12- İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâl tercemesi

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

Hâlbuki imâmın birçok mektûbları ve bilhâssa ayrıca yazdığı (Redd-i revâfıd) risâlesi, mezhebsizleri red etmekde, câhil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmakdadır. İmâm-ı Rabbânî bu risâlesini Buhârâda bulunan en büyük Özbek hânı Abdüllah-ı Cengizî hâna yollamışdı. (Bunu Îrânda şâh Abbâs-ı Safevîye gösterin! Kabûl ederse ne iyi, etmezse onunla harb câiz olur) demişdi. Kabûl etmedi. Harb oldu. Abdüllah hân, Hirâtı ve Horasandaki şehrleri aldı. Buralarını yüz sene evvel Safevîler almışdı. İşte bundan sonra, Hindistândaki mezhebsizler elele verdiler, İmâmın, üstâdına yazmış olduğu, birinci cildin onbirinci mektûbunu sultâna göndererek (O kendini herkesden, hattâ Ebû Bekrden “radıyallahü anh” dahâ yüksek biliyor ve iddi’â ediyor) dediler. Selîm Cihângir Şâh, oğlu Şâh Cihânı gönderip, İmâmı ve evlâdını ve yetişdirdiği büyükleri da’vet etdi. Hepsini öldürmeğe karar verdi. Şâh Cihân, bir müftî ile İmâm-ı Rabbânîye gitdi. Sultâna secde câiz olduğunu gösteren bir fetvâyı da götürdü. İmâm-ı Rabbânînin hâlis olduğunu biliyordu. Babama secde edersen, seni kurtarabilirim, dedi. İmâm, bu fetvânın, zarûret zemânında izn olduğunu, azîmet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi. Evlâdını ve eshâbını bırakıp yalnız geldi. Sultân, onbirinci mektûbu gösterip ma’nâsını sordu. O kadar güzel ve doyurucu cevâb verdi ki, Sultân, yüksek hakîkatleri ve esrârı anlıyabilecek birisi olmadığı hâlde, neş’elendi ve serbest bırakıp afv diledi. Hasedciler, sultânın hoş, kendi uğraşmalarının boş olduğunu görünce, sultâna, bunun adamları çokdur. Sözleri bütün memleketde yürürlükdedir. Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir. Ne kadar kendini beğenmiş ki, sizi bile küçük görüp, secde ile saygı göstermedi. Hattâ, selâm bile vermedi, dediler. İmâm, içeri girince, sultânı, serhoş, kızgın, azgın, ya’nî hurmet ve değerden kendini sıyırmış görerek, selâm vermemişdi. Meclisde uzun konuşmadan sonra, Güvalyar kal’asında hapsini emr etdi. Bu kal’a, memleketin en sağlam ve korkunç kal’ası idi. Bülbüllerin, aşağı insanların kafesine sokulması gibi, İmâmın “radıyallahü anh” mubârek güneş yüzü, müslimânların nazarından perdelendi. Ayın ondördü, siyâh bulutla örtüldü. Hindin meşhûr edîbi, Âzâd ismi ile anılan seyyid gulâm Alî, o gecenin kararışını, gâyet güzel şi’rleri ile hâtırlatmakdadır.

28 — İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” dahâ önceleri, (Yetişdiğim derecelerin üstünde, çok dahâ makâmlar var. Oralara yükselmek, Celâl ile, sert terbiye edilmekle olabilir. Şimdiye kadar Cemâl ile, okşanarak terbiye edildim) buyurmuşdu. Eshâbından ba’zısına, (Elli ile altmış arasında üzerime derdler, belâlar yağacak) demişdi. İşte dediği gibi oldu. O makâmlara da yükselmek nasîb oldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

29 — Kal’ada mahbûs bulunan binlerce kâfir, İmâmın “kuddise sirruh” bereketi ile îmân ve islâm ile şereflendi. Birçok günâhkâr, tevbe etdi. Hattâ, ba’zıları yüksek âlim oldu. Hattâ, sultâna onbirinci mektûbu anlatırken, orada bulunan, ateşe tapıcı Hindûların büyük bir kumandanı, İmâmın dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek, müslimân olduğu meşhûrdur. Sultânın vezîri, zindanda İmâmın başına kardeşini ta’yîn etmiş ve çok şiddetli davranmasını söylemişdi. Bu ise, İmâmdan çeşidli kerâmetler, üzülmek yerine, heybet, sabr ve hattâ neş’e görerek tevbe eylemiş, sapıklık yularını çıkararak, Ehl-i sünnet gerdanlığı ile zînetlenmiş ve İmâmın “kuddise sirruh” hâlis talebesinden olmuşdu.

30 — İmâm “radıyallahü anh” mahbûs iken sultândan râzı idi. Yapdığı bu işinden memnûn idi. Ona hep hayr düâ ediyordu. Hattâ, İmâmın “kuddise sirruh” eshâbından ba’zısı, sultâna kasd etmek istedi. Bunu yapabilecek kudretde idiler. Fekat İmâm onları, rü’yâlarında ve uyanık iken men’ etdi. Sultâna hayr düâ etmelerini emr etdi. (Sultânı incitmek, bütün insanlara zarar verir) buyururdu. Zindandan evlâdına yazdığı mektûbları, Mektûbâtdan okuyanlar, bunları iyi anlar.
31 — Sultân Selîm Cihângir hânın oğlu şâh Cihân “rahimehullahü teâlâ” babasına karşı geldi. Askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu hâlde, zafer kazanamadı. O zemânın evliyâsından birine hâlini anlatıp düâ istedi. Velî dedi ki: Senin zafer kazanman için, vaktin dört kutbunun sana düâ etmesi lâzımdır. Bunlardan üçü seninle berâber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe râzı değildir. O da, İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî “kuddise sirruh” hazretleridir. Şâh Cihân, İmâmın huzûruna gelip, düâ etmesi için yalvardı. İmâm “kuddise sirruh”, babasına karşı gelmesine mâni’ olup nasîhat etdi. (Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefât edecek, saltanat sana kalacakdır) diye müjde de verdi. Şâh Cihân, emrlerini dinledi. Arzûsundan vaz geçdi. Az zemân sonra 1037 [m. 1627] de, babası vefât edince, saltanata kavuşdu. Hasedcilerin İmâm için, sultânı dinlemiyor, kanûnlara karşı geliyor, sözlerine hiç inanılır mı?
32 — İmâm “kuddise sirruh” kal’ada iki veyâ üç sene kaldıktan sonra, sultân yapdığına pişmân oldu. Habsden çıkarıp ikrâm ve ihsân eyledi. Hattâ hâlis talebesinden ve sâdık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını emr etdi.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

Sonra serbest bırakıp ihtiramla vatanına gönderdi. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, evvelce bulundukları hâllerin ve makâmların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak avdet buyurdu. Bundan sonra yazdıkları mektûblardaki hakîkatleri, ma’rifetleri, esrârı ve incelikleri ancak evlâd-ı izâmı ve yetişdirdiği hülefâ-i kibârı anlıyabilir. Bu kıymetli mektûbları ile Mektûbâtın üç cildi temâm olmuşdur.

33 — Evliyânın büyükleri, hattâ, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, böyle belâlara, musîbetlere yakalanmışlar ki, zemânımızın evliyâsı ve sâlihleri tesellî bulsun ve câhiller de zemânın evliyâsını derd ve belâda görerek, onları fenâ bilmesin. Bu inceliği anlıyamıyan târîhciler, Evliyânın iyi günlerini yazıp, beşeriyyet îcâbı olan hâllerini yazmıyor, bunları okuyan ehâlî de onları melek gibi sanarak seviyorlar ve kendi zemânlarında sâlih, müttekî ve evliyâ gibi diye işitdikleri bir kimsede insanlık îcâbı bir hâl görünce, onu kötü bilip, ondan istifâdeden mahrûm kalıyorlar. Hattâ onu çekişdirip, çok büyük günâha giriyorlar. Bilmiyorlar ki, Allahü teâlâ, sevdiklerini insanlığa lâzım olan hâllerin içinde saklamakdadır. Nitekim (Sevdiklerimi saklarım. Onları herkes tanıyamaz) buyurmakdadır. Bu husûsda İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” Mektûbâtda çok şeyler bildirdiği gibi, Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” da, (Fütühât) kitâbında diyor ki: Kalbi kıran, nefsi terbiye eden bir kusûr, nefsi azdıran, kalbe gurûr getiren ibâdetden fâidelidir.
34 — İmâm-ı Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed Fârûkî “kuddise sirruh”, arzûlarına kavuşup, Allahü teâlânın ihsân etdiği derecelere varıp, takdîr-i ilâhî yerini bulunca, Azrâîl aleyhisselâmın da’vetini kabûl edip, hicrî binotuzdört 1034 [m. 1624] senesi, Safer ayının yirmidokuzuncu salı günü, Refîk-i a’lâya kavuşdu. Sihrind kabristânına defn edildi. Allahü teâlâ, rûhunu râhat ve kabrini nûr ile dolu etsin! Bizleri, kıymetli nefeslerinin bereketi ve yüksek sevgisi ile fâidelendirsin! Şefâ’atine kavuşdursun ve kıyâmet gününde kendisini sevenler ile berâber, bayrağı altında toplasın! Âmîn.
35 — İnsanların huyları ve arzûları ve düşünceleri, başka başka olduğundan, hayâtında, ona karşı iki kısma ayrıldıkları gibi, vefâtından sonra da, bir kısmı medh etdi. Bir kısmı da kötüledi. İmâmın ma’rifetleri cihâna yayılmış olduğundan, düşmanları ne kadar inkâr etdi ise de, örtemediler. Belki, dahâ yayılmasına sebeb oldular. Çünki, inkâr edenler bir i’tirâz zehri saçınca, dostları çeşidli cevâblarla devâ saçdı. Böylece İmâmın medhi için yetmişden ziyâde kitâb meydâna geldi.




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

Bunlar arasında en büyüğü, Muhammed Özbekî Mekkînin (Atıyyetül vehhâb fâsılatü beynel hatâ vessavâb) risâlesi olup, düşmanları rezîl etmiş, başlarını bir dahâ kaldıramıyacak hâle getirmişdir. İmâmı “kuddise sirruh” vefâtından sonra, birçok memleketlerde, birçok âlimler medh etmiş, çok fâideli ve ehemmiyyetli kitâblar yazmışlardır. Bunlardan biri, Mekke-i mükerreme müftîsi, şeyhülislâm, İmâm-ül-allâme Mevlânâ Abdüllah İtâkî zâdedir “rahime-hullahü teâlâ”. Kitâbının birkaç sahîfesi arabî risâlede varsa da terceme etmedik.

36 — İmâmı “rahime-hullahü teâlâ” vefâtından sonra medh edenlerden, âriflerin reîsi, hakîkatin rehberi, vâsılların senedi, maddî, ma’nevî kemâllerin sâhibi, ilm deryâsı, Ziyâeddîn mevlânâ Hâlid Osmâniyyi Bağdâdî “kuddise sirruh” olup, ince rûhunun terennümleri ile dolu olan fârisî dîvânının doksandördüncü sahîfesindeki beytlerinde buyuruyor ki:
(Yâ Rabbî! O nihâyetsiz yolun yolcusu, ilm sâhiblerinin reîsi, bu göz ile görülemiyen, akl ile varılamıyan gizli sırların menba’ı; insanların anlıyamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sâhibi; köpüren, dalgalanan ma’nâlar deryâsı; maddesizlik, mekânsızlık âleminin reîsi; nûrları ile Hindistânı aydınlatan, Sihrind şehrini, Mûsâ aleyhisselâma Allahü teâlânın kelâmı geldiği şerefli vâdî yapan, Muhammed aleyhisselâmın dîninin büyüklüğünün vesîkası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dîni bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemiyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken Ahmed-i Fârûkînin “kuddise sirruh” gözlerinin nûru hurmetine beni afv et! Yüzümün karasına bakma! Kendime çok zulm etdim. Sayısız kabâhatler yapdım. Verdiğim sözü hiç tutmadımsa da, senin afv ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek, râhat ediyorum. Yalnız senin ihsânına güveniyorum. Çünki (Ben afv ediciyim) buyuruyorsun!)
37 — Onu medh edenlerden birisi de, mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin “kuddise sirruh” yetişdirdiği ulemâ ve Evliyânın en üstünü, âlim, fâdıl, veliyyi kâmil, sayısız kerâmetler sâhibi, seyyid Tâhâ-i Hakkârî “kuddise sirruh” hazretleridir.
38 — İmâm-ı Rabbânîyi “kuddise sirruh” medh eden büyüklerden birisi de, Ulemânın zîneti, Evliyânın ekmeli, seyyid Abdülhakîm Efendidir “rahmetullahi aleyh”. Sâlihlerden birine yazdığı bir mektûbda buyuruyor ki: (Zikr ve zikrin te’sîri, derin bir denizdir. Onun derinliklerine kimse varamamışdır. Bir dalgalı deryâdır ki, bütün dünyâ onun bir dalgasını bilmiyor. Dünyâyı kuşatan öyle bir bahr-ı muhîtdir ki, onu kavramağa bütün âlemin gücü yetmez. Zikr, zikr edenlerin kalblerinde hâsıl olan bir hâldir. Söylemesi, yazması, bildirmesi imkânsızdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

Hak teâlâyı, bilen kimsenin dili söylemez olur. Kelime bulamaz ki, anlatabilsin. Şaşar kalır. Dünyâdan ve insanlardan haberi olmaz. Zikr olunan, Allahü teâlâ olduğu gibi, zikr eden de ancak Odur. Kendisini yine ancak kendisi zikr edebilir. Mahlûkların, Onu zikr etmek haddine mi düşmüşdür? Ancak sıfât-ı ilâhiyyesi ile sıfatlanması için, yaratmış olduğu insana kendisini zikr etmesini emr etmişdir. Herkes, yaratılışındaki kâbiliyyeti kadar, o nihâyetsiz ve dalgalı denizden birşey ile tesellî bulur. Veysel Karânî, o deryânın bir damlası ile tesellî bulmuşdur. Cüneyd-i Bağdâdî, o denizden bir avuç mikdârı ile doymuş, kanmışdır. Abdülkâdir-i Geylânî, ancak o denizin kenârına varmışdır. Muhyiddîn-i Arabî ise, bunun dibinden çıkarılmış bir cevher ile övünmekdedir. İmâm-ı Rabbânî, ondan büyük pay almışdır “rahime-hümullahü teâlâ”.

(Allah) kelime-i celîlesini teşkîle hizmet eden elif, lâm ve he harfleri, bu mu’azzam kelimenin işâret etdiği, hiçbirşeye benzemiyen zâtı anlatmağa, âlet ve vâsıtadırlar. Bunları söylemek zikr değildir. Zikr, bu kelimenin netîcesi, semeresi olan bir hâl ve keyfiyyetdir. Bu kelimeye zikr denmesi mecâzdır. Hakîkî ma’nâ ile değildir.
Bunun gibi kelime-i tevhîd de zikr değildir. Ancak söylemek ve ma’nâsı bakımından zikre âletdir. Zikr, bu kelimenin ve bu ibârenin kalb ile tekrârından hâsıl olan bir hâldir. Bu hâlin husûle gelmesi, bu kelime ve ibâreye bağlıdır.)
Çok uzun olan bu mektûbun yukarda yazılı kısmında, imâm-ı Rabbânînin “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz” medh-u senâsı ne kadar vecîz, kısa, fekat geniş ve câmi’dir.
Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh” mektûblarında ve derslerinde: (Ba’de kitâbillah ve ba’de kitâb-ı Resûlillah, efdal-i kütüb, Mektûbâtest) buyururlardı. Ya’nî, Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmden sonra ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinin toplanması ile meydâna gelmiş olan Buhârî kitâbından sonra, dîn-i islâmda yazılmış kitâbların en üstünü Mektûbâtdır. [Evliyâ-yı kirâmın vilâyetlerinin kemâlâtının ma’rifetlerini bildiren kitâbların en kıymetlisi, Celâleddîn-i Rûmînin (Mesnevî)si olduğu gibi, hem vilâyet kemâlâtının ma’rifetlerini hem de nübüvvet kemâlâtının ma’rifetlerini ve inceliklerini bildiren kitâbların en kıymetlisi ve en üstünü, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkînin (Mektûbât) kitâbıdır.]
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cevap: 12- İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRÛKÎ SERHENDÎ “Kuddise sirruh” HAZRETLERİNİN HÂL TE

Bir mektûbunda, (Din ve dünyâya en ziyâde yarıyan ve dîn-i islâmda misli yazılmamış olan Mektûbât kitâbını okuyup ba’zısını anlıyan...) yazmışlardır. Buyururlardı ki, fârisîyi az bilen bir kimse, Mektûbâtın fârisîsini dahâ kolay anlar. Çünki, Müstekîmzâde Süleymân Sa’deddîn efendinin yapmış olduğu türkçe tercemesi, hem karışık, hem de hatâlıdır. Müstekîmzâde Süleymân efendi, Muhammed Emîn Tokâdînin talebesinden olup, 1202 [m. 1788] de vefât etdi. Zeyrekde, Üstâdının yanındadır. (Mektûbât) kitâbı çeşidli târîhlerde, çeşidli yerlerde basılmışdır. 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda Karaşide yapılan baskısı çok güzeldir. İki cild hâlinde olup, birinci cildde yalnız birinci kısm, ikinci cildde ise ikinci ve üçüncü kısmlar mevcûddur. Bu iki cild İstanbulda ofset yolu ile birinci hamur ve en iyi kâğıda, gâyet nefîs olarak basdırılmışdır. İmâm-ı Rabbânînin mubârek oğlu Muhammed Ma’sûm-i Serhendînin yetişdirdiği yüzlerce Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâkır Lâhôrî, 1080 [m. 1668] de Mektûbâtı fârisî olarak hulâsa ederek, (Kenz-ül-hidâyât) ismini vermişdir. Yüzyirmi sahîfe olup, içinde yirmi hidâyet [Başlık] vardır. 1376 [m. 1957] de Lâhôrda basılmışdır. Ayrıca, fârisî (Urvet-ül-vüskâ) kitâbını yazmışdır.

Resûlullahın vârisi, müceddid-i elf-i sânî,
İlm-i zâhirde müctehid, tesavvufda Veysel Karânî.

Dîni yaydı yeryüzüne, nûrlar saçdı her mü’mine,
Uyandırdı gâfilleri, yüce imâm-ı Rabbânî.

İyi bildi ilm-i hâli, şer’a uygundu her hâli,
Küfr sarmışken cihânı, oldu Ebû Bekr misâli.

Sohbetinden feyz aldılar, hem kumandan, hem de vâlî,
Ömer Fârûk soyundandır, buna şâhid oldu adlî.

TEVHÎD DÜÂSI Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâdî Abdülhakîm Arvâsî! “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”
 
Üst Alt