20- III–İslâmda ilk fitne

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İSLÂMDA İLK FİTNE ÖNSÖZ Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyor. Fâideli şeyleri herkese gönderiyor. Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken mü’minlerden dilediğine ihsân ederek afv edecek, Cennete kavuşduracakdır. Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyoruz.
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun çok sevdiği Peygamberi Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm olsun! O yüce Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” temiz Ehl-i beytine ve âdil, sâdık Eshâbının herbirine “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hayrlı düâlar olsun!
(Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında yazılı hadîs-i şerîfde, (Eshâbım arasında fitne çıkacakdır. Bu fitneye karışanları, benimle sohbetlerinin hâtırı için, Allahü teâlâ afv edecekdir. Sonra gelenler, bu fitneyi dillerine dolayarak, körükliyecekler, bu yüzden Cehenneme gideceklerdir) buyuruldu. Hindistânda, hicrî 1034 [m. 1624] yılında vefât eden, büyük islâm âlimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh”, Ehl-i sünnet i’tikâdını ve müslimânlığın doğru yolunu ve tesavvufun islâm dîninden ayrı birşey olmadığını bildirmek için, her memlekete mektûblar yollamışdır. Beşyüzden fazla olan bu mektûbları, üç cild olarak toplanmış ve basılmışdır. İkinci cildin otuzaltıncı mektûbunda, Eshâb-ı kirâm arasındaki fitneyi uzun yazmakdadır.
Üçüncü halîfe hazret-i Osmân “radıyallahü anh” zemânında, Abdüllah bin Sebe’ adındaki Yemenli bir yehûdî, islâmda ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. Buna aldananlar, Eshâb-ı kirâm arasına karışdılar. Târîh boyunca, masonlar ve yehûdîler tarafından desteklendiler. Zemân zemân azarak, islâmiyyeti içerden yıkmağa çalışmışlar ve çok müslimân kanı dökülmesine sebeb olmuşlardır. Hâlbuki islâmiyyet, birleşmeği, kardeş gibi sevişmeği emr etmekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Eshâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” düşman olanlar, zemânla oniki fırkaya ayrıldı. Hepsi de, müslimânları aldatmak, parçalamak için, plânlı olarak çalışıyorlar. Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birbirlerine düşman olduklarını söyliyor, o din büyüklerine, hazret-i Alîye “radıyallahü teâlâ anh” uymadılar diyerek, çok kötü iftirâlar atıyorlar. Aydın din adamı, ilerici yazar gibi ismlere bürünen bu fitne ve fesâdcılar, yalanlarını meydâna çıkararak ve çirkin iftirâlarını çürüterek, müslimânları uyandırmağa çalışmakda olan Ehl-i sünnetin temiz hocalarına gerici, câhil diyorlar. Bu mubârek hocaları lekelemeğe, gözden düşürmeğe yelteniyorlar. Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, bunların söğmeleri ile kıymetden düşmedikleri gibi, bu hocaların kıymetleri de, bunların saldırmaları ile artmakda, şânları, şerefleri yükselmekdedir.
Din kardeşlerimizin, kardeşi kardeşden ayırmağa çalışan bu yıkıcıların yaldızlı iftirâlarına aldanmamaları için, otuzaltıncı mektûbu fârisîden türkçeye terceme ederek (İslâmda İlk Fitne) adını verdik. İnsâf ile okuyan kıymetli gençlerin sâf rûhlarının ve temiz vicdânlarının, Ehl-i sünnetin haklı olduğunu göreceklerinden emîn bulunuyoruz.
Allahü teâlâ, müslimânları parçalanmakdan korusun! Hepimizi, râzı olduğu, beğendiği, Ehl-i sünnetin doğru yolunda birleşdirsin! İslâm düşmânlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekden korusun! Âmîn.
Evliyânın efdali, Sıddîk-ı ekber, ba’dehu Fârûk,
ve Zinnûreynden sonra, Alîdir ol Velîyullah.

Kalan Eshâbı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun,
cemî’i Âl-ü Eshâb-ı kirâmı severim fillah.

Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma, Hasen ve Hüseyn,
bu ümmetden bunlara Cennet ile neşhedü billah.

Ve gayri kimseye aynîle Cennetlik denilmez ki,
o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah.

Ve Eshâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetden,
cemî’i Tâbi’în olmuşdur, efdalü Evliyâillah.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İSLÂMDA İLK FİTNE İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendînin “rahime-hullahü teâlâ” Mektûbâtından, ikinci cildin otuzaltıncı mektûbu, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü ve Ehl-i sünnet mezhebi ile diğer bozuk mezheblerin Eshâb-ı kirâm hakkındaki sözlerini bildirmekdedir. İslâmiyyetde ilk kopan fitnenin şî’îlik olduğunu ve Ehl-i sünnet mezhebinin şî’îler gibi taşkınlık yapmadığını, Hâricîler gibi de, câhillik ve kısa görüşlülük yolunu tutmadığını göstermekdedir ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin Ehl-i beytini medh eylemekdedir.
Bu mektûbumu yazmağa Besmele okuyarak başlıyorum. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! O yüce Peygamberin Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine ve bütün mü’minlere bizden iyi düâlar olsun!
Doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmağa özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitâblarını okumak, Allahü teâlânın ni’metlerinin en büyüklerindendir ve Onun ihsânlarının en kıymetlilerindendir. Muhbir-i sâdık, ya’nî hep doğru söyleyici olan Muhammed aleyhisselâm, (El-mer’ü me’a men ehabbe) buyurdu. Ya’nî, kişi, dünyâda ve âhıretde sevdiği ile berâber olur. Bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile berâber olur. Onların Allahü teâlâya ma’nevî olan yakınlığında, onlar gibi olur. Hareketleri, sözleri iyi olan, yükselmeğe elverişli olduğu anlaşılan kıymetli oğlum hâce Şerefeddîn Hüseynin bildirdiğine göre, o büyük ni’met, o çok güzel ahlâk, sizde mevcûddur. Çeşidli işleriniz ve dağınık düşünceleriniz olduğu hâlde, o büyükleri unutmuyorsunuz. Dünyâ işleri etrâfınızı sarmış iken, bu çok kıymetli ni’meti elden kaçırmıyorsunuz. Bunun için, Allahü teâlâya çok hamd ve şükrler olsun! Çünki, sizin se’âdetiniz, sizin ni’metlere kavuşmanız, birçok kimsenin se’âdete kavuşmasına yol açar. Onların kurtulmasına, huzûra kavuşmasına sebeb olur. Yine o bildirdi ki, bu fakîrin yazılarını okuyormuşsunuz. Sözlerime kıymet veriyormuşsunuz. Kendilerine birkaç kelime yazarsanız çok fâideli olur dedi. Onun bu arzûsunu yerine getirmek için, size birkaç kelime yazmağa kalkdım.
Hindistânda, bu günlerde herkesin ağzında (halîfelik) kimin hakkı idi? Eshâb-ı kirâm şöyle idi, böyle idi, gibi sözler dolaşıyor. İslâm bilgilerinin ince bir kolu olan bu konuda çok kimseler, kendi kısa aklları, bozuk görüşleri ile, ulu orta konuşuyor ve yazıyorlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kendilerini haklı göstermek için, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâlar vermekden çekinmiyorlar. İslâm âlimlerinin, doğru ve haklı olan sözlerini örtbas etmeğe çalışıyorlar. Bunun için, bu konuda birkaç satır yazmağı ve Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru ve haklı sözlerini müslimânlara duyurmağı ve bozuk (bid’at) fırkalarının yanlış yazılarını vesîkalarla çürütmeği, böylece, hakîkati ortaya koymağı uygun gördüm.
Ey temiz rûhlu ve yüksek yaradılışlı kardeşim! Ehl-i sünnet mezhebinin âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, söz birliği ile, (Şeyhaynı üstün tutmak ve iki dâmâdı sevmek lâzımdır) demekdedir. Ya’nî, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmın hepsinden dahâ yüksekdirler ve hazret-i Osmân ile hazret-i Alîyi sevmek lâzımdır, dediler. Ehl-i sünnet ve cemâ’at denilen doğru yoldaki her müslimânın, bu ikisini üstün tutması ve o ikisini sevmesi lâzımdır.
Hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömerin üstün olduğunu Eshâb-ı kirâmın hepsi söz birliği ile bildirmişdir. Bu söz birliğini de, Tâbi’în-i izâmın hepsi bize söz birliği ile haber vermişdir. Böyle söz birliği olduğunu, bize din imâmlarımızın büyükleri, meselâ imâm-ı Şâfi’î bildirmekdedir. İ’tikâdda mezhebimizin iki imâmından biri olan Ebül Hasen-i Eş’arî hazretleri buyuruyor ki: (Ebû Bekr ile Ömerin, bütün ümmetin en yükseği oldukları kat’îdir). Hazret-i Alînin “radıyallahü anh”, halîfe iken ve memleketin idâresi ve kuvveti elinde iken, eshâbından büyük bir cemâ’ate karşı (Ebû Bekr ile Ömer, bu ümmetin en üstünüdürler) buyurduğunu, imâm-ı Zehebî yazmakdadır ve bu üstünlüğün tevâtür yolu ile bizlere geldiğini bildirmekdedir. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: (Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra, insanların en üstünü Ebû Bekrdir. Ondan sonra Ömerdir. Ondan sonra da, bir başkasıdır.) Dinliyenler arasında bulunan oğlu Muhammed bin Hanefiyye (Ömerden sonra üstün olan sensin!) deyince, hazret-i İmâmın (Ben ancak müslimânlardan birisiyim) dediğini, imâm-ı Buhârî haber vermekdedir. Ebû Bekr ile Ömerin en üstün olduklarını haber veren güvenilir, sağlam kimseler o kadar çokdur ki, tevâtür hâlini almış, inanmak zarûrî olmuşdur. Buna inanmıyan, yâ câhildir veyâ koyu müte’assıb ve inâdcıdır. Şî’î âlimlerinin büyüklerinden olan Abdürrezzak bin Alî Lâhîcî (1051 [m. 1642] de öldü), bu hakîkatin pek açık olduğunu görerek, inkâr edememiş, bu iki imâmın en üstün olduklarını bildirmiş ve (İmâm-ı Alî, Ebû Bekrle Ömerin, kendisinden dahâ yüksek olduğunu söylediği için, ben de onun gibi söylerim. İkisinin de dahâ yüksek olduklarına inanırım. Eğer hazret-i Alî, onların dahâ yüksek olduğunu söylemeseydi, ben de söylemezdim.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Hazret-i Alîyi sevdiğim için, onun gibi söylerim. Onu çok sevdiğim hâlde, onun gibi söylemez isem, günâh işlemiş olurum) demişdir.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” iki dâmâdının, ya’nî hazret-i Osmân ile hazret-i Alînin halîfe oldukları zemânda fitneler çıkdığı için ve müslimânların işlerinde karışıklık çoğaldığı için, insanların kalbinde kırıklık, soğukluk hâsıl olmuşdu. Aralarına düşmanlık ve geçimsizlik girmişdi. Bunun için, Ehl-i sünnet ve cemâ’at âlimleri, Hateneyni ya’nî iki dâmâdı sevmek lâzım geldiğini bildirmişlerdir. Böylece, bir câhilin çıkıp da, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına dil uzatmasını önlemişlerdir. Resûlullahın halîfelerinden, vekîllerinden birine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır.
Görülüyor ki, hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” sevmek, Ehl-i sünnet olmak için şartdır. Hazret-i Alîyi sevmiyen, Ehl-i sünnet değildir. Buna (Hâricî) denir. Hazret-i Alîyi sevmekde taşkınlık eden, sevmekde aşırı yol tutan, onu sevmek için, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbına sövmek lâzımdır diyen, bunun için Eshâb-ı kirâma “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dil uzatarak, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în-i izâmın ve Selef-i sâlihînin yollarından sapan kimseye (Sapık) denir. Görülüyor ki, hazret-i Alîyi sevmekde, bunlar aşırı gitmekde, taşkınlık yapmakdadır. Hâricîler ise, hazret-i Alîye düşman olmakda, o, Allahın arslanının kıymetini anlamamakdadır. (Ehl-i sünnet) ise, her iki tarafa sapmamış, orta yoldan gitmişdir. Hak da, aşırı sağa ve sola sapanda değil, elbette doğru yolda gidendedir. Sağa, sola taşmak, elbette çirkin ve tehlükelidir. Ahmed ibni Hanbel “rahime-hullahü teâlâ” haber veriyor ki, hazret-i Alî buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz bana dedi ki: (Yâ Alî! Sen Îsâ aleyhisselâma benziyeceksin. Yehûdîler ona düşman oldular. Annesi hazret-i Meryeme iftirâ etdiler. Hıristiyânlar ise, onu aşırı severek, olmıyacak dereceye yükseltdiler. Ya’nî, Allahın oğlu dediler). Hazret-i Alî, bundan sonra buyurdu ki: Benim yüzümden iki çeşid kimseler helâk olacaklardır. Birisi, beni sevmekde taşkınlık yapanlar ve bende olmıyan şeyleri bana söyliyerek, aşırı övenlerdir. İkincisi, bana düşman olanlar ve düşmanlık ederek iftirâ yapanlardır. Görülüyorki, Hâricîler, yehûdîlere benzetilmekdedir. Sevmekde taşkınlık yapanlar da, hıristiyanlar gibi olmakdadır. Bunların ikisi de, doğru yoldan ayrılmışdır. Ehl-i sünnet için, hazret-i Alîyi sevmezler demek, onu şî’îler sever sanmak büyük, çok çirkin bir câhillikdir. Şunu iyi anlamalıdır ki, sapık demek, hazret-i Alîyi sevmek demek değildir. Resûlullahın üç halîfesine düşman olmak demekdir. Eshâb-ı kirâmı kötülemek, onlara dil uzatmak kötüdür.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: Nazm:
Muhammed aleyhisselâmın Âlini sevmek şî’îlik ise,
Ey ins ve cin biliniz ki, ben şî’îyim.

Ya’nî şî’îler, şî’îliğin, Muhammed aleyhisselâmın Âlini, ya’nî Ehl-i beytini sevmek olduğunu söyliyorlar. Eğer şî’îlik, onları sevmek ise, şî’îler başımızın tâcı olur. Fekat, Ehl-i beytden başkasına düşmanlık etmek doğru değildir.
(Hazret-i Alî ile Fâtımaya ve çocuklarına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” (Âl-i Resûl) veyâ (Ehl-i Beyt) denir).
Resûlullahın Ehl-i beytini doğru ve uygun olarak sevenler, elbette Ehl-i sünnetdir. Ehl-i beytin yolunda olan, elbette bunlardır. Ehl-i beyti seviyoruz ve onların yolunda gidiyoruz diyen, eğer diğer Eshâba düşmanlık etmese ve Eshâb-ı kirâmın hepsine saygı ve sevgi gösterse ve Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebelerin iyi sebeblerden meydâna geldiğine inansa (Ehl-i sünnet) olur. Sapık yolda olmakdan kurtulur. Çünki, Ehl-i beyti sevmemek, (Hâricî) olmakdır. Hem Ehl-i beyti sevmek, hem de Eshâb-ı kirâma saygı göstermek, hepsini sevmek, Ehl-i sünnet olmakdır. Görülüyor ki, mezhebsizlik, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmekden doğmakdadır. Çünki, Ehl-i beyt de, Eshâb-ı kirâmdandır. Sünnîlik ise, Eshâb-ı kirâmın hepsini sevmekdir. Aklı olan, insâflı olan bir kimse, Eshâb-ı kirâma düşmanlık etmeği, onları sevmekden dahâ üstün tutmaz. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” sevdiği için, Onun Eshâbının hepsini sever.
Ba’zıları, Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte düşman olduklarını söyliyor. Bu çok yanlış ve pek çirkin sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. Çünki, Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin îmânla gitmesine alâmetdir. Ehl-i sünnet âlimleri, son nefesde îmânla gitmek için, Ehl-i beyti çok sevmek lâzımdır demişlerdir. Bu fakîrin (ya’nî imâm-ı Rabbânînin) babası çok âlim idi. Zâhir ve bâtın ilmlerinde pek derin idi. Herkese, durmadan, Ehl-i beytin sevgisini aşılardı. Onları sevmek, son nefesde îmânla gitmeğe yardım eder, buyururdu. Babamın ölüm hastalığında yanında idim. Son dakikaları gelmişdi. Dünyâ ile ilişiği az kalmışdı. Ehl-i beyti çok seviniz dediği zemânları hâtırlatdım. Şimdi, bu sevginiz ne kadardır diye sordum. Kendinden geçmek üzere iken (Ehl-i beytin sevgisi deryâsına dalmış bulunuyorum) buyurdu. Böyle cevâb verdiği için, Allahü teâlâya hamd-ü senâ etmişdim. Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Bunu anlıyamıyorlar. Ehl-i sünnetin doğru ve yerinde olan sevgisini bırakarak, taşkın, aşırı bir yola sapıyorlar. Aşırı ve taşkın olmıyan sevginin kıymeti olmaz sanarak, Ehl-i sünnete hâricî damgasını vuruyorlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Aşırı gitmek ile aşağı kalmak arasında doğru ve uygun bir yol bulunduğunu, hak ve doğru yolun, böyle olduğunu anlıyamıyorlar. Aşırı yüksek ile pek alçak iki bozuk yol arasındaki hak ve doğru olan orta yolu bulmak şerefi, Ehl-i sünnet âlimlerine nasîb olmuşdur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bu doğru yolu bulmak için, durmadan, usanmadan yapdıkları çalışmalara, Allahü teâlâ bol bol mükâfat versin. Şî’îler de biliyor ki, hâricîlerle, ya’nî hazret-i Alînin ve evlâdlarının düşmanları ile, Ehl-i sünnet döğüşdü. Ehl-i beytin düşmanlarının cezâlarını verenler, Ehl-i sünnet idi. O vakt şî’îler yok idi. Olsa da, yok denecek kadar az idi. Yoksa bunlar, Ehl-i sünnete, Ehl-i beyti sevdikleri için şî’î mi diyorlar? Bunun için, hâricîleri dağıtanları, kaçıranları şî’î mi sanıyorlar? Çok şaşılır ki; Ehl-i sünnete ba’zan hâricî diyorlar. Muhabbetlerinin aşırı, taşkın olmadığını görünce hâricî sanıyorlar. Ehl-i beyte olan, o büyüklere uygun, yakışan sevgiyi gördükleri zemân da, Ehl-i sünneti şî’î sanıyorlar. Bunun içindir ki, çok câhil olduklarından, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ehl-i beytin muhabbetini işitince, bunları kendilerinden sanıyorlar. Muhabbetde taşkınlık yapılmamasını söyliyen ve üç halîfeyi de sevdirmeğe çalışan Ehl-i sünnet âlimlerine de, hâricî diyorlar. Bunların, Ehl-i sünnet âlimlerine olan haksız ve yersiz sözlerine yazıklar olsun. Hazret-i Alîye “radıyallahü anh” olan muhabbetin aşırı ve taşkın olmasından dolayı, hazret-i Alîyi sevmek için, üç halîfeye ve Eshâb-ı kirâmdan çoğuna düşman olmak lâzımdır, diyorlar. İnsâf etsinler, böyle muhabbet olur mu?
Resûlullahın halîfelerine düşman olmak ve Onun Eshâb-ı kirâmını sövmek ve kötülemek şart tutulan bir çılgınlığa, muhabbet ismi verilebilir mi? Ehl-i sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, Ehl-i sünnetin, Ehl-i beyt sevgisine Eshâb-ı kirâmın hepsinin sevgisini de katmasıdır. Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıkları, muhârebeleri bildiği hâlde, onların hiç birini kötülememesidir. Ehl-i sünnet, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinin kıymetini ve şerefini anlıyarak, Eshâb-ı kirâmın kötü düşünüşden, inâddan, birbirini çekememekden kurtulduklarını, tertemiz olduklarını bildirmekde, herbirinin üstün, kıymetli olduğunu söylemekdedir. Bununla berâber, bu muhârebelerde, haklı olana haklı, yanlış olana hatâlı demişdir. Fekat, bu hatâların, nefsin isteklerinden, kötü arzûlarından hâsıl olmadığını, re’y ve ictihâd ayrılığı olduğunu beyân eylemişlerdir. Ehl-i sünnet de, Eshâb-ı kirâmın çoğuna düşmanlık etse idi ve bu din büyüklerini kötüleseydi, hoşlarına giderdi. O zemân, Ehl-i sünnete dil uzatmazlardı. Bunun gibi hâricîlerin de, Ehl-i sünneti sevmeleri için, Ehl-i sünnetin de, Ehl-i beyte düşman olması lâzımdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Yâ Rabbî! Sen bize doğru yolu gösterdikden sonra, kalblerimizi kaydırma! Sonsuz rahmet hazînelerinden bizlere de ihsân et! İyilikleri veren ancak sensin.
Ehl-i sünnet âlimlerinin büyükleri buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin Eshâb-ı kirâmı, birbirleri ile muhârebe ederken üç fırkaya ayrılmışlardı:
1 — Birinci fırkada bulunan Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, olayları inceliyerek, hazret-i Alî yanında bulunanların haklı olduğunu ictihâd eylediler.
2 — İkinci fırkadakiler, karşı tarafdakilerin haklı olduğunu, ictihâd ile anladılar.
