ALLAH'ın varlığı

MURATS44

Özel Üye
allah1.jpg


Monoteist dinlerin en temel ve en önemli mesajı tek bir Tanrı’nın var olduğudur. Tek Tanrı’lı dinler ontolojilerinde önce Tanrı’yı merkeze alırlar, daha sonra tüm sistemlerini bu ontolojik merkez üzerinde oluştururlar. Dinsel emirler de gücünü bu merkezden alır, ahiret inancı da gücünü bu merkezden alır, ahlâkî kurallar da gücünü bu merkezden alır. Bu yüzden şâyet dinin herhangi bir bölümü için rasyonel bir temel bulunacaksa, bu temel söz konusu merkezden başlamalıdır. Çünkü dînî yapının tümü, meşrûiyetini her şeyden önce bu merkezden alır. Son ilâhî dini bütünüyle ele alıp bunun diğer din, inanç, telakki ve düşünceler karşısında konumunu belirleyen İslâmî ilim, Akaid ve Kelâm ilmidir. Kelâm ilminin de hiç kuşkusuz, en temel konusu inâyet ve hikmet sahibi olan Tanrı’nın varlığı ve O’nun varlığının delilleridir. Bu deliller, bir yandan inananların imanlarını sağlam temellere oturtmalarını sağlarken, diğer yandan da inkârcı çevrelere karşı cevap ve yol gösterici olmuştur. Bundan dolayı Tanrı’nın varlığını rasyonel bir temel üzerine oturtma çabaları tarih boyunca gerek kelâmcıların çabalarında, gerekse İslâm felsefecilerinin çabalarında kendini göstermektedir. Kelâm ilminin tarihin belli bir döneminde yapılıp bitmiş bir bilim olduğunu ve bizim yalnızca kelâm ilmi adına tarihte gerçekleşmiş olan bu bilimsel faaliyet ve birikimi incelememiz gerektiğini düşünmüyorsak; bu takdirde kelâm ilmi adına, modern bilimsel verileri takip etmemiz ve çalışmalarımızda bunları kullanmamız gerektiği sonucuna ulaşırız. Zirâ günümüzde dine karşı yapılan itirazların çok önemli bir bölümü, bilimsel verilere dayandırılmaya çalışılmaktadır. Bu itirazlara, bilimsel veriler göz önünde tutulmak suretiyle verilecek cevaplar, ancak modern bilimsel gelişmelerin incelenmesiyle mümkündür. XIX. yüzyıla gelindiğinde değişen şartlar ve bazı çevrelerin, din ile bilimi bir çatışma ve uyuşmazlık halindeymiş gibi göstermeye çalışmaları, Kelâm ilminin misyonuna duyulan ihtiyacı her dönemde olduğundan daha da fazla bir şekilde ortaya çıkarmıştır. XIX. ve XX. yüzyılda ateizm etkinliğini arttırmış ve ateist görüşün teizme karşı kullandığı en önemli tema, bilim-din çatışması olmuştur. Bu arada özellikle XX. yüzyılın bilimsel alandaki keşifleri ile evrenin yapısının, detaylara inildikçe çok kompleks ve çok mükemmel olduğu anlaşılmıştır. İnsanın varolabilmesi için çok geniş olasılıklar dairesi içinde insanın varolması için gerekli olan olasılık seçilmiştir. Bu durum, bazı bilim adamlarını ‘İnsancı İlke’ yi formüle etmeye götürmüştür. İnsancı İlke’nin ortaya koyduğu, evrenin ve canlılığın oluşumundaki hassas ayarlar, bütün bu oluşumların tesadüfen ortaya çıktığını iddia eden materyalist ve ateist çevrelere karşı, evrendeki bilinçli tasarıma dikkatleri çekmeyi mümkün kılmaktadır. Özellikle Avrupa ve Amerika’daki Hıristiyan ilahiyatçılar bu konu ile yoğun bir şekilde ilgilenmekte ve bu verileri pozitivist, materyalist, ateist-Darwinci çevrelere karşı kullanmaktadırlar. Aslında bu delil, kelâmcıların ve İslâm felsefecilerinin, tarih boyunca Tanrı’nın varlığının delillendirilmesinde kullandıkları ‘gâye ve nizâm’ delili, ‘inayet ve ihtira’ delili gibi delillerin yeni bilimsel veriler çerçevesinde yeniden formülasyonu, desteklenmesi ve kullanılması olarak kabul edilebilir. Modern bilimin verileri ile zenginleştirilmiş olan bu formülasyon, çağdaş ateist itirazlara çağdaş teist bir cevap oluşturmaktadır. Üstelik bu cevap, ontolojide Tanrı’nın varlığını belirlemek gibi en önemli noktada olmaktadır. Tanrı’nın varlığının kanıtlanmasındaki deliller ve ayrıca bilim-din ilişkisi, Kelâm İlmi’nin en önemli konularındandır. İnsancı İlke’nin ve doğa bilimlerindeki çalışmaların, Batı dünyasında geliştirilmiş olması ve İnsancı İlke üzerine yapılan bu önemli tartışmaların ülkemizde pek tanıtılmamış olması bu konuyu çalışmak istememin en önemli nedenlerindendir. Çalışmanın ilk bölümünde; tarih boyunca İslâm felsefecileri ve kelâmcıların, Tanrı’nın varlığını kanıtlama konusunda kullandıkları klasik deliller ile bu delillere yöneltilen bazı itirazlara yer verilerek, bu delillerin ne şekilde ortaya konulduğu gösterilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde; özellikle XIX. ve XX. Yüzyıla gelindiğinde Tanrı’nın varlığı ve dine karşı ortaya çıkan inkârcı akımlar ve bu akımların öne sürdükleri iddialara kısaca yer verilmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise; Tanrı’nın varlığının kanıtlanmasıyla ilgili tartışmalarda çok önemli bir yere sahip olan ‘İnsancı İlke’ konusu esas alınarak, evrendeki tasarım ve bu tasarımın insanın varlığı ile olan ilişkisi incelenmeye, Tanrı-kâinât-insan bağlantısı kurulmaya ve bu bağlantıdan hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlamada İnsancı İlke’nin yerinin ne olduğu hususunun modern bilimsel veriler ışığında ortaya konulmasına çalışılmıştır. Çok geniş bir konu olması nedeniyle, ilk bölümlerde sunulan anlatımların daha çok genel çerçevelerde kalmasına çalışılmıştır. Özellikle ikinci bölümün konusunu oluşturan inkârcı akımların yani; Materyalizm, Darwinizm, Pozitivizm, Freudizm ve Agnostisizmin görüşleri sunulurken bu akımların teknik detaylarından çok, onların Tanrı’nın varlığına ve dine bakışlarına ilişkin fikirleri ortaya konarak, sistemlerinin temel felsefesinin gösterilmesine çalışılmıştır.
 
Üst Alt