18- Müslimânlığı seçenler

MURATS44

Özel Üye
MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER

Başka dinden oldukları hâlde islâmiyyeti kabûl eden muhtelif ırk, memleket, kavm, renk ve meslekden kırkiki [42] zâta, ba’zı mecmû’a veyâ cem’ıyyetler veyâ kendi arkadaşları tarafından sorulan: (Niçin Müslimân Oldunuz?) (Müslimânlıkda en çok beğendiğiniz husûslar nelerdir?) suâllerine; bunlar gâyet açık ve samîmî olarak cevâb vermişlerdir. Bu zevât, uzun uzadıya düşündükden ve islâm dînini çok dikkat ile inceledikden sonra, müslimân olmağa karar vermişlerdir. Onların, birer vesîka [belge] olan bu cevâblarını, muhtelif kitâb ve mecmû’alardan alarak ve Türkçeye terceme ederek yazıyoruz. Bu cevâblardan alınacak çok ibretler vardır ve bunları okuyanlar, dînimizin ulviyyetini bir kerre dahâ kalblerinde his edeceklerdir.
Bu vesîkalar, yeni müslimân kardeşlerimizin bağlı bulundukları memleketlere göre, alfabe sırası ile sıralanmışdır. Bu memleketler şunlardır:
Almanya, Amerika, Avusturya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İsvec, Japonya, Kanada, Macaristan, Malaya, Polonya, Srilanka, Zengibar.
Şimdi bu vesîkaları birer birer okuyalım:



1
MUHAMMED EMÎN HOBOHN
(Alman)

Muhammed Emîn Hobohn, hem bir diplomat, hem de bir misyonerdir. İctimâ’î [sosyal] mes’eleler ile meşgûl olmuş bir ilm ve din adamıdır.
Avrupalılar niçin dinlerini terk ederek müslimân oluyorlar? Bunun birçok sebebleri vardır. Bunların başında (Hak) gelmekdedir. İslâm dîninin esâs kâ’ideleri o kadar mantıkî, o kadar doğru ve dürüstdür ki, dinde hakkı, hakîkati arayan aklı başında, okumuş bir insanın bunları kabûl etmemesi imkânsızdır. Meselâ, islâm dîni, bir tek ma’bûd bulunduğunu bildirir. İnsanların akl-ı selîmine (sağduyusuna) hitâb ederek, onları birçok hurâfelere inandırmağa tenezzül etmez. İslâm dîni, dünyâdaki bütün insanların, hangi ırkdan gelirse gelsin, hepsinin Allahü teâlânın kulu olarak birbirlerine müsâvî, birbirinin benzeri olduğunu bildirir.
 