3 — Üçüncü fırkada olanlar, durakladılar. Bir tarafın haklı olduğunu gösteren ictihâda varamadılar.
Birinci fırkada olan Eshâb-ı kirâmın, kendi ictihâdlarına uyarak, hazret-i Alîye yardım etmeleri vâcib oldu. İkinci fırkada bulunan Eshâb-ı kirâmın da, kendi ictihâdlarına uyarak, karşı tarafa yardım etmeleri lâzım oldu. Üçüncü fırkada olanların, bu işe karışmaması lâzım oldu. Bir tarafa yardım etmeleri hatâ olurdu. Her üç fırkada bulunanlar da, kendi ictihâdlarına göre hareket etdiler. Herbiri, kendilerine lâzım ve vâcib olanı yapdılar. O hâlde, böyle yapdıkları için ne diyebiliriz? Hangisine dil uzatabiliriz? İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Allahü teâlâ, bu kanlara ellerimizi bulaşdırmakdan bizleri korudu. Biz de dillerimizi karışdırmakdan korumalıyız). Ömer bin Abdül’azîzin de böyle söylediği haber verilmişdir. Bu sözden anlaşılıyor ki, bu üç fırkada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. Hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lâzımdır. Hadîs-i şerîfde de böyle buyuruldu. (Eshâbım anıldığı zemân, dilinizi koruyunuz) hadîs-i şerîfi gösteriyor ki, Eshâbım anıldığı zemân, birbirleri ile olan muhârebeleri söylenildiği zemân kendinizi koruyunuz. Bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekden sakınınız! Bu emre uymak lâzımdır. Bununla berâber, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun anladığına göre, hazret-i Alî ile birlikde olanlar, haklı idi. Karşı tarafda bulunanlar hatâya düşmüşdü. Fekat bu hatâları, ictihâd hatâsı olduğu için bir şey denemez. O büyüklere dil uzatmamıza sebeb olamaz. Hatâ edenler de, haklı olanlar gibi, kötülenemez ve aşağılanamaz. O muhârebeler yapılırken, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” (Kardeşlerimiz bize uymadı. Onlar kâfir değildirler. Fâsık da olmadılar. Çünki, anladıklarına göre ictihâd eylediler. Kâfir ve fâsık olmazlar) buyurduğu haber verilmekdedir. Görülüyor ki, Ehl-i sünnet de ve şî’îler de, hazret-i Alî ile harb edenlerin hatâ etdiklerini, hazret-i Alînin haklı olduğunu söylemekdedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Lâkin, Ehl-i sünnet âlimleri, bu hatânın, görüş, anlayış hatâsı olduğunu, bundan başka birşey söylenemiyeceğini bildiriyor. O büyüklere dil uzatmakdan, onları kötülemekden kaçınmak lâzımdır diyorlar ve insanların en hayrlısının sohbetinin şerefini, hakkını gözetmeliyiz buyuruyorlar. Çünki Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Eshâbımın hakkını gözetmekde, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onlara dil uzatmayınız!). Bu emrin ehemmiyyetini göstermek için iki kerre tekrâr buyuruyor. Bir hadîs-i şerîfde de, (Eshâbımın hepsi gökdeki yıldızlar gibidir. Hangi birisine uyarsanız, hidâyete, se’âdete kavuşursunuz!) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın herbirini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lâzım geldiğini gösteren, başka çok hadîs-i şerîfler de vardır. Bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lâzımdır. Onların ufak tefek hatâlarının da, iyi niyyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. Ehl-i sünnet mezhebi böyledir.
Ba’zıları, burada taşkınlık gösteriyor. Hazret-i Alî ile harb edenlere kâfir diyorlar ve söylenemiyecek çirkin kelimeleri ve iğrenç, bayağı sözleri ağızlarına alıyorlar. Dillerini kirletiyorlar. Böyle davranışları ile, eğer hazret-i Alînin haklı olduğunu ve onunla harb edenlerin yanıldıklarını anlatmak istiyorlarsa, bunu bildirmek için, Ehl-i sünnet gibi söylemeleri yetişir. Adâlete, insâfa yakışan yol da öylece anlatmakdır. Bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezheb olmaz. Bunlar, bu kötü yolu kendilerine din ve mezheb ediniyor. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına düşmanlık etmeği, sövmeği, din ve îmân sanıyorlar. Bu nasıl dindir ve nasıl mezhebdir ki, îmânlarının temeli, Resûlullahın Eshâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sövmek olmakdadır.
Bir hadîs-i şerîfde, (Müslimânlar yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. Bunlardan yetmişikisi, bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gidecekdir. Yalnız birisi kurtulacakdır) buyuruldu. Bu yetmişiki bid’at fırkasından herbiri, çeşidli bid’atler meydâna çıkararak, Ehl-i sünnetden ayrıldılar. Bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlar oldu. Yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnetden en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlar oldu. Din büyüklerine sövmeyi, bunlara la’net etmeği, îmânlarının, mezheblerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir. Bunlar, zemânla oniki fırkaya ayrıldı. Hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de Eshâb-ı kirâma kâfir demekden çekinmemekdedir. Hulefâ-i râşidîne sövmek ibâdet olur, diyorlar. Bununla berâber, kendilerine râfızî dedirtmekden kaçınıyorlar. Râfızîler bizden başkalarıdır, diyorlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Çünki râfızîlerin kıyâmetde azâb göreceklerini bildiren hadîs-i şerîfler olduğunu kendileri de bilmekdedir. Râfızî isminden kaçındıkları gibi, keşki bu kelimenin ma’nâsından da sakınsalardı ve Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu. Hindistândaki hindûlar da kendilerine hindû diyor. Kâfir demiyorlar. Kendilerini kâfir bilmiyorlar. Dârülharbde bulunanların kâfir olduğunu söyliyorlar. Çok yanılıyorlar. Her iki memleketde bulunanları da kâfirdir. Gitdikleri yol küfr yoludur.
Bunlar, acabâ Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ehl-i beytini de kendileri gibi mi sanıyorlar? Onları da, Ebû Bekr ile Ömere “radıyallahü anhümâ” düşman mı biliyorlar? Böyle sanmaları, Ehl-i beytin büyüklerini münâfık, ikiyüzlü bilmek olur. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” diğer üç halîfe ile tam otuz sene idâre yollu görüşdüğünü, onlara olan düşmanlığını sakladığını ve hakları olmadığı hâlde, onları üstün tutduğunu, onlara saygı gösterdiğini söyliyorlar. Bu sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. Bunlar, Ehl-i beyti, Resûlullahı sevdikleri için seviyor iseler, Resûlullahın düşmanlarını da düşman bilmeleri lâzım gelirdi ve Resûlullahın düşmanlarına, Ehl-i beytin düşmanlarından dahâ çok söğmeleri ve la’net etmeleri îcâb ederdi. Hâlbuki bunların, Resûlullahın en büyük düşmanı olan ve Onu çok inciten ve sayısız sıkıntılar yapan Ebû Cehle sövdükleri ve la’net etdikleri, onun kötülüğünü anlatdıkları, hiç görülmemiş ve işitilmemişdir. Resûlullahın en çok sevdiği hazret-i Ebû Bekri, kendi bozuk görüşleri ile Ehl-i beytin düşmanı sanıyorlar. Bu yüzden ona söğüyor ve kötülemek için ağızlarına geleni söyliyorlar. Şânına yakışmıyacak şeyleri iftirâ ediyorlar. Bu nasıl dindir ve mezhebdir? Allah göstermesin! Hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin ve bütün Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”, Resûlullahın Ehl-i beytine “radıyallahü anhüm” düşman olacakları, hiç düşünülebilirmi? Bu insâfsızlar, saygısızlar, keşki, Ehl-i beytin düşmanlarına söğselerdi. Sahâbe-i kirâmın büyüklerinin ismlerini söylemeselerdi, din büyüklerini kötü sandıracak hâle düşmeselerdi, çok iyi olurdu. Böyle yapsalardı, Ehl-i sünnet ile aralarında ayrılık kalmazdı. Çünki, Ehl-i sünnet de, Ehl-i beytin düşmanlarını düşman bilmekde ve onları kötülemekde ve söğmekdedir. Ehl-i sünnetin çok ince, çok güzel bir sözü de şudur ki, çeşid çeşid küfrlere dalmış olan belli bir kimsenin bile Cehenneme gideceğini söylememelidir. Tevbe edebilir, tekrâr müslimân olabilir derler. Böyle kimselere de, ismini söyliyerek la’net etmeğe izn vermezler. Adını söyliyerek, belli bir kâfire la’net etmemelidir. Kâfirlere la’net olsun demelidir, derler. Ölürken îmânsız gitdiği kesin olarak bilinen kimselere la’net olunabilir derler.
 
Üst Alt