MÜ'MİNLERİN İLK ANNESİ HADÎCE BİNT HUVEYLİD (Radıyallâhü Anhâ)

faruk islam

Özel Üye
MÜ'MİNLERİN İLK ANNESİ HADÎCE BİNT HUVEYLİD (Radıyallâhü Anhâ)


Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını şevce ola­rak vermedi. İnsanlar beni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar beni mahrum bıraktığında malıyla beni o destekledi. Diğer hanımlarımdan değil de, sadece dan Allah bana çocuklar ihsan etti.»
Cahiliye devrinde et-Tâhire (temiz) diye çağrılıyordu. İki defa ev­lenmişti. Kocaları, Arap efendilerinden ve eşrafıtıdandı. Birisi Hind İbnu'n-Nebbaş İbn Zurare (Ebu Hâle)'dir. Hadîce'nin Hînd'den Hâle ve Hind isimli erkek çocukları olmuştur. Ebu Hâle'den sonra da Atîk İbn Abid el-Mahzumi ile evlenmiştir. Atîk'ten de Hind adında bir kız çocuğu olmuştur, Hadîce'nin babası Huveyiid İbn Esed İbn Abdiluzza kavmi arasında şerefli bir kimseydi. Hadîce'ye Ummu Hind (Hind'in annesi) denilirdi. Hadîce şerefli soylu ve zengin bir kadındı. Şam'a (Suriye'ye) gönderdiği bir kervanı vardt. Onun ticaret kervanı da Kureyş'in diğer kervanları gibiydi. O da bazılarını işçi olarak tutar, ser­maye kendinden, emek onlardan olmak üzere ortak çalışırdı. Mekke'­de el-Emîn'den başka adı olmayan Muhammed İbn Abdullah İbn Abdilmuttalib (Hz. Muhammed} (S.A.V.) yirmibeş yaşına geldiği sırada, Hadîce kölesi Meysere'yle birlikte kendisinin ticaret kervanında Su­riye'ye gidip gitmeyeceğini sormak üzere birisini ona gönderdi. Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (S.A.V 'e :
— Yeğenim! Biliyorsun ki, ben malsiz bir adamım. Zamanın kıtlı­ğı, geçim sıkıntısı üzerime çöktü. Bu yüzden bizim ne malımız var, ne de kervanımız. Bak kavminin ticaret kervanı Şam'a gitmeye hazır­lanmaktadır.
Hadîce kervanındaki mallarla birlikte bazı adamları 'gönderiyor. Onlar bu ticaretten kazanç elde ediyorlar. Eğer sen ona gidip kendini arzetsen, herhalde temizliğin ve güvenilir olman sebebiyle seni baş­kalarına terci.h eder. Aslında ben senin Şam'a gitmeni istemiyorum ve yahudilerin sana zarar vermelerinden korkuyorum. Duyduğuma gö­re o, iki erkek deve karşılığında birini tutmuş. Biz senin için ona ver­diği miktara razı değiliz.
Hadîce, Hz. Muhammed (S.A.V)'e şu haberi gönderdi.
— Sana, kavmime verdiğimin iki katını veririm.
Hz. Muhammed, onun bu teklifini kabul etti. Şam'daki Busra pa­nayırına gitti. Rahip Nestura'nın manastırına yakın bir ağacın gölge­sinde konakladı. Nestura Hz. Hadîce'nin kölesi Meysere'ye :
— Şu ağacın altına inen kimdir? diye sordu. Meysere :
— O, Kureyş ve Harem (Mekke) halkından birisidir, dedi Nestura:
— Bu ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka bir kim­se inmemiştir dedi.
Hz. Muhammed götürdüğü malı satıp başka şeyler satın aldı ve onları Hz. Hadîce'ye takdim etti. Hz. Hadîce daha önce kazandıkları­nın iki katını kazanmıştı.
Mekke'ye gelince Hz. Hadîce ona vermeyi kararlaştırdığının iki katını verdi.—
Hz. Muhammed koyun güderdi. Koyunlar çoğaldı. Sonra onun de­veleri ve bir de ortağı oldu. Hz. Hadîce'nin kızkardeşine kiraya ver­diler. Yolculuğa çıktıklanrında onda biraz alacakları kaldı. Ortağı onla­ra gelip alacağını istiyordu. Bu arada Hz, Muhammed'e :
— Sen de git, diyordu.
Hz. Muhammed de şöyle diyordu :
—Sen git, çünkü ben utanıyorum.
Hz. Muhammed'in ortağı onlara gelince Hz. Hadîce'nin kızkardeşi :
— Muhammed hani? O niye seninle birlikte gelmiyor? diyordu. Hz. Muhammed'in ortağı:
— Ona söyledim ama kendisinin utandığını ileri sürdü, dedî. Hz. Hadîce'nin kızkardeşi ise :
— Ondan daha hayalı, daha iffetli, daha... daha... hiç kimseyi görmedim, dedi.
Hz. Hadîce, Hz. Muhammed'e karşı bir sevgi duymaya başladı Dostu Nefise Bint Munye'nin yanına gitti. Kendisiyle evlenmek istediğini söylemesi için onu Hz. Muhammed'e gönderdi. Nefise Hz. Mu hammed'e gidip
— Neden dünyadan ilgini kesip, gençliğini kendine herşeyi yasak etmekle geçiriyorsun. Sana bağlı, seni eğlendirip yalnızlıkta kurtaracak bir eşle oturmaya ne dersin? dedi,
Hz. Muhammed şu cevabı verdi :
— Benim evlenecek param yok ki. Nefise Bint Munye şöyle dedi :
— Güzelliğe, mala, şerefe ve denkliğe davet edilirsen kabul edermisin?
Nefise Bint Munye fırsatı ganimet bilip.şunları da söyledi:
— Hadîce Bint Huveylid amcası Amr İbn Esed'e seninle evlen­mek istediğini anlattı. Size de şunları söylüyor: Ey amcamın oğlu! Seni yakınlığın, halk içindeki şerefin, eminliğin, güzel ahlâkın ve doğru sözlülüğün sebebiyle arzu ettim.
Hz. Hadîce o sırada, Kureyş kadınlarının en şereflisi, en soylusu ve en zenginiydi. Bu sebeple Kureyş erkeklerinin hepsi ellerinden gelse, onunla evlenmeyi isterlerdi.
Hz. Muhammed bu meseleyi duyunca amcalarına açtı. Amcaları Ebû Talib ve Hamza îbn Abdilmuttalib'le birlikte Hadîce'nin amcası Amr îbn Esed'e gittiler, Ebû Talib kalkıp şu konuşmayı yaptı :
— Mühammed'le hiçbir kimse mukayese edilemez. O şeref vasaletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır. Fakat mal dediğin nedir ki. Geçici bir gölge, alınır verilir eğ­reti 'birşey. Şimdi o sizden kızınız Hadîce'yi istemektedir.
Amr İbn Esed de şunu söyledi :
— O boy ölçülemeyen benzersiz bir kimsedir.
Böylece Hz. Muhammed'e Hz. Hadîce'yi nikahladı. Hz. Muhamed yirmi deve (onikibuçuk okıyyel mehir. verdi. Hz. Hadîce 40 yaşındaydı. Hz. Muhamrned'in ilk evlendiği hanımdı. Nikâh kıyıldıktan^ sonra develer kesildi, yemekler döküldü. Hadîce'nin evi eşe dostal açıldı. Gelenler arasında Fahr-i kâinatın süt annesi Halime de vardı| Süt oğlunun düğününde bulunmak için tâ Sa'd kabilesinden çıkmış! gelmişti. Bu mübarek kadın ertesi gün şerefli ve cömert gelinin bağışladığı kırk baş koyunla kabilesine dönecektir.
Hz, Muhammed (S.A.V)'in gözleri nemlendi. Annesini küçük yaşta kaybetmişti. Şimdi ince, latîf bir el bu eski yarayı derin bir şefkatle sarıyordu. Mahzun kalb, Hadîce'de uzun mahrumiyet devresinin; sıkıntısına güzel bir bedel bularak ferahladı.
Onbeş yıl bu evlilik mutluluk dolu olarak geçecekti. Ülfet ve de­vamlılıkla süslenmiş olarak... Cenâb-i Hakk da, kızlar ve oğlanlar he­diye ederek bu evliliğin saadetini artıracaktı. Hz. Hadîce el-Kasım isimli çocuğu doğurdu. Hz. Muhammed Ebu'l-Kasım [el-Kasım'ın ba­bası) künyesini aldı. Hz. Hadîce'nin eşi-Kasım'dan sonra Rukıyye, Zeyneb, Ummu Kulsûm ve Fâtıma isimli çocukları oldu. El-Kasım daha sonra öldü.
Zaman ikisinin de üzerini senelerce sükûnet ve huzur verici ör­tüsüyle kuşattı. Bu süre içerisinde Fahr-i kâinat, sevgi pınarından do­ya doya içip kandı. Bu, öksüz olarak geçirdiği maziye bir karşılık, is­tikbâlde karşılaşacağı büyük meşguliyetlere ve ağır mücâdelelere de bir hazırlıktı.
Hz. Muhammed ancak sabahın aydınlığı gibi açık olan rüyalar görmeye başladı. Yalnızlığı tercih ediyordu. Hiçbir şeyi yalnız kal­maktan daha çok sevmiyordu. Bir gece, uykusunda bir rüya gördü. Bu ona çok ağır geldi. Gördüğü rüya şuydu : Karnı çıkarılarak yıkanıp temizlenmiş sonra eskisi gibi tekrar yerine konmuştu. Bunu hanımı Hz. Hadîce'ye anlattı. Hanımı da:
— Bu bir hayırdır, müjdeler olsun, dedi.
Hz. Muhammed kırk yaşına geldiğinde Ramazan ayını Hıra ma­ğarasında, birçok geceyi ailesinin yanına dönmeden ibâdetle geçiri­yordu. Hıra'da ibâdet ettiği sırada, elinde içinde bir kitap bulunan bir kapla gökten yanına bir meleğin indiğini gördü. Melek ona ;
Oku dedi. .
Hz. Muhammed (S.A.V.) :
— Ben okumam (okuma bilmem) diye cevap verdi.
Melek onu sert bir şekilde sıkıp sonra serbest bıraktı ve ona :
— Oku, sözünü tekrar etti. Hz. Muhammed ona:
— Ben okuma bilmem, dedi.
Melek onu kucakladı. Öyleki Hz. Muhammed onun ölüm olduğu­nu zannetti. Sonra onu serbest bırakıp :
— Oku dedi. "
Hz. Muhammed (S.A.V) :
— Neyi okuyayım dedi.
Melek onu yine kucakladı. Hz. Muhammed bunun ölüm olduğunu
zannetti. Yine onu serbest bırakıp :
— Oku dedi. Hz. Muhammed :
— Neyi okuyayım? diye sordu.
Melek :
—«Yaratan Rabbinin adiyle oku. O insanı yapışkan bir madde­den yarattı. Oku, senin Rabb'in en yücedir. O kalemle (yazmayı) öğ­retendir. O, insana bilmediğini öğretmiştir.» dedi.(alak suresi)
Hz. Muhammed onun söylediklerini okudu. Okuyup bitirince Me­lek gitti. Hz. Muhammed Hıra'dan çıktı. Dağın yansına gelince gök­ten bir ses duydu. Şöyle diyordu :
— Ey Muhammed! Sen Allah'ın.elçisisin. Ben de Cebrail'im.
Hz. Muhammed bundan çok korktu. Başını gökyüzüne her kaldır­dığında onu görüyordu. Hıradan Hz. Hadîce'nin yanına döndü. Durumu ona anlatıp şunları söyledi
— Hadîce! Vallahi, ben şimdiye kadar bu putlara ve kâhinler kızdığım kadar hiçbirşeye kızmadım. Ben kâhin olmaktan korkuyorum^ Hz. Hadîce :
—Hayır, asla. Amca oğlum! Sen böyle söyleme. Allah seni, hiçi bir zaman böyle yapmıyacak. Çünkü sen akrabalarla ilgilenirsin, sö­zün doğrusunu söylersin, emânete riayet edersin. Senin ahlâkın gü­zeldir.
Daha sonra Hz. Hadîce Varaka'ya gidip ondan Cebrail hakkında bilgi istedi. Bunun üzerine o şöyle dedi ;
— Kuddus.Ey Kureyş kadınlarının hanımefendisi!Bu isim sana nerden geldi?
