4- İctihâd

MURATS44

Özel Üye
O zemân, birçok vilâyetler, vâlîlerinden şikâyet etdikleri hâlde, Mu’âviye “radıyallahü anh” dâimâ sevilmiş, kimse onu şikâyet etmemişdir.
Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerinden ve reîslerinden olan, gavs-i a’zam seyyid Abdülkâdir-i Geylânî “rahime-hullahü teâlâ” bütün mü’minlere dîni öğretmek ve i’tikâdlarını düzeltmek için yazdığı (Gunyet-üttâlibîn) kitâbının birinci cüz’ünün ellidördüncü sahîfesinde, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî ve Hasen “radıyallahü anhüm” hilâfetlerini uzun uzadıya anlatdıkdan sonra, diyor ki: (İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” vefât edince, imâm-ı Hasen “radıyallahü anh” müslimânların kanı dökülmemesi ve herkesin râhat etmesi için, hilâfeti bırakmak istedi ve Mu’âviyeye “radıyallahü anh” teslîm eyledi ve onun emrlerine tâbi’ oldu. O günden i’tibâren, Mu’âviyenin “radıyallahü anh” hilâfeti hak ve sahîh oldu. Bu sûretle, Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir, ya’nî büyükdür. Allahü teâlâ, bunun ile mü’minlerden iki büyük fırka arasını bulur, ya’nî barışdırır) hadîs-i şerîfinin ma’nâsı meydâna çıkdı. Görülüyor ki, imâm-ı Hasenin “radıyallahü anh” tâbi’ olması ile, Mu’âviye “radıyallahü anh”, islâmiyyete uygun halîfe olmuş, böylece müslimânlar arasındaki anlaşmazlık sona ermişdir. Tâbi’în ve Tebe’i tâbi’în ve dünyâdaki bütün müslimânlar Mu’âviyeyi “radıyallahü anh” halîfe olarak tanımışdır. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh”, (Halîfe olduğun zemân yumuşak ol veyâ güzel idâre et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadîs-i şerîfde, (İslâmiyyet değirmeni otuzbeş sene veyâhud otuzyedi sene devâm edecekdir!) buyurmuşdur. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” çarh, ya’nî dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halîfe ve imâm-ı Hasen “radıyallahü anhüm” ile temâmlandıkdan sonra, geri kalan beş veyâ altı veyâ yedi senesi, hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” hilâfeti zemânıdır. Hilâfeti, ondokuz sene ve birkaç ay sürmüşdür.)
Gunye kitâbının türkçe tercemesi basılmışdır. Okunması tavsıye olunur.
(Mir’ât-ı kâinât) kitâbı, ikinci cild, üçüncü sahîfesinde diyor ki, (Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” babası, Ebû Süfyân olup, beşinci babası Abdü Menâf, Resûlullahın da “sallallahü aleyhi ve sellem” dedelerinden idi. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh”, hicretden ondokuz sene evvel, dünyâya gelmişdir. Babası ile Mekke-i mükerremenin fethi günü îmâna gelmişdi. Uzun boylu, beyâz yüzlü, güzel, yakışıklı ve heybetli idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîmi yazan kâtiblerinden olup, çok düâlarını kazanmışdı.
 

MURATS44

Özel Üye
Halîfe olacağı da, kendisine müjdelenmiş idi. Birgün, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hayvana binip, onu da, arkasına bindirmişdi. Konuşurlarken (Yâ Rabbî! Buna çok ilm ve hilm ver!) diye düâ buyurmuşdur. Târîhlerin hepsi diyor ki: Aklı, zekâsı, afvı, cömerdliği, idâresi, yumuşaklığı pek ziyâde olup, dillerde gezerdi. Afvı ve yumuşaklığı hakkında nice hikâyeler vardır ve iki büyük arabî kitâb hâlinde neşr edilmişdir. Arabistânda dört dâhî yetişmişdir. Hazret-i Mu’âviye, Amr ibn-i Âs, Mugîre tebni Şu’be “radıyallahü teâlâ anhümâ” ve Ziyâd bin Ebîhdir. Âlimlerden birçoğu demişdir ki, çok heybetli, cesâretli, tedbirli, gayretli, merhametli olup, her sûretle, sanki idâreci olarak yaratılmışdı. Hattâ, hazret-i Ömer, onu gördükçe “radıyallahü anhümâ” (Bu, bir Îrân şâhıdır) buyururdu. Bir şey isteyeni boş çevirmez, katkat fazlasını verirdi. Birgün, Hasen “radıyallahü anh” borcu olduğunu söyledikde, seksen bin altın vermişdi. Amr ibni Âsı “radıyallahü anh” Mısra vâlî yapıp, iki sene bütün Mısr gelirini, ona bağışlamışdı.
Ağabeysi Yezîd, Ömer “radıyallahü anhümâ” tarafından, Şâmda vâlî iken hicretin yirminci senesinde vefât etmiş ve yerine, bunu vekîl ta’yîn etmişdi. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, asîl olarak vâlî yapdı. Hazret-i Osmân, Alî ve Hasen “radıyallahü anhüm” de, kendisini azl etmediler. Hicretin kırkbirinci senesinde islâmiyyete uygun, sahîh halîfe oldu. Buna, bütün islâm memleketlerinde bulunanlar, râzı olup, bu seneye (âmül-cemâ’a) ismi verildi. Halîfe olunca, Afrikada kâfirlerle cihâda başladı. Bir sene sonra, Abdürrahman isminde bir serdârı [kumandanı] Îrânın şarkında Sicistâna [ya’nî Sistana], bir sene sonra, Sûdana ordu gönderip, oraları kâfirlerden aldı. Kırkdördüncü yılda Kâbil şehrini, sonra Mühelleb kumandasındaki ordusu, Hindistân ve Semerkandı aldı. Mühelleb, dahâ sonraları hâricîlerle çok muhârebeler yaparak yayılmalarını önlemiş büyük bir kahramandır. Kırkbeşde Afrîkıyye [ya’nî Tunus] alındı. 47’de Çinde büyük ve çetin muhârebeler yapıldı ve çok şehîd verildi, kırksekizde Kıbrıs adasına, bizzat gazâya gidip, feth eyledi.
Kıbrıs adası, nice zemân müslimânların elinde kaldı. (Ahlâk-ı alâî) kitâbı son kısmı, beşinci sahîfede diyor ki, (Kıbrıs adasında, Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbi’în-i izâmdan, çok kimselerin mezârı vardır. Bilhâssa Enes bin Mâlikin “radıyallahü anh” teyzesi Ümm-i Hırâm “radıyallahü anhâ” orada medfûndur). Bir gün, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onun evinde uyumuşdu. Gülerek uyandı. Yâ Resûlallah! Niçin güldünüz dedikde, (Yâ Ümm-i Hırâm! Ümmetimden bir kısmını, gemilere binip, kâfirlerle gazâya giderler gördüm!) buyurdu. Ümm-i Hırâm (Yâ Resûlallah! Düâ et, ben de onlardan olayım!) dedi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Rabbî! Bunu da onlardan eyle!) diye düâ buyurdu.
 

MURATS44

Özel Üye
Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” zemânında Ümm-i Hırâm, zevci ile gemilere binip, Kıbrısa gitdi. Kıbrısda atdan düşüp şehîd oldu. Kıbrısın ikinci fâtihi, Mısr sultânı Eşref Tatar olup, 828 [m. 1425] de feth etmişdir. Üçüncü fâtihi ikinci Sultân Selîm hân olup, 978 [m. 1570] de almışdı. Berlin muâhedesinden sonra 1295 [m. 1878] de yalnız idâresi İngiltereye bırakılmışdır. Hazret-i Mu’âviye, elli senesinde oğlu Yezîdi, İstanbulu almağa gönderdi. Hâlid ibni Zeyd ebû Eyyûbel ensârî de, bu orduda olup, birçok Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” ile birlikde İstanbulda şehîd oldular. Bizansdan her sene vergi almak üzere sulh yapdılar. Ellidört yılında Ubeydullah ibni Ziyâd [Abbâsî vezîrlerinden, ibni Zeyyâd başkadır] kumandasındaki bir ordusu, Asyada Ceyhûn nehrini develerle geçip Buhâra alındı. Asyada, Afrikada her ân islâmiyyet yayıldı. Kudüs-i şerîfi, evvelce Ömer “radıyallahü anh” almış idi ise de, sonra kâfirlerin eline geçmişdi. Mu’âviye “radıyallahü anh” tekrâr aldı. Hülâsa, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Rabbî! Mu’âviyeyi her yerde hâkim et!) düâsı, yerini bulup, Afrikada Kayrivandan, Asyada Buhârâya kadar ve Yemenden İstanbula kadar bütün memleketlere hâkim oldu. Herkes kendisini sever, hürmet ederdi. Ehl-i islâm, râhat ve bolluk içinde idi. Gâyet güzel giyinir, latîf atlara biner, zevk ile yaşardı. Fekat, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbeti ve hayr düâları sâyesinde, islâmiyyetden ayrılmazdı. Günâh, zulm etmemeğe çok dikkat ederdi. Şâmda, hazret-i Ömer zemânında dört sene, hazret-i Osmân zemânında oniki sene, hazret-i Alî zemânında beş sene, Hasen hilâfetinde altı ay vâlî olup, Hasen “radıyallahü anhüm” hilâfeti bırakınca, bütün islâm memleketlerine şer’an ve sahîh olarak ondokuz sene halîfe oldu. Hicretin altmışıncı senesinde [60] Receb ayında, yetmişdokuz yaşında vefât etdi. Şâmda defn edildi. Vefât edeceği zemân, bereketlenmek için, hurmetle saklamakda olduğu, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek saçlarından birkaç kılı ve mubârek tırnaklarını, ölünce ağzına ve gözlerine koymalarını vasiyyet etmişdi. Abdürrahmân, Yezîd, Abdüllah isminde üç oğlu ile Hind, Remele, Safiyye ve Âişe isminde dört kızı vardı). Mir’ât-ı kâinâtın yazısı, burada temâm oldu.
Mısr ulemâsından imâm-ı Ahmed bin Muhammed Şihâbüddîn-i Kastalânînin “rahime-hullahü teâlâ”, (Mevâhib-i ledünniyye) kitâbının, şâir Mahmûd Abdülbâkî “rahime-hullahü teâlâ” tercemesinde diyor ki, (İbni İshaka göre, Mu’âviye “radıyallahü anh” Şâmda yirmi sene vâlî, yirmi sene de halîfe idi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona düâ edip, (Yâ Rabbî! Mu’âviyeye ilm ve hesâb öğret! Onu Cehennemden koru!) buyurdu.
 

MURATS44

Özel Üye
Kur’ân-ı kerîmi yazmak vazîfesi ile meşhûrdur.)
Muhammed Şemseddîn Sâmî beğ (Kâmûs-ül a’lâm)da diyor ki, (Mu’âviye “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden idi. Babası Ebû Süfyân, kardeşi Yezîd ve anası Hind ile birlikde, Mekkenin alındığı gün îmâna gelmişdir. Kendisi dahâ evvel müslimân olmuş, babasının korkusundan gizlemişdi. Babası da, kendisi de, hâlis ve sağlam müslimân olup, Huneyn gazâsında, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” önünde harb etmişlerdir. Ebû Süfyânın, Tâif gazâsında bir gözü kör olmuş, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın hilâfeti zemânında, onüç senesindeki Yermük muhârebesinde de diğer gözü çıkmışdı. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh”, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin kâtibliğinde bulunmak şerefine de nâil olmuşdu. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” Şâma asker gönderdikde, ağabeysi Yezîd ile birlikde Hâlid ibni Velid “radıyallahü anh” kumandası altında harb etmişlerdir. Hicretin kırkbirinci [41] senesinde, Kûfede hilâfetle kendisine bî’at olunarak, yirmi sene halîfelik etmişdir. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” fevkalâde akllı, çok zekî, fasîh, tatlı ve te’sîrli söz sâhibi idi. Gâyet sabrlı ve halîm, kerem ve ihsân sâhibi bir zât idi. Şâmda vâlî iken, halîfe Fârûk-ı a’zam “radıyallahü anh”, Romalıları hayretde bırakan ve meşhûr olan, sâde ve mütevâdı’ kıyâfeti ile, Şâmı şereflendirdikde, onun muntazam, zarîf hâlini görünce, (Bu, Îrân şâhları gibidir) buyurmuşdu. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” halîfe iken, dîn-i islâmın, dünyâya yayılmasına ve terakkîsine çok hizmet edip, çok memleketler almışdır. Din âlimlerimiz, kendisinden çok hadîs-i şerîf alarak kitâblara yazmışlardır, [ki bu, büyüklüğünü, i’timâd ve emniyyet olunduğunu gösteren, kuvvetli bir şâhiddir]. Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin, kendisine vermiş olduğu bir gömleğe sarıp; saklamış olduğu Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin tırnak kesiklerini de gözlerine ve ağzına koyarak, defn etmelerini vasiyyet etmişdi). Kâmûs-ül a’lâm yazısı burada bitdi.
(Mecelle) ismindeki çok kıymetli kitâbı hâzırlamakla, dîn-i islâma büyük hizmet eden ve en doğru oniki cild Osmânlı târîhini yazmış olan, Lofcalı, meşhûr Ahmed Cevdet Pâşa “rahime-hullahü teâlâ” (Kısas-ı Enbiyâ)sının yedinci cüz’ü, yüzdoksanikinci [192] sahîfesinde diyor ki: Hicretin altmışıncı senesinde Mu’âviye “radıyallahü anh”, hutbe okudukdan sonra, (Ey müslimânlar! Üzerinizde hâkimliğim uzun sürdü. Sizi usandırdım. Ben de sizden usandım. Sizden ayrılmak istemeğe başladım. Siz de benden ayrılmak ister oldunuz.
 

MURATS44

Özel Üye
Fekat, benden sonra, size benden iyisi halîfe olmaz. Nitekim benden evvelkiler de, benden iyi idiler. Her kim, Allahü teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmağı sever. Yâ Rabbî! Sana kavuşmak istiyorum. Sen de benim mülâkatımı irâde buyur! Beni mubârek ve mes’ûd eyle!) dedi. Sonra hasta oldu. Oğlu Yezîdi huzûruna isteyip, dedi ki, (Yavrum! Seni, seferler ile dolaşmakdan kurtardım. Her işini kolaylaşdırdım. Herkesi sana itâ’ate getirdim. Sana kimseye nasîb olmıyan mal bırakıyorum! Hicâz ehâlisini gözet ki, onlar senin aslındır. Sana geleceklerin en muhteremidirler. Irak ehâlisini de gözet! Hergün senden bir me’mûrun azl edilmesini isteseler bile, azl et! Şâm ehâlisini de gözet ki onlar, senin yardımcılarındır. İşleri bitince, bunları, yine Şâma getir. Çünki, başka memleketlerde çok kalırlarsa, ahlâkı bozulur. Sana rakîb olacak üç kişidir. Bunlardan Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” ibâdete düşkündür. Herkes sana bî’at edince, o da eder. Hüseyn bin Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ” hafîf bir zâtdır. Kûfeliler, onu, sana karşı ayaklandırabilir. Gâlib gelince, onu afv et! O bize akrabâdır. Üzerimizde çok hakkı vardır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin torunudur. Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhümâ” ise arslan gibidir. Ondan çok korun!)
Vefâtına yakın (Ben ölünce, cûd, cömerdlik de berâber ölür. Çok kimselerin ihsân kapıları kapanır. İstiyenlerin elleri boş kalır) dedi ve (Zî Tuvâ köyünde bir Kureyşî olup da keşki halîfe olmasaydım) dedi ve Receb ayında vefât eyledi “radıyallahü anh”. Kendisi uzun boylu, beyâz, heybetli, çok sabrlı ve halîm [yumuşak] idi. Yumuşaklığı, dillerde gezerdi. Birgün, huzûruna bir adam gelip, pek ağır ve çirkin konuşduğu hâlde hiç cevâb vermemişdi. (Buna da mı sabr ve tehammül edeceksiniz?) denildikde, (Biz, mülkümüze te’arruz etmiyenlerin sözüne ilişmeyiz) diyerek, millete verdiği söz hürriyyetini, canlı misâl ile göstermişdi. Millet-i islâmiyyede ictimâ’î teşkilât kuran odur. Hattâ şehrler arası postayı ihdâs etmişdi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” idâresini, fenâ görmeyiniz! Onu gayb ederseniz, başların arkadan zuhûr etdiğini görürsünüz!).
Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlerden, cesâreti ile, zekâsı ile meşhûr, Amr ibni Âs “radıyallahü anh”, hicretin kırküçüncü [43] senesinde fıtr bayramı gecesi vefât etdi. O gece ağladı. Oğlu Abdüllah (Niçin ağlıyorsun? Ölümden mi korkuyorsun?) dedikde, (Hayır, ölümden korkmam. Fekat, öldükden sonra, başıma geleceklerden korkuyorum. Çünki, üç dürlü hayât geçirdim. Önce, kâfir idim. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” herkesden çok düşmanlık ederdim.
 

MURATS44

Özel Üye
O zemân ölseydim, muhakkak Cehenneme gidecekdim. Sonra, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” en çok hayâ eden, ben oldum. O zemân ölseydim, herkes, beni tebrîk ederdi. İslâm olarak şereflendi, hayr üzere öldü derler ve Cennete gitdi bilirlerdi. Dahâ sonra, hâkim oldum, vâlî oldum. Milyonla insanın idâresi, hakkı altına girdim. Şimdi ne hâldeyim, bilmiyorum. Ölünce, bana ağlamayınız! Cenâzemi sessiz götürünüz! Mezârım üstüne taş ve ağaç koymayınız!) dedi. Tevbe ve istiğfâr ederek vefât etdi. Kendisi Mısrın fâtihi olup, hazret-i Ömer “radıyallahü anh” zemânında dört sene, hazret-i Osmân “radıyallahü anh” zemânında da, dört sene ve hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” zemânında iki sene Mısr vâlîsi olmuşdu “radıyallahü anh”. Kısas-ı Enbiyânın yazısı burada temâm oldu.
Huccetül islâm imâm-ı Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ”, fârisî (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, sehâ [cömerdlik] bahsinde, üçyüzotuzbirinci [331] sahîfede buyuruyor ki, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” Medîne-i münevvereye gelmişdi. Sokakda geçerken hazret-i Hasen “radıyallahü anh” arkasından gelip (Borcum var. Bana yardım et!) dedi. O da emr etdi, bir deve yükü altun verdiler ki, seksen bin altun idi.
Alî bin Emrullah “rahime-hullahü teâlâ” (Ahlâk-ı Alâî) kitâbı, Îsâr bahsinde diyor ki, îsâr, kendine lâzım olanı, sabr edip, başkasına vermekdir. İslâm cömerdlerinden en meşhûru, Abdüllah bin Ca’fer Tayyâr “radıyallahü anhümâ” idi. Bunu, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” çok severdi. Her sene, kendisine on milyon dirhem gümüş, ma’âş verirdi. Bu paranın hepsini, fakîrlere, muhtâclara, yetîmlere, dullara dağıtır, sene sonunda, borçlanırdı. (Abdüllaha her sene neden bu kadar çok para verip, devletin hazînesini boşuna sarf ediyorsun?) diye Mu’âviye “radıyallahü anh” hazretlerine sorduklarında, (Ben bu malı, Abdüllaha vermiyorum. Medîne-i münevverenin fakîrlerine veriyorum. İsterseniz tedkîk edin!) dedi. Araştırdılar. Hepsini fakîrlere, yetîmlere verip kendinin ve âilesinin tesarruf ile yaşadığını görerek, devlet hazînesinin yerinde sarf edildiğini anladılar. Halîfenin bu tedbîrine, uyanıklığına ve cömerdliğine hayrân oldular.
(Eshâb-ı Kirâm) “aleyhimürrıdvân” risâlesinin başından buraya kadar, dinde söz sâhibi olan büyüklerin kitâblarından birkaç şey, kısaca yazıldı. Din büyüklerinin, sözbirliği ile bildirdiği bu hakîkatler karşısında dinden haberi olmıyan, hurûfî tekkeleri döküntülerinin sözlerine ve ba’zı abdestsiz, nemâzsız dervişlerin yazılarına aldırmamalı! Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarında bildirilen, i’tikâd ve ibâdet yollarına sarılarak, sonsuz felâket ve pişmânlıkdan kurtulmalıyız!
 

MURATS44

Özel Üye
Evet, islâmiyyeti, i’tikâdı ve ibâdetleri öğrenmek, her erkeğe ve her kıza farzdır, lâzımdır. Fekat, bunları içki masalarında, husûsî maksadlarla yazılan ve din düşmanlarının kitâblarından terceme edilen yazılardan ve sözlerden değil, mezheb imâmlarımızın bildirdiklerinden öğrenmeliyiz. Dedelerimizin yolundan ayrılmamalıyız!
Ba’zı kimseler, (Hiçbir müslimân, çocuğuna, Mu’âviye ismini koymamışdır. Bu da, bu ismin ve ism sâhibinin sevilmediğine alâmetdir) diyor. Bu düşünce pek yanlışdır. Câhil bile buna, ancak güler. Büyük Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” Şît, Hûd, Şuayb, Elyesa’ gibi ismleri ve imâm-ı Alî “radıyallahü anh” efendimizin torunlarından ve oniki imâmımızdan Bâkır, Hasen Askerî ismleri ve eshâb-ı Bedrden olup Cennet ile müjdeli üçyüzonüç kişiden olan, Bera’, Evs, İyâs, Buhayr, Besbese, Temîm, Sa’lebe, Sekaf, Cebr, Hâris, Hâtıb, Hârise, Hubâb, Haram, Hureys, Hasîn, Hârice, Hâbbab, Hubeyd, Hıras, Hureym, Hallâd, Huneys, Huleyd, Havvât, Havli, Zükeys, Râfi’, Reb’î, Ruhayle, Refâ’a gibi ve dahâ yazamadığımız birçok ismleri, bugün hiçbir müslimân kullanmadığı için bu ismlerin sâhibleri olan, Peygamberler “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı kirâmın en büyükleri ve kıymetlileri, sevilmez mi diyecekler? Hâlbuki, bu ismlerin sâhiblerinin hepsi, hazret-i Mu’âviyeden “radıyallahü anh” dahâ yüksek oldukları ve Allahü teâlânın ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve bütün müslimânların sevgilileri olduğu, güneş gibi âşikârdır. Hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü anh” sevmemek, Onu tanımamak, tehlükeli bir câhillikdir. Fekat, Onu kötülemek, gençleri kandırmak için, böyle çürük ve gülünç düşünceler söylemek, bu câhilliği ve iftirâyı meydâna çıkarmakdan başka, birşeye yaramaz.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ile muhârebe eden Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığı yok. Hattâ bu muhârebeleri, bizi üzüyor, incitiyor. Fekat, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı oldukları için, onları sevmekle emr olunduk. Herbirini incitmekden, Onlara düşmanlık etmekden men’ olunduk. O hâlde, hepsini sevmeğe mecbûruz. Onları, Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” sevdiğimiz için severiz. Onlara düşmanlıkdan ve eziyyet etmekden kaçınırız. Çünki, Onların incitilmesi ve düşmanlığı, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize gider. Yalnız, haklı olanı ve yanılanı söyleriz. Ya’nî hazret-i Emîr “radıyallahü anh” haklı idi. Ona karşı gelenler, hatâ etmiş idi. Bundan fazla birşey söylemek doğru değildir.
İsmâ’îl Kemâleddîn Karamânî “rahime-hullahü teâlâ”, (Şerh-i akâ’id) kitâbını açıklarken, yazıyor ki, imâm-ı Alî “kerremallahü vecheh” buyurdu ki, (Kardeşlerimiz bizi dinlemedi.
 

MURATS44

Özel Üye
Onlar kâfir değildir. Günâha da girmedi. Çünki, dinden, islâmiyyetden anladıklarını yapıyorlar). İctihâdda yanılmak kabâhat değildir ve birşey söylenemez. Onların Eshâb olduğunu düşünerek, hepsini iyi bilmeliyiz!
Allahü teâlâ, hepimizi, doğru yoldan ayırmasın! Din büyüklerinin kitâblarından haberi olmayıp, dînin vesîkalarını, islâmiyyetin delîllerini ve senedlerini işitmeyip de dînini, sonradan meydâna çıkan târîhlerden öğrenenleri ve yalnız hayâl ve inâd ile konuşanları ve yazanları işitmekden, yazılarını okumakdan ve onlara aldanmakdan muhâfaza buyursun! Âmîn. Îmânı olanlar, îmânın tadını tadanlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarından alınan sözlere ve yazılara sarılır. Bunlardan zevk alır. Din adamı geçinen câhillerin, sözlerinden ve yazılarından nefret eder, kaçar.
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” ikinci cildde, otuzaltıncı mektûb sonunda buyuruyor ki, Sahâbe-i kirâmın üstünlüğünü anlatan “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” mektûbu, (Ehl-i beyt-i Resûl)ün “sallallahü aleyhi ve sellem” medh ve senâsı ile bitirelim:
Seyyid-i kâinât “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vesselâm” buyurdu ki, (Alîyi “radıyallahü anh” seven, muhakkak, beni sevmişdir. Ona düşmanlık eden, muhakkak bana düşmanlık etmişdir. Onu inciten, muhakkak beni incitmişdir. Beni inciten, muhakkak Allahü teâlâyı incitmiş olur.)
Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Allahü teâlâ, bana dört kimseyi sev diye emr etdi. Onları kendisinin de sevdiğini bildirdi). Onların ismlerini bize söyler misiniz, denildikde, (Alî onlardandır, Alî onlardandır, Alî onlardandır, Ebû Zer, Mikdâd ve Selmân) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Alînin “radıyallahü anh” güzel yüzüne, belki mubârek vücûd-i şerîfine severek bakmak ibâdetdir) buyurdu. Berâ’ bin Âzib “radıyallahü anh” diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, birgün oturmuşdu. Buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Ben Haseni seviyorum) “radıyallahü anh”.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” diyor ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında imâm-ı Hasen vardı. Bir kerre bize, bir kerre Hasene “radıyallahü anh” bakarak: (Benim bu oğlum seyyiddir, efendidir. Ümmîd ederim, beklerim ki, Allahü teâlâ, onun ile, müslimânlardan iki fırkanın arasını bulur). Ya’nî müslimânlardan iki fırka sulh ederler buyurdu.
Üsâme bin Zeyd “radıyallahü anh” diyor ki: Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ” mubârek kucağında oturuyorlardı.
 

MURATS44

Özel Üye
Buyurdu ki: (Bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerîmemin oğullarıdır. Yâ Rabbî! Ben bunları seviyorum. Sen de sev ve bunları sevenleri de sev!).
Enes “radıyallahü anh” diyor ki, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” içinden en çok kimi seviyorsunuz? diye sordular. Buyurdu ki, (Hasen ile Hüseyni) “radıyallahü anhümâ”.
Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Fâtıma “radıyallahü anhâ” benim bir cüz’ümdür. [Ya’nî benden bir parçadır.] Onu kızdıran, beni incitir.) Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” diyor ki: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” imâm-ı Alîye “radıyallahü anh” karşı buyurdu ki, (Fâtıma bana senden dahâ sevgilidir. Sen bana, ondan dahâ azîzsin! [ya’nî kıymetlisin]).
Hazret-i Âişeden nakl edildiğine göre, müslimânlar, Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” hediyye takdîm etmek istediklerinde, ancak Âişe-i Sıddîkanın “radıyallahü anhâ” hucre-i ismetinde bulundukları zemân getirirlerdi ve bu vâlidemizin tavassut ve delâleti ile Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” rızâsını kazanmağa çalışırlardı. Yine Âişe “radıyallahü anhâ” diyor ki: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Zevcât-ı tâhirâtı iki kısma ayrılmışdı. Bir kısmı ben ve Hafsa ve Safiyye ve Sevde, ikinci kısmı Ümm-i Seleme ve diğerleri idi “radıyallahü anhünne”. Bu ikinci kısmdakiler, kendi aralarında konuşup Eshâb-ı kirâmın, hediyyelerini, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” nerede ise, oraya getirmelerini, yalnız Âişe-i Sıddîkanın evine teşrîf edecekleri zemânı beklememelerini istirhâm etmek için, Ümm-i Selemeyi huzûr-i se’âdete gönderdiklerinde, (Bana eziyyet vermeyiniz. Bana vahy ancak Âişenin “radıyallahü anhâ” elbisesi ile örtülü iken geliyor). Ya’nî diğer Ezvâc-ı mütahherâtın yataklarında iken, bana vahy gelmedi. Yalnız Âişenin “radıyallahü anhünne” yatağında iken geldi, buyurdu. Bunu işitince, Ümm-i Seleme “radıyallahü anhâ”: Seni bundan sonra incitmemeğe andım olsun, tevbeler olsun yâ Resûlallah! dedi. Başka bir zemân, yine bunun için, Fâtımat-üzzehrâyı “radıyallahü anhâ” gönderdiklerinde, (Ey kızım! Niçin benim sevdiğimi sevmezsin? Benim mahbûbem, senin dahî mahbûben değil midir?) buyurduklarında, Fâtıma “radıyallahü anhâ”, evet dedi. (Öyle ise, sen de onu sev!) buyurdular.
Yine Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ” diyor ki: Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” ne zemân Hadîcenin “radıyallahü anhâ” ismini işitsem gayretime dokunurdu. Bununla berâber, Onu görmemişdim. Onu çok sevdikleri için, onun akrabâsına hediyye gönderirlerdi.
 

MURATS44

Özel Üye
Ba’zan latîfe yollu, dünyâda sanki Hadîceden “radıyallahü anhâ” başka kadın yok mu? derdim. (O; şöyle şöyle! Böyle böyle idi ve benim ondan evlâdlarım vardı!) buyururlardı.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” diyor ki: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Abbâs bendendir ve ben ondanım!).
Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Âilem yüzünden beni incitenlere şiddetli azâb vardır!).
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” diyor ki: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Sizin iyileriniz, benden sonra, Ehl-i beytime iyilik edenlerdir). İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ehl-i beytime iyilik edenlere, kıyâmet günü şefa’ât ederim!). Yine imâm-ı Alî “radıyallahü anh” diyor ki: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Sırât köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir).
Yâ Rabbî! Fâtımanın “radıyallahü anhâ” ve oğullarının hâtırı ve hürmetleri için, bize son nefesde îmân ile gitmek nasîb eyle! Âl-i Resûlün “sallallahü aleyhi ve sellem” eteklerine sarılmak bize nasîb et de, düâlarımızı ister kabûl eyle, ister red!
Aşağıdaki yazı, (Makâmât-ı Mazheriyye) kitâbındaki onyedinci mektûbun tercemesidir. Bu kitâbı, Hindistândaki hakîkî islâm âlimlerinden büyük velî, Abdüllah Dehlevî yazmışdır. Kendisi 1240 [m. 1824] de Delhîde vefât etmişdir. Üstâdı Mazher Cân-ı Cânânın yanındadır. Bu kitâb, fârisî olup, Mazher Cân-ı Cânânın hayâtını ve yirmidört mektûbunu bildirmekdedir. Mazher Cân-ı Cânân 1195 [m. 1781] de seksendört yaşında vefât etdi. Delhîde, yapdırdığı mescidin yanındadır “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”:
Ehl-i sünnet mezhebinin âlimleri, Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebeleri, Onların yüksek şânlarına yakışacak şeklde anlatmışlardır. Çünki Onlar, (İnsanların en hayrlıları, benimle birlikde yaşayanlardır) hadîs-i şerîfi ile medh olunmuşlardır. Sebebini anlayamadıkları ayrılıklarını da, Allahü teâlânın bilgisine bırakmışlar, bu hayrlı asrın temiz insanlarına dil uzatılmasından sakınmışlardır. Hayrlı oldukları bildirilen ilk üç asrda yetişmiş olan hadîs ve fıkh âlimlerinden hiçbiri, Eshâb-ı kirâmın zemânına çok yakın oldukları ve Onların hâllerini çok iyi bildikleri hâlde ve Alî Mürtezâya “radıyallahü anh” karşı olanların hatâ etdiklerini bildirdikleri hâlde, hiçbirini kötülemek câiz değildir demişlerdir. Evet, Şâm ve Bağdâd askerleri arasında birkaç gün, muhârebe oldu ise de, bu hâlleri ictihâd ayrılığından idi.
 
Üst Alt