları ile, Nuh'un ümmeti, Âd, Semûd ve Lût kavimlerinin gördüğü alâmetlerdir. Mekkeli kâfirler bu işaretlerden hangisini görmeyi tercih ederler?
İkincisi, kâfirlerin zihniyeti her devirde aynı olmuştur onların itiraz ve eleştirileri de temelde aynıdır. Allah'a, peygamberlerine ve ahirete iman etmemek için bahaneleri aynı olmuştur. Nihayet, sonları da aynı olmuştur. Buna mukabil, her çağda peygamberlerin talimatı hiç değişmemiştir. Siret ve ahlâkları aynı olmuştur. Muhaliflerine verdikleri cevap aynı olmuştur. Bunun gibi, Allah'ın ihsan ve rahmeti de aynı olmuştur. Tarihte ikisinin de örneği bol bol vardır.
Geçmiş kavimlere kendi çağlarında yaşamak, huzur içinde gelişme kaydetmek ve refaha kavuşmak için her türlü imkânlar sağlanmıştı. Fakat onlar Allah'a isyan ve itaatsizliği uygun gördüler, dünyada fesâd ve zulmü yaydılar. Onları doğru yola getirmeye gelen peygamberlerin sözlerini din­lemediler. Demek ki onlar son fırsatı da kaçırdılar ve Allah'ın kendileri için hazırladığı imtihanda başarısız kaldılar. Bundan sonra onları cezalan­dırmak ve ortadan kaldırmaktan başka bir çare kalmamıştı. Bu örnekleri verdikten sonra Cenab-ı Allah Mekkeli kâfir ve müşriklere dernek istiyor­du ki, geçmiş milletlerin yapamadıklarını onlar yapmalıydı, doğru yolda bulunmalı ve Allah'ın nimetlerinden istifade etmeliydiler; yoksa onların sonu da aynı olacaktı.ALINTI
 
Son düzenleme:
Üst Alt