Hz. Muhammed'sav'in peygamberliğinden önceki ortam

faruk islam

Özel Üye
HZ. MUHAMMED'İN PEYGAMBERLİĞİNDEN ÖNCEKİ ORTAM
MÜŞRİKLER
Bütün Dünyanın Durumuna Genel Bir Bakış
Hazreti Muhammed (a.s.) insanları İslâmiyet'e davet etmeye memur edildiği zaman dünya birçok çetin sorunlarla karşı karşıya bulunuyordu. Birçok ahlâki, medenî, kültürel, ekonomik, siyasi, sosyal ve dinî meseleler çözüm bekliyordu. Ortada Roma, Yunan ve İran sömürgeciliği vardı; sınıf ayırımı ve sınıf kavgası vardı. Haksız ekonomik sömürü vardı ve ahlakî bozukluk ve saplantılar da vardı. Bizzat Hz. Peygamber (a.s.)'in vatAnı olan Arabistan bin bir sorunun altında eziliyor ve kıvranıyordu. Ülke cehâlet, dalâlet, ahlakî bozukluk, yoksulluk, sefalet, anarşi, başıboşluk ve iç savaş'ın pençesi altında idi. Arabistan'ın Yemen'e kadar olan bölgesi, doğu ve güney sahil şeridi ve Irak'ın verimli toprakları, hepsi İranlıların hakimiyeti altında idi. Kuzey'de Hicâz sınırına kadar olan bölge Roma İmparatorluğunun tasarrufuna girmişti. Bizzat Hicaz'ın iç kesimlerinde Yahudi sermaye sahipleri hegamonyalarını kurmuşlardı. Yahudi sermaye sahipleri Arap'ları iktisadi açıdan esir almışlar ve her tarafta faiz ağını örmüşlerdi. Arabistan'ın batı kıyısının tam karşısında Hıristiyan Habeş impa¬ratorluğu hüküm sürüyordu. Bu imparatorluğun bir hâkimi kısa bir süre önce Mekke'ye ve Kâbe'ye yürümüştü. Aynı dinden olanların nüfuzlu bir grubu bizzat Hicâz'da ve Yemen'de siyasi ve iktisadî üstünlük sağlamış durumda idi.
Roma, Yunanistan ve Hindistan
Roma'nın dillere destan olan hipodrom, anfitiyatro, tiyatro ve arena¬ları hakkındaki hikâye ve efsânelerle tarih sayfaları doludur. Buralarda gladyatörler, güreşçiler ve atletler Romalı İmparator, hâkim tabaka ve zenginlerin zevklerini tatmin etmek amacıyla çeşitli eğlenceli gösteriler yaparlardı. Bunlardan birçoğu ya müsabakalarda ölürdü ya da vahşi hayvanlara yem olurlardı.
Arenalarda insanların hayvanlar tarafından parçalanması, öldürülme¬si, diri diri yakılması Romalılar için iyi bir eğlence idi. Bu hususta savaş esirleri ve köleler her zaman topun ağzında olurlardı ve onları akla hayale gelmeyen işkencelerle öldürmek halkın en büyük zevkiydi. Aynı gelenek Yunanistan'da ve Yunanlılara bağlı memleketlerde de yaygındı. Roma ve Yunanistan'ın ileri gelen hukukçu, filozof ve düşünürleri bile masum in¬sanların çeşitli şekillerde öldürülmesini uygun görüyorlardı. Aristo ve Platon (Eflâtun) gibi ahlâk hocaları ve filozoflar bile hamile bir kadına, vücudunun bir parçası olan cenini veya doğacak bebeği çıkarıp atma ve öldürme müsaadesi verirlerdi. Başka bir deyimle Eski Yunanistan ve Ro¬ma'da kürtaj yasak değildi. Babalar, öz evlâtlarını öldürme hakkına sahiptiler.
Romalı Hukukçu ve senatörler, babalarının, evlâtları üzerindeki sınırsız hakimiyet ve üstünlüğünden kıvanç duyarlardı. Stoiklere (Yunanistanda belli bir felsefeye inananlar) göre intihar kötü bir şey değildi, aksine övünülecek bir işti. Nitekim, bu felsefeye bağlı olanlar bazen toplantılar düzenleyerek toplu halde intihar ederlerdi. O kadar ki, Platon gibi bir düşünür bile intihan kötü saymazdı. Bir kocanın kendi kansım öldürmesi, beslediği bir hayvanı öldürmesi kadar normal bir fiildi. Bu sebepten dolayıdır ki, Eski Yunan Hukuk sisteminde bu suç için herhangi bir ceza konmamıştı. Bu gibi vahşi âdetlerde, kendilerini insancıl ve barışçı olarak gös¬termeye hevesli olan Hintliler de diğer milletlerden geri değillerdi, hatta birkaç adım ilerde idiler. Hindistan'da ölen kocanın cesedi yakılırken karı¬sının yangına atılıp yanması kendisi için bir kurtuluş yolu ve sevaplı bir hareketti. Bazı kimseler Hintli kadınların zorla değil, kendi istekleriyle kocalarıyla beraber yandıklarını söyleyebilirler. Ancak gerçek şu ki toplu¬mun baskısı olmasaydı tek bir kadın bile diri diri yanmayı göze alamazdı. Nitekim aradan çok uzun zaman geçtikten sonra bu kötü gelenek resmen ve kanunen yasaklanınca tek bir kadın, kocasının cesediyle yanmaz oldu.
Hint toplumunda en aşağı kast (tabaka)'ta olan "Şudr"ların hayatının hiçbir değeri yoktu. Zâten Hindu inançlarına göre Şudrlar, Brahma denilen hayvanın ayaklarından doğduğu için hiçbir sevgiye ve saygıya lâyık değillerdi. Toplumun en üst kademesindeki Brahmanlar için Şudrların kanını akıtmak helâldi. Hindu'ların dini kitaplarındaki Veda'ları Şudr'ların okumaları şöyle dursun, yalnızca yoldan geçerken okunuşunu kulaklarıyla dinlemeleri bile büyük bir günahtı. Vedalar okunurken bunları dinlemiş olan bir Şudr'un kulaklarının sıvı kurşunla doldurularak öldürülmesi sadece caiz değil, gerekli idi de. Hindu'lar arasında "Jal Parva" denen bir gelenek vardı. Buna göre, anne ve babalar, doğan ilk çocuklarını kutsal saydıkları Ganj nehri sularına bırakıyor ve bundan son derece büyük bir dini saadet ve zevk duyuyorlardı.
Dünyayı Saran Şirk Belâsı
Hz. Muhammed (a.s.) peygamberlik görevine başlamadan önce dünyanın dinî manzarası yürekler açışıydı. Şirk ve putperestlik almış yürümüştü. Dinsiz ve imansız milletler ağaç, taş, altın, gümüş ve diğer maddelerden yapılmış çeşitli vücut ve yüz hatlarına sahip olan heykellere taparlardı. Bu putlar her tip ve her boyda idiler. Tanrı ve tanrıçaların bütün bir şeceresi çıkarılmıştı, bunların çeşitli kuşaklan vardı. Hiçbir tanrı karısız, hiçbir tanrıça kocasız değildi. Tanrı ve tanrıçalar İnsanlar gibi, yemek yeme, içme ve diğer zevklerini tatmin etme ihtiyacını da duyarlardı. Bunlara tapanlar ise, bu ihtiyaçlarının karşılanması konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçırmazlardı. Müşriklerin büyük çoğunluğu, tanrının insan kılığına gir¬diğine ve bazı temsilcileri olduğuna inanırlardı. Gerçi Hıristiyanlar Tek
animislam3en4nu1.gif
'a inandıklarını iddia ederlerdi, ama bu tanrının da bir oğlu vardı. Baba ve oğul tanrıların yanı sıra üçüncü bir tanrı Ruhul Kuds idi. Ayrıca bazı Hıristiyanlar, tanrının anası ve kaynanası olduğunu da kabul ederlerdi. Tek tanrıya inandıklarını iddia edenler arasında Yahudiler de vardı. Fakat Yahudilerin tanrısı da maddiyât ve fizikle ilgili olup pek çok insanî sıfatları haizdi. Bu tanrı icabında dolaşır ve insan kılığına girerdi. Bazen kullarından biriyle güreşirdi. Ayrıca, bu tanrının da Üzeyir adında bir oğlu vardı. Bu dini toplumların dışında Mecûsî (zerdüşt)'ler, yani ateşe tapanlar ile yıldızlara tapan Sabiîler de vardı.
İnsanlar Arasında Sun'î Bölünme
Çok eski çağlardan beri İnsanlar, aralarında bazı sun'i duvarlar yarat¬maya çalışmışlardır. Bu duvarlar veya dairelerin içinde bulunanlar başka duvar veya daireler içindeki insanlarla ilişki kurmaktan kaçınmış, onları hor görmüşlerdir. Bu duvar, daire ve çizgiler tabiat tarafından değil, bizzat İnsanlar tarafından yapılmıştır. Bunlar herhangi bir aklî ve ahlâkî temel üzerinde değil, tesadüf neticesinde kurulmuştur. Bu duvarlardan bazısı belli bir aile, kabile, toplum veya ırkta doğmaktan meydana gelmekte, bazısı da belli bir coğrafi vahdette, bölgede, belli bir renkte veya belli bir dil konuşan millete mensup olmaktan ileri gelmektedir. Bu yapay ayırım¬lar sonucu, sevgi ve saygılar parçalanmış, bölünmüştür. Kendinden olan ve kendinden olmayan kişi, grup ve milletler yaratılmıştır. Sevgi ve işbirliği, yabancı olanlara karşı kendi aralarında sağlamlâştırılmak ve pekiştirilmekle kalınmamış, yabancılardan nefret etmek ve onlara karşı düşman¬lık beslemek de genel bir âdet olmuştur. Sonra bu kin, nefret ve düşmanlık en çirkin ve iğrenç şekilde kendisini göstermiş, İnsanlar birbirlerini ye¬miş, birbirlerine görülmemiş zulüm ve baskı uygulamışlardır. Bu yapay ayırımın körüklenmesi için felsefeler geliştirilmiş, din ve mezhepler yara¬tılmış, kanunlar yapılmış, ahlâk kuralları hazırlanmış, örf ve âdetler benimsenmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Milletler ve devletler bunları değişmez birer nizam ve siyaset olarak kabul etmişlerdir. Bu sebepten dolayıdır ki, Yahudiler, kendilerinin
animislam3en4nu1.gif
’ın en sevdiği en gözde milleti ve ümmeti olduğunu iddia etmişlerdir. Yahudilerin geliştirdiği dini nizamda bile bu sebepten dolayı diğer ırktan olanların hak ve hürriyetleri nispeten daha sı¬nırlı kalmıştır. Hindu'larda "varn aşaram" felsefesine göre Brahman'ların toplumun en imtiyazlı ve en üstün tabakası haline gelmesinin sebebi bu¬dur. Hindu'lar'da, aslında bu sun'i ihtilaf en katı şekilde kendisini göstermiş, üst tabakalardakiler adetâ ilâh derecesine çıkarılırken, alt tabakadaki¬ler, özellikle "Şudr"lar, "pis", "iğrenç" ve "âdi", ilân edilmişlerdir. O kadar ki, alt tabakadakilerin, üst tabakadakilere dokunmaları bile büyük bir günah haline getirilmiştir. Beyaz ırkın, siyah ırka revâ gördüğü zulüm Afri¬ka'da, Avrupa'da ve Amerika'da en kötü şekliyle ortaya çıkmıştır ve siyahilere yapılan insanlık dışı muameleyi görmek için tarih sayfalarını karıştırmamıza bile gerek yoktur. Bunun en kötü örneklerini şimdi de görmekteyiz. Çünkü, Avrupalı milletlerin, Amerika kıtasında Kızılderililer'e ve Avustralya'da vahşî yerlilere ve genellikle Asya ve Afrika kıtalarında yerli halka yaptıkları zulüm ve insanlık dışı muamelenin altında da bu üs¬tünlük kompleksi bulunmaktadır. Bu milletler, hâkim oldukları topraklar¬da yerli halkı birer hayvan olarak kabul etmiş, onların can, mal ve namusuna tecavüz etmeyi bir görev bilmişlerdir. Hakimiyetleri altındaki insan¬ları ve milletleri esir yapmaya, yağma etmeye ve öldürmeye çalışmışlar¬dır. Aşın milliyetçilik ve ırkçılığın, bir ırk veya milleti başka bir ırk veya millet için ne kadar vahşi ve kana susamış canavar haline getirdiğinin son örneğini Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında hepimiz gördük ve bugün de görmeye devam ediyoruz. Nazilik, Faşizm ve kuzey ırklarının üstün olma felsefesinin insanlığın başına ne dertler açtığını hepimiz görmüş ve yaşamışızdır, işte bu büyük yanılgı, çılgınlık ve sapıklığın düzeltilmesi için Kur'ân-ı Kerim'in şu âyeti inmiştir.

"Ey İnsanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye cemiyetlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak,
animislam3en4nu1.gif
indinde en hayırlınız, takvası en fazla olanınızdır.
animislam3en4nu1.gif
, her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır." (Hucurat; 13)

modify_inline.gif
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt