Esmau'l-Hüsna anlamları ve açıklamaları, En güzel isimler Allah'ındır.

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
EL - CAMİ cc

EL - CAMİ cc
el-Câmi', bütün iyilik ve güzellikleri, erdem ve övgüleri zatında toplayan, evrendeki tüm varlıkları, tam bir âhenkle toplayıp düzenleyen, tabiatları zıt olan birçok unsuru birleştiren, insanları birbirlerine sevdirip kalpleri ısındıran, mahlûkatı hesaba çekmek ve insanlara, kazandıklarının karşılığını vermek için, kıyamet gününde bir araya toplayan demektir.


17EL-CAMicc_zpsf0975e78.jpg


Nisâ sûresi (4), 87: "Kendinden başka ilâh olmayan Allah, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?"

Yüce Allah, öyle güç ve kudret sahibidir ki dostlar, "kün" emriyle, terkip olarak birbirine benzeyen ve de birbirinden çok farklı unsurları bir araya getirerek, tam bir âhenk ve nizamla birleştirmiş, makro kosmoz denilen şu hârika âlemi yaratmıştır. Bu muhteşem âlemde el-Câmi' isminin tecellisi ile sıcak-soğuk, ıslak-kuru, büyük-küçük, güzel-çirkin, iri-ufak, siyah-beyaz birbirine zıt pek çok unsur iç içe bulunur.

Hz. Allah, sadece mimarisi bile akıllara durgunluk veren bu varlık âleminde ağırlamakta olduğu insanoğlunun her birine ayrı bir kader yazmış, nice farklı ruh yapısına sahip insanları evlilik bağı ile bir araya getirmiş, evlilik müessesesini İslâm toplumunun çekirdeği kılmıştır.

el-Câmi'dir O, dostlar!

İnsanları birbirine sevdiren, insanlar arasında sevgi bağının oluşmasını sağlayan güçtür O!

Enfâl sûresi (8), 63: "O, (Allah) onların kalplerini birleştirdi. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O Azîz'dir, Hakîm'dir."

Cenâb-ı Hakk, insanlara eş, ana-baba, evlat, kardeş, dost gibi bağlılıklar ihsan etmiş, aralarında kalbî yakınlıkların doğmasını ve gönüllerin birleşmesini sağlamıştır. Sevgi, saygı ve dayanışma, İslâm toplumunda Allah'ın rızasını kazanmanın önemli unsurlarındandır.

el-Câmi'dir O, dostlar!

Âl-i İmrân sûresi (3), 103: "Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz."

Yüce Allah, hikmeti gereği gün gelecek, bu şahâdet âlemine son verecek ve Hz. Âdem'den bu yana yaşayan milyarlarca insanı bir araya toplayacak, hepsinin ruhlarını bedenlerine iade ederek o dehşetli günde hesaba çekecek, amellerinin karşılığını onlara cennet ya da cehennem olarak verecektir.

Yâ-Sîn sûresi (36), 78, 79: "Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."

el-Câmi'dir O, dostlar!

Çürümüş kemikleri bir araya getirecek olan, kullarını mahşer meydanında toplayacak olan O'dur.

Âciz insan aklı, bu muazzam diriliş sahnesini kavramakta zorluk çeker dostlar. Aklın aciz kaldığı yerlerden biri de bu noktadır. Ancak, iman nuru ile aydınlanmış gönüllerde akıl, şüpheden uzak olarak, inancını yaşayarak haşre hazırlanır. Âkil insanlar, kıyamete kadar binlerce baharı binlerce kez kışa çevirerek ölümü anlatan, binlerce kışı sona erdirip kâinatı birlerce kez, bahar ile yeniden dirilten Yüce Allah'ın sanatının eserlerine bakarak kendi kıyametine, yani, ölümüne hazırlanır.

Âl-i İmrân sûresi (3), 9: "Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Muhakkak ki Allah, hiç sözünden caymaz."

Yüce Rabbim, yaradanım, tek ilâhım, tek kapım, el-Câmi'sin Sen.

Ey, bütün iyilikleri, güzellikleri, övgüleri ve erdemleri zâtında toplayan Rabbim!

Seni, tam anlamıyla anlayabilmekten ve Seni, Sana yakışır bir şekilde övebilmekten acizim.

Ama, Sana bütün yüreğimle hamd ediyorum.

Resûlüllah (s.a.s.) buyurdular ki:

"Temizlik (abdest, gusul) imanın yarısıdır. Elhamdülillâh mizanı doldurur; sübhânallâh velhamdülillâh arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyadır; Kur'ân ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır kimisi de helâk eder." (Müslim, Tahâret, 1, (223); Tirmizî, Deavât, 91, (3512); Nesai, Zekât, 1.)

Ben de yürekten "Elhamdülillâh ve Sübhânallâh" diyorum Rabbim.

Değil mi ki, Senin kulun olarak yaratılmışım, değil mi ki, Seni tanımaya ve Senin rızana kavuşmaya adanmışım, değil mi ki, bu dünya, şimdiden cennete dönmüş şu âciz hayatımda... Binlerce kez Elhamdülillâh... Binlerce kez Sübhânallâh!

Rabbim! Bizleri el-Câmi' isminin tecellileri ile bir araya gelen, Senin rızan için birbirini seven ve birbirleri için sağlam bir duvarın tuğlaları mesabesinde olan kullarından eyle!

Rabbim! Bizleri âlemdeki güzellikleri ve erdemleri kendine çekebilen ve yanına gelen herkese, güller uzatabilenlerden eyle!

Rabbim! Bizleri o zorlu günde, bir araya getirildiğimizde, yüzleri sevinçten parlayanlardan eyle!