MURATS44

Özel Üye
Biz almanlar, esâsen Allahü teâlânın bize kuvvet ve kudret veren, rûhumuzu kemâle erdiren büyük bir hâlık [yaratıcı] olduğuna inanırız. Allah mefhûmu bizim içimize emniyyet ve huzûr getirir. Fekat hıristiyan dîni, bu huzûru verememekdedir. Yalnız İslâm dîni Allahü teâlânın büyüklüğünü bize öğretmekde, aynı zemânda öldükden sonra insan rûhunun nereye gideceği hakkında bize rehber olmakdadır. İslâm dîni, yalnız dünyâda değil, âhiretde de bize yol göstermekdedir. Âhiretde râhat etmek için dünyâda ne yapmak lâzım olduğunu, çok açık ve mantıkî bir tarzda öğretmekdedir. Allahü teâlânın, âhiretde, insanlardan dünyâda yapdıkları işler hakkında âdilâne hesâb soracağını bilmek, onları dünyâda doğru ve dürüst hareket etmeğe sevk eder. Bunun için hakîkî müslimânlar, dünyâda iyice düşünmeden ve yapacakları işin hakîkaten hayrlı olduğuna inanmadan hiç bir iş yapmazlar. Böylece, bu büyük din, hiç bir dünyevî polis teşkîlâtının yapamıyacağı bir şeklde, insanları teftîş [kontrol] etmekde ve onların dâimâ doğru yolda kalmalarını te’mîn etmekdedir.
İslâm dîninin Avrupalılar tarafından seçilmesinin başka bir sebebi de, ibâdet şeklidir. Nemâz, insanlara dâimâ zemânında iş yapmağı, oruc ise, irâdesini kuvvetlendirmeği öğretir. Hayâtda başarı için, (Zemânında iş yapmak ve irâdesine hâkim olmak) kadar ehemmiyyetli başka ne vardır? Büyük adamlar ancak bu iki âmil sâyesinde muvaffak olmuşlardır. Şimdi, islâm dîninin en güzel bir noktasına geliyorum: İslâmiyyet insanlara ahlâkî ve insânî husûsları gâyet mantıkî bir tarzda öğretirken, onları hiç bir zemân yapamıyacakları işlere zorlamamışdır. Aksine, onlara iyi ve râhat yaşamak için birçok imkânlar tanımışdır. Allahü teâlâ, insanların râhat ve mes’ûd yaşamasını istemekdedir. Bunun için, insanların günâh işlememesini emr eder. Müslimânlar, kendilerinin dâimâ Allahü teâlânın huzûrunda olduklarına inanır. Günâh işlememeğe çalışırlar. Gerek diğer dinlerde ve gerek Avrupada kurulan nizâmlarda, bu kadar güzel, bu kadar fâideli bir kâ’ide yokdur.
Ben, dünyâda birçok yerlerde ve muhîtlerde, diplomat ve misyoner olarak bulundum. Diğer dinleri, ictimâ’î nizâmları dikkat ile inceledim. İslâmiyyet kadar doğru, islâmiyyet kadar mükemmel, ne bir din, ne de ictimâ’î bir nizâm gördüm. Komünizm, insanlara ilk bakışda doğru bir düşünüş gibi görünmekdedir. Bunun gibi, dünyâ işlerinde en büyük idâre şekli olduğu zan edilen garbdaki demokrasi ve nazilikde de, ba’zı doğru noktalar vardır. Fekat bunların hiç biri tam değildir. Hepsinde birçok noksanlar vardır.
 

MURATS44

Özel Üye
Tam ve kusûrsuz olan ancak İslâm dînidir. İnsanları yükseltecek olan âmil, Avrupalıların buluşu olan ictimâ’î düşünceler değil, ancak ve ancak İslâm dînidir. Bunun için, her akl-ı selîm (sağduyu) sâhibi, kâmil bir insan hiç tereddüdsüz islâmiyyeti kabûl eder. Ben de böyle yapdım. Müslimânlık nazariyyât dîni değil, amelî [pratik] bir dindir. İslâmiyyet, insanın rahîm ve gafûr (merhametli ve afv edici) olan ve doğru yolu gösteren Allahü teâlâya, kendini teslîm etmesi demekdir. Bundan dahâ güzel ne olabilir?
2
Dr. HÂMİD MARCUS
(Alman)

