Âd Kavmî (Hud As)

faruk islam

Özel Üye
Âd KavmÎ  (hud as)
Âd KavmÎ (hud as)

ÂD KAVMÎ
Tanımlama
Âd Kavmi, Arabistan'ın en eski ve en tanınmış kavimlerinden biri idi; küçük büyük herkes adını biliyordu. Şan-ü şevketi ve ihtişamı dillere destandı. Hakkında sayısız efsâneler vardı. Ayrıca, bu kavmin felâkete uğraması ve yok oluşu da atasözü haline gelmişti. Âd, Araplarca öylesine bilinen bir kelimedir ki, her kadîm ve eski şeyler için "âdi" kelimesi kullanılıyor. Tarihi harabeler ve eserler "Âdiyyat" olarak tanımlanıyor. Sahipsiz ve bakıcısı olmadığı için boş bırakılmış toprağa "Âdiyy-ül Ard" denilir. Eski çağ Arap şiirinde Âd kavminden bol bol bahsedildiğini görüyoruz. Antropologlar, Arabistan'da en eski çağlarda kaybolup giden milletler arasında ilk ismin Âd kavmi olduğunu belirtirler. Hadislerden de Hz.Peygamber (a.s.)'a bir defasında, Âd bölgesinden Zühl bin Şeybân aşiretinden bir kişinin gelip eski zamanlardan beri Âd kavmi ile ilgili kendilerine kulaktan kulağa gelen rivâyetlerden bazısını anlattığı anlaşılıyor.

Âd Kavminin Oturduğu Yer
Âd Kavminin Yaşadığı Bölge

İbn İshâk diyor ki, Âd bölgesi Umman'dan Yemen'e kadar olan toprakları kapsıyordu. Zamanımızda da Arabistan'ın güneyindeki halk arasında yaygın inanca göre, Âd kavmi bu bölgede yaşıyordu. Bugün Mükella olarak bilinen kasabanın yaklaşık 125 mil kuzeyinde Hadramut'ta bir yerde Hz. Hûd'a ait olduğu bildirilen mezar vardır. Her yıl, 15 Şaban tarihin-de burada yapılan "urs"a Arabistan'ın çeşitli yörelerinden binlerce kişi gelip toplanır, dua eder ve çeşitli merasimler tertip ederler. Mezarın tarihi bir hüviyeti yoktur, ama bu mezarın bizzat burada bulunması, Arap'ların her yıl burada toplanması Hadramut'ta bazı harabelerin bulunması ve Güney Arabistan'da aynı doğrultuda bir yaygın inancın varolması, Âd kavminin buralarda yaşamış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Ad Kavminin Yaşadığı Bölge'nin Bugünkü Durumu

El-Ahkâf ın bugünkü durumunu gören bir kişi, burada kuvvetli, kudretli, medeni ve görkemli bir milletin yaşadığına inanamaz. Bu bölgenin binlerce yıl önce yemyeşil ve mamur bir belde olduğu, ama tabiat ve iklim değişikliği yüzünden bir çöle dönüştüğü kuvvetli bir ihtimaldir. Bu-günkü haline bakılırsa burası upuzun bir çöldür, ki kimse içine girmeye bile cesaret edemez. 1843'te Bavyeralı bir subay bu bölgenin güney kıyısına varmıştı. Bu subayın ifadesine göre, Hadramut'un kuzey yaylasından bakıldığında esas çölün bin metre aşağıda olduğu görülür. Bu dairelere düşen bir şey kısa sürede batar veya harap olur. Arap bedeviler bu çöle girmekten korkarlar. Adı geçen subay, hiçbir bedeviyi çöle gitmeye razı edemeyince oraya tek başına daldı. İfadesine göre buranın kumu son derece ince olup toz şeker gibidir. Subay, beyaz daireden birine su kovasını attı. Bu kova beş dakika içinde kumlara gömüldü ve bağlı olduğu ipte eriyiverdi.

Felaketten Önceki Bolluk ve Refah

Hem Arap tarihçilerinin hem de çağımız tarihçi ve araştırmacılarının bulgularına göre Âd kavmi dünyadan adetâ silinmiştir ve dünyada hiçbir kalıntıları kalmamıştır. Bu sebepten dolayıdır ki Arap tarihçileri bu kavmi, kaybolan ve yok olan milletler arasında saymaktadırlar. Arap tarihlerinden sabit olan bir başka husus da, Âd kavminden sadece Hz. Hûd'a tabi olan kısmın ortada kalmasıdır. Geriye kalan bu Adlılara tarihte ikinci Âd denilmiştir, ki yukarıda bahsettiğimiz Hısn-ı Gurâb'ın kitabesi kendilerine aittir. Yaklaşık M.Ö. 1800 yılında yazıldığı sanılan bu kitabenin arkeologlar tarafından çözülen kısmından bazı satırları şuraya aktaralım.
"Biz (Âd kavmi) bu kalede uzun bir zaman rahat ve müreffeh bir hayat yaşadık, öyle ki, yaşantımız her türlü sıkıntı ve ıstıraptan uzaktı. Nehirlerimiz sularla doluydu. Hükümdarlarımız ise her türlü kötü düşünce, ard niyet ve ahlâksızlıktan yoksun birer kraldılar. Onlar kötü kişi ve bozgunculara çok sert davranırlardı ve bize Hz. Hûd (a.s.)'un şeriatına göre hükmederlerdi. Bu hakimlerin iyi ve faydalı kararlan bir kitapta toplanırdı. Ve biz Mu'cizelere ve ölümden sonra diriltileceğimize inanırdık."

Söz konusu ibare, Âd kavminin, Allah'ın azâbı gelmeden önce refah ve saadet içinde yaşadıklarına dair Kur'ân-ı Kerîm'in kayıtlarını harfiyen doğrulamaktadır. Bu ibare, ayrıca, Âd milletinin gelişme, refah ve mutluluğun varislerinin, bilâhare Hz. Hûd (a.s.)'a iman edenler olduğu yolundaki Kur'an'ın ifadelerinin de doğru olduğunu ispatlamaktadır.

Âd Kavminin Yükselişiyle İlgili Kur'ân-ı Kerim'in İfadeleri

Hz. Nuh'un ümmetinin yok oluşundan sonra dünyada şan ve şöhret, refah ve saadet kazanan millet, Âd kavmiydi.

"... Nuh kavminden sonra sizi hakimler yaptığını ve sizin halk arasında kuvvet ve kudretinizi artırdığını ve Allah'ın size olan nimetlerini düşünün." (A'râf; 69)

Âd kavminin fertleri vücutça hayli iri yarı ve kuvvetliydi.

"... Sizin halk arasında kuvvet ve kudretinizi arttırdığını (düşünün)..." (A'râf; 69)

Âd kavmi kendi çağının rakipsiz ve eşsiz milletiydi. Bu sebeble hiçbir millet onlarla yarışmayı aklının ucundan bile geçiremiyordu:
"Ki beldeler arasında O'nun benzeri yaratılmamıştı." (Fecr, 8)

Bu kavmin medeniyet ve kültürü göz kamaştırıcıydı. Yüksek ve kalın sütunlardan yapılmış bina abideler inşa etmek en belirgin özelliklerinden biriydi ve böyle şöhret bulmuşlardı.

"Görmedin mi, Rabbin Âd'a ne yaptı? O sütunlarla dolu İrem'e". (Fecr; 6-7)

Bu maddi ve bedensel üstünlük, kuvvet ve iktidar bu milleti fazlasıyla mağrur ve muhteris kıldı:

"... Âd Kavmi, yeryüzünde haksız yere ululuk gösterip, 'Bizden daha kuvvetli kim var'? dediler..." (Fussilet; 15)

Âd kavminin siyasi nizam ve iktidarı son derece zâlim kişilerin elindeydi:

"... Her bir inatçı zorbanın emrine uydular..." (Hûd; 59)

Dinî durumlarına gelince, Ad kavmi Allah'ın varlığını inkâr etmiyordu, ancak Allah'a ortak koşuyordu. Onlar sadece Allah'a kulluk etmekten hoşlanmıyorlardı.

"... Onlar: Yalnız Allah'a ibadet edip, babalarımızın taptıklarını terk etmemiz için mi geldin?' (dediler)..." (A'râf; 70)

Âd Kavmine Allah'ın Azabının Gelmesinin Sebebi

Kadim Âd kavmi, Allah'ın kendilerine düşman olduğu veya onları ille yok etmek istediği için tarihe karışmadı. Doğrusu şu ki, bu millet kendi mezarını kendi kazdı. Cenâb-ı Allah, bu milletin ıslâhı ve düzelmesi için geniş imkânlar sağladı, düşünme fırsatları verdi. Onları doğru yola getirmek üzere peygamberler yolladı ve bu peygamberler vasıtasıyla işledikleri günah ve düştükleri kötü yoldan kurtulmamaları halinde kötü bir akıbete uğrayacaklarını açık açık belirtti. Felâket yolunun hangisi, refah ve saadet yolunun hangisi olduğuna işaret etti. Ancak Âd'lılar ateşe körükle gidiyorlardı. Gözleri kör olmuş, kulakları tıkanmıştı. Felâketi adeta bekler olmuşlardı. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceğini bilen Cenâb-ı Allah nihayet, Âd kavmine hak ettiği cezayı verdi.

Allah'ın Azabıyla İlgili Kur'ân-ı Kerîm'in Açıklamaları

"Onlara dünyada zillet ve hakaret azabım tattırmak için uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik..." (Fussilet; 16)

Kur'ân-ı Kerim'de bu azapla ilgili verilen bilgiler şunlardır. Şiddetli rüzgâr veya fırtına tam yedi gece ve yedi gün esti. Bu fırtına öylesine şiddetliydi ki, insanların kurumuş hurma ağaçları gibi düşüp ölmelerine sebep oldu. (Bk; Hâkka; 7). Şiddetli rüzgâr,
üzerinden geçtiği her şeyi yok etti (Zâriyât; 42). Rüzgârın esmeye başlamasından önce hava kararınca Âd kavmi neşe içindeydi. Zira onlara göre, yağmur ve bereket yağacaktı. Fakat rüzgâr kopunca ortalığı mahvetti.

"Çünkü biz onların üzerine uğursuzluğu devamlı bir günde, şiddetli bir rüzgâr gönderdik. Öyle bir rüzgâr ki, insanları, kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp atıyordu." (Kamer; 19-20)

Yukarıda Fussilet suresinde belirtildiği gibi "uğursuzluk (şiddetli rüzgâr ve fırtına) birkaç gün sürdü. Hakkâ sûresi yedinci ayette de süre 7 gece, 7 gün olarak belirtilmiştir
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt