25- Muhammed aleyhisselâmın mu'cizeleri

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
46 — Eshâbından çok kimseye hayr düâlar etmiş, hepsi kabûl olunarak fâidelerini görmüşlerdir.
Alî “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” beni Yemene kâdî [Hâkim] olarak göndermek istedi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Ben kâdîlik yapmasını bilmiyorum dedim. Mübârek elini göğsüme koyup, (Yâ Rabbî! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasîb eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükm ederdim.
47 — Resûlullahın Cennete gideceklerini müjdelediği on kimseye (Aşere-i mübeşşere) denir. Bunlardan Sa’d bin ebî Vakkâsa “radıyallahü anh” Uhud gazâsında, (Yâ Rabbî! Bunun oklarını hedeflerine ulaşdır ve düâlarını kabûl eyle!) dedi. Bundan sonra Sa’dın her düâsı kabûl oldu ve her atdığı ok düşmâna isâbet etdi.
48 — Amcasının oğlu Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” alnına mübârek ellerini koyup, (Yâ Rabbî! Bunu dinde derin âlim yap, hikmet sâhibi eyle! Kur’ân-ı kerîmin bilgilerini kendisine ihsân eyle!) buyurdu. Bundan sonra, bütün ilmlerde ve bilhâssa tefsîr, hadîs ve fıkh bilgilerinde zemânının bir dânesi oldu. Sahâbe ve tâbi’în herşeyi bundan öğrenirlerdi. (Tercümân-ül-Kur’ân), (Bahr-ül-ilm) ve (Reîs-ül-Müfessirîn) ismleriyle meşhûr oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu.
49 — Hizmetçilerinden Enes bin Mâlike “radıyallahü teâlâ anh”, (Yâ Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle, Günâhlarını afv eyle!) düâsını yapdı. Zemân geçdikçe, malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. Yüzon sene yaşadı. Ömrünün sonunda, yâ Rabbî! Habîbinin benim için yapdığı düâlardan üçünü kabûl etdin, ihsân etdin! Dördüncüsü olan günâhların afv edilmesi acabâ nasıl olacak deyince, (Dördüncüsünü de kabûl etdim. Hâtırını hoş tut!) sesini işitdi.
50 — Mâlik bin Rebî’aya “radıyallahü teâlâ anh” (Evlâdın bereketli olsun!) diyerek düâ buyurdu. Seksen oğlu oldu.
51 — Nâbiga ismindeki meşhûr şâir şi’rlerinden birkaçını okuyunca, arablar arasında meşhûr olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) düâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşına gelmişdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.
52 — Urve bin Cu’d “radıyallahü teâlâ anh” için, (Yâ Rabbî! Bunun ticâretine bereket ver!) buyurdu. Urve diyor ki, bundan sonra yapdığım ticâretlerin hepsi kârlı oldu. Hiç zarar etmedim.
53 — Kendi kızı Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ”, birgün yanına geldi. Açlıkdan benzi sararmışdı. Elini onun göğsüne koyup, (Ey açları doyuran Rabbim! Muhammedin kızı Fâtımayı aç bırakma!) buyurdu. Fâtımanın hemen yüzü kanlandı, canlandı. Ölünceye kadar hiç açlık duymadı.
54 — Aşere-i mübeşşereden Abdürrahmân bin Avfa bereket ile düâ etdi. Malı o kadar çoğaldı ki, dillerde destân oldu.
55 — (Her Peygamberin düâsı kabûl olur. Her Peygamber, ümmeti için dünyâda düâ etdi. Ben ise, kıyâmet günü ümmetime şefâ’at izni verilmesi için düâ ediyorum. İnşâallah düâm kabûl olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefâ’at edeceğim) buyurdu.
56 — Mekkede ba’zı köylere gidip îmân etmeleri için çok uğraşdı. Kabûl etmediler. Yûsüf Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” zemânında Mısrda görülen kıtlık gibi sıkıntı çekmeleri için düâ etdi. O sene oralarda öyle kıtlık oldu ki, leş yidiler.
57 — Amcası Ebû Lehebin oğlu Uteybe, Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” dâmâdı olduğu hâlde, Resûlullaha îmân etmedi ve O serveri “sallallahü aleyhi ve sellem” çok üzdü. Mubârek kızı Ümmü Gülsüm hâtunu boşadı. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Yâ Rabbî! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şama ticâret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir arslan gelip arkadaşlarını koklayıp bırakdı. Sıra Uteybeye gelince, kapdı parçaladı.
58 — Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. (Sağ el ile yi!) buyurdu. Sağ kolum hareket etmiyor diyerek yalan söyledi. (Sağ elin artık hareket etmesin!) buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremez oldu.
59 — Acem pâdişâhı Hüsrev Pervîze îmân etmesi için mektûb gönderdi. Alçak Hüsrev, mektûbu parçaladı ve getiren elçiyi şehîd eyledi. Resûl aleyhisselâm bunu işitince, çok üzüldü ve (Yâ Rabbî! Benim mektûbumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resûlullah hayâtda iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ömer “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, acem memleketinin temâmını müslimânlar feth edip, Hüsrevin nesli de, mülkü de kalmadı.
60 — Resûl aleyhisselâm, çarşıda emr-i ma’rûf ve nehy-i münker ederken, nasîhat verirken, Mervanın babası olan Hakem bin Âs ismindeki alçak, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” arkasından gelerek, gözlerini açıp kapar ve yüzünü buruşdurur, böylece alay ederdi. Resûl aleyhisselâm, arkaya dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce, (Kendini gösterdiğin şeklde kal!) buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı.
61 — Allahü teâlâ, Habîbini belâlardan korurdu. Ebû Cehl, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı mübârek başına vurmak için kaldırdıkda, Resûlullahın iki omuzunda birer yılan görerek taş elinden düşdü ve kaçdı.
62 — Kâ’be-i muazzama yanında nemâz kılarken, yine alçak Ebû Cehl, tam zemânıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçdı. Arkadaşları, niçin korkdun dediklerinde, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu müslimânlar işitip, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.
63 — Hicretin üçüncü senesinde, Resûl aleyhisselâm (Katfân) gazvesinde, bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Da’sûr isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılınçla gelip, seni benden kim kurtarır dedi. Resûlullah, (Allah kurtarır) dedikde, Cebrâîl ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılınç elinden düşdü. Resûl aleyhisselâm, kılıncı eline alıp, (Seni benden kim kurtarır?) dedi. Beni kurtaracak, senden dahâ hayrlı kimse yokdur diye yalvardı. Afv buyurup, serbest bırakdı. Îmâna gelip, çok kimselerin de îmâna gelmesine sebeb oldu.
64 — Hicretin dördüncü senesinde, (Benî Nadîr)de, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yehûdîlerin kale dıvarları altında Eshâbı ile konuşurken, bir yehûdî büyük bir değirmen taşını yukarıdan atmak istedi. Taşa elini uzatınca, iki eli çolak oldu.
65 — Hicretin dokuzuncu senesinde uzaklardan akın akın gelip îmân ediyorlardı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Âmir ile Erbed isminde iki kâfir, gelenler arasına katılıp, Âmir Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” îmâna geldiklerini söylerken, Erbed arkaya geçip kılıncını kınından çıkarmak istedi. Eli tutmaz oldu. Âmir, karşıdan, ne duruyorsun diye işâret edince, Resûl aleyhisselâm, (Allahü teâlâ, ikinizin zararından beni korudu) buyurdu. Oradan ayrıldıklarında, Âmir Erbede, niçin sözünde durmadın dedi. O da, ne yapayım ki, kaç kerre kılıncı çekmek istedim. Hep seni ikimizin arasında gördüm, dedi. Birkaç gün sonra hava açıkken ansızın bulutlar kapladı. Erbede yıldırım düşerek devesi ile birlikde öldü.