Dr. Marcus tanınmış bir fikr adamı ve yazar olup, Berlinde Moslemische Revue adlı mecmû’ayı kurmuşdur.
Dahâ çocukken müslimânlığı merak etmiş ve islâmiyyet hakkında ma’lûmât
BİLGİ
toplamağa başlamışdım. Doğduğum şehrin kütübhânesinde 1164 [m. 1750] senesinde basılmış eski bir Kur’ân-ı kerîm tercemesi buldum. Rivâyete göre, Goethe de, islâm dînini incelerken aynı Kur’ân-ı kerîm tercemesini okumuş ve ondan sonra, bu kitâba karşı olan hayrânlığını izhâr etmişdi. Kur’ân-ı kerîmi okudukca, onun gâyet mantıkî olan ve aynı zemânda insanın rûhuna kadar işliyen câzibeli ifâdesi bana çok te’sîr etdi. İslâmiyyetin koyduğu esâsların ne kadar doğru, ne kadar fâideli olduğunu, islâmiyyet ile şereflenen milletlerin, az zemân içerisinde, tam bir medeniyyete kavuşmasını, açıkca isbât ediyordu.
Kendi memleketimden ayrılıp, Berline geldiğim zemân, orada müslimânlarla dost oldum ve onlarla birlikde İslâm merkezi [misyonu] a’zâlarının vermekde oldukları, çok ilgi çekici ve öğretici konferansları, büyük bir dikkat ile ta’kîb etdim. İslâm merkezinin a’zâları ile dahâ fazla temâs etmeğe ve islâm dînini dahâ yakından incelemeğe başladım. Bir müddet sonra, bu dînin benim aradığım ve düşündüğüm hak din olduğuna temâmiyle inanarak müslimânlığı kabûl etdim.
İslâm dîninde, Allah birdir ve tek hâlıka [yaratıcıya] inanmak, islâmın en kudsî akîdesidir. İslâm dîninde akla sığmaz, inanılması mümkin olmıyan hiç bir akîde yokdur. Allahü teâlâdan başka, hiç bir yaratıcı yokdur. İslâmiyyetde, modern ilmlere uymıyan, onlara zıd hiçbir nokta bulamazsınız. Emr ve telkîn etdiği bütün husûslar, temâmiyle mantıkî ve fâidelidir. İslâmiyyetde, diğer dinlerde olduğu gibi, îmân ile mantık arasında hiç bir ayrılık yokdur.
 

MURATS44

Özel Üye
Bunun için, benim gibi, tabî’î ilmlerle hayât boyu uğraşmış bir kimsenin, bu uğraşmalardan elde etdiği ilmî sonuçlara tam uyan islâm dînini, bunlara hiç uymıyan diğer dinlere tercîh etmesinden dahâ tabî’î ne olabilir?
İkinci bir sebeb olarak, şunu da ilâve edeyim ki, diğer dinler, yalnız ma’neviyyâta hitâb eden birtakım garîb, abes fikrlerle doludur. Bunların hakîkî hayât ile hiç bir ilgisi yokdur. Hâlbuki islâm dîni, insanın hayâtda ne yapması îcâb etdiğini de öğreten, amelî bir dindir. İslâm dîninin emrleri, insana yalnız âhiretde değil, aynı zemânda dünyâda da doğru yolu gösterir, fekat hiç bir zemân onun hürriyyetini sınırlamaz.
Senelerden beri müslimân olarak dînimi incelemeğe devâm ediyorum. Her def’asında onun en mükemmel olduğunu görerek, rûh râhatlığına kavuşuyorum. İslâmiyyet, şahsiyyet ile cem’iyyet hayâtı arasında, ne güzel bir yoldur! İslâmiyyet, bu iki ayrı hayâtı tanzîm etmekdedir. İslâmiyyet, temâmiyle âdil ve ancak insanların iyiliğini isteyen bir dindir. Dünyâda, ne gibi ictimâ’î bir cereyan olursa olsun, bunun bütün iyi tarafları islâm dîninde vardır.
3
Bayan ÂMİNE MOSLER

Niçin müslimân oldum?
Oğlumun, bana sorduğu birçok suâllere cevâb veremiyordum. O bana: (Anne, Allah niçin üç dâne?) diye soruyor, kendim de üç tanrıya inanmadığım için, ona inandırıcı bir cevâb veremiyordum. Nihâyet 1346 [m. 1928] senesinde yaşı artık oldukça ilerlemiş olan oğlum, birgün gözleri yaşlı olarak bana geldi, (Anne, ben müslimânlığı tedkîk etdim. Onlar bir tek ma’bûda [yaratıcıya] inanıyorlar. Onların dîni, en doğru din. Ben de müslimân olmağa karâr verdim. Sen de bana katıl!) diye yalvarmağa başladı. Onun ricâsı üzerine, ben de islâm dînini incelemeğe başladım. Berlin câmi’ine gitdim. Câmi’in imâmı beni çok iyi kabûl etdi ve bana müslimânlığın esâslarını anlatdı. O anlatdıkca, sözlerinin ne kadar doğru, ne kadar mantıkî olduğunu görüyordum. Artık ben de, oğlum gibi islâm dîninin en doğru bir din olduğuna inanmağa başlamışdım. Herşeyden evvel, dahâ genç yaşda iken bile, bir dürlü anlayamadığım, aklımın bir dürlü kabûl etmediği üçlü tanrıyı müslimânlık red ediyordu. Müslimânlığı iyice inceledikden sonra, günâh çıkarmanın, Papayı günâh işlemez ma’sûm bir varlık olarak tanımanın, vaftiz ya’nî günâh izâlesinin ve buna benzer birçok merâsimin ne kadar ma’nâsız olduğunu anladım ve bütün bunları red ederek seve seve müslimân oldum.
 

MURATS44

Özel Üye
Bütün ecdâdım koyu hıristiyandı. Ben bir katolik manastırında büyütüldüm. Temâmen hıristiyan terbiyesi aldım. Fekat, aldığım bu dînî terbiye, beni Allahü teâlâya götürecek hak dîni seçmeme yardım etdi. Çünki, terbiyem esnâsında bana öğretilen bütün iyi şeyleri, hıristiyanlıkda değil, müslimânlıkda buldum. Müslimânlığı kabûl etmekliğim benim için büyük bir tâli’ eseridir.
Bugün ben bir büyük anneyim. Torunum müslimân olarak doğduğundan dolayı bahtiyârım. Biliyorum ki, Allahü teâlâ, doğru yola koyduklarına dâimâ rehberlik eder.
4
MUHAMMED ALEXANDER RUSSEL WEBB
(Amerikalı)

(Muhammed Alexander Russel Webb, 1262 [m. 1846] senesinde Amerikada Hudson şehrinde doğdu. New-York üniversitesinde okudu. Kısa zemânda çok sevilen ve çok takdîr edilen bir fıkra muharriri oldu. (St. Joseph Gazett) ve (Missouri Republican) ismlerinde mecmû’alar neşr etdi. 1887 târîhinde Filipinlerde Amerika konsolosu oldu. Müslimân oldukdan sonra kendini temâmiyle İslâmiyyeti neşr etmeğe vakf etdi ve Amerikadaki teşkilâtın başına geçdi. 1335 [m. 1916] senesinde vefât etdi.)
Bana, ehâlîsinin pek çoğu hıristiyan olan Amerikada doğan, büyüyünceye kadar mütemâdiyen hıristiyan papazların yapdıkları va’zları, dahâ doğrusu saçmalıkları dinliyen, benim gibi bir insanın, niçin dînini değişdirerek müslimân olduğunu soranlar çok oldu. Ben de onlara, müslimânlığı niçin hayât rehberi olarak seçdiğimi, kısaca şöyle anlatdım: Müslimân oldum! Çünki, yapdığım incelemeler, araşdırmalar, insanların rûhî ihtiyâclarının, ancak müslimânlığın koyduğu sağlam esâslarla te’mîn edileceğini gösterdi. Ben dahâ çocukken bile, hıristiyanlığa bir dürlü iki elle sarılamamışdım. Yirmi yaşıma geldiğim ve artık reşîd olduğum zemân, kilisenin herşeyi günâh sayan, garîb [mistik] ve can sıkıcı terbiyesine temâmen isyân etmişdim. Yavaş yavaş kiliseden ayrıldım ve bir dahâ dönmedim. Benim araşdırıcı ve mütecessis bir ahlâkım [karakterim] vardı. Her şeyin sebebini ve maksadını arıyordum. Bunlar için mantıkî cevâblar bekliyordum. Hâlbuki, râhiblerin ve diğer hıristiyan din adamlarının bana verdiği cevâblar, beni tatmîn etmiyordu. Onlar, çok kerreler süâllerime tatmîn edici cevâblar verecekleri yerde, (Bunları biz anlıyamayız. Bunlar ilâhî sırlardır) diyorlar veyâ (Bunu bizim aklımız kavramaz) gibi kaçamaklı bir cevâb veriyorlardı.
 

MURATS44

Özel Üye
Bunun üzerine, bir yandan şark dinlerini, diğer tarafdan meşhûr filozofların eserlerini incelemeğe karâr verdim. Filozoflardan Mill, Locke, Kant, Hegel, Fichte, Huxleyin ve diğerlerinin eserlerini okudum. Bu filozofların eserlerinde, hep protoplazmadan, atomlardan, moleküllerden, dâneciklerden bahs olunuyor, fekat (İnsanın rûhu ne oluyor, öldükden sonra nereye gidiyor, bu dünyâda rûhun nasıl terbiye edilebileceği) hakkında bir fikr bulunmuyordu. Hâlbuki islâm dîni, insanın bedeni yanında, rûhu ile de meşgûl oluyor ve bizi aydınlatıyordu. Bunun içindir ki, ben, ne yolumu şaşırdığımdan, ne de hıristiyanlara kızdığımdan veyâ ânî bir karara kapıldığımdan dolayı değil, tam aksine inceden inceye tedkîk etdikden, büyüklüğünü, ulviyyetini, ciddiyyetini, mükemmelliğini iyice anladıkdan sonra müslimân oldum.
İslâmiyyetde esâs, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna inanmak, Ona kendini teslîm etmek ve Ona ibâdet ederek lutflarına şükr etmekdir. İslâmiyyet, bütün insanlara kardeşliği, iyiliği, sevgiyi emr eder. Onlardan rûh, beden, dil ve amel [iş] temizliği ister. İslâm dîni, şimdiye kadar insanların bildiği dinlerin muhakkak en mükemmeli, en üstünü ve sonuncusudur.
5
Albay DONALD ROCKWELL
(Amerikalı)

Müslimânlığı niçin kabûl etdim?
Müslimânlığın çok mantıkî ve sâde oluşu, câmi’lerin insanı kendine çeken câzibesi, bu dîne mensûb olanların, dinlerine büyük bir ciddiyyet ve muhabbet ile bağlanmış olması, bütün dünyâda müslimânların günde beş def’a aynı sâatde büyük bir saygı ve ihlâs ile secdeye kapanışı, benim üzerimde çokdan beri, büyük bir te’sîr yapmışdı. Fekat bunlar, benim müslimân olmaklığım için kâfî gelmedi. Ben ancak, İslâm dînini iyice tedkîkden ve onda güzel, fâideli birçok husûslar buldukdan sonra müslimân oldum. Hayâta ciddiyyet, fekat aynı zemânda tatlılıkla bağlı olmak [ki Muhammed aleyhisselâmın kendi hareket tarzıdır], işlerde müşâvere etmek, insanlara dâimâ merhamet ve şefkat ile mu’âmele etmek, yoksullara yardım etmek, ilk def’a olarak kadınlara da mâl sâhibi olma hakkını vermek gibi, o zemâna göre en mu’azzam medenî inkılâblar, Muhammed aleyhisselâmın kısa ve vecîz sözleriyle ne güzel ifâde edilmişdir!
 

MURATS44

Özel Üye
Muhammed aleyhisselâm aynı zemânda (Allahü teâlâya tevekkül, i’timâd et, fekat deveni bağlamağı unutma!) sözleri ile insanlara, Allahü teâlânın kullarından evvelâ, her dürlü tedbîre başvurmalarını, îcâb edeni yapmalarını ve ancak ondan sonra, Allahü teâlâya tevekkül etmelerini emr etdiğini bildirmekdedir. O hâlde, Avrupalıların iddi’â etdiği gibi, islâm dîni, hiç bir iş yapmadan, her şeyi Allahü teâlâdan bekleyen miskînlerin dîni değildir. İslâm dîni, herkese, önce elinden gelen her şeyi yapmasını ve ancak ondan sonra Allahü teâlâya tevekkül etmesini emr eder.
İslâm dîninin, diğer dinlerdeki insanlara karşı gösterdiği adâlet de, benim üzerimde çok büyük bir te’sîr yapmışdı. Muhammed aleyhisselâm, müslimânların hıristiyanlara ve yehûdîlere karşı iyi mu’âmele etmelerini emr ediyor. Kur’ân-ı kerîm ise, Âdem aleyhisselâmdan başlıyarak, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmın Peygamberliğini kabûl ediyordu. Bu, hiç bir başka dinde olmayan bir yüce sadâkat, büyük hakşinaslıkdır. Diğer dinlere inananlar, islâmiyyet hakkında, akla gelmez fenâ şeyler söylerken, müslimânlar bunlara karşı kibarca mukâbele ediyorlar.
İslâmiyyetin en güzel husûsiyyetlerinden biri de, onun kendini putlardan temâmiyle kurtarmış olmasıdır. Hıristiyanlıkda hâlâ resmlere, heykellere, işâretlere tapılırken, islâmiyyetde hiç böyle bir şey yokdur. Bu da, islâmiyyetin ne kadar saf, ne kadar temiz olduğunu gösteriyor.
Allahü teâlânın resûlü olan Muhammed aleyhisselâmın, sözleri ve öğretdiği husûslar, hiçbir değişiklik yapılmadan günümüze kadar gelmişdir. Allah kelâmı olan Kur’ân-ı kerîm ise, vahy olunduğu gibi aynen muhâfaza edilmiş ve Muhammed aleyhisselâm zemânındaki berraklığını aslâ gayb etmemişdir. Hıristiyanların, Îsâ aleyhisselâmın dînine yapdıkları gibi, İslâm dînine birçok yalan yanlış hurâfeler, efsâneler karışdırılmamışdır.
Beni müslimân olmağa götüren sebeblerden sonuncusu, islâmiyyetde bulduğum metânet ve irâde gücü oldu. İslâmiyyetde yalnız rûhun değil, aynı zemânda bedenin de temiz olması emr ediliyordu. Yemek yirken, tıka basa mi’deyi doldurmamak, senede bir ay oruc tutmak, her şeyde ölçülü hareket etmek, harcama yaparken, ne fazla, ne eksik sarf etmek gibi. Değil bugün, yarın da, bütün insanlara rehberlik edecek husûslar, insanlara en güzel bir tarzda telkîn olunuyordu. Ben, müslimân memleketlerinin hemen hepsini ziyâret etdim. İstanbulda, Şâmda, Kudüsde, Kâhirede, Cezâyirde, Fasda ve sâir müslimân şehrlerinde, bütün hakîkî müslimânların bu kâ’idelere riâyet etdiklerini ve bundan dolayı hayâtda huzûra kavuşduklarını bizâtihi gördüm.
 

MURATS44

Özel Üye
Onların, Allahü teâlânın yoluna girmek için süslere, resmlere, heykellere, mumlara, müziğe ve benzeri şeylere ihtiyâcları yokdu. Allahü teâlânın kulu olduklarını his etmeleri ve kendilerini ona teslîm etmeleri, onlara en büyük ma’nevî huzûr ve se’âdeti, lezzeti veriyordu.
İslâm dînindeki hürriyyet ve müsâvât [eşitlik], beni dâimâ kendine çekmişdir. Müslimânlar arasında, en yüksek bir mevkı’ sâhibi ile en fakîr bir kimse, Allahü teâlânın huzûrunda müsâvîdir ve birbirinin kardeşi sayılır. Câmi’de, müslimânlar yan yana ibâdet ederler. Mevkı’ sâhibi olanlar için ayrılmış, özel yerler yokdur.
Müslimânlar, Allahü teâlâ ile kul arasında hiç bir kimsenin bulunmadığına îmân ederler. Müslimânlıkda ibâdet, Allahü teâlâ ile kul arasında yapılır. Günâhlarını afv etdirmek için, din adamlarına baş vurmazlar. Her müslimân kendi hareketinden, ancak kendisi mes’ûldür.
Müslimânlar arasındaki kardeşlik, bana hayâtda çok kerreler yardımcı oldu. Bu din kardeşliği de, beni müslimânlığa götüren âmillerden biridir. Nereye gitsem, bir müslimân kardeşimin bana yardım edeceğini ve üzüntülerimi benimle paylaşacağını biliyorum. Dünyâda, ırk, renk ve siyâsî düşünceleri birbirinden farklı olan bütün müslimânlar, birbirinin kardeşidir ve birbirlerine yardım etmeği kendilerine borç bilirler
İşte, beni müslimân yapan sebebler bunlardır. Acabâ bunlardan dahâ güzel ve ulvî [yüce] bir sebeb düşünülebilir mi?
6
SALÂHADDÎN BOART
(Amerikalı)

1338 [m. 1920] senesinde, bir doktoru ziyâret için mu’âyenehânesine gitdiğim zemân, bekleme odasında, Londrada çıkan (Orient Review) ve (African Times) mecmû’alarını görmüşdüm. Bu mecmû’ayı karışdırırken okuduğum: (Ancak bir tek Allah vardır) cümlesi, benim üzerimde çok derin bir te’sîr yapdı. Çünki hıristiyanlık dîninde, tâm üç dâne tanrı vardı ve aklımız kabûl etmediği hâlde, buna inanmak zorundaydık. Bu (Ancak bir tek Allah vardır) ibâresi, bu târîhden i’tibâren aklımdan çıkmaz oldu. Bu kudsî ve ulvî i’tikâd, müslimânların kalblerinde taşıdıkları, behâ biçilmez bir hazînedir.
Artık islâmiyyete alâkam artdı. Bir müddet sonra müslimân olmağa karar vermişdim. Müslimân oldukdan sonra, Salâhaddîn ismini aldım. Müslimânlığın en doğru din olduğuna inanıyordum.
 

MURATS44

Özel Üye
Zîrâ müslimânlık, Allahü teâlânın hiç bir şerîki olmadığını ve bir günâhın ancak Allah tarafından afv edilebileceğini esâs olarak kabûl etmekdedir. Bu îmân, tabî’at kanûnlarına ne kadar uygundur! Tarlada, çiftlikde, köyde, şehrde, okulda, hükûmetde, devletde, kısaca her yerde, bir tek baş vardır. İkilik dâimâ ayrılığa sebeb olmuşdur.
İslâm dîninin en doğru din olduğunu bana gösteren ikinci delîl, islâmiyyetden evvel, temâmen vahşî bir tarzda yaşayan arabların, islâm dîni sâyesinde, çok kısa bir zemân içerisinde, dünyânın en medenî, en kudretli bir devleti hâline gelmeleri ve insan sevgisini Arab çöllerinden, tâ İspanyaya kadar götürebilmeleridir. Müslimân Arablar, İspanyayı bir çöl hâlinde buldular. Onu, kısa zemânda, bir gül bağçesi hâline getirdiler. John W. Draper gibi dürüst bir târîhci, (1226 [m. 1811]-1299 [m. 1882]) (The Intellectual Development of Europe=Avrupanın ma’nevî tekâmülü) adındaki eserinde, islâmın asrî medeniyyetin teessüsünde oynadığı son derece büyük ve mühim te’sîri anlatmakda, (Hıristiyan târîhciler islâmiyyete olan kinlerinden dolayı, bu hakîkati gizlemeğe çalışmakda, Avrupanın müslimânlara ne kadar borçlu olduğunu, bir dürlü i’tirâf edememekdedirler) demekdedir.
Aşağıda, müslimânların İspanyayı nasıl buldukları hakkında Draperin yazılarını aynen nakl ediyorum:
(O zemânki Avrupalılar temâmîle barbardı. Hıristiyanlık, onları barbarlıkdan kurtaramamışdı. Onlara hâlâ vahşî nazariyle bakmak gerekirdi. Pislik içinde yaşarlardı. Kafaları, hurâfelerle doluydu. Doğru dürüst düşünmek hâssasına bile mâlik değildiler. Âdî kulübelerde yaşarlardı. Eğer kulübenin zemîninde veyâ duvarlarında bir hasır örtüsü varsa, bu büyük bir zenginlik işâreti sayılırdı. Yidikleri, yabânî fasülye, havuç gibi sebzeler, ba’zı otlar, hattâ ba’zen ağaç kabuklarıydı. Elbise olarak, uzun müddet dayandığı için dabağlanmamış hayvan postları kullanıyorlar ve bunun için çok pis kokuyorlardı.
Müslimânlar, onlara her şeyden önce temizliği öğretdiler. Müslimânlar, günde beş def’a yıkanıyorlardı. Onların da günde hiç olmazsa bir kerre yıkanmasını sağladılar. Sonra, onların üzerinden pis kokulu, parça parça olmuş, bitlerle dolmuş olan hayvan derilerini çıkarıp atarak, onlara güzel kumaşlardan, renkli ipliklerden örülerek yapılmış olan kendi elbiselerinden verdiler. Onlara yemek pişirmesini, yemek yimesini öğretdiler. İspanyada evler, konaklar, serâylar inşâ etdiler. Mektebler, hastahâneler kurdular. Üniversiteler te’sîs etdiler. Bu üniversiteler, bütün dünyâya bir nûr kaynağı oldu.
 

MURATS44

Özel Üye
Her tarafda bağçeler yetişdirdiler. Memleket, güllük gülistanlık oldu. Vahşî Avrupalılar, bütün bunları ağzı açık, şaşkınlık ve takdîrle gördüler ve yavaş yavaş medenî olmağa başladılar.)
Böyle vahşî insanları terbiyeye muvaffak olan, onlara medeniyyet rûhunu aşılayan, onları karanlıkdan, cehâletden, hurâfelerden kurtaran müslimân arablar, bu akla sığmaz mu’azzam işi ancak islâm dîni sâyesinde yapabildiler. Çünki islâm dîni, en doğru dindir. Allahü teâlâ muvaffak olmaları için, onlara yardım ediyordu.
Allahü teâlânın emri ile Muhammed aleyhisselâmın teblîg ve neşr eylediği islâm dîni ve Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ân-ı kerîm, dünyâ târîhini değişdirmiş ve onu karanlıkdan kurtarmışdır. Eğer islâm dîni olmasaydı, insanlık bugünkü medeniyyet derecesine, ilm ve fende bugünkü seviyesine erişemezdi. Müslimânların gözünde ilmin çok yüksek bir yeri vardır. Muhammed aleyhisselâm, (İlm Çinde de olsa, onu alınız) buyurmakdadır. İşte seve seve kabûl etdiğim islâm dîni böyle bir dindir.
7
THOMAS MUHAMMED CLAYTON
(Amerikalı)

Tam öğle olmak üzereydi. Sıcakdan bunalmış, tozlu yoldan geçerken, bir aralık kulağımıza kendine mahsûs bir güzelliği olan, bir ses gelmeğe başladı. Bu ses, etrâfımızdaki bütün boşluğu sanki dolduruyordu. Bir ağaç topluluğunu geçince, önümüze insana hayret verici bir manzara çıkdı. Âdetâ gözlerimize inanamıyorduk. Tahtadan yapılmış ufak bir kule üzerine çıkmış, tertemiz cübbeli ve beyâz sarıklı yaşlı bir Arab ezân okuyordu. Ezânı okurken kendinden geçmiş, sanki dünyâdan temâmen ayrılarak, hâlıkının, sâhibinin huzûruna çıkmışdı. Bu yüce manzara karşısında, biz de sanki hipnotize olmuş gibi durakladık ve yavaş yavaş yere oturduk. Kulağımıza gelen seslerin ve sözlerin ma’nâsını anlamıyor, fekat onun te’sîri altında kalıyor ve rûhumuzda bir başkalık, bir ferâhlık his ediyorduk. Sonradan öğrendik ki, Arabın söylediği tatlı sözlerin ma’nâsı şu idi: (Allahü teâlâ en büyükdür. Allahü teâlâdan başka ilâh, ma’bûd yokdur). Birdenbire, etrâfımızda birçok insanlar belirdi. Hâlbuki, biz o zemâna kadar etrâfımızda kimseyi görmemişdik. Nereden çıkdıklarını, nereden geldiklerini bilmediğimiz bu insanların yüzünde büyük bir hürmet ve muhabbet ifâdesi vardı. İçlerinde her yaşdan, her sınıfdan insan bulunuyordu.
 
Üst Alt