Hz. Hadîce şöyie cevap verdi :
— Amca oğlum, Mııhammed bana kendisi geldiğini söyledi :
Varaka yine :
— Kuddus, kuddus. Onu ancak yakında gelecek olan'bir peygam­ber bilir. O (Cebrail) Allah'la Peygamberleri arasında bir elçidir. Şeytan onun şekline girmeye ve onun adını kullanmaya cesaret ede­mez dedi.
Hz. Hadîce Ebu'l-Kâsım'a (Hz. Muhammed'e) koşup duyduklarını ona anlattı. Daha sonra giyinip yine amcası Varaka İbn Nevfel'e gitti. Varaka, hıristiyanlığı kabul etmiş, çok kitap okumuş. Tevrat ve İncil'e inanıp onları okuyanlardan çok şeyler işitmişti. Varaka Hz. Hadîce'nin sözünü duyunca şöyle dedi :
— Amca oğlun doğru söylüyor, bu peygamberliğin başlangıcıdır. Şüphesiz ona, daha önce Musa'ya gelen Nâmus-u ekber Cebrail (A.S) geliyor. O bu ümmetin peygamberi olacak. Ona söyle : Sebat etsin.
Hz. Hadîce müjdeyi Rasûlüllah'a (S.A.V) götürdü. Fakat vahiy bir süre kesildi. Peygamber (S.A.V) çok üzüldü. Ölmek için dağların te­pelerine gitmeye başladı. Tam bir dağın doruğunda olduğu sırada Cebrail (A.S) ona görünür ve şöyle derdi :
—Sen Allah'ın nebîsisin.
Bundan dolayı onun içi rahatlar ve kendine gelirdi.
Hz. Hadîce şöyle dedi :
— Amcaoğlu! Sana gelen bu kişiyi geldiği zaman bana haber verebilir misin?
Peygamber (S.A.V) :
—" Evet dedi. Hz. Hadîce :
— O sana geldiği zaman, onu bana haber ver dedi. Cebrail (A.S) ona geldi. Resûlüllah (S.A.V):
— Hadîce! İşte bu bana gelen Cebrail'dir, dedi. Hz. Hadîce :
— Evet kalk amca oğlu! Sol uyluğuma otur dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) kalkıp onun sol uyluğuna oturdu. Hz. Hadice :
— Onu görüyor musun? diye sordu. Peygamber (S.A.V) :
— Evet, dedi. Hz. Hadîce :
—Kalk, şimdi de sağ uyluğuma otur, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) kalkıp yerini değiştirdi. Hz. Hadîce :
— Onu görüyor musun? dedi. Peygamber (S.A.V) :
— Evet, dedi. Hz. Hadîce :
— Şimdi de kalk; kucağıma otur, dedi : Rasûlüllah kalkıp onun kucağına oturdu .
— Onu görüyor musun? dedi. Rasûlüllah (S.A.V):
Evet dedi.
Hz. Hadîce, Rasûlüllah kucağında otururken elbisesini biraz açtı, başörtüsünü attı ve sordu.
—Onu hâlâ görüyor musun? Rasûfüllah (S.A.V) :
— Hayır dedi. Hz. Hadîce :
— Amcam oğlu! Sebat et, müjdeler olsun ki, vallahi o, melek­tir, şeytan değildir, dedi.
Bir gün, Rasûlüllah yolda yürüyordu. Hıra'da gelen meleği, gök­le yer arasındaki bir kürsü (taht) üzerinde gördü. Korkarak hanımı Hadîce'ye döndü ve şöyle dedi :
— Beni örtünüz.
Hadîce onu örttü. Daha sonra onu yatağında titrer bir halde ya­tarken gördü. Nefesleri ağırlaşmıştı. Alnından ter akıyordu. Sanki o kendisine fısıltıyla konuşan birisini dinliyor gibiydi. Daha sonra bu durum ondan gitti o da, sanki duyduğunu tekrarlarcasına şunları söy­ledi :
— «Ey örtüye bürünen! Kalk. Uyarı görevini yap. Rabbinin ululu­ğunu anlat. Elbiseni temiz tut. Putperestlik pisliğini bırakmakta de­vam et.»(müdessir suresi)
Daha sonra Rasûlüllah (S.A.V) hanımı Hz. Hadîce'ye bakıp şöyle dedi :
— Hadîce! Artık uyuma ve rahat zamanı bitti. Cebrâil bana in­sanları uyarmamı, onları Allah'a ve ona ibâdete davet etmemi emret­ti. Ben kimi davet edeyim ve bana kim cevap verir?
;Hz. Hadîce :
— Davet ettiklerinin ve cevap verenlerin ilki benim diye cevap verdi.
İşte böylece Hz. Hadîce Allah'a ve Rasûlüne iman edenlerin ve Muhammedin Rabbinden getirdiklerini tasdik edenlerin ilki oldu. Daha sonra Ebu Bekr İbni Ebî Kuhafe, Ali İbn Ebî Talib ve Zeyd bin Harîse. Müslüman oldular.
Fakat Kureyş'in efendileri Rasûlüllah (S.A.V) getirdiklerini in­kâr edip imân etmediler. Onu yücelten, kendilerini alçaltan ve otori­telerini sarsan şeyleri nasıl kabul edebilirlerdi. Ona düşman olup ezi­yet ettiler. Hz. Hadîce ise dâvasında ona yardım etti. Hadîce onun doğru ve dürüst bir veziri idi.
Rasûlüllah (S.A.V) davetini reddeden ve kendisini yalanlayan hoşlanmadığı bir şey duyduğunda • çok üzülürdü. Ancak Allah Taâla Hadîce vasıtasıyla Rasûlündeki sıkıntıyı giderirdi. Rasûlüllah yanına geldiğinde Hadîce ona sebat etmesini söyler, kederini hafifletir, onu tasdik eder ve kavminden gördüklerine aldırmamasını söylerdi. Cebrail (A.S) Rasûlüllah'a (S.A.V) gelip şöyle dedi :
—İşte şu Hadîce'dir. Sana doğru geliyor. Yanında bir kap, için­de de yiyecek, içecek var. O sana geldiği zaman, ona Rabbin'den ve benden selâm söyle. Ona cennette bir evi müjdele. Orada ne gürültü, patırtı ne de meşakkat vardır.
Hadîce geldiği zaman Rasûlüllah (S.A.V) ona şöyle demişti :
—Allah Hadîceye selâm söylüyor. Hz, Hadîce şöyle cevap verdi:
— Şüphesiz Allah selâmdır. Selâm Cebrail'in üzerine olsun. Se­lâm ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun.
Rasûlüllah (S.A.V) ashabıyla birlikte otururken yere dört satır ya­zı yazıldı. Rasûlüllah (S.A.V) sordu :
— Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Ashab:
— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Peygamber (S.A.V) şöyle dedi :
— Cennet kadınlarının en faziletlileri dört kişidir: Bunlar Hadîce Bint Huveylid, Fâtıma Bint Muhammed, Meryem Bint Imran ve Firavun'un hanımı Asıya Bint Muzahim'dir.
yardımcı olmak üzere Rasûlüllah'ın yanında bulunmuştur. Hâşim oğulları ve Abdulmuttâlib oğulları Rasûlüllah'ı, korumak ve ona bir kötülük gelmesine engel olmak için onu Ebû Talib şi'bine (mahallesine) gö­türünce Kureyş o maftalleyi kuşattı, Kâ'be'nin içine asılan ağırvezut-medici bir sayfa yazdılar, Onlar Hâşim oğullarına kız vermemeye ve onlardan kız almamaya, onlarla alış veriş yapmamaya ve Muhammed'i öldürmeleri için teslim etmedikçe asla onlarla barış yapmama­ya karar verdiler. Hadîce Bint Huveylid ve Hâşim oğullan üç yıl şi'bte mahsur kaldılar. Öyle ki toprakta biten otları ve ağaç yaprak­larını yediler. Aşırı açlıktan dolayı karınlarına taş bağladılar. Bura­da şiddetli ve sıkıntılı bir kuşatma altında kaldılar. Sıkıntı o kadar şiddetliydi ki açlıklarını bastırabilmek için ağaçların ve çalıların yap­raklarını dahi yediler. Bu şekilde tam üç yıl kaldılar. Gizli gizli ge­len pek az ellerine yiyecek içecek ulaşdı.
 
Üst Alt