171- Muhammed Ma'sûm Fârûkînin onbir mektûbu

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Muhammed Ma’sûm Fârûkînin (Mektûbât)ı üç cilddir. Fârisîdir. Birinci cildde 239, ikincide 158, üçüncüde 255 mektûb vardır. Bu 652 mektûbdan onbir adedi aşağıda yazılıdır.[1]
BİRİNCİ CİLD, 10. cu MEKTÛB En büyük se’âdet, iki cihânın en üstün insanı olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmakdır. Cehennem azâbından kurtulmak için, Allahü teâlânın seçdiği, sevdiği insanların reîsine uymak lâzımdır. Cennet ni’metlerine kavuşmak, Ona tâbi’ olanlara mahsûsdur. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ona tâbi’ olmak şartdır. Ona uymıyanların [meselâ, nemâz kılmıyanların ve avret mahalli açık olarak başkalarının yanına çıkanların] tevbeleri, zühdleri, tevekkülleri ve düâları, ibâdetleri kabûl olmaz. Onun yolunda olmıyanların zikrleri, fikrleri, şevkleri ve zevkleri kıymetsizdir. Peygamberler, Onun hayât veren deryâsından bir kadehe kavuşmakla, o derecelere yükselmişlerdir. Evliyâ, Onun sonsuz bahrinden bir yudum içmekle murâdlarına ermişlerdir. Yer yüzündeki melekler, Onun hizmetcileri, göklerdekiler, âşıklarıdır. Herşey, Onun şerefine yaratılmış, bütün varlıklar, Onun mubârek rûhundan feyz almışlardır. Allahü teâlânın varlığını O açıklamış, herşeyin yaratanı, Onun rızâsını almak istemişdir. Ona ve Onun Âline ve Eshâbına bizden düâlar olsun. O yüce Peygamber, hepimizden râzı olsun!
[Ey! Se’âdete kavuşmak istiyen akl sâhibleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi’ olmağa çalışınız! Bu devlete, bu ni’mete mâni’ olan herşeyden kaçınız! Hârikalar gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkı’ler, diplomalar ele geçirmiş olan bir fen yobazını, ya’nî Ona tâbi’ olmak şerefinden mahrûm olan bir câhili, bir gâfili görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki saçmalarının, yalanlarının, insanı felâkete sürükliyeceğini ve hiç böyle gösteriş yapmıyan, fekat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi’ olana inanmanın, Onu sevmenin, felâketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilâc olduğunu biliniz!]
BİRİNCİ CİLD, 33. cü MEKTÛB Biliniz ki, se’âdete kavuşmak için, bir Velîye ma’nevî bağ ile bağlanmak lâzımdır. Bu da, onun, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğuna inanmak ve onu sevmekdir. [Allahü teâlânın ni’metlerini, ihsânlarını düşünen, Onu sever. Çünki, ihsân sâhibini sevmek, insanlık îcâbıdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Onun sevmesini kazanmak için, islâmiyyete uyana ve bir mürşidi sevene (Sâlih) [iyi insan] denir. Allahın sevmesini kazanmış olana (Velî) denir. Başkalarının da kazanması için çalışan Velîye (Mürşid) denir.] Velîye ma’nevî bağ [ya’nî muhabbet] çok olunca, [Resûlullahın mubârek kalbinden çıkıp] Velînin kalbinden gelen feyzlerden, bereketlerden almak da çok olur. Velîyi görür, sesini işitirse ve O da, teveccüh ederse, ya’nî feyz vermek isterse, dahâ çok feyz alır. Fekat, herkese isti’dâdı, kâbiliyyeti kadar kalbe feyz gelir. Kâbiliyyet, islâmiyyete uymakla artar. İslâmiyyete uymıyana, feyz gelmez. Ma’nevî râbıtası bozuk olan, mürşidi tanımıyan, kendine gelen feyzlerden alamaz. Senelerce riyâzet yapmak, onu bu se’âdete kavuşduramaz. [Feyz gelen kalb, dünyâ hayâtını hayâl gibi görür.]
[1] Muhammed Ma’sûm, İmâm-ı Rabbânînin oğludur. 1079 [m. 1668] da, Hindistânda, Serhend şehrinde vefât etmişdir.
BİRİNCİ CİLD, 34. cü MEKTÛB Dünyâ hayâtında his ve hareket vardır. Kabr hayâtında yalnız his vardır. Harekete ihtiyâc yokdur. Dünyâ ve âhıret hayâtlarında ise, hem his, hem de hareket lâzımdır.
BİRİNCİ CİLD, 65. ci MEKTÛB Yavrum! Gençlik, ömrün en kıymetli zemânıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zemândır. Bu zemân, her gün geçiyor, azalıyor. Erzel-i ömr olan ihtiyârlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzûmlu iş olan, ma’rifet-ullahı kazanmağı, hayâl olan erzel-i ömre bırakıyorsun. En şerefli olan zemânlarını, en zararlı, en kötü şey olan, nefsin arzûlarına kavuşmak için sarf ediyorsun. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yarına yaparım, yarına yaparım diyenler, aldandı) buyurdu. Allahü teâlâ, insanları ve cinleri (Ma’rifet-ullah)a ve Allahü teâlâyı tanımak ve Onun rızâsına, sevgisine kavuşmak için yaratdı. Nefslerimizin arzûları peşinde koşan biz ahmaklar, ne zemân aklımızı başımıza toplayacağız? Ne zemâna kadar, bu ni’metden mahrûm kalacağız? Nefsi ve şeytânı sevindirmeğe ve Allahü teâlânın rızâsından mahrûm kalmağa ne kadar devâm edeceğiz? Dünyâ lezzetleri nefsin arzûlarıdır. İnsanın, Allahü teâlânın ma’rifetine kavuşmasına mâni’ olan en kuvvetli düşman da, nefsin arzûlarıdır. Bu arzûlar bitmez ve tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. (Maksûdün, ma’bûdündür) sözü meşhûrdur. (Nefslerinin arzûlarını ilah edinenleri görmedin mi?) âyet-i kerîmesi, bu sözümüzün vesîkasıdır. [Ma’rifetullah, Allahü teâlânın zâtını ve sıfatlarını tanımak demekdir. Zâtını tanımak, anlaşılamıyacağını anlamakdır. Sıfatlarını tanımak, mahlûkların sıfatlarına benzemediklerini anlamakdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Allahü teâlâ, dünyâ lezzetlerini yasak etmedi. Bunların, azgınca, taşkınca, zararlı olarak kullanılmasını yasak etdi.]
BİRİNCİ CİLD, 72. ci MEKTÛB İnsana gelen marazlar, elemler, takdîr-i ilâhî ile gelmekdedir. Râzı olmak lâzımdır. İbâdetlere devâm, elemlere, hastalıklara sabr edilmelidir. Allahü teâlânın kereminden âfiyet beklemelidir. Mahlûklardan birşey beklememeli, herşeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir. Derdlerden, elemlerden kurtulmak için düâ ve istigfâr etmelidir. [Te’sîri, fâidesi kat’i olan sebeblere yapışmalı, sebeblerin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemelidir.] Onun takdîri, irâdesi olmadıkca, kimse kimseye zarar veremez. Bununla berâber, sebeblere yapışmak, Peygamberlerin yoludur. [Esbâba teşebbüs etmemizi, tehlükelerden, zararlardan korunmamızı emr etdi. En büyük zarar, nefsimize ve islâm düşmanlarına aldanmakdır. Devletin yeni silâhlar yapması, milletin de devlete yardımcı olması lâzımdır. Sebeblerin te’sîrini Allahü teâlâdan taleb etmelidir.]
BİRİNCİ CİLD, 127. ci MEKTÛB Mümkinin, ya’nî mahlûkların aslı, esâsı ademdir, yoklukdur. Kemâlât-i vücûdînin, ya’nî hakîkî mevcûdün kemâlâtının aksleri, görünmeleri ile var zan olunmakdadır. [Bütün mevcûdât, aynada, sinema perdesinde ve televizyon levhasında görünen şeyler gibidir. Bunlar, hakîkatde mevcûd değildirler. Hakîkatda mevcûd olan şeylerin aynadaki, perdedeki ve levhadaki hayâlleridirler. Bu şeyler yok olurlarsa, hayâlleri de yok olurlar.] Birer hayâl olan mümkin, kendini mevcûd ve kemâl sıfatlarına mâlik zan etmekdedir. Allahü teâlâ merhamet ederek, insan, asl mevcûdün kemâllerini ve kendindeki kemâllerin hiç olduklarını, hayâl olduklarını anlarsa, (fenâyı hakîkî) ile şereflenir. Kemâlâtın kendinden olduğunu, kendinin hayr menba’ı olduğunu zan ederse, hâin olur. Kulun kemâli, kemâl sâhibi olmadığını anlamasıdır. Mümkinin bu hakîkati görebilmesi, asla olan muhabbetinden hâsıl olur. Muhabbet aşırı olunca, muhib fânî olur, yok olur. Yalnız mahbûb mevcûd olur. Bunu anlıyabilene (Ârif) denir.
BİRİNCİ CİLD, 182. ci MEKTÛB Sebeblere yapışmak lâzımdır. Bu ise, tevekküle muhâlif değildir. Sebeblerin te’sîr etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen ve te’sîri Allahü teâlâdan bekleyen ve te’sîri tecribe edilmiş fâideli sebebleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Te’sîr etmiyen, hayalî sebebleri kullanmak, tevekkül olmaz. Te’sîri çok görülmüş olan fâideli sebebleri kullanmak lâzımdır. Ateş yakar. Fekat, ateşe yakmak kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, birşey yir. Bu şeye doyurma kuvvetini veren Odur. Lâzım olduğu zemân, böyle fâideli sebebleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allaha âsî olur. Sebebler üçe ayrılır: Hayâlî sebebleri terk etmek, tecribe edilmiş fâideli sebebleri kullanmak vâcibdir. Şübheli olanlar, ba’zan kullanılır. Allahü teâlâ, meşveret etmeği, bilenlere danışmağı emr etdi. Meşveret de, sebebe yapışmakdır. Meşveretden sonra tevekkülü emr eyledi. Âhiret işlerinde tevekkül olmaz. Bunlarda çalışmak emr olundu. Burada, azâbından korkmak ve merhametinden ümmîdli olmak lâzımdır. Allahü teâlânın keremine, ihsânına güvenmeli ve emr olunan ibâdetleri yapmalıdır. İslâmiyyete uymamız, ya’nî emr edilenleri yapmamız ve yasak edilenlerden sakınmamız vazîfemizdir. (Tevekkül) budur ve kulluk böyle olur. Din bilgilerini ve fen bilgilerini öğrenmek ve cihâd yapmak için en yeni silâhları yapmamız ve bunun için hükûmete yardım etmemiz de ibâdetdir.
Başkalarının düşüncelerini keşf etmek, gaybdan haber vermek, düâlarının kabûl olması ve hârikalar, kerâmetler göstermek, Allahü teâlânın sevgisini göstermez. Bunlar kâfirlerde de bulunur. Onlara (İstidrâc) olarak verilir. Bunlar, riyâzet, sıkıntı çekenlerde hâsıl olduğu gibi, riyâzet çekmiyenlere de verilebilir. Velînin de, riyâzet çekmesi ve kerâmet göstermesi şart değildir. Büyük velî Şihâbüddîn Sühreverdî[1], bunları (Avârif) kitâbında uzun yazmakdadır.
Az yimek, az uyumak iyidir. Fekat, ibâdet yapmağa mâni’ olacak ve aklı, dimâğı sarsacak ve hayâllere sebeb olacak kadar az olmamalıdır. Riyâzetden, sıkıntıdan sünnete uygun olanları mubârekdir. Papazların yapdıkları gibi, zararlı olmamalıdır. Evliyânın keşflerini hayâl sanmamalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın kalbe ilhâm etdiği bilgilerdir. Câhil tarîkatcıların hayâllerine keşf denmez. Bunlara i’timâd edilmez. Evet, ilhâm olunan bilgileri anlamakda, vehmin ve hayâlin fâidesi vardır. Vehm, Allahü teâlâ ile kullar arasındaki elli bin senelik yolu bir anda gider. Hayâl de, kalbe gelen hâlleri ve gaybdeki işlere ve rûhlardan gelen ilmlere, şekl vererek, bilinenlere benzeterek anlaşılmalarını kolaylaşdırır.
Ba’zı düâlar ile tayy-ı mekân olunur [az zemânda çok uzaklara gidilir] diyorlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bu söze şaşılmaz. Allahü teâlânın bundan dahâ ziyâde te’sîri vardır. Düâ etmeden de tayy-ı mekân nasîb olur.
[1] Ebû Hafs Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî, 632 [m. 1234] de Bağdâdda vefât etdi.
Nemâzda hâsıl olan hâller, nemâz hâricindeki hâllerden efdaldir. Nemâzın tadını duymak, zevk ile kılmak için, çalışınız! Hele farz nemâzlardan zevk almak, ancak nihâyete yükselmiş olanlara nasîb olur. Nemâz çok mühimdir. Müstehab olan vaktlerinde ve cemâ’at ile ve şartlarına, edeblerine ve ta’dîl-i erkânına dikkat ederek ve sükûnet ve vekar ile edâ ediniz! Hadîs-i şerîfde, (Nemâzda kul ile Rab arasındaki perdeler kalkar) buyuruldu.
Âlem-i misâlde şekllerin görülmesi ve bunlarla sohbet etmek iyidir. Birçok şeyler öğrenmeğe müjdedir. Fekat, özlenen şey bu değildir. Ma’nevî irtibâta zararlı olmadığından fâidelidir.
Hızır aleyhisselâmın hayâtda olması üzerinde, âlimler başka başka söylediler. Ba’zı Evliyânın konuşdukları bildirildi ise de, bu haberler diri olduğunu göstermez. Rûhu insan şeklini alıp, iş yapabilir. Yâhud, o vaktlerde hayâtda olup, şimdi değildir diyebiliriz. Rûhlar, ba’zan (Âlem-i misâl)deki şekllerinde görünür. Her mevcûdün âlem-i misâlde bir şekli vardır. Hattâ, ma’nâların da, şeklleri vardır. Bu şekllerin görünmesi, vehm ve hayâl değildir. Âlem-i misâl de, bu bildiğimiz (Âlem-i şehâdet) gibi bir varlıkdır.
[Kendisi veyâ eserleri [yapdığı işler] his uzvlarımıza te’sîr, etki eden şeylere (Mevcûd), varlık denir. Mevcûd ikidir: Birincisi, ebedî, sonsuz, hep var olan (Hâlık), yaratıcı olup, ismi (Allah)dır. Kendisi [zâtı] da, sekiz sıfatı da hep vardır. İkincisi, (Mahlûk) ve (Hâdis) ve (Âlem) ve (Mâ-sivâ) denilen varlıklar, yok idi. Sonradan yaratıldılar. Mahlûklar üç kısmdır: (Âlem-i ecsâm), kendilerini his etdiğimiz, basît veyâ mürekkeb cismlerdir. Bunlar, (Arş) küresinin içinde bulunurlar. Maddenin şekl almış parçalarına (Cism) denir. İkinci kısm, Arşın dışında bulunan (Âlem-i ervâh), ya’nî rûhlar âlemidir. Rûhların kendilerini değil, eserlerini his ediyoruz. Mahlûkların üçüncü kısmı, (Âlem-i misâl)dir.] Rûhlar, cism şeklini almayıp, kendileri, rûhumuza görünebilir. Böyle konuşur ve işitirler. Rûhları ve kabr hayâtını anlatmak, çok zordur. Bunlar üzerinde zan ile, tahmîn ile konuşmamalı, (Nass)larda [Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde] bildirilmiş olanlara kısaca îmân etmelidir. Kabrde ni’metler ve azâblar olduğuna îmân ederiz. Bunların nasıl olduğunu araşdırmayız. Meyyitlerin birbirleri ile konuşdukları bildirildi. Kabrde azâb olunanların na’ra ve sayhaları haber verildi. (Bunları, insanlardan ve cinden başka her canlı işitir) buyuruldu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Rûhun kendisi bağırır. Yâhud cesed vâsıtası ile sayha eder. Hudûs, ya’nî yokdan var edilmiş olmak lekesi, insandan dünyâda ve öldükden sonra da gitmez. İnsan, Allahü teâlâya yaklaşsa da, kemâl derecelerine yükselse de, rûhu da, cismi de, dünyâda da, âhıretde de, mümkin ve hâdis olmakdan kurtulamaz. Allahü teâlâdan başka, her mevcûdün hâdis oldukları (İcmâ’) ile ya’nî sözbirliği ile bildirildi. Buna inanmayan, kâfir olur. Âhiretde, Cehennemdeki ebedî, sonsuz azâbdan kurtulmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine îmân etmek [inanmak] lâzımdır. Evliyânın, bu bildirilenlere uymıyan keşfleri kıymetsizdir. Tesavvufdan maksad, nefsin gizli ayblarını anlamakdır ve islâmiyyete uymanın kolay olmasıdır ve ihlâsa kavuşmakdır. Ya’nî (İtmînân-ı nefs) hâsıl olarak, şirkin, küfrün gizli inceliklerinden kurtulmakdır. İnsanlık sıfatlarının örtülmesine (Adem makâmı) denir. Temâmen yok olmasına (Fenâ makâmı) denir.
BİRİNCİ CİLD, 197. ci MEKTÛB Kıymetli kardeşim Muhammed Sücâdil! Ma’nevî nisbet [ya’nî bir Velîye muhabbet], kuvvetli olursa, ondan gelen feyzleri almakda sohbetin ve uzakda olmanın farkı olmaz. Allahü teâlâ, enfüsde [insanda] ve âfâkda [insanın hâricinde] değildir. Onu bu ikisinin hâricinde aramalıdır. Buna akl ermez.
Büyüklerimiz, beş vakt nemâzdan sonra, elleri kaldırarak, Fâtiha okumadı. (Hazânet-ül rivâyât) kitâbında diyor ki, (Hâcetlere kavuşmak için, farzlardan sonra, Fâtiha okumak bid’atdir.) Müsâfeha da böyledir. İmâm-ı Nevevî (Ezkâr) kitâbında diyor ki, (Karşılaşınca müsâfeha etmek müstehabdır. Fekat, bunu sabâh ve ikindi nemâzlarından sonra, âdet etmemelidir. Ba’zan yapmak sünnetdir.[1])
Dostun firâkı, az sürse de az değildir,
Gözde bir kılın bulunması, çok ağır gelir!

BİRİNCİ CİLD, 202. ci MEKTÛB Bu kısa ömrü çok kıymetli şeylerde kullanınız! Geceleri ibâdet yapmağı ve seher vaktlerinde ağlamağı elden kaçırmayınız! Karanlık geceleri, Kur’ân-ı kerîm okumakla, düâ ve istigfâr ve Onun ismini söylemekle nûrlandırınız! Ticâretde sıdk ve emânet üzere olunuz! Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, sâdık [doğru] olan tüccârı sever) buyuruldu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Fâsid ve fâizli satışlardan sakınınız! Bu zemânda bunlardan sakınan acabâ var mıdır? Bunları islâmiyyete bağlı olan [Ehl-i sünnet] âlimlerinden sorup öğreniniz!
[1] İmâm-ı Nevevî 676 [m. 1277] de vefât etdi.
BİRİNCİ CİLD, 230. cu MEKTÛB (Tesavvuf), seyr ve sülûk demekdir. Seyr ve sülûkdan ve riyâzet çekmekden ve mücâhede yapmakdan maksad, mahlûklara olan meyli, muhabbeti yok etmekdir ve kulluk yapmağı öğrenmekdir ve insanın, âciz ve muhtâc olduğunu anlamasıdır. Ademden geldiğini ve ademe gideceğini idrâk etmesidir. Yoksa, insanın kullukdan kurtulması, ma’bûd olması ve ma’bûdün kemâlâtına ortak olması değildir. Muhammed Behâüddîn Buhârî hazretleri[1], (Âbid, ma’bûd ile iştirâk edemez) buyurdu. İbni Sînânın[2] bozuk düşünceleri, Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun değildir ve küfrüne ve dalâletine sebeb olmakdadır. İmâm-ı Rabbânî 245 ve 266. cı mektûblarında, (İmâm-ı Gazâlî[3] “rahmetullahi aleyh” Hukemânın bozuk düşüncelerini yazdıkdan sonra, Fârâbî[4] ve İbni Sînânın ve benzerlerinin kâfir olduklarını bildirdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bir Velîye, rüyâda, İbni Sînâ için, (Allahü teâlânın çok ilm vererek, dalâlete sürüklediği kimsedir) buyurdu. Sâlik, kalbine gelen hâlleri yanlış anlasa da, bir Velîyi taklîd etmesi lâzımdır. (Tevhîd-i vücûd) bilgisi, akla ve nakle uygun görünüyor diyorsunuz. Nakl dediğiniz haberler, açık bildirilmiş değildirler. Böyle haberlere (Müteşâbihât) denir. Böyle haberler (Te’vîl) olunur. Ya’nî, meşhûr olmıyan ma’nâları verilir. Aklın kabûl etdiği şeyler ise, inandırmak için söylenir. Sâhası çok genişdir. Celâlüddîn-i Devânî[5], böyle bilgilere akl ermez dedi. Mevlânâ Câmî “kuddise sirruh”[6], (Akl ermez demek, keşf ve müşâhede ile kalbde hâsıl olup, aklın anlıyamıyacağı şeylerdir. Aklın anladığı şeyleri, his kuvvetlerinin anlıyamaması da böyledir) dedi. [Meselâ akl, güneşin yer küresinden büyük olduğunu anlıyor. Göz ise, güneşi pencerenin içinde gördüğü için, bunu anlıyamıyor.]
Felsefeciler, (Mevcûd olan şey yok olmaz. Yok olan şey de var olmaz) dediler. [Fransız kimyâger Lavoisier de[7] böyle söyledi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bu sözleri doğru değildir. Zan ile söylemişlerdir. Bu söz, Allahü teâlânın sonsuz kudretini inkâr etmekdir. Lavazye, bu sözü umûmî olarak söylemeseydi, kimyâ hâdiselerinde var ve yok olmaz deseydi, sözü doğru olurdu. İslâm düşmanı, fen yobazlarının, tekrâr dirilmeği inkâr ederken Lavoisiernin bu yanlış sözünü ileri sürmeleri, ilme, fenne büyük iftirâdır.] Allahü teâlâ, dünyâyı ve âhıreti, ya’nî herşeyi yokdan var etdi. Hepsini tekrâr yok edecek ve Kıyâmet günü, yine var edeceğini, Peygamberleri vâsıtası ile haber verdi. Yaratması ve yok etmesi, Onun sonsuz kudretine göre, şaşılacak birşey değildir. Felesofların yukarıdaki sözleri, âlemin yok edileceğini inkâr etmekdir. Böyle söylemek küfrdür. Bu sözlerine inanan, Allahü teâlânın verdiği habere inanmamış olur, kâfir olur. Bütün dinler, âlemin yokdan var edildiğini ve tekrâr yok edileceğini sözbirliği ile bildirmekdedir. Felesofların bu sözleri, mahlûkların varlıkda durmaları için, Allahü teâlâya muhtâc olmamalarını da îcâb etdirmekde ve Allahü teâlânın varlıkları yok etmeğe kâdir olmayacağını göstermekdedir. Cismlerin ve sıfatlarının var olduklarını ve yok olduklarını görüyoruz. [Meselâ deniz suları, buhar hâline, bulut, ya’nî zerreler hâline ve kar, buz hâline dönmekdedir. Suyun bir hâli yok olup, diğer hâli var olmakdadır. Cismlerin hâllerini yok iken var eden ve var iken yok eden Allahü teâlâ, cismlerin kendilerini de, yok iken var etmeğe ve var iken yok etmeğe kâdirdir. Bugün bütün dinler, öldükden sonra, tekrâr dirilmeğe, Cennete, Cehennem azâbına inanıyorlar. 1989 da Amerikanın en büyük (Misûrî) harb gemisi İstanbula geldi. İçinde iki büyük kilise var. (Kitâb-ı mukaddes) dedikleri incîli ingilizce basdırmışlar. Maroken cildlemişler. Her ziyâretciye hediyye ediyorlar. Bizdeki ilericiler, Avrupaya, Amerikaya âşık olduklarını söylüyorlar. Onlar gibi, morfinli, içkili kadınlarla, kızlarla otel odalarında, parklarda, her nev’ zevklerini ve pilaj eğlencelerini yapıyorlar. Bunlara ilericilik diyorlar. Müslimânlara, Cennete, Cehenneme inandıkları ve Allahın emrlerine uydukları için gerici diyorlar. Bütün dünyâdaki inananlara gerici demediklerine göre, nefsânî, hayvânî zevklere ve islâm düşmanlığına ilericilik dedikleri anlaşılıyor.]
[1] Behâüddîn Buhârî 791 [m. 1389] da Buhârada vefât etdi.
[2] Ebû Alî Hüseyn ibni Sînâ 428 [m. 1037] de Hemedânda vefât etdi.
[3] İmâm-ı Muhammed Gazâlî 505 [m. 1111] de Tûs [Meşhed] de vefât etdi.
[4] Muhammed Fârâbî 339 [m. 950] de Şâmda vefât etdi.
[5] Muhammed Devânî 908 [m. 1502] de Şîrâzda vefât etdi.
[6] Abdürrahmân Ahmed Nûreddîn Câmî 898 [m. 1492] de Hirâtda vefât etdi.
[7] Lavoisier 1209 [m. 1789] ihtilâlinde öldürüldü.
İKİNCİ CİLD, 11. ci MEKTÛB Allahü teâlâ, insanları başı boş bırakmadı. Her istediklerini yapmağa izn vermedi. Nefslerinin arzûlarına ve tabî’î, hayvânî zevklerine, taşkın ve şaşkın olarak tâbi’ olmalarını, böylece felâketlere sürüklenmelerini dilemedi. Râhat ve huzûr içinde yaşamaları ve sonsuz se’âdete kavuşmaları için arzûlarını ve zevklerini kullanma yollarını gösterdi ve dünyâ ve âhıret se’âdetine sebeb olan fâideli şeyleri yapmalarını emr etdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etdi. Bu emrlere ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) denildi. Dünyâda râhat yaşamak, se’âdete kavuşmak istiyen, islâmiyyete uymağa mecbûrdur. Nefsinin ve tabî’atinin, islâmiyyete uymayan arzûlarını terk etmesi lâzımdır. İslâmiyyete uymazsa, sâhibinin, yaratanının gadabına, azâbına dûçâr olur. İslâmiyyete uyan kul, müslimân olsa da, kâfir olsa da, dünyâda mes’ûd, râhat olur. Sâhibi ona yardım eder. Dünyâ zirâ’at yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safâ süren, mahsûl almakdan mahrûm kalacağı gibi, dünyâ hayâtını, geçici zevkleri, nefsin arzûlarını taşkın ve şaşkın olarak yapmakla geçiren de, ebedî ni’metlerden, sonsuz zevklerden mahrûm olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabûl edeceği birşey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmağa sebeb olan, geçici lezzetleri zararlı şeklde yapmağı tercîh etmez. [Allahü teâlâ, dünyâ zevklerinden, geçici lezzetlerinden, nefse tatlı gelen şeylerden hiçbirini, men’ etmedi, yasak etmedi. Bunları, islâmiyyete uygun, zararsız olarak kullanmağa izn verdi.] İslâmiyyete tâm uymak için, evvelâ (Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip ve Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anlayıp bildirdikleri (Akâid)e uygun îmân etmek, sonra harâm, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak ve yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak lâzımdır. Bunları yapmağa (İbâdet) etmek denir. Harâmlardan sakınmağa (Takvâ) denir.
Niyyet ederek ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet etmek) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emr edilenlere (Farz), yasak edilenlere (Harâm) denir. İbâdetlerin en kıymetlisi ve islâm dîninin temeli hergün beş vakt (Nemâz) kılmakdır. [Nemâz kılmak, ayakda kıbleye karşı Fâtiha okumak ve kıbleye karşı eğilmek ve kıbleye karşı başını yere koymak demekdir. Bunları kıbleye karşı yapmazsa, nemâz kılmak olmaz.] Nemâz kılan, müslimândır. Nemâz kılmayan, yâ müslimândır, yâ kâfirdir. Nemâz kılmakla hâsıl olan kurb-ı ilâhî [ya’nî, Allahü teâlânın sevmesi], başka ibâdetleri yapmakla nâdir nasîb olur. Hergün, beş vakt nemâzı, cem’ıyyet ile [ya’nî dünyâ işlerini düşünmeden] ve cemâ’at ile ve ta’dîl-i erkân ile ve abdesti dikkatli alarak ve müstehab olan vaktlerinde kılmalıdır. Nemâz kılarken, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdeler kalkar. Beş vakt nemâz kılan, hergün beş kerre yıkanıp temizlenen kimse gibi, günâhlardan temizlenir. Hergün beş vakt nemâzı doğru olarak kılana yüz şehîd sevâbı verilir.
Ticâret eşyâsının ve kırda otlıyan hayvânların [ve tarladan, ağaçlardan elde edilen mahsûlün ve kâğıd liraların ve alacakların] zekâtlarını emr olunan yerlere seve seve vermelidir. Zekâtı verilen mâl azalmaz. Zekâtı verilmiyen mâl, Cehennemde ateş olur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Allahü teâlâ, çok merhamet ederek, ihtiyâcdan fazla olan mâl, nisâb mikdârı olursa, bir sene sonra zekâtını vermeği emr etdi. Cânı ve mâlı veren Odur. Mâlın hepsini ve cânı vermeği emr etseydi, Onun âşıkları hemen verirdi.
Ramezân-ı şerîf ayında, Allahü teâlâ emr etdiği için, seve seve oruc tutmalıdır. Bu açlığı ve susuzluğu se’âdet bilmelidir.
İslâmın binâsı beşdir: Birincisi, (Eşhedü en-lâ-ilâhe-illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) demek ve bunun ma’nâsını bilmek ve inanmakdır. Buna (Kelime-i şehâdet) denir. Dördü de, nemâz, zekât, oruc ve hacdır. Bu beş esâsdan biri bozuk olursa, islâmiyyet de bozuk olur. İ’tikâdı düzeltdikden ve islâmiyyete uydukdan sonra, Sôfiyye-i aliyyenin yolunda ilerlemek lâzımdır. Allahü teâlânın ma’rifeti, bu yolda hâsıl olur ve nefsin arzûlarından kurtulmak nasîb olur. Sâhibini tanımayan kimse, nasıl yaşıyabilir, nasıl râhat eder! Bu yolda ma’rifet sâhibi olmak için, (fenâ bil-ma’rûf) lâzımdır. Ya’nî, Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak lâzımdır. Kendini var bilen kimse, ma’rifete kavuşamaz. (Fenâ) ve (Bekâ) vicdânda, kalbde hâsıl olan şeylerdir. Anlatmakla anlaşılmaz. Ma’rifet ni’metine kavuşmıyanın, bunu dâimâ araması lâzımdır. Tahkîri emr olunan ve muvakkat olan şeyin ta’mîri ile uğraşmamalıdır.
SİHR=BÜYÜ: Cinlerin insanlarda yapdıkları hastalıklara (Sihr=Büyü) denir. Müslimân olan cinlerin insanlarla bir alâkası yokdur. Bunlar, yalnız ibâdet ederler. Ehl-i sünnet âlimleri bunları tanır. Arkadaş olurlar. Sâlih insanlar gibi görünür. Sohbet ederler. Bunlardan insanlara zarar gelmez. Kâfir olan cinler, insandan ayrılmazlar. Cinler her şeklde görünürler. Böcek şekline, mikrob şekline de girerler. İnsanın damarlarında dolaşırlar. Yalnız mü’minlerin kalbine giremezler. Kâfir cinler, iyi insan şekline de girer. Her iyiliği yapar. İnsanlara fâideli olurlar. Kâfir ve fâsıklarla arkadaşlık yapınca, hiç ayrılmazlar. Kâfir insanlar gibi, her iyiliği yapınca, arkasından küfre, fıska sebeb olurlar. İnsanın göstereceği kimselerde hastalık, sihr yaparlar. Bu hastalıkdan kurtulmak için, bu cinni öldürmek veyâ kovmak lâzımdır. Cinnin zararından kurtulmak için en te’sîrli iki silâh (Kelime-i temcîd) ve istigfâr düâsıdır. Kelime-i temcîd, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan, cinlerin kaçdığını, büyünün bozulduğunu, imâm-ı Rabbânî 174.cü mektûbunda ve istigfâr düâsının her derde devâ olduğu hadîs-i şerîflerde bildirilmekdedir. 122.ci sahîfeye bakınız!
5.ci CİLD, 113.cü MEKTÛB [Bu mektûbda zikrin nasıl yapılacağı yazılıdır. Bu mektûb (Kıyâmet ve Âhıret)in, 165.ci sahîfede de yazılıdır.]
 
Üst Alt