Vahdet’Te İhtilâfların Kaynağı:

faruk islam

Özel Üye
Vahdet’te İhtilâfların Kaynağı:

Günümüzdeki ihtilâfların kaynağı, temelde nefsîdir. Grup taassubunun da aslında hevâlardan kaynaklandığını belirtmek gerekir. İslâm cemaatine yaklaştıkça siyasî ihtilâflar da ortaya çıkacaktır. Kimin kime tâbi olacağı, liderin âlim mi, emir mi olduğu, toplumun velâyet hakkının kime ait olduğu soruları o zaman daha öne çıkacaktır. Her grubun İslâm cemaatini kendisinin temsil ettiğini, kendi dışındakilerin sapma içinde olduğunu zannetmesi, hatta buna inanıp başkalarına dayatması şimdiden problem olmaktadır. Hele, İslâm’ın hâkim olması durumunda, ihtilâfın tefrikaya, tefrikanın tekfire, tekfirin savaşa dönüşebildiğini Afganistan aynasında müslümanların görmeleri ve kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor. Aslında ihtilâf edilen noktalar, sanıldığı kadar çok değil. Birtakım yanlış din telâkkilerinden kaynaklanan sorunlar var. Onun da temelinde câhillik yatıyor. Nice ihtilâf gibi gözüken sorunların temelinde de ahlâksızlık yatıyor. Kendi kanaatlerimizi din zannetmemiz yatıyor. Bunları aştığımız zaman önemli bir ihtilâf olmadığı görülecektir. Geçmişi aynen mi tekrar edeceğiz, yoksa yeniden mi yorumlayacağız? Atalarımızın yolunu kutsal kabul eden bir anlayış gibi, her mirası reddeden modernist ve roformist çizgi de çözüm değildir. Kaynaklara inme ve bu gün o hükümleri, ’ın rızâsına uygun bir şekilde nasıl yaşayacağımız gündemde olmalı. Yani, dini zamana uydurmak değil; bu zamanda İslâm’ı yaşama ve takdim etme gayreti.

Metot Farklılığı:

Metot farklılıkları aslında sorun değildir. İslâmî hareketin her sahada çalışanlara ihtiyacı var. İslâm, tek başına bir entelektüel hareket, ya da halk hareketi değildir. Tek başına siyasî bir toplum da değildir. Bu tür farklılıklar, bu grupların birbirini red ve mahkûm etmemesi halinde, kültürün zenginliğini gösterir. Başarıya giden yolu kısaltır. İlimle uğraşanlar olduğu gibi, tebliğ yapanlar, ya da haksızlıklara karşı durmaya nefsini hazırlayanlara da ihtiyaç var. Bu, bir yerde fıtrat ve ehliyetle ilgili bir konudur. hepimizi ayrı ayrı özelliklerde yarattığından farklı mesleklere ve yeteneklere sahibiz. Farklı deneyimlere, izlenimlere, kültürlere sahibiz. Geçmişimiz, Kur’an’ın aynasından yansıyarak geleceğimizi üretecektir. O zaman, farklılıklar tabiîdir, güzeldir. Bu, dinimizi formalara ayırarak kategorize edilmiş bir din anlayışı haline getirmemeli, fili ayrı yerlerinden tutan cemaatler, sadece kendi tuttukları yerin fil olduğu iddiasına kapılmamalıdır. Tesbih çekenler, tebliğ yapanlar ve cihad edenler ayrı ayrı topluluklar değildir/olmamalıdır. Bazılarımız bazı yöntemlere ağırlık verse de hepimiz aynı şeyiz/olmalıyız. Bu konuda önemli ölçü; aynı 'a, Peygamber’e, Kitab’a iman edenlerin, kaynakları, niyet ve yöntemleri meşrû olduğu sürece birbirlerinin varlıklarını ve meşrûiyetlerini kabul etmeleridir. Tabii, bunun alt yapısını da, dinin temel meselelerinde, tevhidi özümseyip ondan tâviz vermemek ve tâğuta karşı tavır gibi konularda farklılığın olmaması gerekmektedir. Bu dinin İlâhî olduğu gibi; dinin hâkimiyetine giden yolun, yani temel metodun da rabbânî olması gerekiyor. İslâm’ın hâkimiyeti için, yalnız meşrû araçların kullanılmasının zarûrî olduğu unutulmamalıdır.Kolaya kaçma şeklinde kendini gösteren bir yanılgı da şudur: Hep kendi dışımızda birinin bizi kurtarmasını istiyoruz/bekliyoruz. Toplumdaki bu talep, arzı üretiyor ve kurtarıcı şahıslar ve kadrolar çıkıyor. Bunlar toplumu kurtarmak istedikleri için de, önlerine çıkan engelleri ezmekte bir sakınca görmüyorlar. İmanlarında olduğu gibi, kanaatlerinde de şüpheye yer yok. Oysa kanaatlerimizde yanılabileceğimizi hesaba katarak ihtiyatla hareket etmek ve bu noktada öteki müslüman kardeşlerimizle, tartışmaksızın sohbet etmeyi bilmemiz gerekir. Onların yanlışlıklarını isbat etmek ve kendi yorumumuzu onlara kabul ettirmek yerine; “acaba ben yanılıyor muyum?” diye onlarla konuşmamız, belki daha doğru bir tavır olur. Hüküm açık: İman etmedikçe cennete giremeyiz. Birbirimizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmayız! Tefrika, rüzgârımızı keser ve bir uçurumun kenarına sürükleniriz.

Kur’an’ın Işığında İhtilâfları Çözüm Tarzı

İnsan, ihtilâflarla iç içe yaşamaktadır. Hayatımız onunla vardır. Ancak, ihtilâflar, lüzumu açısından farklılık arzeder. Meselâ bir câmi inşâsında pek çok malzeme kullanılabilir. Cami; kerpiçle, tuğlayla, ahşap veya betonarme olarak yapılabilir. Bu malzeme çeşitleri ve inşâ tarzları bir ihtilâftır, ama gereklidir. Zaman ve zemine, insan ve imkâna göre farklı olabilecek bir mimarî tarzında inşâ edilebilecek olan câminin binâsı, ancak çeşitli malzemelerden oluşan ihtilâfla ayakta durabilmektedir. İlgililerden hiç birisi bu ihtilâfı gereksiz ve günah görmez. Ama herkes, yapılacak olan bu câminin kıblesini tesbit hususunda ihtilâf olmaması gerektiğini bilir. Çünkü bu konu kitâbîdir. Kıble, Kitab’a göre tâyin ve tesbit edilmeli, bu hususta ihtilâf varsa giderilmelidir. Yapılan böyle bir câminin girişine, iman edenlerden bir kısmının girmesini yasaklayan bir yazının asılacak olması da başka bir ihtilâfı çağırır. Bu üçüncüsü, sosyal bir ihtilâf olur. Birincisi kevnî, ikincisi kitâbî, üçüncüsü de ümmî ihtilâftır. Kur’ân-ı Kerim, işte bu üç ihtilâftan söz etmekte ve çözüm tarzlarını sunmaktadır.

1. Kevnî İhtilâf:

Bu, câmi yapım malzemelerindeki gibi, doğal ve zorunlu ihtilâftır. Sünnetullah’ın cereyan ettiği eşyadaki ihtilâf böyledir. Oluşun ve başlangıcın kendisi olan yer ve göğün birbirinden ayrılması (fıtk), böyle bir ihtilâftır (21/Enbiyâ, 30). Bu ihtilâflar, birer âyettir. İnsanların farklı oluşu, arının karnından farklı (ihtilâflı) renklerde bal çıkması birer âyettir (30/Rûm, 22; 16/Nahl, 69). Her olgu, âdet, beyyine, hârika ve işaret, ihtilâfı sergileyen âyetlerdir (2/Bakara, 164). İşte bu âyetlerin neshinden söz edilebilir. Gece âyeti, gündüz âyeti ile mahvedilir. İnsanların irâdeleri dışında kalan, fıtrattan kaynaklanan anlayış ve anlatış farklılıkları da böyledir. Parmak izlerindeki çeşitlilik de kevnî bir ihtilâftır. Çocuk ve delilerin sorumsuzluğu, ya da herkesin anlama gücü (vüs’at) (2/Bakara, 286) nisbetinde sorumlu olması bu kevnî farklılıktandır.

2. Kitâbî İhtilâf:

Câminin kıblesini tâyin etmede oluşan ihtilâf böyledir. Bu; Kitab’a, hükme ve hikmete bağlı bir ihtilâftır. Tenzîlî olan sünnetullahta ihtilâftır. Düşünemeyenlerin ihtilâfı kevnî idi; bu, düşünmeyenlerin ihtilâfıdır. İnsanın ihtilâfı denilince tenzîlî olan bu ihtilâf akla gelir. Yaratılış kıssasında insanın ilk adı olan “halîfe”, ihtilâf kökündendir (2/Bakara, 30). İnsan iki kere ihtilâftadır. Çünkü hem nesnel, hem de öznel yapısında ihtilâf vardır. Vücutça değişmesi bir ihtilâf, sözden cayabilmesi (ihlâf) ise başka bir ihtilâftır (30/Rûm, 6). Melekler de birbirlerine itiraz ederler, aralarında ihtilâf ederler (38/Sâd, 69). Peygamberler de ihtilâf edebilirler (20/Tâhâ, 92-94; 21/Enbiyâ, 78-79). Ama onlar ihtilâfta kalmazlar. Emanete hiyânet ve hikmete muhâlefet ederek şeytanlaşmak İblis'in işidir. Bu, farkta ihtilâfta kalmaktır. Farkta kalmanın sebebi "kendini yeterli görme"dir (istiğnâ). Bu, ilk nâzil olan sûrede 'a muhâlefet sebebi olarak bildirilmiştir (96/Alak, 6-7). "Kendini yeterli görmek"ten kaynaklanan ihtilâfta rahmet yoktur (11/Hûd, 118-119; 27/Neml, 76; 2/Bakara, 176). Rahmet, ihtilâfı Kitapla gidermekle elde edilir. Zaten Kitab, hidâyet ve rahmet yolunu göstermek, ihtilâf edilen konuları açıklamak için indirilmiştir (16/Nahl, 63-64). Kitaplarda farklı şeriatler vardır; ama bu, dillerdeki çeşitlilik gibi zâhirdedir. Bâtındaki hikmette ihtilâf yoktur. Çünkü ihtilâfı bir hikmetle hükme bağlayan, bir olan 'tır (42/Şûrâ, 10)., o da tefrikaya yol açacaktır. Tefrika da Kitab'ın yasakladığı bir şeydir.

3. Ümmî İhtilâf: Ümmetler farklı coğrafyalarda, farklı kimliklerle yaşıyorlar. Dil ve renklerinde olduğu gibi gidişatlarında da ihtilâftalar. Farklı sistem ve farklı yollara sahipler. Bu ümmetler, eğer kevnî sebeplerden ihtilâf ediyorlarsa hayırda yarıştıkça bu ihtilâfları müsbet görülmelidir. Ama, ihtilâf sebebi kitâbî ise hayrın ölçüsü yitirilmiş olacağı için ihtilâf da sonuçta menfi olacaktır. Bu cins bir ihtilâfın sebepleri, şüphesiz negatif değerlerdir. Bireycilik, egoizm, şehvet, hırs ve sonsuz arzu gibi toplumları helâke sürükleyen bu duyguları, "hevâ" başlığında toplayabiliriz (45/Câsiye, 23). Bu hevâî duyguların hepsi "ben" merkezlidir. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında ümmetleri ihtilâfa düşüren sebepleri de bu duygular beslemiştir.Bireyde tercih belirleme merkezi olan nefisteki fücur ve takvâ, toplum düzeyinde yerini hevâ ve hedâya bırakır. Yani bireyin nefsinde oluşan ihtilâfı takvâ, ümmetin bünyesinde oluşan ihtilâfı hedâ sona erdirir. Toplumsal ihtilâfı sona ermezse, tefrika doğar. Tefrika, aynı kitaba (imama) bağlı olan ümmetin (imam) içinden, küfrî bir ihtilâfa doğru giden yoldur (98/Beyyine, 4-5). Yaratıcı, bu sonuca karşı toplumları uyarmak için, orta coğrafyada merkezî bir yer olan Ümmü'l Kurâ'ya (imam) Kitap indirmiştir. Bu kitabın bir kısmını alıp bir kısmını atmak bizatihî tefrikadır (2/Bakara, 83-85). Kur'ân-ı Kerim, tefrikaya götüren bu tür ihtilâfın, azaba sürükleyeceğini bildirmektedir (30/Rûm, 31-32; 6/En'âm, 153). "Kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilâf edenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır." (3/Âl-i İmrân, 105) Hz. Peygamber'in arkadaşları, Bedir esirleri hususunda (8/Enfâl, 67-69), savaşlara iştirak hususunda (24/Nûr, 62-63) ve daha benzeri pek çok konuda ihtilâfa karşı uyarılmışlardır. Ama yine de ihtilâfları olmuştur. Hatta Hz. Ebûbekir zamanında, dinden çıkmaya varan tefrikalar olmuştur. Hz. Ali döneminde de etkileri günümüze kadar süren Cemel, Sıffîn ve Hakem olayları, vuku bulmuştur. Tarih boyunca gündemimizden düşmeyen Hâricîlik, Mu'tezilîlik, Şiilik ve Sünnîlik gibi adlandırmaların kökleri Hakem olayında gizlidir. Sahâbe döneminde başlayan bu olayların şiddeti, olduğu gibi kalmamış, zamanla artmıştır.ALINTI
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt