Büyük Herod'un Saltanatı

faruk islam

Özel Üye
Büyük Herod'un Saltanatı (M.Ö. 30-2 Yıllan Arası)
Mekkabî Devleti
Son Uyarı
İsrail oğulları yüzyıllardan beri Allah'a itaatsizlik ediyorlardı. Sürekli ikaz ve tembihlere rağmen hareket ve davranışlarında bir değişiklik olmadı. Kendilerini doğru yola getirmek üzere Allah tarafından gönderilen birkaç peygamberi öldürmüşlerdi ve kim onlara doğruluğu anlatırsa onun düşmanı oluveriyorlardı. Bu sebeple, Allahu Teâlâ hüccetini tamamlamak, yani kendilerine son bir mühlet vermek amacıyla Hz. Îsa (a.s.) ve Hz. Yahya (a.s.) gibi iki mümtaz peygamberi gönderdi. Her iki peygamber de, Allah tarafından insanları Hakka davet etmek üzere vazifelendirildiklerine dair açık delil ve işaretlerle gelmişlerdi, ki bunları ancak gözleri kör olanlar göremezlerdi. İsrail oğulları maalesef bu fırsatı da kaçırdılar ve dalâletlerinde ısrar ettiler. Bu bedbaht İnsanlar bu peygamberlerin da¬vetini reddetmekle kalmadılar, aynı zamanda ikisini de ölüme mahkûm ettiler. Hz. Yahya (a.s.)'nın başı bir dansözün iftirası üzerine uçurulurken, Yahudi din adamı ve ileri gelenleri, Hz. Îsa'yı Romalılara öldürtmeyi plânladılar. Bundan sonra Yahudilere fazla zaman ve fırsat vermek yersizdi. Bu sebeple, Cenâb-ı Allah, Hz. Îsa'yı ölümden kurtararak kendi yanına aldı ve İsrail oğullarının ebediyete kadar lânetlenmiş bir millet olarak kalmasını emretti.
İncil'in çeşitli ciltlerinde Hz. Yahya (a.s.)'nın şahsiyeti ve sireti hakkında yazılmış olanları şöyle özetleyebiliriz:
Luka (Lucas)'nın ifadesine göre, Hz. Yahya (John), Hz. Îsa (a.s.)'dan 6 ay büyüktü. Hz. Yahya ile Hz. Îsa'nın anneleri akraba idiler. Hz. Yahya 30 yaşında iken kendisine peygamberlik verildi. Yuhanna'nın rivâyetine göre, Hz. Yahya, Ürdün'de vaaz ve tebliğe başladı. Kendisi şöyle derdi:
Hz. Îsa Zamanında Filistin
"Ben, Allah'ın yolunu takip edin diyen, çölde bağıran bir kişinin sesi¬yim." (Yuhanna; 1;23)
Mark (Marcus) diyor ki, Hz. Yahya, günahkârların günahını çıkarırdı, günahlarını çıkarttığı kişilerin hem vücudu, hem ruhunun temizlenmesi için kendilerini kutsardı. Yahudiyye ile Kudüs'ten birçok kişi kendisine tabi olmuşlardı. Hz. Yahya bunları kutsardı. (takdis ederdi). (Mark: 1:4-5). Bundan dolayıdır ki kendisine "John, The Baptisi" (Takdis Eden Yah¬ya) lakâbı verilmiştir. Beni İsrail umumiyetle onun peygamberliğini kabul etmişti (Malla: 21:26). Hz. Îsa (a.s.) ise şöyle derdi: "Kadınlardan doğan¬lar arasında Takdis Eden Yahya'dan daha büyük yoktur." (Matta 11; ll).
Hz. Yahya, deve tüyünden yapılmış elbise giyer ve deri kemeri takar¬dı. Yiyecekleri çekirge ve orman balıydı. (Matta: 3:4). Mütevazi ve fakir bir hayat yaşardı ve insanlara şöyle derdi: "Tevbe edin, çünkü Gök'ün ha¬kimiyetinin günü yaklaşmıştır." (Matta: 3:2). Bu sözler Hz. Îsa'nın pey¬gamberliğine bir işaretti. Herkesin namaz ve oruç vazifelerini yerine getir¬melerini isterdi. (Matta: 9:14, Luka, 23, Luka: 11:1). Telkinlerinden biri şuydu: "İki gömleği olan, hiçbir gömleği olmayana versin, yiyeceği olan da aynı şeyi yapsın." Gümrükçüler, 'ya üstâd biz ne yapalım?" deyince, şöyle dedi: "Hakkınız olandan fazlasını istemeyin." Askerler sordular: 'Ey nebi, bize ne dersiniz?' Dedi ki, "Kimseye zulüm etmeyin, kimseden hak¬sız olarak bir şey almayın ve maaşınızdan tasarruf edin." (Luka: 3:10-14).
Beni İsrail'in kötü huylu ve kötü niyetli ulemâsı Ferisî ve Sudukî takdis edilmek üzere kendisine geldiklerinde şu cevabı aldılar: "Ey yılanın evlâtları, gelen gazaptan korkmanızı kim öğütledi? Sanmayın ki, Abra¬ham babanızdı... Şimdi ağaçların köklerinde balta duruyor. İyi meyve vermeyen ağaç kesiliyor ve ateşe veriliyor." (Matta; 3:7-10).
Hz. Yahya'nın vaaz ve tebliğ yaptığı memleketin hakimi, Roma kültü¬rünün esiri olan Yahudi Herod Antipas idi. Bu hâkimin teşvikiyle ülkede her türlü kötülük ve sapıklık yapılıyordu. Kendisi, kardeşi Philip'in karısı Herodiyas'ı sarayına almıştı. Hz. Yahya bu ahlâk dışı harekete karşı ses çıkarınca hapse atıldı. Fakat Herod Antipas, Hz. Yahya'nın temiz kişiliği ve üstün ahlâkından haberdardı ve kendisine hürmet ederdi, ayrıca halk arasındaki büyük nüfuzundan da korkardı. Fakat Herodiyas, Hz. Yah¬ya'nın çabaları sonucu halk arasında ahlâkî değerlerin yükseleceğini ve dolayısıyla kendisi ve kendi gibi diğer "yüksek mevkili insanların" rezil olacağının farkındaydı. Onun için, canına kastetti. Nihayet, Herod'un doğum günü dolayısıyla düzenlenen festivalde, kötü emeline ulaşmak için iyi bir fırsat hazırladı. Festival ile ilgili olarak sarayda yapılan şenlikler sı¬rasında kızı dans ederek herkesi ve özellikle Herod'u mestetti. Herod coşku içinde, "haydi kızım, ne istersen sana vereyim" dedi. Bunun üzerine kız annesine giderek "ne isteyim" dedi. Fahişe annesi de, "kızım, Yah¬ya'nın başını islerim de" dedi. Onun için dansöz kız isteğini Herod'a açıkladı ve "Bana Takdis Eden Yahya'nın başının bir tepside getirilmesini emir verin" dedi. Herod bunu duyunca hayli üzüldü, fakat bir kerre söz vermişti, ayrıca sevgilisinin kızının isteğini de geri çeviremezdi. Binaena¬leyh, derhal zindandan Hz. Yahya'nın kesik başını getirtti ve bir tepside dansöz kıza sundu. (Bk: Matta: 14:3-12, Mark: 6:1-29, Luka: 3:19-20).
Hz. Îsa'ya Yapılan Kötü Muamele
"(Ey Rasûlüm) Kitap'ta Meryem'i zikret. Hani o, ailesinden ayrılıp şark tarafındaki bir yere çekilmişti. Sonra onların önünde bir perde çek¬mişti." (Meryem; 16-17)
Âl-i İmrân suresinde, Hz. Îsa'nın annesi Hz. Meryem'in Kudüs'te bir köşede ibadete çekildiği ve Hz. Yahya'nın O'nu kendi himayesine aldığı beyan edilmiştir. Yukarıdaki sûrede ise, Hz. Meryem'in ibadete çekildiği ve İ'tikâf ettiği yerin Kudüs'ün doğu kesiminde olduğu açıklanmıştır. Hz. Meryem âdet olduğu üzere İ'tikâf ederken perde çekmişti, ki halkın gözünden ırak olabilsin. Bazı müfessirler bu ifadeyi İncil'in ifadesiyle denkleştirmek maksadıyla Kudüs'ün doğusundaki yer olarak Nasıra'yı göstermişlerdir. Bu tahmin yanlıştır, zira Nasıra, Kudüs'ün doğusunda değil kuzeyinde bulunuyor.
"...O'na ruhumuzu (Cebrail) gönderdik de, kendisine düzgün bir in¬san şeklinde göründü. Meryem O'na, 'Ben senden, çok esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)' dedi. Melek: 'Sana temiz bir erkek evlât vermek için Rabbinin gönderdiği bir elçiyim,' dedi. Meryem, 'Nasıl olur da benim oğlum olur? Bana bir beşer eli dokunmamıştır. Ve ben iffetsiz de değilim,' dedi. Melek, 'söylediğin gi¬bisin. Fakat Rabbin, bu bana göre kolaydır. Zira, onu tarafımızdan bir ayet ve rahmet kılacağız. Bu, hükmolunmuş bir emirdir, buyuruyor,' dedi." (Meryem; 17-21)
Bu ayetlerde Hz. Meryem'in şaşkınlığına dikkat edilmelidir. Kendi¬sine hiçbir erkeğin eli değmemişti. Ama Allah'ın kudretiyle, Hz. Meryem, hiçbir erkekle temas kurmadan Hz. Îsa’ya hamile kaldı ve Hz. Îsa babasız doğdu. Hz. Cebrail işte bu ilâhi kudrete işaret ediyor ve Allah için hiçbir şeyin güç olmadığını vurguluyor. Aynı şekilde Hz. Yahya'nın da hayret ettiği ve kendisine de aynı cevabın verildiğine dikkat edilmelidir. Nitekim, bundan sonraki ayetlerde Hz. Meryem'in hamilelik ve doğu¬munun diğer safhaları belirtilirken bu nokta daha da açıklık kazanmış oluyor.
"Meryem, Îsa’ya hamile kaldı. Ve O'nunla uzak bir yere çekildi. Do¬ğum sancısı O'na kuru bir hurma ağacının yanında geldi. 'Keşke bundan önce öleydim de şimdiye kadar unutulmuş olaydım' dedi. Altında biri nidâ ederek, 'mahzun olma, Rabbin senin alt yanında bir dere akıttı. Hurma ağacının dalını kendine doğru silkele. Üzerine lezzetli taze hurma dö¬külecektir. Arlık ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini gördüğün zaman 'Ben Allah'a oruç adadım. Onun için bugün kimseye söz söylemeyeceğim' de.' Meryem kucağında Îsa olduğu halde kavmine geldi. Onlar, 'ey Meryem, sen acayip bir şey yapmışsın. Ey, Harun'un kız kardeşi, senin baban fena adam değildi. Anan da iffetsiz değildi,' dediler." (Meryem; 22-28)
Bu eserimizin diğer bölümlerinde işaret ettiğimiz gibi, yukarıdaki ayetlerde sözü edilen "uzak bir yer", Beyt-i lahm'dır. Hz. Meryem, Harun ailesinin namuslu bir kızıydı, günlerini ibadetle geçirirdi. Şimdi birden bire Allah'ın inayetiyle bir çocuk doğuracaktı; bu bakımdan, bu babasız çocuğu doğurmak için Beyt-i lahm'a gitmeyi daha uygun buldu. Eğer Hz. Îsa normal bir şekilde doğmuş olsaydı, evini barkını terk etmesine gerek yoktu. Ayrıca çocuğu doğurduğu yerde de bazı tedbirler aldığı görülmektedir. Hz. Meryem'in telaşı ve korkusu Allah tarafından giderildi ve çocukla ilgili kendisine yapılacak her suçlamaya cevabın bizzat Allah tarafından geleceği açık bir ifade ile belirtildi. Çocuk eğer normal şekilde doğmuş olsaydı, Hz. Meryem'in oruç tutması ve kimse ile konuşmaması da salık verilmezdi. Son ayetlerde geçen "Harun" kelimesi de dikkat çekicidir. Bunun iki anlamı olabilir. Ya Hz. Meryem'in Harun adında bir kardeşi olduğunu söyleyebiliriz. Ya da Arapça gramerine göre bu deyimin, "Harun ailesinin kızı" anlamına geldiğini de belirtebiliriz. Hem olayın şekli, hem müslim, Nesai ve Tirmizî gibi hadis kitaplarında kullanılan ifadeler, ikinci ihtimâlin daha kuvvetli olduğunu gösteriyor. Nitekim Hz.
Muğire (r.a.) tarafından nakledilen hadise göre Necranlı Hıristiyanlar, Kur'ân-ı Kerîm'de, Harun'un Hz. Meryem'in kardeşi olduğu ifadesine itiraz ettiler, Hıristiyanlar, Hz. Harun'un Meryem'den yüzlerce sene evvel yaşamış olduğunu söyleyince Hz. Muğire kendilerine herhangi bir cevap vermedi. Hz. Muğire bu olayı Rasûlullah (a.s.)'a anlatınca, Hz. Peygamber (a.s.) de dedi ki, "sen neden İsrail oğullarının, kendi isimlerini geçmiş¬teki büyük peygamber ve sâlih kişilerin adlarına göre koyduklarını söyle¬medin?" dedi. Demek ki, Hz. Meryem'in peygamber olan Hz. Harun ile herhangi bir ilgisi yoktu. Ayrıca Rasûlullah (a.s.)'ın ifadesinden de Hz. Meryem'in, Harun'un kız kardeşi değil, Harûn ailesinin bir ferdi olduğu anlamı çıkıyor.
Meryem sûresinde daha sonra şu satırlara rastlıyoruz
"Bunun üzerine Meryem O'na (Îsa’ya) işaret etti. Kavmi: 'Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?' dedi. Çocuk (Îsa):, 'Ben, Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi. Ve beni peygamber yaptı. Beni her nerede olursam mübarek kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme hayırlı ve hürmetkâr kılıp zorba bir bedbaht yapmadı. Doğ¬duğum gün de, öleceğim gün de ve diri olarak ba's olunacağım gün de Allah'ın selâmeti benim üzerimedir' dedi. İşte hakkında ihtilâf eyledikleri Meryem oğlu Îsa’ya dair Allah'ın sözü budur." (Meryem; 29-43)
Görüldüğü gibi, Hz. Îsa (a.s.) doğduğundan beri İsrail oğulları için Allah'ın açık bir işareti ve ikazıydı. Cenâb-ı Allah, İsrail oğullarını ceza¬landırmadan ve kendilerine azabını indirmeden onlara son bir mühlet vermişti. Parlak bir delil ve faziletli bir insan olarak kendilerine indirilen Hz. Îsa'yı örnek almalı ve kötü yoldan dönmeliydiler. Yoksa sonları çok kötü olacaktı. Bunu, Allahu Teâlâ, Hz. Îsa'nın yaşantısının her safhasında kendilerine anlatıyordu. Hz. Îsa'yı doğurmak için, Harun ailesinin namuslu bir kızı seçildi. Bu kız Kudüs'te Hz. Yahya'nın dini terbiyesinden geçerek bakire iken Allah'ın emriyle hamile kılındı. Bu kız yeni doğan çocuğunu alarak halkına geri dönünce herkesin sözlü saldırısına uğradı. Herkes kendisini sorguya çekerken bir Mu'cize daha oldu ve Hz. Îsa beşiğinden konuşmaya başladı. Bu olayı gören ve duyan herkes bilmeliydi ki aynı çocuk büyüyüp peygamberlik vazifesini yerine getirmeye başlayınca, kendisine itaat etmekten başka bir çare yoktu. Fakat buna rağmen cehaletinde ve dalâletinde ısrar edecek ve hatta bu peygamberi çarmıha germeye kalkışacaklarsa, kendilerine eşi görülmez bir azap ve felâket gelecekti ve geldi de.
 
Üst Alt