23- Kitâb-ı mukaddesdeki hatâlardan ba'zıları

MURATS44

Özel Üye
Yûnüs: Kimin tarafından yazıldığı bilinmiyor.
Habakuk: Kim olduğu, nerede bulunduğu, şeceresi, ne iş yapdığı kimse tarafından bilinmeyen bir şahsiyetin yazdığı kitâb.
İşte size Kitâb-ı mukaddesin (Ahd-i Atîk = Eski Ahd) kitâblarının mâhiyyetleri hakkında kısa bir ma’lûmat.
(Ahd-i Cedîd = Yeni Ahd) kısmına gelince, bunun hakkında ve bunu yazanlar ve içindeki farklılıklardan yukarıda ma’lûmât verdiğimiz için bunları tekrâra lüzûm görmedik.
Kitâb-ı mukaddesin içinde, dahâ birçok ma’nâsız sözler vardır: Meselâ, Allahü teâlânın tûfâna nedâmet edişi, Ya’kûb aleyhisselâmın rü’yâsında Allahla güreş tutarak onu yenmesi, Lût aleyhisselâmın kızları ile zinâ etmesi gibi. Bunların ne kadar habîs şeyler olduğu hıristiyanlar tarafından da kabûl edildiği için, bu bahsleri yavaş yavaş Kitâb-ı mukaddesden çıkarmağa başlamışlardır.
Şimdi, bugünkü Kitâb-ı mukaddesin ifâde şekli ve insanlara neler telkîne çalışdığını tedkîk edelim:
Tekvînden bir bend alıyoruz. Bu kitâb, ilk insanlardan, ilk Peygamberlerden, Âdem, Nûh, İbrâhîm “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gibi büyük nebîlerden bahs eder. Aynı zemânda İbrânî âilelerinin nasıl kurulduğunu anlatır. Yehûdîlerin ceddi olan Yehûdâdan (Juda) bahs eden 38. ci bâbın başında, (Yehûdâ kardeşlerinin yanına indi ve Abdüllah bir adamın yanına indi. Orada Kenanlı bir adamın kızını gördü. Adamın adı Şû’ idi. Kızı alıp yanına girdi. Kız hâmile kalıp bir oğlu oldu) demekdedir.
Şimdi lutfen elinizi kalbinizin üzerine koyarak şu süâllere cevâb veriniz: Bir din kitâbı ne öğretir? Bir din kitâbı, insanlara yapmaları gereken husûslarla, yapmamaları gereken husûsları öğretir. Onlara, dünyâ ve âhiret hakkında fikr verir. Onları, fenâ hareketleri için azarlar ve iyi hareketlerini medh eder. Allahü teâlâya karşı ne gibi vazîfeleri olduğunu, birbirlerine karşı nasıl muâmele etmek îcâb etdiğini anlatır. Dünyâda sulh ve selâmet içinde yaşamak için neler yapmak lâzım olduğunu bildirir. Kısaca, bir din kitâbı, bir AHLÂK KİTÂBI’dır.
Yukarıda okuduğunuz parça ve devâmında bu fazîletlerden hangisi var? Açık saçık bir fuhş hikâyesidir. Bu parça, bugün dünyânın her yerinde Pornografi [müstehcen] neşriyyat sınıfına girer ve yayınlanması yasaklanır. Hıristiyanların ve yehûdîlerin mukaddes dedikleri kitâbda buna benzer dahâ birçok gayr-i ahlâkî bahsler vardır. Yine (Ahd-i atîk)in Tekvîn kitâbı 19. cu bâbının otuzuncu ve sonraki âyetlerinde Lût aleyhisselâmın iki öz kızının, Lût aleyhisselâma içki içirerek serhoş etdikden sonra kendisi ile cinsî münâsebetde bulunarak oğulları olduğu yazılıdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Dâvüd aleyhisselâmın, kumandanlarından Urianın zevcesi Batşebayı yıkanırken çıplak olarak seyredince dayanamıyarak onunla şehvânî ilişkiler kurduğu ve kocasından ayırmak için zevallıyı bir savaşın en tehlükeli yerine, geri dönmemek üzere gönderdiği Ahd-i atîkin İkinci Samuel kısmının 11. ci bâbında yazılıdır. Bugün birçok Avrupa müzelerinde, Dâvüd aleyhisselâmın Batşebayı çıplak olarak seyretmesini veyâ Uriayı ölüme göndermesini tasvîr eden resmler bulunmakdadır. Avrupa dillerinde (Uria Mektûbu) ta’bîri, (İ’dam hükmü veyâ çok kötü haber) ma’nâsına gelmekde ve Avrupalılar bunu ve benzeri hikâyeleri mukaddes dedikleri kitâblarından almakdadırlar. Bu hikâyeleri okuyanlar ne öğreniyor? Kardeşinin zevcesi ile zinâ etmeğe zorlanan erkekler, gelinini hâmile bırakan kayınbabalar, kızı ile zinâ eden babalar, emrinde çalışanların zevcesini iğfâl eden ve onları ölüme yollayan adamlar.
İnsanın aklı zâil olacak. Ba’zı hıristiyanlar bile bu çirkin hikâyelere inanmıyor ve red ediyorlar. (Plain Truth) mecmû’asının 1977 senesinde çıkan bir nüshasında şöyle yazılıdır: (Çocuklara Kitâb-ı mukaddesi okuturken çok dikkat ediniz! Çünki Kitâb-ı mukaddesin içinde, gayr-ı ahlâkî fuhş hikâyeleri mevcûddur. Bunları okuyan çocuklarda, âile ferdleri arasındaki münâsebetler hakkında, çok hatâlı fikrler hâsıl olabilir. Bilhâssa, Ahd-i atîk kısmında bulunan bu fuhş münâsebetleri, Kitâb-ı mukaddesden çıkarılmalı ve ancak ondan sonra çocuklara bu temizlenmiş Kitâb-ı mukaddes verilmelidir). Mecmû’a ilâve ediyor: (Kitâb-ı mukaddes, muhakkak bir tedkîkden geçmelidir. Çünki bu hâli ile ahlâk telkin etmek şöyle dursun, gençleri ahlâksızlığa teşvîk etmekdedir.)
Meşhûr edebiyyâtçı Bernhard Shaw, dahâ ileri giderek, (Dünyâda en tehlükeli kitâb Tevrât ve İncîldir. Onu sağlam bir kilit altına koymalı ve bir dahâ meydâna çıkmamasını temîn etmelidir) demekdedir.
Dr. Stroggie, Kitâb-ı mukaddes hakkında yazdığı kitâbda, Dr. Parkere atfen şöyle demekdedir: (İnsan Kitâb-ı mukaddesi okuduğu zemân, birbirini tutmaz bahsler içinde gayb olup gidiyor. Kitâb-ı mukaddesin içinde fazla mikdârda muhtelif acâib ismler vardır. Hele Tekvîn kısmında, yalnız şecereler dikkate alınmış. Kim kimden doğdu, nasıl doğdu? Hep bunlardan bahs ediliyor. Bunlardan bana ne? Bunların ibâdet ve Allahü teâlâyı sevmek ile ne alâkası var?
 

MURATS44

Özel Üye
Nasıl iyi bir insan olunabilir? Kıyâmet günü nedir? Kime ve nasıl hesâb vereceğiz? Sâlih bir insan olmak için neler yapmak lâzımdır? Bunlardan pek az bahs olunuyor. Ekseriyâ, muhtelif efsâneler var. Dahâ gündüz anlatılmadan, geceye geçiliyor.)
Prof. F. C. Burkitt (Canon of the New Testament = Yeni Ahdin resmen kabûl edilen kısmı) ismindeki eserinde şöyle diyor: (Îsâ aleyhisselâmın dört İncîlde dört ayrı tasvîri vardır. Bunlar birbirinden farklıdır. Bunları yazanlar bu dört kitâbı bir araya getirmek istememişdir. Onun için yekdiğerinden farklı ma’lûmât vermekde, bunlar arasında hiçbir râbıta bulunmamakda, yazılardan biri noksan kalmış bir hikâyeye, diğeri ise meşhûr bir eserden alınmış bir parçaya benzemekdedir.)
(Encyclopedia of Religion and Ethics = Din ve Ahlâk Ansiklopedisi)nin ikinci cildinin 582. sahîfesinde: (Îsâ aleyhisselâm, hiç yazılı bir eser bırakmadığı gibi, şâkirdlerinden hiç birisine herhangi bir şey yazması için de emr vermemişdir) diye yazılıdır. Ya’nî bu büyük ansiklopedi, dört İncîlin hiçbir dînî kıymeti olmayıp, başkaları tarafından yazılan birbirinden farklı hikâyelerden ibâret olduğunu tasdîk etmekdedir.
Avrupalı ilm adamları, târîhçiler, hattâ hıristiyan din adamları, bugün elde mevcûd Tevrât ve İncîllerin bozuk olduklarını i’lân ederken, ma’nevî kuvvetleri inkâr eden, maddedeki terakkînin serhoşu olup, rûh bilgilerinden haberleri olmıyan din düşmanları da, Tevrât ve İncîllerdeki bozuk yerleri ileri sürerek, dinlere saldırıyorlar. Bu meyânda mu’cizeleri inkâr etmelerini haklı göstermeğe kalkışıyorlar. Hâlbuki hıristiyan ve müslimân, kısacası dindar olmanın birinci şartı, mu’cizelere inanmakdır. Aklın anlıyamadığı din, îmân bilgilerini akl ile isbât etmeğe kalkışan, bunları inkâr etmeğe sürüklenir. İnsan bilmediği, anlamadığı şeye düşman olur. Mu’cizeleri inkâr etmek felâketine dûçar olan zevallılardan biri, tanınmış Amerikalı dîni eserler yazarı Ernest O. Hauserdir. 1979 senesinde neşr edilen yazısında dindarlara hücûm etmekde çok ileri giderek, mu’cizeleri te’vîle çalışmakdadır. Gençleri igfâl edebilmek için birkaç ateistin [münkirin] yazılarını da kendine şâhid göstermekdedir. Bu makâleyi birlikde okuyalım: (Matta İncîlinde şöyle yazılıdır: (... Ve Îsâ halka çayır üzerine oturmalarını emr etdi ve kendilerine beş somun ekmek ile iki balığı aldı ve şükrân düâsı etdi ve ekmekleri kırıp şâkirdlere verdi. Şâkirdler de halka verdiler. Hepsi yiyip doydular ve parçalardan artanı oniki küfe dolusu olarak kaldırdılar.
 

MURATS44

Özel Üye
Yiyenler, kadınlar ve çocuklardan başka, beş bin erkek kadar idiler) [Matta bâb 14, âyet 19 ve devâmı.]
İşte Matta, bugün Îsâ aleyhisselâmın en çok münâkaşa edilen bir mû’cizesinden böylece bahs etmekdedir.
Mu’cize, bir peygamber tarafından, kuvvet ve kudretini izhâr için, tabî’at kanûnlarına muhâlif olarak yapılan hârik-ül’âde bir işdir. Fekat, bugün en yeni ilm ve fen bilgilerini öğrenen ve böyle bir muhît içinde yetişen bir hıristiyanın bu mu’cizelere îmân etmesini nasıl teklîf edebiliriz? Fekat, bunları İncîllerden ihrâc etmeğe imkân yokdur. O hâlde, bunları dahâ iyi tedkîke mecbûruz. Biz çocukken, Îsâ “aleyhisselâm”ın, birçok mu’cizelerini dinleye dinleye büyüdük. Bunların arasında, Kana şehrindeki düğünde suyu şerâbe çevirmesi, Galile denizindeki korkunç fırtınayı dindirmesi, körlerin gözlerini açması, havârîlerin kayığına kadar denizde yürümesi, ölmüş olan Lazarı diriltmesi, hepimizin hâfızasına nakş edilmişdir. Esâsen İncîlin büyük bir kısmı bu mu’cizelerle doludur. Dört İncîlin de, en güzel yerlerini bu mu’cizeler teşkîl eder. Îsâ “aleyhisselâm”, yehûdîlerin yanına geldiği zemân, Peygamber olduğunu isbât etmek için, onlara mu’cize göstermek zorunda idi. Çünki yehûdîler, ona (Sen Peygamber olduğunu söylüyorsun. Sana îmân etmemiz için, bize mu’cize göstereceksin!) diye inâd etmişlerdi. Hattâ, çok kerreler şübheye düşen kendi havârîlerine bile ba’zan mu’cizeler göstermeğe mecbûr olmuşdu. Meselâ, denizde kayık içinde giderlerken çıkan korkunç fırtınada, havârîler Îsâ aleyhisselâmı (Kurtar ya Rab, helâk oluyoruz) diyerek uyandırmışlardı. O esnâda Îsâ aleyhisselâmın bir işâreti üzerine fırtına durdu. Bu hareket havârîlerin üzerinde son derecede büyük bir te’sîr yapmış, Îsâ aleyhisselâmın ayaklarına kapanarak afv dilemişler, Ona inandıklarını te’yîd etmişlerdi. Sonra, bu hikâyeyi başka yehûdîlere anlatdıkları zemân, onlar da hayrân kalmışlar ve nasrânî olmuşlardı. [Matta bâb 8]
Yuhannâ İncîlinin 10. cu bâbı 37. ci âyeti ve devâmında Îsâ aleyhisselâmın şöyle dediği yazılıdır: (Eğer, Babamın işlerini yapmıyorsam bana îmân etmeyin. Fekat yapdığım hâlde siz bana îmân etmezseniz bile, işlere îmân edin ki, Babanın bende ve benim Babada olduğumu bilip anlıyasınız!) İşte bu mu’cizeler, o kadar büyük bir te’sîr yapıyordu ki, meşhûr yehûdî din adamı Nicodemus, Îsâ aleyhisselâma hiç inanmazken, onu bir gece ziyâret etdiği zemân gösterdiği mu’cizelerin büyük câzibesine kapılmış ve Ona (Artık inanıyorum ki, sen Allah tarafından gönderilmişsin.
 

MURATS44

Özel Üye
Çünki, Allahın yardımı olmadan bu mu’cizeleri yapamazsın) demişdi. Biz biliyoruz ki, Îsâ aleyhisselâm, bu mu’cizeleri yapmakdan hiç hoşlanmıyor, hattâ âdetâ hayâ ediyordu. Elinin dokunmasıyle iyi etdiği cüzzamlıya, (Seni iyi etdiğimi sakın kimseye söyleme) demişdi. Mu’cizeleri yaparken, ufak bir hareket veyâ birkaç sözle iktifâ ediyordu. İncîle göre, ölmüş çocuğunu diriltdiği kadına, (Yoluna devâm et, çocuğun yaşıyor) demiş, iyi etdiği hastalara yalnız (Yatakdan kalk ve yürü) demişdi. Esâsen mu’cizeler, ufak bir el hareketi, bir dokunma ile temâmlanıyordu. Bu mu’cizelere ekseriyâ Îsâ aleyhisselâmın merhamet ve şefkati sebeb oluyordu. Bir gün, yol kenarında iki a’mâya rastlamışdı. Kendisinden yardım istediler. Îsâ “aleyhisselâm” onlara acıdı ve ellerini gözlerine sürünce, yeniden göz nûruna kavuşdular. Lukanın anlatdığı mu’cizeye gelince, bu da Îsâ aleyhisselâmın ne kadar merhametli olduğunu göstermekdedir. Îsâ aleyhisselâm, bir zevallı kadına tek oğlunun cenâze merâsiminde rastlamış. Kadına çok acıdığından çocuğunu diriltmişdir. Bugün bu mu’cizeleri inkâr eden pek çok hıristiyan vardır. Bir fen adamı, Îsâ aleyhisselâma îmân etse bile, onun böyle mu’cizeler yapamıyacağını ileri sürmekdedir. Dahâ 1162 [m. 1748] de meşhûr târîhçi İskoçyalı David Hume, şöyle yazıyordu: (Mu’cize demek, tabî’at kanûnlarının ihlâli demekdir. Tabî’at kanûnları kat’î ve sâbit esâslar üzerine kurulmuşdur. Bunları tebdîl etmeğe imkân yokdur. Onun için, mu’cizelere inanılmaz.)
Fekat, en mühim olanı bugünün din adamlarından Rudolf Butmannın sözleridir: Bu teolog: (Evinde elektrik bulunan, radyo ve televizyon kullanan bir adamın artık İncîllerde yazılı olan hayâl mahsûlü mu’cizelere inanması imkânı yokdur) demekdedir.
Bu mu’cizelerin esâsına varmak ve onları mantıkî bir tarzda îzâh edebilmek için, birçok tecribeler yapılmışdır: Meselâ, iki balıkla 5000 den fazla insanın doyurulması, hakîkatde, büsbütün başka bir tarzda cereyan etmişdir. Îsâ aleyhisselâm, diğer nasrânîlerle berâber gezmeğe çıkmış, yemek zemânı gelince, herkes birlikde getirdiği yemeği ortaya koymuş, Îsâ aleyhisselâm da, birlikde getirdiği iki balıkla beş somun ekmeği bunlara ilâve etmiş ve hepsi birlikde yemek yimişlerdir. Îsâ aleyhisselâmın deniz üzerinde yürüyerek havârîlerin gemisine gitmesi ise, temâmen bir optik hatâdır. Sisli havalarda, deniz kenârında yürüyen insanların, sanki denizde yürüyormuş gibi göründüklerini hepimiz biliriz. Fırtınanın kesilmesine gelince, Îsâ aleyhisselâmın işâret etdiği zemânda, fırtına esâsen kesilmeğe başlamışdı. İşâret etmese de kesilecekdi diye düşünülebilir.
 

MURATS44

Özel Üye
Esâsen bütün bu mu’cizeler, bunları görenler tarafından nakl edilmekdedir. Böyle bir hâdiseyi gören bir kimse, kendi hislerine mağlûb olarak, o hâdiseyi küçültebilir veyâ mubâlağa edebilir, yâhud tam hakîkate uygun olmayarak, kendi gördüğü gibi değil, zan etdiği gibi anlatabilir. Fekat, şunu da unutmayalım ki, bugün bu mu’cizeler etrâfında yapılan münâkaşalar, artık gayb olmuş gibidir ve artık İncîllerdeki mu’cizelere inananlar hemen hemen kalmamışdır. Bir tanınmış başpiskopos geçenlerde: (Bir insan, bu mu’cizelere inanmasa da, hakîkî bir hıristiyan olabilir. Çünki, hıristiyanlığın esâsı, Allaha inanmak ve insanlara acımakdır) diyordu. Demek oluyor ki, biz İncîli okurken, ister onun bir masal kitâbı olduğunu ve onda anlatılan mu’cizelerin ancak hayâl âleminde meydâna geldiğini kabûl edelim veyâ etmiyelim, bunun dindarlıkla alâkası yokdur.
Şurası şâyân-ı dikkatdir ki, Îsâ aleyhisselâmın mu’cizeleri, onu, bir tarafdan dünyâya tanıtırken, bir tarafdan da, bir çok kimsenin düşmanlığına sebeb oldu. Yehûdî din adamları, Îsâ aleyhisselâmın Beytanyada hasta adamı iyileşdirdiğini, Lazarı diriltdiğini haber alınca, (Bu adam bu mu’cizelerle bütün insanları kendisine cezb ediyor. Artık kendisini Allah yerine koymağa başladı. Bunun şerrinden kendimizi muhâfaza etmek için Onu öldürtmeliyiz) diye karâr verdiler ve Onu Romalılara şikâyet etdiler. Îsâ aleyhisselâm, bu sıralarda son mu’cizesini yapıyor ve kendisini yakalamak için gelen askerlerin içinde bulunan ve Petrus tarafından kulağı kesilen başkâhinin hizmetcisinin, kulağını tekrâr yerine koyuyor ve böylece bütün dünyâya, (insanların düşmanlarına bile merhamet etmesi lâzım olduğunu) gösteriyordu.
[Bir yehûdî din adamı olan, H. Hirsch Graetzin (History of the Jews) kitâbındaki beyânına göre, yehûdîler, kendi cemâ’atlerinin, Tevrâtın emrlerine tam ittibâ’ edebilmelerini te’mîn için, (Yetmişler Meclisi)ni kurdular. Bu meclisin reîsine (Baş kâhin) dediler. Yehûdî gençlerine, mekteblerde dinlerini öğreten, Tevrâtı açıklayan yehûdî din adamlarına (Yazıcılar) denilir. Bunların, Tevrâta yapdıkları açıklamaların, ilâvelerin bir kısmı, sonradan yazılan Tevrâtlara karışdırılmışdır. İncîllerde geçen yazıcılar, işte bunlardır. Bunların bir diğer vazîfesi de, yehûdîlerin Tevrâta ittibâ’ etmelerini sağlamakdır.]
Îsâ aleyhisselâmın mu’cizeleri, bundan sonra bitdi. Romalılar Onu yakalayıp, Hirodesin önüne götürdükleri zemân, Hirodes Ondan mu’cizeler göstermesini isteyince, Îsâ aleyhisselâm cevâb vermiyerek susdu ve önüne bakdı. Çünki, artık vazîfesi bitmiş, Allahü teâlânın kendisine verdiği vazîfe sona ermişdi.
 

MURATS44

Özel Üye
Başkasına her ne’v yardımı yapan bu Peygamber, kendisine yardım edemezdi. Çünki O, insanları kurtarmak için gönderilmişdi. Kendisini kurtarmak için değil! Allahü teâlânın Onun bu hareketinden ne kadar hoşnud olduğu, Onu semâya kaldırmasıyle sâbitdir.
(Mu’cizelere inanıyor musunuz?) süâli her zemân tekrâr edilmişdi. Evet bugünkü neslin mu’cizelere îmân etmesi müşkildir. Fekat unutmıyalım ki, îmân tam mantık ile ifâde edilemez. Îmân aşkdır ve mantık ile başı hoş değildir. İnsanlara bir parça da ma’nevî hak bırakılmalıdır. Biz çocukken masalları ne kadar lezzet ile dinlerdik ve büyüdükçe masallardaki konuşan hayvanların, perilerin, sihrbazların, cücelerin hakîkat olmadığını öğrenince, ne kadar üzülmüşdük! Mu’cizeler üzerinde çok durmıyalım. En mantıkî düşünen bir insanın bile, hıristiyanlığın mu’cize kanatları üzerinde dünyâya indiğini, masal da olsa, düşünmekden zevk alacağını sanırım.) Hauserin yazısı burada temâm oldu.
Bu makale bizi düşündürmekdedir. Zîrâ zemânla Kitâb-ı mukaddes içindeki kusûr ve hatâları bulan hıristiyanlar, artık Kitâb-ı mukaddesin hiçbir sözüne inanmamakda, mu’cizelerini bile inkâr etmekdedir. Hıristiyan olduğu hâlde, okudukları Tevrât ve İncîllerin Allah kelâmı olamıyacağını anlıyan İngiliz filozofu David Hume ve Rudolf Butmann ismindeki papaz, hıristiyanlığa ve ellerindeki Tevrât ve İncîllere karşı haklı olarak duydukları nefretlerini beyân etmişlerdir. Bu arada, ilm ve edeb esâslarına tecâvüz ederek, hakîkî Allah kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş mu’cizeler üzerinde de, hayâlî fikrler beyân etmekden çekinmemişlerdir. Bu, insafsızca ve ilmî bir esâsa istinâd olunmıyan, fekat ilm nâmına yazılmış satırları okuyan gençler, bunların yazarları gibi, yanlış bir fikre sürükleneceklerdir. Temiz gençleri, bu tehlükeden korumak, insanlara hizmet etmeği mukaddes vazîfe bilen, vicdan sâhibleri için birinci vazîfe olmakdadır. Biz de, bu niyyet ile ve iyilik, ihsân etmeği emr eden Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için, islâm âlimlerinin büyüklerinden Ahmed Kastalânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”[1] (Mevâhib-i ledünniyye) kitâbından, aşağıdaki bilgiyi nakl ediyoruz:
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olduklarını, hakîkati söylediklerini gösteren hârikul’âde şeye (Mu’cize) denir. Peygamberin, Mu’cize gösterirken, (İnanmıyorsanız, siz de yapınız! Fekat, yapamazsınız) demesi lâzımdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Mu’cize, âdete, fen kanûnlarına muhâlif olan bir şeydir. Bunun için, fen adamları mu’cize yapamaz. Böyle hârikul’âde bir şey gösteren kimse, bunu önceden söylemez ve siz yapamazsınız demezse, bunun Peygamber olmayıp, Velî olduğu anlaşılır ve yapılan şeye (Kerâmet) denir. Başkalarının yapdığı böyle şeylere (Sihr) ya’nî büyü denir. Büyücülerin yapdıkları şeyler, Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyâdan “rahime-hümullahü teâlâ” da hâsıl olabilir. Fir’avnın sihrbazları, iplikleri yılan şekline sokunca, Mûsâ aleyhisselâmın asâsının, dahâ büyük bir yılan olup, onları yutması böyledir. Sihrlerinin bozulduğunu ve kendilerinin yapamıyacağı mu’cizeyi görünce hepsi, Mûsâ aleyhisselâmın Peygamber olduğuna îmân etdiler. Fir’avnın ölümle tehdîdi ve zulmleri karşısında, îmânlarından dönmediler. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mu’cizelerini ve Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” kerâmetlerini hep Allahü teâlâ yaratmakdadır. Fen kanûnlarına, tabî’at hâdiselerine uyan işleri, belli sebeblerin te’sîrleri ile yaratdığı hâlde, mu’cizeleri böyle sebebler olmadan yaratmakdadır. (Mu’cize)ye (Burhân) ve (Âyet) de denir. Sihr, cismlerin fizik özelliklerini, şekllerini değişdirir. Maddenin yapısını değişdirmez. Mu’cize ve kerâmet, ikisini de değişdirebilir.
[1] Kastalânî, 923 [m. 1517] de Mısrda vefât etdi.
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâmın geleceği ve ba’zı sıfatları ve Arab yarımadasında zuhûr edeceği ve gelme zemânı yaklaşınca, görülecek hârikul’âde şeyler Tevrâtda ve İncîlde bildirilmişdi. Bunların haber verilmesi, Mûsâ ve Îsâ “aleyhimesselâm” için mu’cize olduğu gibi, Muhammed “aleyhisselâm” için de büyük mu’cizedir. Allahü teâlâ, her Peygambere, o zemânda meşhûr olup, kıymet verilen şeylere benzer mu’cizeler ihsân etmişdir. Muhammed aleyhisselâma ise her Peygambere vermiş olduğu mu’cizelerin benzerlerini verdiği gibi, başka mu’cizeler de ihsân eylemişdir. Hayâtda iken gösterdiği mu’cizelerin üçbinden ziyâde olduğu, türkçe (Mirât-ı kâinât) kitâbında yazılıdır. Bunlardan seksenaltı adedi kitâbımızın (Muhammed aleyhisselâmın mu’cizeleri) kısmında bildirilmişdir.
Ehl-i sünnet olmıyan müslimânlardan bir kısmı ve fen adamı olarak tanınan ba’zı din câhilleri, mu’cizelerin bir kısmına veyâ hepsine îmân etmiyorlar. Bunlar, fen bilgilerimize uygun değildir, diyorlar. Bunlardan kâfir olanlara, islâmiyyeti tanıtmak, önce bunları îmâna kavuşdurmak lâzımdır. Îmânı olanlar ise, mu’cizelere îmân eder. Çünki, kıyâmet zemânı, yerlerin, göklerin, canlıların, cansızların değişeceklerini, yapılarının bozulacaklarını Kur’ân-ı kerîm haber veriyor.
 

MURATS44

Özel Üye
Fen bilgilerinin dışında kalan bu tebeddüllere inanan kimsenin, mu’cizelere de inanması lâzımdır. Biz, (Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mu’cize yapar. Velîler “rahime-hümullahü teâlâ” de, kerâmet yapar) demiyoruz. Böyle deseydik, inanmıyanlara söz hakkı tanınırdı. Fekat biz, Allahü teâlâ, (Peygamberlerinde “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mu’cizeler, Velîlerinde “rahime-hümullahü teâlâ” de kerâmetler yaratır) diyoruz. Yeni fen ilmlerini tahsîl etmiş, biyolojik ve astronomik hâdiselere vâkıf olan aklı başında, insâflı bir kimse, zerreden Arşa ve atomdan güneşe kadar, canlı cansız her varlığın hesâblı yaratılmış olduklarını ve hep birbirlerine merbût [bağlı], tek bir makinanın parçaları gibi çalışdıklarını hemen anlar. Gören, bilen, sonsuz bir kuvvet sâhibinin bunları, dilediği gibi yaratdığına, hepsini idâre etdiğine hemen îmân eder. Bu mu’azzam hâlıkın [yaratıcının] mu’cizeler, kerâmetler halk etmesini de tabî’î olarak karşılar. Fen adamı olarak deriz ki, mu’cizeler hakdır ve ancak Allahü teâlâ tarafından yaratılır ve Peygamberlerine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yapdırılır. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kendi başlarına Allahü teâlânın müsâ’adesi olmadan mu’cize yapamazlar. Îsâ aleyhisselâmın hastaları iyi etmesi, ölüyü diriltmesi mu’cizeleri, Allahü teâlânın yaratdığı mu’cizelerdir. Böyle olduğu Kur’ân-ı kerîmde beyân buyurulmuşdur. Fekat bugün ellerindeki İncîllerin doğruluğu hakkında tâm bir hezîmete tutulmuş olan hıristiyanlar, bu kitâblarının bildirdikleri hiçbir şeye inanmamakda ve dinsiz olmakdadırlar.
Zevallı hıristiyanlar, bugünkü Kitâb-ı mukaddeslere nasıl inansınlar. Sizin de şimdiye kadar açıkca gördüğünüz gibi:
1) Kitâb-ı mukaddesde Allah kelâmı olarak kabûl edilecek çok az parça vardır.
2) Kitâb-ı mukaddesdeki ba’zı sözlerin Allah kelâmı değil, Peygamber sözü olduğu, onların ismi ile zikr edilmekdedir.
3) Kitâb-ı mukaddese kimin tarafından söylendiği ma’lûm olmayan birçok sözler ilâve edilmişdir.
4) Havârîlerin hikâyelerine birçok masallar, efsâneler karışdırıldığı bizzat hıristiyan din adamları tarafından i’tirâf edilmekdedir.
5) Havârîlerin Îsâ aleyhisselâm hakkındaki haberleri birbirinden farklıdır.
6) İçinde hakîkî İncîlden beyânlar bulunan (Barnabas İncîli) gibi ba’zı İncîller hıristiyanlar tarafından imhâ edilmişdir.
 

MURATS44

Özel Üye
7) Kitâb-ı mukaddes bugüne kadar pek çok def’alar dînî hey’etler tarafından tedkîk ve tebdîl edilmişdir. Bu tedkîkler hâlâ devâm etmekdedir. Bir rivâyete göre, bugün elde birbirinden farklı temâm 4000 Kitâb-ı mukaddes vardır. Her tedkîk hey’eti, bir evvelki Kitâb-ı mukaddesin içinde çok ağır hatâlar bulunduğunu iddi’â etmekdedir.
8) İmperatörler, krallar Kitâb-ı mukaddesde ta’dîlât yapılması için emrler vermişler ve bu emrleri yerine getirilmişdir.
9) Kitâb-ı mukaddesin ifâdesi bir Allah kelâmı ifâdesi olmakdan çok uzakdır. Hele Eski Ahd’in ba’zı parçaları, yukarıda nümûnesini gördüğünüz gibi, çocukların yanında okunamıyacak kadar müstehcendir.
10) Kitâb-ı mukaddesin içinde 50.000 hatâ bulunduğunu, Avrupalı hıristiyan mecmû’aları yazmakdadır. Bu hatâların en mühimmi olan üç tanrı mefhûmunu düzeltmek için, bugün hıristiyanlar hummâlı bir gayret sarf etmekdedir.
11) Kitâb-ı mukaddesin bir Allah kelâmı değil, (insan eseri) olduğu hıristiyan din adamları tarafından da kabûl edilmişdir.
Sevgili okuyucularımız! Yukarıdan beri, bugünkü Kitâb-ı mukaddesi bizimle berâber tedkîk etdiniz. Kabûl edeceğiniz gibi, bu incelemede hiçbir taraf tutmadık. İslâm âlimlerinin değil, ancak HIRİSTİYAN DİN ADAMLARININ mütâla’alarını zikr etdik. Bunlar, eldeki Kitâb-ı mukaddeslerin içlerindeki farklı ifâdeleri zemân zemân ihrâc etdiler. Herkes bugün satılan Kitâb-ı mukaddeslerden bir aded alıp bunları tedkîk ve murâkabe edebilir. Bildirdiğimiz kısmların Kitâb-ı mukaddesdeki hangi kitâbın hangi bâbının hangi âyeti olduğunu yazdık ve bunların doğruluğunu uzun uzadıya tedkîk etdik.
Böyle bir kitâb ile, vahy edildiği günden bugüne kadar, bir harfi dahî değişmemiş olan azametli, fesâhat ve belâgatlı ve mûciz olan Kur’ân-ı kerîm nasıl mukâyese edilebilir? Hepimiz, herhâlde şu kanâ’ate vardık:
Allah kelâmı aslâ tebdîl edilmez. Noksan, yanlış, hatâlı kısmları bulunan, ikide birde insanlar tarafından değişdirilen ve insan eli ile yazıldığı papazlar tarafından da i’tirâf edilen bir kitâb “Allahın kelâmı” OLMAZ.
Allahü teâlânın kitâbında bulunması îcâb eden nasîhat, irşâd, iyiyi kötüyü tefrîk, dünyâyı ve âhireti ta’rîf, tesellî gibi husûsların acabâ hangisi, bugünkü Kitâb-ı mukaddeslerde mevcûddur?
 
Üst Alt