66 — Resûl aleyhisselâm, birgün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkdi. İçinden bir yılan düşdü. Sonra kuş mesti yere bırakdı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.
67 — Resûl aleyhisselâm gazâlarda ve çöllerde, kendini muhâfaza için Eshâbından bekçiler ayırmışdı. Mâide sûresindeki, (Allah seni insanların zararından korur) meâlindeki 67. ci âyet-i kerîme gelince, bundan vazgeçdi. Düşmânlar arasında yalnız dolaşır, yalnız yatar, hiç korkmazdı.
68 — Enes bin Mâlikde “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir mendili vardı. Bununla mübârek yüzünü silmişdi. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zemân, ateşe bırakırdı. Kirler yanıp, mendil yanmaz, tertemiz olurdu.
69 — Bir kuyunun suyunu kova içinden içip kalanını kuyuya dökdüler. Kuyudan her zemân misk kokusu çıkardı.
70 — Utbe bin Firkadin “radıyallahü anh” bedeninde kurdeşen [Urtiker] denilen hastalık çıkdı. Resûl aleyhisselâm, onu soyup ve kendi mübârek ellerine tükürüp, elleriyle gövdesini sıvadı. Hasta şifâ buldu. Bedeni, misk gibi kokardı. Bu hâl uzun zemân devâm etdi.
71 — Selmân-ı Fârisî “radıyallahü teâlâ anh”, hak din aramak için, Îrândan çıkıp çeşidli memleketleri dolaşmağa başladı. Benî Kelb kabîlesinden bir kervân ile Arabistâna gelirken Vâdi’-ul kurâ denilen mevkide hâinlik edip bir yehûdîye köle diye satdılar. Bu da, akrabâsı, Medîneli bir yehûdîye köle olarak satdı. Hicretde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medîneye teşrîflerini işitince, çok sevindi. Çünki, kendisi nasrânî âlimi idi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, âhir zemân Peygamberinin Arabistânda zuhûr edeceğini işitmiş ve kendisine, o âlim, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vasflarını öğretmiş, Onun hediyye kabûl edip, sadaka kabûl etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mu’cizeleri olduğunu Selmâna “radıyallahü anh” bildirmişdi. Selmân-ı Fârisî, Resûlullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resûlullah onlardan hiç yimedi. Hediyyedir diye bir tabakda yirmibeş kadar hurma getirdi. Resûlullah ondan yidi. Bütün Eshâb-ı kirâm da yidiler. Yinilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resûlullahın bu mu’cizesini de gördü. Ertesi gün bir cenâze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzû etdi. Resûlullah, bunu anlayıp mübârek gömleğini sıyırarak mühr-i nübüvveti gösterdi. Selmân “radıyallahü anh” hemen îmâna geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile âzâd edilmesine söz kesildi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunu işitdi. Mubârek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikdi. Ağaçlar o sene meyve vermeğe başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişdi. Bu ağaç meyve vermedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bunu çıkarıp mübârek elleri ile tekrâr dikdi. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazâda, ganîmet alınan, yumurta kadar altını Selmâna “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gelip, bu gâyet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübârek ellerine alıp tekrâr Selmâna verdi. Bunu sâhibine götür dedi. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Selmâna kaldı “radıyallahü anh”.
72 — Resûl aleyhisselâm, nemâz kılarken şeytân gelip nemâzını bozmak istedikde, mübârek elleri ile yakaladı. Bir dahâ gelip nemâzı bozdurmıyacağına dâir ondan söz alıp serbest bırakdı.
73 — Medînedeki münâfıkların reîsi olan Abdüllah bin Übey bin Selûl, öleceğine yakın Resûlullahı çağırdı. Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız diye yalvardı. Her istenileni vermek âdeti olduğu için, gömleğini ihsân eyledi. Cenâze nemâzını dahî kıldı. Medînede bulunan bin münâfık, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu ihsânına hayrân kalıp, hepsi îmâna geldiler.
74 — Kureyş kâfirlerinden Velîd bin Mugîre, Âs bin Vâil, Hâris bin Kays, Esved bin Yagûs ve Esved bin Muttalib, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” cefâ ve eziyyet etmekde başkalarından aşırı gidiyorlardı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cebrâîl aleyhisselâm gelip, (Seninle alay edenlere cezâlarını veririz...) meâlindeki Hicr sûresinin 95. ci âyetini getirip, Velîdin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işâret etdi. Velîdin ayağına bir ok batdı. Çok kibrli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. Âs’ın ökçesine diken batdı. Tulum gibi şişdi. Hârisin burnundan devâmlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neş’eli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, âmâ olup, hepsi helâk oldular.
75 — Devs kabîlesinin reîsi Tufeyl, hicretden önce, Mekkede îmâna gelmişdi. Kavmini îmâna da’vet için Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir alâmet istedi. (Yâ Rabbî! Buna bir âyet ihsân eyle) buyurdu. Tufeyl, kabîlesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl, yâ Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden ba’zısı, kendi dinlerinden çıkdığım için cezâlandırıldığımı zannederler dedi. Düâsı kabûl olup, nûr yüzünden gitdi. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabîlesindekiler zemânla îmâna geldiler.
76 — Medînede Benî Neccâr kabîlesinden hüsn-ü cemâl sâhibi bir kadın vardı. Bir cinnî buna âşık olup, dâimâ gelirdi. Resûl aleyhisselâm Medîneye geldikden sonra, birgün bu cinnî, kadının evinin önündeki dıvarda otururken, kadın onu tanıdı. Niçin bana gelmez oldun dedi. Cin, Allahü teâlânın Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zinâyı ve bütün harâmları yasak etdi, dedi.
77 — (Bi’ri Ma’ûne) denilen muhârebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş Sahâbeden bir, ikisi hâric hepsini şehîd etdiler. Bunlar arasında Ebû Bekrin “radıyallahü anh” kölesi iken âzâd etdiği ve ilk îmân edenlerden Âmir bin Füheyreyi “radıyallahü teâlâ anh” süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler onu göke kaldırdılar. Bunu Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdiklerinde, (Onu Cennet melekleri defn etdiler ve rûhu Cennete çıkarıldı) buyurdu.
78 — Sahâbeden Hubeyb bin Adiyi “radıyallahü anh”, kâfirler yakalayıp Mekkeye götürdüler. İ’dâm etdiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehbâdan indirmediler. Kırk gün sehbâda kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan akdı. Resûlullah, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esvedi “radıyallahü anhümâ” gönderip gece ağaçdan aldılar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Medîneye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişdiler. Bu iki müslimân, kendilerini korumak için Hubeybi yere bırakdılar. Yer yarılıp Hubeyb gayb oldu. Kâfirler bu hâli görüp, döndüler, gitdiler.
79 — Sa’d bin Muâz “radıyallahü teâlâ anh”, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zemân sonra vefât etdi. Nemâzında yetmişbin meleğin bulunduğunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı.
80 — Hicretin yedinci senesinde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Habeş pâdişâhı Necâşîye ve Rum imperatörü Herakliyusa ve Acem pâdişâhı Husreve ve Bizansın Mısrdaki vâlîsi Mukavkase ve Şâmdaki vâlîsi Hârise ve Umman Sultânı Semâmeye mektûblar göndererek, hepsini îmâna da’vet etdi. Mektûbları götüren elçiler, gitdikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeğe başladılar.
81 — Sahâbenin büyüklerinden Zeyd bin Hârise “radıyallahü teâlâ anh” uzak bir yere gidiyordu. Kirâ ile tutduğu katırcısı, tenhâ bir yerde bunu öldürmek istedi. İzn isteyip iki rek’at nemâz kıldı. Sonra üç kerre (Yâ Erhamerrâhimîn) dedi. Her birini söylerken (onu öldürme) sesi geldi. Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılınç bulunan bir süvâri içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyde dönerek, sen Yâ Erhamerrâhimîn düâsına başlarken, ben yedinci gökde idim. İkincisini söylerken birinci göke yetişdim. Üçüncüsünde yanınıza geldim, dedi. Bunun, melek olduğunu anladı.
82 — Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcelerinden Ümmü Selemenin “radıyallahü teâlâ anhâ” âzâd etdiği Sefîne ismindeki sahâbî, Resûlullahın hizmetinden hiç ayrılmazdı. Rumlara karşı yapılan gazâda askerden ayrılıp kâfirlere esîr düşdü. Kaçıp gelirken karşısına korkunç bir arslan çıkdı. Ben Resûlullahın hizmetcisiyim deyip başından geçenleri arslana anlatdı. Arslan, buna yüzünü gözünü sürüp, yanında yürüdü. Düşmândan bir zarar gelmesin diye yanından ayrılmadı. İslâm askeri görülünce, dönüp gitdi.
83 — Cehcâh-i Gaffârî isminde birisi halîfe Osmâna “radıyallahü teâlâ anh” isyân etdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” her zemân elinde taşıdığı asâyı dizi ile kırdı. Bir sene sonra, dizinde Şir pençe [Anthrax] hastalığı hâsıl olarak ölümüne sebeb oldu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
84 — Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” Şâmdan hacca gelip, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medînedeki minber-i şerîfini bereketlenmek için Şâma götürmek istedi. Minberi yerinden oynatdıklarında, güneş tutuldu. Her taraf kararıp, yıldızlar göründü. Bu arzûsundan vaz geçdi.
85 — Uhud gazâsında Ebû Katâdenin “radıyallahü teâlâ anh” bir gözü çıkıp yanağı üzerine düşdü. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, (Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!) dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan dahâ kuvvetli görürdü. Ebû Katâdenin torunlarından biri halîfe Ömer bin Abdülazîzin yanına gelmişdi. Sen kimsin? dedi. Bir beyt okuyarak, Resûlullahın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe bu beytleri işitince, kendisine ziyâde ikrâmda ve ihsânda bulundu.
86 — Iyâs bin Seleme diyor ki, Hayber gazâsında, Resûlullah beni gönderip Alîyi istedi “radıyallahü anhümâ”. Alînin gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp, Alînin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip, Hayber kapısında döğüşmeğe gönderdi. Çok zemândır açılamıyan kapıyı Alî “radıyallahü anh” yerinden sökerek, Eshâb-ı kirâm kal’aya girdiler.
Molla Abdürrahmân Câmînin “rahime-hullahü teâlâ” (Şevâhid-ün-nübüvve) kitâbında ve Yûsüf-i Nebhânînin (Huccetullahi alel-âlemîn) kitâbında, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ nice mu’cizeleri yazılıdır. (Şevâhid-ün-nübüvve), fârisîdir. [(Hakîkat Kitâbevi) tarafından fârisîsi ve türkçe tercemesi 1415 [m. 1995] de basdırılmışdır.]



Can bülbülü, bir gülü, durmadan eyler arzû,
hiç sanma ki ağyarla gavgâyı eyler arzû.

Durmayıp etrâfında, döner bir pergel gibi,
ansızın can atmağa tenhâyı eyler arzû.

Anladım ol güzel gül, gayra sırrın açmamış,
gonca gibi, bülbülü, dâimâ eyler arzû.

Yabancıdan gizlemiş, o dilber yanağını,
yok yere onlar kuru, sevdâyı eyler arzû.

Zâtî! Râh-i vusletde, yürüyor Mecnûn gibi,
eritip kendisini, Leylâyı eyler arzû.
 
Üst Alt