16- Birinci fasl. [Nasîreddîn-i Tûsînin, eshâb-ı kirâm ile alâkalı (Tecrîd)

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Birinci fasl. [Nasîreddîn-i Tûsînin, eshâb-ı kirâm ile alâkalı (Tecrîd) kitâbındaki yazılarına cevâb verilmekdedir]

BİRİNCİ FASL Kitâbın başından buraya kadar, Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” dahâ üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. Şimdi muhâliflerin şübhelerini gidermeye çalışalım. Burada İmâmiyye ve Zeydiyye fırkalarına cevâb verecek değiliz. Onlara âyet-i kerîme ile hadîs-i şerîfler ile değil, başka dürlü cevâb verilir. Bu mes’elede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, üç kısmdır. Nasîr-i Tûsî bunları şaşırtmışdır.
Nasîr-üddîn-i Tûsî, (Tecrîd) kitâbında, hazret-i Alînin Şeyhayndan dahâ üstün olduğunu bildiriyor. Cihâdlarda yapdığı kahramanlıkları ve Resûlullahın hizmetinde çekdiği sıkıntıları yazıyor. Bedr, Uhud, Ahzâb [ya’nî Hendek] ve Hayber ve Huneyn gazâlarındaki hizmetlerini, başka hiçbir Sahâbî yapmamışdır diyor.(Âlimlerin ilmleri ondan gelmekdedir. Böyle olduğunu kendi de haber vermişdir. (Mubâhele) âyetinde (Ve enfüsenâ) buyuruldu ki, bu onun şânını bildirmekdedir. Çok cömerd idi. Resûlullahdan sonra, insanların en zâhidi idi. İbâdeti ençok olanı idi. En âlimi, en şereflisi idi. İlk îmân eden odur. En fasîh konuşan o idi. Re’yi, keşfi en doğru olan, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için en çok uğraşan, Kur’ân-ı kerîmi en iyi ezberliyen o idi. Gaybdan haber verirdi. Düâları kabûl olurdu. Çok kerâmetleri görüldü.


Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yakın akrabâsı ve âhıret kardeşi idi. Onu sevmek, ona yardım etmek her müslimâna vâcib oldu. Peygamberlere müsâvî olduğu bildirildi. Kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu gösteriyor. Mûsâ yanında Hârûn gibi idi. Halîfe olacağı, (Gadîr) denilen yerdeki hadîs-i şerîfle bildirildi. Küfr üzere bir ân yaşamadı. İslâma çok hizmet etdi. Rûhu da, bedeni de kâmil idi) diyor.
Cevâb: (Fadl-i cüz’î), ya’nî birkaç şeyde üstün olmak ile, (Fadl-i küllî), ya’nî her şeyde üstün olmak başkadır. İnsanı Peygambere benzeten çeşidli sıfatlar vardır. Bunları birbirine karışdırmamalıdır. Millete reîs olmak, Peygambere halîfe olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lâzımdır.
Allahü teâlâ, (Mâide) sûresinin üçüncü âyetinde, (Bugün, dîninizi kemâle getirdim. Size ni’metimi temâmladım) buyurdu. Bunun için, din ve millet işlerinde, Peygamberden başkasına bakılmaz. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ihsân etdiği ni’metlerin çoğunu hayâtda iken vermiş, bir kısmını da, sonra vereceğini va’d etmiş, bunları, ba’zı Sahâbîler elinde yaratmışdır. Bu Sahâbîler, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, peygamberlik vazîfesinde benzemekle şereflenmişlerdir. Eshâb-ı kirâmın, bu bakımdan Resûlullaha benzemeleri farklıdır. Ençok benziyenleri Şeyhayn oldu. Bunu iyi açıklayabilmek için, (Tecrîd) kitâbının yazıları birer birer aşağıda yazılacak, herbiri cevâblandırılacakdır:
Süâl 1: Hazret-i Alî, din uğrunda çok cihâd yapdı. Onun kadar kahramanlık gösteren oldu mu?
Cevâb 1: Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” gazâlarda kahramanlık göstermesi, Resûlullahın yardımı ile idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Şeyhayne de bu yardımı yapdı. Hicret ile vefât arasındaki zemânda, hazret-i Alîye olan yardımı dahâ çok idi. Hicretden önce ve vefâtdan sonra ise, Şeyhayne olan yardımı dahâ çok idi. Fekat, peygamberlik vazîfesinde benzeyiş, Şeyhaynde dahâ çok oldu.
Süâl 2: Eshâb-ı kirâm çok şeyi hazret-i Alîye sorup öğrenirlerdi. Bu onun dahâ üstün olduğunu göstermiyor mu?
Cevâb 2: Hazret-i Ömer de, ilminin çok olması ile müjdelenmiş idi. Tirmüzî bildiriyor ki, hazret-i Alî, irtidâd eden birkaç kişiyi yakdı. Bunu, Abdüllah ibni Abbâs işitince, ben olsaydım, yakmazdım, öldürürdüm. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Dinden çıkanı öldürünüz!) buyurdu. Bir kerre de, (Allahü teâlânın yapacağı azâb ile siz azâb yapmayınız!) buyurdu dedi. Hazret-i Alî bunu işitince, Abdüllah ibni Abbâs doğru söyliyor buyurdu.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” ma’sûm olmadığını, yanıldığını gösteren böyle haberler, Müslimde ve başka kitâblarda yazılıdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi övdüğü gibi, Eshâb-ı kirâmdan çoğunu da senâ buyurmuşdur. Şeyhayn için, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere itâ’at ediniz!) ve (Cennetdeki adamların en üstünü, Ebû Bekr ve Ömerdir) hadîs-i şerîfleri meşhûrdur. (Ömerin geçdiği yoldan şeytân kaçar) hadîs-i şerîfi ve gömlek rü’yâsını ve süt rü’yâsını söyliyerek, ilm ve din ile ta’bîr buyurması, hazret-i Ömeri müjdelemişdir. Ubeyy bin Kâ’b için de, (Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanınız Ubeyy bin Kâ’bdır) buyuruldu. (İbni Ümm-i Abdin râzı olduğu kimseden ben de râzıyım) ve (Halâli ve harâmı ençok bileniniz Mu’âzdır!) ve (Her ümmetin emîni vardı. Bu ümmetin emîni Ebû Ubeydedir) ve (Her Peygamberin havârîsi vardı. Benim havârim Zübeyrdir) ve (İlmin dörtde birini Âişeden öğreniniz!) hadîs-i şerîfleri, çeşidli Sahâbîleri bir üstünlükle övmekdedir. İnsâf ile düşünülürse, bu üstünlükleri içinde, en üstün olanı, itâ’at olunmak ve Cennet adamlarının en üstünü olmakdır. Hazret-i Alî de, bunu bildirerek, (Benim size vezîr [ya’nî müşâvir] olmam, size emîr olmamdan dahâ iyidir) buyurmuşdur.
Âlimlerin ilmleri ondan geldiği gibi, Şeyhaynden de gelmekdedir. Din âlimleri, kırâet, fıkh, hadîs, tefsîr, üsûl, tesavvuf, kelâm ve lisan âlimleridir. Kırâet âlimlerinden yedisi meşhûrdur. Bunların hepsinin ilmi, hazret-i Osmânın yazdırdığı Kur’ân-ı kerîmden alınmışdır. Bu Kur’ân-ı kerîmi ise, Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” topladı. Bunu da, hazret-i Ömerin gönderdiği âlimler, her yere ulaşdırdı. Hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” ise, yalnız iki rivâyet gelmişdir. Fıkh âlimlerinden, Hanefî, Şâfi’î ve Mâlikî mezheblerinin temelleri, hazret-i Ömerin yapdığı icmâ’ bilgilerine dayanmakdadır. Bunların ana kitâblarında, hazret-i Alîden gelme rivâyet pek azdır. Hadîs âlimlerine gelince, bunların bildirdikleri hadîs-i şerîflerin çoğunu, Ebû Hüreyre ve Abdüllah ibni Ömer ve Âişe ve Abdüllah bin Mes’ûd ve Abdüllah bin Abbâs ve Enes bin Mâlik ve Ebû Sa’îd-i Hudrî ve Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anhüm” haber vermişlerdir. Bunların da çoğu Şeyhaynden rivâyet etmekdedir. Medîne, Şâm, Yemen ve Mısr âlimlerinin hazret-i Alîden rivâyetleri azdır. Kûfelilerin rivâyeti çok ise de, bunların hâlleri bilinmemekdedir.
Üsûl ilmini imâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” kurdu. Bunun Kitâb, sünnet, icmâ’ ve kıyâs üzerindeki temel bilgileri ise, hep Şeyhaynden gelmekdedir. Sonra, her mezheb imâmı, kendi mezhebi için üsûl koydu. Bu üsûllerin, Eshâb-ı kirâmın sözleri ile hiç ilgileri yokdur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kelâm âlimlerinin temel bilgileri, Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâdıdır. Bu bilgiler de Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhümâ” gelmekdedir. Zemânla eklenen bilgilerin ise, Eshâb-ı kirâmın sözleri ile bir ilgisi yokdur.
Tefsîr ilmini kuran Ömerdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Tesavvuf ilmine gelince, kalbin sohbetle temizlenmesi, Şeyhaynden gelmekdedir. Hasen-i Basrînin hazret-i Alîden feyz alması ve hırka giymesi doğru değildir diyenler de vardır.
Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh”, kendi üstünlüklerini söylemesi câizdir. Büyük bir zâtın, iyi niyyetle, başkalarının kendinden feyz alabilmeleri için, üstünlüklerini bildirmesi câizdir. Hazret-i Alî, hutbede, (Kur’ân-ı kerîmden dilediğinizi bana sorunuz! Vallahi her bir âyetin, gece mi gündüz mü geldiğini ve ovada mı, dağda mı indiğini bilirim) buyurdu. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” tevâzu’u pekçokdu. Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, dalda bir kuş görünce, (Ne mutlu sana ey kuş! Dilediğin dala konarsın. Dilediğin meyveleri yirsin. Kıyâmet günü hesâba çekilmez, azâb görmezsin. Keşki, senin gibi bir kuş olsaydım)dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin de, bir avuç toprak olmak için söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Allahü teâlâya yakın Evliyânın hâlleri birbirine uymaz. Kimi övünmüş, kimi yok olmak istemişdir. Îsâ aleyhisselâm inbisât hâlinde, neş’eli idi. Yahyâ aleyhisselâm ise, çok zemân korku içinde, üzüntülü idi. Hazret-i Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” (Ey Allahın halîfesi!) dediler. (Ben Resûlullahın halîfesiyim ve buna râzıyım) dedi.
Süâl 3: (Ve-enfüsenâ) âyet-i kerîmesi, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” üstünlüğünü göstermiyor mu?
Cevâb 3: Tefsîrlerde bildirildiği üzere, bu âyet-i kerîmeye (mubâhele âyeti) denir. Mubâhele yapmak ve mubâhele yaparken, çocukları ve akrabâyı da yanında bulundurmak, Arabistânda âdet idi. Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem” mubâhele yaparken, bu âdete uyarak, çocuklarını ve akrabâsını topladı. Bu âyet-i kerîme, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” akrabâ olmak şerefini göstermekdedir. Bu şerefin büyüklüğüne hepimiz inanıyoruz. Fekat bu şeref, (Fadl-i küllî) ya’nî her bakımdan üstün olmağı göstermez. Bunun gibi, (Sen bendensin. Ben de sendenim) gibi hadîs-i şerîfler, akrabâlık şerefini göstermekdedir. Çünki, hazret-i Abbâs için ve Ebû Lehebin kızı Dürre için de böyle buyurulmuşdur. Böyle sözler, (Fadl-ı cüz’î)yi, ya’nî bir bakımdan üstünlüğü gösterir. Her bakımdan üstünlüğü göstermez. Hamâmda bir arslan gördüm demek gibidir. Hamâmda arslan gibi kuvvetli bir insan görmüş olduğunu bildirmekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Yoksa dişleri, pençesi ve yelesi arslanınkiler gibi demek değildir.
Süâl 4: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” çok cömerd idi. Bu üstünlüğü âyet-i kerîme ile medh olundu.
Cevâb 4: Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, elbet çok cömerd idi. Bunun gibi, dahâ nice üstünlükleri de vardı. Hazret-i Alînin bu üstünlüklerine ve Eshâb-ı kirâmın çoğundan dahâ üstün olduğuna hepimiz inanıyoruz. Biz burada Şeyhaynın dahâ üstün olduğunu bildirmek istiyoruz. Cömerdlik iki dürlüdür. Birisi, kendi malını muhtâc olanlara bol bol vermekdir. İkincisi, (Beyt-ül mâl) denilen devlet hazînesi me’mûrlarının, beyt-ül mâldan hakkı olanlara haklarını eksik vermemesidir. Şeyhayn, iki bakımdan da dahâ çok cömerd idi. Hazret-i Ebû Bekrin, hicretden evvel ve hicretden sonra, Resûlullah için verdiği malların çokluğunu, siyer kitâbları sözbirliği ile bildiriyor. Bir gece Allah için onbin altın, ertesi gün onbin altın ve ayrıca gizlice onbin altın ve herkesin yanında onbin altın dağıtınca, Nisâ sûresinin otuzaltıncı âyeti gelerek, Allahü teâlâ tarafından medh ve senâ buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eshâbım arasında bana sohbeti ile ve malı ile en çok hizmet eden, Ebû Bekrdir) buyurdu.
Tebük gazvesinde, malının hepsini verdi. Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” de, Allah yolunda malını verdiği çok olmuşdur. Tebük gazvesinde malının yarısını verdi. Hazret-i Alînin bu kadar mal verdiği hiç işitilmemişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona bakıyordu. Hicretden sonra da malı yokdu. Şeyhayn halîfe iken, Beyt-ül-mâldan ancak geçinecek kadar ücret alırdı. Hazînenin hepsini millete dağıtırlardı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, millete dağıtdığı, onlarınkinin binde biri olamaz. Ukaylın, geçim sıkıntısından hazret-i Alîye kızdığı, bu yüzden Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” yanına gitdiği meşhûrdur.
Süâl 5: Hazret-i Alî, Resûlullahdan sonra insanların en zâhidi idi.
Cevâb 5: Evet, hazret-i Alînin zühdünün çok olduğu meydândadır. Eshâb-ı kirâmın çoğundan dahâ zâhid idi. Zühd, dünyâya düşkün olmamakdır. Bunun en kıymetlisi, halîfeliği de istememekdir. Şeyhaynın halîfeliği bırakmak istediklerini, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildiriyor. Hazret-i Alî ise, halîfe olmak için uğraşdı. Dîne ve müslimânlara hizmet için istedi diyenlerin, Şeyhaynı da, halîfe oldukları için, kötülememeleri lâzım olur. Fekat Şeyhayn, halîfe olmak için uğraşmadılar. Hazret-i Alî ise, çok uğraşdı. Hazret-i Ömerin zühdünün mükemmel olduğunu Sa’d ibni Ebî Vakkâs bildiriyor.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Şeyhaynın zühdünü, kanâ’atini bildiren haberler sayılamıyacak kadar çokdur. Zâhidlerin en üstünü, Resûlullahdır “sallallahü aleyhi ve sellem”. Şeyhayn halîfe iken, tâm Ona benzediler. Allahü teâlânın emrlerini yerleşdirmek, yaymak için, herşeyi yapdılar. Böyle olduğunu hazret-i Alî de bildirdi ve (Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hepimizden ileridedir. Ebû Bekr de öyle oldu. Ömer, bunların üçüncüsü oldu. Sonra, herşey bozuldu. Allahü teâlânın dilediği şeyler başgösterdi) dedi.
Hazret-i Alînin çok ibâdet yapdığı için, Eshâb-ı kirâmın çoğundan ileride olduğu meydândadır. Fekat, Şeyhaynden ileride olduğu söylenemez “radıyallahü teâlâ anhüm”.
Süâl 6: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” önce îmân etdi. Bundan büyük şeref olur mu?
Cevâb 6: Önce îmân eden, ba’zı âlimlere göre hazret-i Alîdir. Ba’zılarına göre ise hazret-i Ebû Bekrdir. Hazret-i Hadîcenin bunlardan önce îmân etdiği, sözbirliği ile bildirilmişdir. Önce îmân etmek dahâ üstün olmağa sebeb olsaydı, hazret-i Hadîce ile Zeyd, Eshâb-ı kirâmın en üstünü olurlardı. Önce îmân etmenin bir üstünlük olması, başkalarının îmâna gelmelerine sebeb olduğu içindir. Bu da, ancak bâlîğ olmuş, yetişmiş kimsede olur. Hazret-i Alî,îmân etdiği zemân çocukdu. Îmân etdiğini babasından bile sakladı. Önce îmân ederek başkalarını îmâna getirmek üstünlüğü, yalnız Ebû Bekrde “radıyallahü teâlâ anh” hâsıl oldu.
Süâl 7: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Eshâb-ı kirâmın en fasîh konuşanı idi.
Cevâb 7: Hazret-i Alînin fasîh, belîğ ve edîb olduğu ve bu bakımdan Eshâb-ı kirâmın çoğundan üstün olduğu meydândadır. Fekat, Şeyhaynden dahâ üstün olduğu söylenemez. Çünki, Şeyhaynın çok fasîh hutbelerini, Eshâb-ı kirâmın büyükleri haber vermişdir. Hazret-i Ebû Bekrin çok fasîh olan kasîdeleri, İbni İshak târîhinde yazılıdır. Bununla berâber, çok fasîh olmanın halîfelikle bir ilgisi yokdur. Evet islâmiyyeti bildirirken fesâhet lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü anhümâ”, herşeyi gâyet fasîh bildirdiler. Ayrılıkları, anlaşmazlıkları temâmen ortadan kaldırdılar. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” zemânında hâsıl olan anlaşmazlıkların hiçbiri çözülemedi. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” sözü ile ictihâdını değişdiren bir Sahâbî bulunduğu işitilmemişdir.
Süâl 8: Hazret-i Alînin re’yi, keşfi en doğru değil mi idi?
Cevâb 8: Evet, hazret-i Alînin ictihâdının doğru olduğuna ve nasslardan hükm çıkarmakdaki ve süâllere cevâb vermekdeki sür’atine kimsenin bir diyeceği yokdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, bunu bildirerek: (Hükm vermekde en ileride olanınız, Alîdir) buyurmuşdur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini sayarken (Hükm etmekde en üstünümüz Alîdir) demişdir. Fekat, bu üstünlüğü, Şeyhaynden önce halîfe olmasına sebeb göstermek doğru olamaz. Çünki, hazret-i Ebû Bekr halîfe olunca, arabları mürted olmakdan vazgeçirmek için neler hükm etdi ise, hepsi fâideli oldu. Îrâna ve Rumlarla yapılan cihâdlarda hazret-i Ömerin düşünceleri ve emrleri hep zafer sağladı. Hazret-i Alî halîfe iken, yapdıkları zararlı oldu. Meşveret edilenlerin re’ylerini beğenmezdi. Abdüllah ibni Abbâs bunu açıkca bildiriyor. Hazret-i Osmân şehîd edilince, hazret-i Alîye, oğlu hazret-i Hasenin söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Re’yin, ictihâdın doğru olması demek, fâideli sonuçlar getirmesi demekdir. Bu da, yalnız Şeyhaynın re’y ve ictihâdlarında tâm olarak hâsıl olmuşdur.
Süâl 9: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan değil midir?
Cevâb 9: Allahü teâlânın emrlerinin yapılması ve islâmiyyetin yayılması için Şeyhaynın da, hazret-i Alînin de “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” var kuvvetle çalışdıkları şübhesizdir “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Fekat, nass ile açıkca bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icmâ’ elde etmek lâzımdır. Böyle yerlerde acele etmek hatâdır. Had cezâlarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. Şeyhayn, her emrlerinde, Resûlullahın bu sünnetini gözetirlerdi. Bunu, Ömer bin Abdül’azîz çok güzel haber vermekdedir. Hazret-i Alî böyle yapmadı. Hattâ bir gece, Mugîre bin Şu’be ile konuşurken, (Anlaşmazlık ve fitne korkusu olunca, zânîyi hemen recm ederim) demiş, Mugîre de, o gece kaçarak, hazret-i Mu’âviyenin yanına gitmişdir. Denilebilir ki, hazret-i Alî zemânındaki karışıklıklara kısmen acelesi sebeb olmuşdur. Hazret-i Alîde sekr ve acele çokdu. Şeyhaynde ise, Sahv, teennî ve uzağı görmek çokdu. Böyle olduğunu, Abdüllah ibni Abbâs, açık olarak bildirmiş, (Hazret-i Ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. Hazret-i Alî, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. Çoğu yapılamazdı) demişdir.
Süâl 10: Kur’ân-ı kerîmi en iyi ezberliyen hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” değil midir?
Cevâb 10: Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek şerefi, yalnız hazret-i Alîye mahsûs değildir. Şeyhayn ve Zinnûreyn ve Abdüllah ibni Mes’ûd ve Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” da, Kur’ân-ı kerîmin hepsini ezberlemişlerdi. Şeyhayn halîfe iken, Cum’a ve beş vakt nemâzı kıldırırlardı. Sabâh nemâzında Bekara ve Yûsüf gibi uzun sûreleri okurlardı. Hazret-i Alî ve diğer hâfızlar, cemâ’at arasında idiler. Hiçbir nemâzda yanlış okundu dedikleri işitilmemişdir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bu nemâzlar, cemâ’atin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etdi.
Süâl 11: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” gaybden haber verirdi ve düâları kabûl olurdu.
Cevâb 11: Gaybden haber vermek ve düânın kabûl olması, hazret-i Alîde de, Şeyhaynde de çok görüldü. Şeyhaynın bu kerâmetleri, sahîh haberlerle bizlere geldi. Hazret-i Alînin kerâmetlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazret-i Alî de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuşdur. Birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. Buhârîde diyor ki, Şeyhaynın düâsı ile yinilen yemek azalmazdı, artardı. Yine Buhârîde diyor ki, hazret-i Ömerin, böyle olacağını zan ederim dediği şeyler, hep zan etdiği gibi olmuşdur. Hazret-i Ömerin, Îrânda harb eden askerini Medînede hutbe okurken görerek, kumandanları Sâriyyeye (Dağ tarafına dikkat et!) dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, imâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbında yazılıdır. Hazret-i Ebû Bekrin îmân edeceği ve öleceği zemân gördüğü rü’yâlar sahîh kitâblarda yazılıdır. Nil nehrinin hazret-i Ömerin mektûbuna uyarak akışını değişdirdiği bildirilmişdir. Böyle dahâ nice kerâmetleri bildirilmişdir. Böyle olmakla berâber, Eshâb-ı kirâmın yüksek dereceleri, kerâmet derecesinden dahâ üstündü. Hilâfet makâmında kerâmetin az olması lâzım olduğunu (Füsus) kitâbı, Süleymân aleyhisselâmın mu’cizesini anlatırken bildirmekdedir.
Süâl 12: Hazret-i Alî Resûlullahın yakın akrabâsı ve âhıret kardeşi idi. Bundan dahâ büyük şeref olur mu?
Cevâb 12: Evet, hazret-i Alî, Resûlullahın çok yakın akrabâsıdır. Buna kimsenin bir diyeceği yokdur. Şeyhayn de, Kureyş kabîlesindendir ve kızları, Resûlullaha zevce olmakla şereflenmişdir. Fekat bu yakınlıklar, en üstün olmağa sebeb olamaz. Akrabânın birbirinden yakın olduklarını bildiren âyet-i kerîme, mîrâs için gelmişdir. Halîfelikle, hâkimlikle ve imâmlıkla ilgisi yokdur. Eğer halîfelik akrabâlıkla olsaydı, hazret-i Alînin değil, hazret-i Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” halîfe seçilmesi lâzım gelirdi. Kralların, diktatörlerin âdetleri buna sened olamaz. Halîfeliğin mîrâs gibi, babadan oğula kalmayıp, kâbiliyyeti, liyâkati olanın seçilmesi, Tevrâtda da bildirilmişdi. Allahü teâlâ, hazret-i Mûsâdan sonra, Yûşâ’ aleyhisselâmı Peygamber yapdı. Hârûn aleyhisselâmın oğullarını yapmadı. İslâmiyyetde de halîfenin Kureyş kabîlesinden olacağı bildirildi. Bu kabîlenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. Bu kabîleden olup hilâfetin dokuz şartı kendinde bulunan kimsenin halîfe olmağa hakkı olur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Fekat halîfe olmak için, sözbirliği ile seçilmek veyâ önceki halîfenin vasıyyet etmesi veyâ güç ile, darbe ile ele geçirilmiş olması lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hilâfetin şartlarına mâlik idi ve sözbirliği ile seçildiler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” için, (Kardeşimdir ve yakın arkadaşımdır) buyurdu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” için de, (Kardeşim bana da düâ et!) buyurdu. Âhıret kardeşi yalnız Alî “radıyallahü teâlâ anh” oldu ise de, bunun halîfelikle bir ilgisi yokdur. Eshâbını birbirleri ile kardeş yaparken, hazret-i Alî ağlıyarak geldi. (Eshâbını birbirleri ile kardeş yapdın. Beni kimse ile kardeş yapmadın) diyerek üzüldüğünü bildirdi. Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem”, onun hâline acıyarak, (Sen benim dünyâda ve âhıretde kardeşimsin!) buyurdu. Benî Neccârın reîsi Es’ad bin Zerâre ölünce, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına gelip, bize bir reîs ta’yîn et dediklerinde, (Siz benim kardeşlerimsiniz! Sizin başkanınız ben olayım!) buyurdu. Bu kardeşlik, onların Şeyhaynden dahâ üstün olduklarını göstermez.
Süâl 13: Her müslimânın hazret-i Alîyi sevmesi, Şûrâ sûresinin yirmiüçüncü âyetinde emr olundu.
Cevâb 13: Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Sizden karşılık olarak, yalnız akrabâmı sevmenizi istiyorum) buyuruldu. (Alîyi sevmek, îmânın alâmetidir. Ona düşmanlık, münâfıklık alâmetidir) ve (Seninle harb edenle harb ederim. Seninle sulh eden ile de sulh ederim) hadîs-i şerîfleri de böyledir. Evet, Ehl-i beyti sevmek ve saymak ve Resûlullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslimâna vâcibdir. Hazret-i Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” da buna dâhildir. Hadîs-i şerîfde, (Amcamı inciten, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ensârı sevmek, îmân alâmetidir, Ensâra düşmanlık etmek, münâfıklık alâmetidir) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın hepsi için de, (Eshâbımı seven, beni sevdiği için sever. Eshâbıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur) buyuruldu.
Süâl 14: Hazret-i Alîye yardım etmek her müslimâna vâcibdir. (Tahrîm) sûresi bunu gösteriyor.
Cevâb 14: Evet, (Tahrîm) sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Sâlih mü’minler Ona yardımcıdır) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, sâlih mü’minlerin hazret-i Alîye yardımcı olduklarını değil, Resûlullaha yardımcı olduklarını bildirmekdedir. Sâlih mü’minlerin de, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer olduğunu, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildirmişlerdir. Bu âyet-i kerîme, Şeyhaynın şânlarını göstermekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Süâl 15: Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Alînin Peygamberlere müsâvî olduğunu bildirdi.
Cevâb 15: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” yalnız hazret-i Alîyi değil, başka Sahâbîleri de Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” benzetmişdir. Bununla, o Peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermişdir. Böylece, Ebû Zerin zühdünü Îsâ aleyhisselâma ve Ebû Bekrin merhametini de Îsâ aleyhisselâma ve Ömerin şiddetini, Nûh aleyhisselâma ve Ebû Mûsel-eş’arînin güzel okumasını, Dâvüd aleyhisselâma benzetmişdir.
Süâl 16: Kuş kebâbı olayı, Allahü teâlânın Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” çok sevdiğini göstermiyor mu?
Cevâb 16: Resûlullahın yanında kuş kebâbı vardı. (Yâ Rabbî, sevdiğin kullarından birini gönder. Bu kuşu onunla berâber yiyelim!) buyurdu. Hazret-i Alî geldi. Birlikde yidiler. Bu haber, elbet doğrudur. Hazret-i Alî, elbet Allahü teâlânın sevgili kullarından biridir. Fekat, bu müjde yalnız ona gelmiş değildir. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere de böyle müjde verilmişdir. (Allahü teâlâ, Ebû Bekre yalnız tecellî eder. Başkalarının hepsine birden tecellî eder) ve (Ömerden dahâ hayrlı bir kimse üzerine güneş doğmamışdır) hadîs-i şerîfleri meşhûrdur.
Süâl 17: (Benim yanımdaki yerin, Mûsânın yanında Hârûnun yeri gibidir) hadîs-i şerîfi de, onun halîfe olacağını göstermiyor mu?
Cevâb 17: (Tecrîd) kitâbı bunu yazarken, Tebük gazâsındaki (Sen, benim yanımda, Mûsâ yanındaki Hârûn gibisin! Fekat, benden sonra Peygamber yokdur!) hadîs-i şerîfine işâret etmekdedir. Bu hadîs-i şerîfdeki (Benden sonra), (Benden başka) demekdir.
Kur’ân-ı kerîmde, Câsiye sûresinin yirmiikinci âyetinde de, böyle demekdedir. Çünki, Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yaşamadı. Dahâ önce öldü.
Bu hadîs-i şerîf, Tebük gazvesine giderken, Medînede, Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” kendi yerine bırakdığı için söylendi. Çünki, hazret-i Mûsâ da, Tûr dağına giderken, yerine Hârûn aleyhisselâmı vekîl bırakmışdı. Bu hadîs-i şerîf, hazret-i Alî için büyük şerefdir ve çok üstünlükdür. Fekat Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhümâ” dahâ üstün olduğunu göstermez.
Süâl 18: Hazret-i Alînin Resûlullahın halîfesi olduğu, (Gadîr-i Hum)daki hadîs-i şerîfde bildirilmedi mi?
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cevâb 18: (Gadîr-i Hum) hadîsine gelince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alîyi Yemene hâkim [Vâlî] yapmışdı. Beyt-ül-mâlde olan bir câriyeyi hazret-i Alî kullandı. Bu hareketi, dedi-kodu hâlini aldı. Bu dedi-kodu Resûlullahın mubârek kulağına kadar geldi. Fitneyi önlemek için, hazret-i Alîyi sevmeği emr buyurdu. (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır) buyurdu ki, (Beni seven, Alîyi de sevsin) demekdir. Mevlâ kelimesi, Kur’ân-ı kerîmin birçok âyetinde vardır. Sevilen kimse ma’nâsı verilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, (Allaha inanan, müsâfirine ikrâm etsin!) hadîs-i şerîfi gibidir. Bu hadîs-i şerîf, yalnız hazret-i Alî için değildir. Hazret-i Hasen için, (Yâ Rabbî! Onu seviyorum. Onu sen de sev! Onu sevenleri de sev!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke ile Medîne arasında bulunan (Gadîr-i Hum) ismindeki yere gelince, hazret-i Alînin elini tutup, (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır! Yâ Rabbî, onu seveni sev! Onu sevmiyeni sevme!) buyurdu. Sonra, hazret-i Ömer, hazret-i Alînin yanına gelip, (Ne mutlu sana yâ Alî! Bütün mü’minlerin sevgilisi oldun) dedi. (Müslim) kitâbında, Zeyd bin Erkam diyor ki, (Gadîr-i Hum) denilen su başında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okudu. (Ben de insanım. Birgün ecelim gelecek. Size Allahın kitâbını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum. Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yola sarılınız! Ehl-i beytimin kıymetini biliniz!) buyurdu. (Tirmüzî) de, İmrân bin Hasîn diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bizi hazret-i Alînin emrinde cihâda gönderdi. Hazret-i Alî, esîr denilen câriyelerden birini kendine aldı. Dört kişi, bunu Resûlullaha söylediler. Resûlullah çok üzüldü. (Alîden ne istiyorsunuz? Alî bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra, O her mü’minin velîsidir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, Ehl-i beyti sevmeği emr etmekdedir. Mevlâ, velî, sevilen kimse demekdir. Zeyd bin Erkam, (Tirmüzî) de bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. Biri, ötekinden dahâ büyükdür. Bu, Allahın kitâbıdır. İkincisi, Ehl-i beytimdir. Havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!). Birbirinden ayrılmaz demek, Kur’ân-ı kerîme sarılan kimsenin, Ehl-i beyti sevmesi lâzımdır demekdir. Ehl-i beyte yapışmak, onları sevmekdir. Kur’ân-ı kerîme uymak sevâb olduğu gibi, Ehl-i beyti sevmenin de böyle sevâb olduğunu bildirmekdedir. Bu hadîs-i şerîflerin hiçbiri, hazret-i Alînin halîfe, imâm olacağını göstermiyor. Bu hadîs-i şerîfleri ileri sürerek, Ehl-i sünneti kötülemek, müslimânlar arasında bölücülük yapmak, pek haksız ve çok yanlışdır. Cenâb-ı Hak, hepimize Ehl-i beyti ve Eshâb-ı kirâmın hepsini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevmek nasîb eylesin! Âmîn!
 
Üst Alt