Tegâbün sûresi (64), 9: "Toplanma günü için sizi topladığı zaman var ya, işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı aldanma günüdür. Kim Allah'a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur."

Yâ Rabbi! Bizleri o dehşetli günde, kırık dökük amellerimizle değil; Sana olan sevgimizle yargıla ve O sonsuz rahmetin ve bağışınla sarmala. Âmin.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
EL-CEBBAR cc

EL - CEBBAR cc
el-Cebbâr, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, mutlak iradesini her durumda yürüten, her güçlüğü kolaylaştıran, mahluklarının işlerini ıslâh eden; mahluklarının ihtiyaçlarını gideren, yaşama ve rızık sebeplerini sağlayan; kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, düzeni bozulan her şeyi tanzim eden demektir.

18EL-CEBBARcc_zpsdace371e.jpg
Haşr sûresi (59), 23: “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Melik (mülkünde istediği gibi tasarruf eden)tir, Kuddûs (her noksanlıktan münezzeh olan)dür, Selâm (her kusurdan ve âfetten sâlim olan)dır, Müheymin (her zaman gözetip, koruyan)dir, Aziz (kudreti daima üstün gelen)dir, Cebbâr (dilediğini yaptıran)dir, Mütekebbir (büyüklük ve yücelik kendisine mahsûs olan)dir. Allah, müşriklerin şirk koştuklarından münezzehdir.”

Yüce Allah (cc) yeryüzünü yarattı…

Fussilet sûresi (41), 10, 11: “O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler.”

Yaratılmış her şey, “o muhteşem kudret” karşısında secde etmekte, boyun eğmekte iken, sadece “insan”, “akıl ve nefis” verilmiş insan, yaradılış hikmeti gereği, Allah’ı bulmakta ve O’na ibadette “iradesine” bırakıldı dostlar! Ama, Allah’ın o engin rahmeti ile de yalnız bırakılmadı bu yolda.

Aklını kullananlar için; “kâinat kitabı”nın âyetlerini okuyabilenler için her şey, her olay, “yol gösterici” kılındı.

Yüreğini aklına yoldaş edinenlere, Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ile Yüce Allah’ın kelâmı; Gül Nebi Muhammed Mustafa (sav) ile de yaşayan örnek bir insanın hayatı, yardımcı kılındı.

Âl-i İmrân sûresi (3), 83: “Onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi, ister istemez O’na boyun eğmiştir ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.”

Kur’ân-ı Azimüşşan’ı okudukça, her âyetinde sıcacık bir sevgi hisseder; Yüce Yaradanın kullarına adeta: “Her şey, size benim varlığımı anlatırken, hâlâ oyalanıp durur musunuz, sizlere sevgi ile kollarımı açmış beklerken, siz, acizlerden mi medet beklersiniz?” buyurduğunu duyar gibi olursunuz.

O, “Cebbâr”dır dostlar!

Her şey, O’nun yüce kudreti elindedir. Hiç kimse, bu gücün karşısında duramaz. Dilerse, her şeyi bir anda yok eder. Ama O, öylesine sabırlıdır ki kullarına karşı, bekler, mühlet verir.

“Geceyi”, karanlıkları yaratır, “karanlıklar” gündüzün bütün eserlerini örterken, gecenin gelişiyle, sabahın da müjdesini yani “aydınlıkların” müjdesini verir kullarına.

“el-Cebbâr”dır O!

Kışı, bembeyaz bir kefen gibi getirir, yerküreyi “mevt” eyler, haşre hazırlar. Kışın soğuğu ile de yazın sıcağını müjdeler kullarına!

“el-Cebbâr”dır O!

Her baharda, muhteşem bir nebât ve hayvanât ordusunu yaratır; her birine vazifesine uygun sevk ve idare ile ömür verip, kıyamete örnek olan güz mevsiminde pek çoğunu vefat ettirerek, vazifelerini sona erdirir.

“el-Cebbâr”dır O!

Yarattığı her varlığa, her cins ve topluluğa mahsus rızıkları, müdafaa silâhlarını, her birinin yaşam şartlarına uygun kıyafetlerini, hiç umulmadık yerden, hiç beklenmedik zamanlarda, tam vaktinde verir. O nihâyetsiz iktidarını, gücünü ve hadsiz rahmetini gösterir.

“el-Cebbâr”dır O!

Cennet ve cehennemi halk eder. Cennet, lütfunun eseridir, “ödül” yeridir. Ve… Cehennem de lütfunun eseridir dostlar!

Cennete giden yolları kolaylaştırmak için yaratmıştır, O, Rahmân ve Rahîm olan Yaradan, cehennemi!

Cehennem bile, kereminin eseridir!

Kahrıyla lûtfunu gösteren ve lûtfuna koşturan O!

Geceler olmasaydı, karanlıklar olmasaydı, aydınlıkları bilebilir miydik?

Kışı yaşamasaydık, baharı neşeyle bekleyebilecek miydik? Ve cehennem yaratılmasaydı, cennete koşmak için, cehennemden kaçıp, cennete koşmak için çaba sarf edecek miydik sizce?

İşte O, “Cebbâr” olan, “Rahmetim gazâbımı geçmiştir” (Buhârî, Tevhîd, 22, 28, 56.) buyuran, gökleri ve yerleri azametiyle kendine boyun eğdiren O, Rahîm, Halîm, Sabûr ve Ğafûr olan Allah, kullarını cennete böyle sürükler!

Kudret, O’nun elindedir, kulunun her halini kemâle ulaştıracak vesileler için “Cebbâr” ismini kullanır, kulunun eksiklerini tamamlatır, düzeni bozulmuş her şeyi “Cebbâr” ismiyle düzeltir. Hiç kimsenin gücü, O yüce kudretin yapmak istediklerini engelleyemez.

Kul, bunu bilse, Hz. Ali gibi yalvarır O’na:
“Ey, her kırığı kaynaştırıp birleştiren, kırılanı onaran ve her zorluğu kolaylaştıran, “Cebbâr” olan Allah’ım!”

Ve sonra lisan-ı haliyle duasına devam eder: Ey Cebbâr olan Allah’ım, dağınıklığımı toparla, bana düzenlik ihsan et!

Ben, kulum, acizim, dünya hayatının gaileleri karşısındaki kırgınlığımı, yılgınlığımı ve aczimi sana havale ediyorum. Beni, o mutlak ve engin gücünle güçlendir. Cebbâr ismine sığınarak, o kırık dökük amellerimi, acziyetime bağışlayarak kabul eyle!

Sen, sana inananların seyyiâtını hasenâta çevirensin!

Kırık gönüllere, serinlik bahşedensin!

Eksikleri, tam kabul edensin!

Ümitsizlikleri, ümide çevirensin!

Ve benim inandığım, ibadet ettiğim tek ilâhımsın!

Beni, rahmetinle muhafaza eyle ya Rabbi!

Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
EL-CELİL cc

EL-CELİL cc
el-Celîl, azamet sahibi, celâlet ve ululuk sahibi demektir.
He has been respected, regarded, His supremacy, highness and excellence are known and accepted by everyone.

19EL-CELiLcc_zps958f7f64.jpg
Rahmân sûresi (55), 78: "Celâl ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!"

Esma-i Hüsnâ içinde Kebîr, Celîl ve Azîm isimleri, birbirlerine yakın anlamlar taşır dostlar. Kebîr ism-i şerîfi Allah'ın zâtının; Celîl ism-i şerîfi sıfatlarının; Azîm ism-i şerifi ise hem zâtının ve hem de sıfatlarının kemalinin ifadesinde kullanılır.

el-Celîl ism-i şerîfi, kendisine hürmet edilen, saygı duyulan, uluhiyet, yücelik ve aşkınlığı herkes tarafından bilinen, kabul edilen manalarına da gelmektedir.

"Allah" lafza-i celâlinin anılmasından sonra, bir saygı ifadesi olarak kullanılan "Celle Celâluhû, Celle Şânuhû, Celle ve Alâ, Azze ve Celle" ifadeleri de "azameti büyük", "şanı yüce" ve "ulu olan" anlamlarına gelir.
Rahmân sûresi (55), 26, 27: "Yer üzerinde bulunan her şey fânîdir. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâti) bâkıy kalacaktır."

el-Celîl'dir O!

Varlığı ile "el-Celîl"dir. O'nun büyüklüğü, hiçbir ölçü ile anlatılamaz dostlar. Ama O, Yüce Allah kutsî bir hadiste "Beni ne yerim içine aldı ne göğüm, lakin mü'min bir kulumun kalbi Beni içine alır!" (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 195; İmam Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 287. mektup.) buyuruyor.

Bu kudsî hadiste belirtildiği üzere, Hz. Allah (cc) kulunun kalbine teşrif ederek, sevgisiyle tüm ruh dünyasını doldurur ve insanın yüreğini, mekân boyutunda, yerlerden, göklerden üstün kılar.

Bunda öyle ince nükteler vardır ki dostlar; "kalp" Allah'ın nazargâhı kılınarak; "Ben, kulumun kalbine günde 70 kez nazar ederim" buyrulmuştur, başka bir hadîs-i kudsîde.

Söyler misiniz bana, "...Ben kuluma şah damarından daha yakınım." (Kaaf sûresi (50), 16) "Ben kulumun kalbine günde 70 kez nazar ederim" buyuran ve kul ile Rabbinin en yakın olduğu yerin "secde" mahalli olduğunu söyleyen Rabbimize ulaşmak bu kadar kolayken; O'ndan bu kadar gâfil, bu kadar uzak olmamızın sebebi, "bilmemek" değil mi dostlar?! Bilmeye yolculuk bu! Bulmaya yolculuk bu! Sevgiyi ispata yolculuk bu!

İlmi ile el-Celîl'dir O!

O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Evvelinden ahirine, her şeyin ilmi O'nun katındadır. Olacaklar, Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır. O'nun bilmediği hiçbir şey yoktur.

Saklananı, dışa vurulanı, fısıldananları, kötü söyleyenleri, güzel işleri ve sözleri ve dahi, "sinelerin özü"nü bilendir O!

Bu mübarek ismin tecellileriyle, her hayrın, her güzelliğin, kudret ve ululuğun O'na ait olduğunu bilmeli; "Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. Öldüren de dirilten de O'dur. Şüphesiz erkeği, dişiyi iki eş yaratan O'dur, atıldığı zaman bir nutfeden. Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. Şüphesiz zengin eden de fakir kılan da O'dur." (Necm sûresi (53), 43-48.) demeli; O'ndan başka hiçbir kapıya el açmamalıyız dostlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ED DARR cc

ED DARR cc
ed-Dârr, zarar verenleri ve zararlı yönleri de olmak üzere her şeyi yaratan, elem verici şeyleri de halk eden demektir.

20ED-DARRcc_zps35c62587.jpg
Bu isim, zıt anlamlısı olan ve hayır ve menfaat veren şeyleri yaratan anlamına gelen en-Nâfî' ismi ile birlikte Esmâ-i Hüsnâ hadisinde yer alır dostlar.

Yüce Allah, her şeyi zıddıyla dengeleyerek, o eşsiz kudretini gösterir kullarına. Ve böylece onların, ellerindeki nimetlerin; kendilerini kuşatan güzelliklerin kıymetini bilmelerini, anlamalarını ve idrak etmelerini ister.

Şayet, Allah (cc) zarar veren şeyleri yaratmasaydı, faydalı olanların kıymetini bilebilir miydik? Ne dersiniz dostlar?

Kaldı ki, O Yüce Allah, her zararlı şeyi de insanoğlunun yararına halk etmiştir. Allah, insanoğluna akıl nimeti vermiş, aslında insan için pek çok faydaları olan şeylerin zararlarını, akıl yoluyla önleyip, onları, insanlığın hizmetinde kullanmayı öğretmiştir.

Ateş, içine düşen her şeyi yakar dostlar.

Ama ateşin keşfi insanoğlunun yaşamının adeta başlangıcı olmuştur.

Yâ-Sîn sûresi (36), 80: "Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız."

Cehennem de ateştir, hiç düşündünüz mü? Ve cehennemin varlığı, insan yapısına işlenen, fıtratındaki güzelliklere ve huzura olan eğilimle, kulları cennete sürüklemek için hazırlanmış muhteşem bir rahmet ocağıdır anlayana...

O, güzeller güzeli Yüce Yaradan, cehennemi yaratarak, adeta "Bakın, burada ateş var, can yakacak bir azap var, dünyada buraya düşmemek için gayret edin ki, sizleri ebedi âlemde, cennetimde ağırlayayım" buyurur.

Kur'ânın muhteşem huzur ikliminde cehennem bile dillenir dostlar, konuşur insanlarla. Feryat eder adeta... Nasıl yolunu şaşırdın da benim kapıma geldin, cennete gitmek varken, der insana...

Mülk sûresi (67), 8: "Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara; Size bu azab ile korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar."

ed-Dârr'dır O, dostlar.

Hayrı da şerri de, iyiliği de kötülüğü de, aydınlığı da karanlığı da, acıyı da mutluluğu da, tatlıyı da tuzluyu da yaratan O'dur!

Ve her şeyi, bir hikmetle kulunun yararına yaratandır O! İnanan insanın başına gelen bela ve musibetler, o kulun hayat yolunda olgunlaşması ve manevî yönden terakkî etmesi için gereklidir. Nice acı olaylar, kulun kendine gelmesini, Rabbine yönelmesini sağladığından, neticede o insan için hayır olur.

Çevrenize ibretle baktığınızda nice hayat hikâyesine şahit olursunuz.

Nice yangınlar, yürek yangınlarıyla kurtuluşa; nice iflaslar, maddi bitişlerin içinden manevî dirilişlere; nice ölümler; arkada bırakılan insanlar için ahirete uyanmaya sebep olmuştur.

Yûnus sûresi (10), 107: "Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O'nun lûtfunu engelleyebilecek kimse yoktur. O, lütfunu dilediği kuluna nasip eder. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir."

Bu dünya imtihan dünyasıdır. Yeri gelir, hayat yolunda nice dert ve sıkıntılarla karşılaşır insan. Hastalıklara yenilir. Hâlbuki hastalıklar, manevî kurtuluşa vesiledir; aslında dert değil, dermanın tâ kendisidir dostlar. Zira hastalıklar, insana sağlığın kıymetini hatırlatır, zamanın kıymetini öğretir, acziyetini gösterir. İnsanoğlu hasta olduğu vakitlerde yaptığı ibadetlerle kat kat ecir alır; yapamadığı ibadetleri de yapılmış gibi sevap kazandırır. Bu açıdan bakılırsa, belâlar, musibetler bir ilâhî ihsan; bir rahmânî hediyedir dostlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) "Mü'minin her haline gıpta edilir, şöyle ki, o başına bir musibet gelse sabreder, bu ona ecir kazandırır başına sevinilecek bir hal gelse ona da şükreder, bu da ona ecir kazandırır. Bu hal, sadece mü'mine hâstır" buyuruyorlar. (Müslim, Zühd, 64.)
Nahl sûresi (16), 52, 53: "Göklerde ve yerde olan her şey yalnız O'nundur. Din de daima O'nundur. Böyle iken, siz Allah'tan başkasından mı korkarsınız? Nimet olarak, size ulaşan ne varsa Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda yalnız O'na yalvarırsınız."

ed-Dârr'dır O, dostlar.

Yegâne Yaratıcı O'dur. Kötülükleri, sıkıntıları, belâyı, musibeti ve zarar verici şeyler de dâhil olmak üzere her şeyi yaratandır O.

Böylece birbirine zıt olan şeyleri yaratıp, âlemde dengeyi kurandır O.

el-Kâbız-el-Bâsıt; el-Muhyî-el-Mümît ve el-Muızz-el-Müzill isimlerinde olduğu gibi ed-Dârr ismi de en-Nâfi' ismi ile birlikte mütalaa edilince, kâinattaki denge çok güzel fark edilir, dostlar.

En'âm sûresi (6), 17: "Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundursa, kuşkusuz O, her şeyi yapabilendir."

Zümer sûresi (39), 38: "Andolsun ki onlara: "O gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: "Elbette Allah!" diyeceklerdir. De ki: "O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi?" De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, sadece O'na güvenip dayanırlar."

Bize zararı dokunan şeylerde de hayır olabileceğini bilmeliyiz. Zararımıza olan hadiseleri imtihan vesilesi kılan Rabbimizin, bizim teslimiyetimizi denediğini ve bu zararı da yalnız O'nun kaldıracağına iman etmeliyiz dostlar.

"Allah'ın gülü dikenli yarattığına üzüleceğimize, dikenler arasında bir gül yarattığına şükretmeliyiz" der, Hz. Mevlânâ.

İman, "lûtfun da hoş, kahrın da hoş" diyebilmekte. Marifet, yılana zehir verip, insana akıl yoluyla panzehirini buldurana; arının iğnesinin battığı dokuları amonyakla rejenere etmeyi öğretene, biberdeki acı ile vücuttaki ümminolojik savunma araçlarını kuvvetlendirene kul olabilmekte Dostlar.

Marifet, karşılaşılan her zorlukta, ümitsizliğe kapılmadan, "ben O Yüceler Yücesinin kuluyum ve O, benimle" diyerek, yıkılmadan, dimdik ayakta durabilmekte dostlar.

Marifet, yalnız O'na dayanmakta...
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Evvel cc

EL - EVVEL cc
el-Evvel; varlığının başlangıcı olmayan, ezelî olan, demektir.
There isn't any begining of his existence, He is eternal.

21EL-EVVELcc_zps3183886f.jpg
Hadîd sûresi (57), 3: "O Evvel/ilktir, Âhir/sondur, Zâhirdir, Bâtındır. O her şeyi bilendir."

İmanın şartı altıdır dostlar. Bunlardan ilki, Allah'a imandır. O'nun varlığına iman edip, Hz. Muhammed'in (sav), O'nun elçisi olduğu kabul edilerek, İslâm'ın dünya ve ahiret saadetini kapsayan nurlu dairesine girilir.
İman, gönül, yürek, duygu ve his işidir. Akıl ise sadece inanmaya yardım eden bir vasıta görevi üstlenir. Zira imanın ulaştığı öyle noktalar vardır ki, akıl bu zirvelere ulaşamaz, çırpınışlarda kalır.
Yüce Yaradan "bilinmekliğini" istediğinden, "akıl"a kabiliyet vermiş ve onu idrak ve gönül dünyasına vasıta kılmıştır. Yarattığı her şey, O'nu anlatmaktadır.
Bütün kâinat bir koca kitap hükmünde, isimlerine aynalık yapmakta ve düşünebilen her insana O'nun yüce kudretini ve varlığını ispat etmektedir.

O, varlığının başlangıcı olmayan el-Evvel'dir.

O'nun varlığının sonu da yoktur; el-Âhir'dir.
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Fettah cc

EL-FETTAH cc

el-Fettâh, iyilik kapılarını açan, mazlumlara yardım edip mü'min kullarını zafere ulaştıran, her müşküle çare bulan, maddi engelleri kaldıran, kuluna manevi kapıları açıp, yüreklerden tasaları, kederleri gideren demektir.

He opens the doors of goodness, he helps the persecuted ones , he makes his faithful people reach the victory, he finds solutions for all the difficulties, he releases the material problems, he opens the spritual doors to his slave , he takes away all the sadnesses and worries from the hearts.
22EL-FETTAHcc_zpsbf44cd68.jpg


En'âm sûresi (6), 59: "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın."

el-Fettâh'tır O!

"Fettâh" isminin en büyük tecellisi olan "Fâtiha" sûresi'ni kuluna bir "anahtar" gibi vererek, onunla ebedî saadet kapılarını açtırandır O!

Kendisine inanan kullarına, Habibi, Muhammed Mustafa'nın şahsında Fetih sûresi (48)'inde 1-3: "Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder." buyurarak, hayat savaşında dünyevî ve uhrevî fetihler müyesser kılar dostlar!

Dünya sahnesindeki imtihanında, Hz. Nûh gibi inleyerek "Bittim Rabbim! Yardım et bana" diye yalvaran kulunu (Hz. Nûh'u) "Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı. Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti." (Kamer sûresi (54), 10-12) ayetleriyle teselli ederek, sıkıntıda bırakmayıp, bir kapının kapandığını sanan kuluna, bin kapıyı birden ardına kadar açarak, rahmetiyle kucaklayandır O!

Zümer sûresi (39)'nde 53: "De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." buyurarak, "tövbe kapıları"nı kıyamete dek açık tutarak, kulunun son nefesine kadar affedilmesine imkân tanıyan ve rahmetini, sağanak sağanak onun üzerine yağdırandır O!

el-Fettâh'tır O!

Nefis savaşında zaferler kazanan kullarına da cennet kapılarını açan ve onları "cennet"te ağırlayandır O!

Yâ-Sîn sûresi (36), 55-58: "Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler. Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır. (Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır."

O Yüceler Yücesi, "marifet" kapılarını mü'min kullarına; "mağfiret" kapılarını da günahlara batmış aciz kullarına açar ve bu kapıları kıyamete kadar açık tutar dostlar!

A'râf sûresi (7)'nde 96: "(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık." buyurandır O!

Saff sûresi (61), 10-13: "Ey İman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Resûlüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur. (Eğer böyle yaparsanız Allah) sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele."

el-Fettâh'tır O!

Kuluna, Kur'ân-ı Azîmuşşân'ı ile hidayet kapılarını açandır O! "Muhteşem kelâmı" vasıtasıyla kulu ile konuşarak, ona neler yapması gerektiğini öğretir, "sırat-ı müstakîm"i gösterir. İşte, Saff sûresi'nin âyetleri! Okuyun ve bu kapının merhametini hissedin, bu "tek kapı" daki sevgi sağanağından nasiplenin dostlar! Zira bu kapı, kimsenin yüzüne kapanmaz! Bu kapı, sevgi kapısıdır, ayırım yapılmaz! Bu kapıda itilme, kakılma yoktur! Yeter ki O'ndan başka kapınız olmadığını bilerek gelin; yalvararak, gözyaşlarıyla gelin!

O, el-Fettâh olan Yüceler Yücesi, susuzluktan çatlamış toprağa yağmurlar göndererek yeşerten, bereketlendiren, binlerce çiçeğe, o toprakta yeşerme imkânı bahşeden, O Rahmân ve Rahîm olan Yüce Yaradan, kapısına gelen, yalvaran kullarının, günahlardan kurumuş, çatlamış, çöllere dönmüş ruhlarına binbir manevi kapıdan bereketler yağdırarak, onları kendisine döndürür dostlar!

Bütün hayır ve bereketlerin anahtarı O'nun elindedir. Bize düşen, hayatın hiçbir döneminde ümitsizliğe düşmemek, ye'se kapılmamak, dimdik yürümeye devam etmektir.

Kimi zaman maddî kayıplara uğrasak bile, çalışıp, sebeplere sarılarak, mülkü, mülkün gerçek sahibinden isteyelim.

Manevî imtihanlar karşısında da, O'nun yanı başımızda olduğunu bilerek, O'ndan güç ve yardım dileyerek, dünya imtihanlarının üstesinden gelmek için asla ümitsizliğe kapılmayalım dostlarım.

Zira O'nun bir değil, "binbir" kapısı vardır!

Bir kapıyı kapatırsa, bir kapıyı ardına dek açıverir!

Şu yalan dünyada bundan güzel teselli olur mu sizce?

Ey benim Yüce Rabbim!

Sana, benim elime verdiğin o muhteşem hayır anahtarı Fâtiha Sûresi ile dua ediyor; bu âyetler ışığında yaşamayı, bu âyetler ışığında sana kavuşmayı diliyorum.

"Fettâh" isminle bana yardım et Allah'ım!

"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

Hamd o âlemlerin Rabbi,

O Rahmân ve Rahim,

O, din gününün maliki Allah'ın.

Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).

Hidayet eyle bizi doğru yola,

O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil." (Fâtiha sûresi)

Ömrümü bu âyetler ışığında geçirmeyi, dünya hayatımdan, ahiret hayatına bu anahtar âyetlerde açılmayı nasip eyle Allah'ım! Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Gaffar cc

EL_GAFFAR cc
el-Ğaffâr, daima affedici olup, mağfireti, bağışlaması sonsuz olan, yeniden işlenen günahları örten, setreden ve affeden demektir!

23EL-GAFFARcc_zps997f4f86.jpg
Bu ism-i şerif, örtmek, gizlemek, kirlerden korumak için bir şeyin üstünü örtmek" anlamına gelen "ğafr" kökünden türemiştir.

Nisâ sûresi (4), 110: "Kim bir kötülük işler, yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanmasını dilerse, Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur."

Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.), yeryüzüne Allah'ın engin rahmetini anlatmak için gönderilen o "rahmet elçisi" şöyle buyurdular: "Canımı, kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize günah işledikten sonra af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi." (Müslim, Tevbe, 11.)

Allah (cc), insanı, bir melek olsun diye yaratmadı dostlar! Bizlere verilen nefis ile hata işlemek, günah işlemek, kusurlu, noksan olmak gibi özellikler işlendi fıtratımıza! Kulunu çok iyi bilen Cenâb-ı Hakk da bizden "melek" olmamızı istemiyor zaten. Sadece, acziyetimizi bilmemizi, kibre kapılmadan, kusur işledikten sonra, af dilememizi bekliyor. İnsanı, insan yapan da işin bu tarafı zaten.

Nefis mücadelesi ile geçecek bir ömür verilmiş elimize. Şeytan da bizi aldatmaya hazır her an! Yaradılışımızda, hırs, nefsî arzular, kıskançlık vs. hepsi var!

Marifet, bunlarla savaşıp, bunları yenerek, meleklerden de üste çıkmak! Asla, "melekleşmek" değil!

Marifet, çırpına çırpına, cehennemî ateşlerde yüreğini yaka yaka, acz içinde ağlaya ağlaya "Seni kaybetmek üzere miyim Rabbim?" diye inleye inleye "savaşmak" dostlar!

İnsanlığın tâcı, Tebük seferinden dönerken, boşuna mı "Küçük cihattan büyük cihada döndük." (Kenzu'l-Ummal, IV, 430, Hadis No: 11260.) demişti?

O, "Ğaffar" olandır dostlar!

Yarattığı kulunun bütün acziyetini bilen, şeytanın tuzaklarını gören ve kulunu bu savaşta hiç, ama hiç yalnız bırakmayandır.

el-Ğaffâr ve er-Rahîm isimleriyle tecelli ederek, kullarına yüce kelâmıyla seslenen, binlerce ümit kapısını ardına kadar açandır O!

Tüm peygamberlere, en büyük ihsanının mağfiret olduğunu anlattıran, onlar vasıtasıyla kullarını "af dilemeye" çağıran "Yüce Dost"tur O!

Kur'ân-ı Kerîm'de her sûreyi besmele-i şerifeyle başlatarak, kullarına, kâinatta her noktaya, her zerreye kadar tüm evreni Rahmeti ile kuşattığını hissettiren, "Her güzel işe besmele ile başla" emri ile de, her işin rahmetle olduğunu anlatan, tek "af" ve "mağfiret kapısı"dır O, dostlar!

Bir hadîs-i kudsîde,
"Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak tutmamış olsan Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım." (Tirmizî, Deavât, 106.) buyuran, "el-Ğaffâr'dır O!

Zümer sûresi (39), 5: "O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay'ı emrine âmâde kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki O, Azîz (çok güçlü olan)dir Ğaffâr (çok bağışlayıcı olan)dır."

"Kâinat kitabını" okuyun dostlarım! Her olayın bir "âyet" olduğunu göreceksiniz.

Geceyi, gündüzün üstüne örten, gündüzü gecenin üstüne sarmalayan Allah (cc) "Settâr"dır dostlar!

Kullarının günahlarını da örter, kapatır, gizler ve affeder, kendine inananı rezil etmez, düşmanlarını ona güldürmez.

Gecelere de "Settâr" ismini işlemiştir O Yüce Yaradan!

Geceler, bağrında, yanık yüreklilerin gözyaşlarıyla yakarışlarını gizler.

Geceler, "af ve mağfiret" dilencilerinin göklere uzanan ellerini gizler.

Geceler, bağrında sevdalı yüreklerin seccadelerdeki "vuslatı"nı gizler.

Geceler, öyle bir saate şahit olarak, bağrında, Yüceler Yücesi'nin, arza rahmetiyle indiği ve "Af dileyen yok mu affedeyim, isteyen yok mu vereyim" Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170.) buyurduğu "mağfiret zamanı" nı gizler.

"el-Ğaffâr"dır O! "el-Settâr"dır O!

Toprağa da Settâr isminin tecellilerini işlemiş, onu "örtmek"le vazifelendirmiştir.

İnsan toprağı ayakları altında çiğner, toprak ise tevazu ile kucak açar onun bedenine, ana kucağı gibi sarmalar, ebedî yolculuğuna hazırlar.

Çöp gömersiniz toprağa, "Settâr" ismimin tecellisiyle, çöplerin olduğu noktadan sümbüller, güller başını uzatır dostlar!

"Settâr"dır O!

Siz, dağlar kadar günahlarla da yüklenseniz, O'nu "bir" bilir, şirksiz ibadet ederseniz -ama acziyetinizle de günahlar işleseniz de- O, sizi, toprağa "çöp" gibi girseniz bile, kıyamete bir "gül" gibi uyandırır dostlarım.

Hem Rahmân'dır, hem Rahîm...

Hem Ğaffâr'dır, hem Halîm...

Hem Tevvâb'dır, hem Afüvv...

Hem Sabûr'dur, hem de Nûr...

Hadîd sûresi (57), 28: "Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resûlü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

Zümer sûresi (39), 53: "De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Ey Rabbim! Ey tek kapım, Ey Yaradanım! Ey beni benden iyi bilenim! "Ğaffâr" ismine sığınıyorum. Tâ-Hâ sûresi (20)'nde, 82: "Muhakkak ki Ben, tevbe eden, iman eden, Salih amel işleyen, böylece doğru yolda devam eden kimseyi bağışlarım." buyuran Rabbim! Hâlık'ım, Nûr'um... Ğaffâr ismine sığınıyorum.

Nahl sûresi (16)'nde (119): "Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir cahillikle günah işleyip ardından tevbe eden ve durumunu düzelten kimseleri bağışlar. Şüphesiz ki Rabbin, bu tevbeden sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir)." buyuran Rabbim! Yüreğimin, beynimin, gönlümün sahibi! "Malik-e'l-mülk" olanım! Ğaffâr ismine sığınıyorum. Dilimde "istiğfâr", Ğaffâr ismine sığınıyorum!

İki Cihan Serveri, gönüllerimizin Sultanı Muhammed Mustafa (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Bir kimse, istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızk verir." (Ebû Dâvûd, Salât, 361.Hadis no: 1518; İbn Mâce, Edeb, 57. Hadis no: 3819.)

Dilimde seyyidü'l-istiğfar duası ile Ğaffâr ismine sığınıyorum.

Rahmân ve Rahîm isminle, Ğaffâr ve Ğafûr isminle, Tevvâb ve Afüvv isminle bağışla; mağfiret eyle yâ Rabb. Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Gafur cc

EL-GAFUR cc
el-Ğafûr, kulların günahlarını affederek örten, suçlarından ve hatalarından vazgeçip bağışlayan, mağfireti çok, af edişi sonsuz olan demektir.

He covers his slave's sins by forgiving, forgiving and forgetting their guilts and mistakes, He has a big mercy, he has an endless forgiveness.

24EL-GAFURcc_zpse389fd48.jpg
"Ğafûr" ism-i şerifi, Kur'ân-ı Kerîm'de en çok geçen isimlerden biri olup, 20 âyette tek başına; 71 âyette de "Rahîm" ismi ile birlikte olmak üzere, toplam 91 âyette kullanılmıştır.

Ğafûr isminin, dikkati çekecek şekilde Rahîm ismiyle birlikte, "Ğafûrun Rahîmun" olarak gelişi, O Yüceler Yücesinden, kullarının üzerine yağan rahmet sağanaklarının eseridir dostlarım!

el-Ğafûr'dur O!

İsrâ sûresi (17), 25: "Rabbiniz içinizdekini en iyi bilendir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette O, (Allah), tevbe eden (Kendisine dönen) kimseleri gerçekten bağışlayıcıdır."

Kehf sûresi (18), 58: "Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır (tevbe eden kullarına rahmeti boldur). Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiğinde Allah'ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar."

Fâtır sûresi (35), 45: "Bununla beraber Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet ecelleri gelince (gereğini yapar). Şüphe yok ki Allah, kullarını görmektedir."

O, bağışı sonsuz, "affı" nihayetsiz olandır.

Bürûc sûresi (85), 14: "O, çok bağışlayandır, çok sevendir!"

Affın tek kaynağı, sevginin tek adresidir O, dostlarım.

Fâtır sûresi (35), 29, 30: "Allah'ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar. Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir."

el-Ğafûr'dur O!

Kulunu bağışlayan, kucaklayan, sarmalayandır O! Kullarının da "affedici", "bağışlayıcı" olmasını ister O Yüce Yaradan dostlar!

Tegâbûn sûresi (64), 14: "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz (hoş görür) ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir."

Şûrâ sûresi (42), 37: "Onlar (iman edenler), büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Onlar öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlarlar."

A'râf sûresi (7), 199: "Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir."

Şûrâ sûresi (42), 43: "Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir."

Taif dönüşü arz titremişti. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) mübarek ayakları kanlar içinde kalmıştı. Bu durumda dahi "Rahmet Peygamberi" Muhammed Mustafa (s.a.s.):

"Allah'ım, zayıflığımı, acizliğimi ve insanlarla başa çıkamayışımı Sana şikâyet ediyorum!" demişti. Bu esnada Hz. Cebrail gelip,

-"Allah Tealâ, milletinin sana ne yaptığını biliyor. "Habibim dilerse, dağlar meleğini gönderip Taiflileri yok ederim." buyuruyor, demişti.

O, sevgi ve merhamet dolu çehresini ötelere döndürüp,

-"Allah beni, âlemlere rahmet olarak gönderdi. Allah'ım! Onları affet!" İnşallah, yıllar sonra da olsa, onların arasından Sana kulluk eden, Sana ortak koşmayan bir nesil çıkar" diye dua etmişti. (Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111.)

Ey Allah'ım! "Rahmet Peygamberi"nin yüzü suyu hürmetine, bizleri, "birbirini bağışlayan", Gül Nebi'nin ahlâkıyla ahlâklanan, birbirlerinin kusurlarını örten, kusur araştırmayan, "Merhamet edenlere Rahmân merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr, 16; Ebû Dâvûd; Edeb, 66.) buyruğuna uyarak yaşayan kullardan eyle. Bizi, vakit namazlardan sonra bağışlanan,"Kim bir müslümanı (n aybını) örterse, Allah da o kimsenin dünya ve âhiret (ayıbını) örter." (Müslim, Zikr, 38; İbn Mâce, Mukaddime, 17.) hadîs-i şerîfinin ışığında, birbirini "setreden" dostlardan eyle Allah'ım!

Rabbim! Üzerimize "Ğafûr" isminin tecellilerini yağdır; bizleri "bağışlamayı" bildiği için, bağışlanmaya hak kazananlardan eyle...

"Ey Âdemoğlu! Sen Bana dua ettiğin ve benden affını umduğun süre, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım!" buyuran Rabbim! (Tirmizî, Deavât, 106.)

Ey Allah'ım! Bizi, Sana "kul" olmaya layık olanlardan eyle. Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Ganiyy cc

EL_GANİYY cc
el-Ğaniyy, kendisindekiyle ve mâlik olduğu şeyle kâmil olup müstağnî olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, zatında ve sıfatında başkası ile ilgisi olmayan, herkesin kendisine muhtaç olduğu, çok zengin olan demektir.

25EL-GANiYYcc_zpsbe8020fd.jpg
Fâtır sûresi (35), 15: "Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır."

Nisâ sûresi (4), 131: "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'tan korkmanızı emrettik. Eğer inkâr ederseniz, biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hamd ve senâ O'na yakışır."

Biz insanlar ancak, üzerinde yaşadığımız dünyanın, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının kapasitesinin ne kadar büyük olduğunu bilemiyor ve asırlardır tükenmeyen bu zenginlikleri insanoğlunun hizmetine sunan yüce Allah'ın mülkünün hudutlarını kavrayamıyoruz...

O, sadece, bize lütfettiği suyu elimizden alsa, ne hale geleceğimizi tefekkür etmekte dahi zorlanıyoruz değil mi? Ancak, Mülk sûresi (67)'nin 30'uncu âyet-i kerimesinde; "Ve yine de ki, bana haber verir misiniz, suyunuz yerin dibine çekilmiş olsa, kim size akar su getirebilir?" buyuran Sanî-i Zülcelâl'in huzurunda boynumuzu büküyor, secdelere kapanıyoruz...

O, yerin, göğün sahibi, el-Ğaniyy olan Allah, zenginliğinden, sahip olduğu hazinelerinden, dilediği kuluna vererek onu zengin kılandır!

Necm sûresi (53), 48: "Şüphesiz zengin eden de sermaye veren de O'dur."

Allah kuluna verdiği zenginliği, diğer kulları ile paylaşmasını emreder dostlar. Kur'ân-ı Kerîm'de namaz emri ile zekât emri, pek çok âyette ardı ardına gelir. Böylece İslâm dini, namaz ile Rab; yani Yaradan ile yaratılan arasında muhteşem bir bağ oluştururken, infak ile zekât ile kullar arasındaki sevgi bağını kuvvetlendirerek, kişiyi "ben" demekten kurtarıp "biz" bilincine ulaştırır.

İslâm'da zekât emri, âkil olan kişileri, "yalnız benim olsun" egosundan kurtarıp "bende olan, mü'min kardeşimin evinde de olsun" düşüncesine kavuşturur. Bu keyfiyet, yaratılışımızın gayesidir dostlarım.

İslâm dini, "ben" değil, "biz" diyebilenlerin dinidir!

Allah, Ğaniyy'dir.

Allah, Ğaniyy isminin tecellisi ile zengin kıldığı kulunun bu zenginliğinin, Rabbinin lütfu olduğunu bilmesinden ve kendi yolunda sarf etmesinden hoşlanır. İslâm'da zekât ve sadaka, "verme"nin değişik yolları olarak çıkar karşımıza.

Zekât, İslâm'ın beş şartından biridir. Sadaka ise, garibin dualarıyla, Yaradanın hoşnutluğunu kazanıp, kazayı, belâyı def etmenin en güzel yoludur.

Kurân-ı Azimüşşan'da inanan kullara "karz-ı hasen" mefhumu öğretilir dostlarım.

Karz-ı hasen, vermenin "aşk" boyutudur. Anlamı, "güzel bir borç" olarak verilir lügatte.

Yüce Allah, Tegâbün sûresi (64)'nde (17); "Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, halîmdir." buyurmaktadır.

Hadiseye bakın dostlar! O, Ğaniy olan Allah, kuluna, akıl gücü, beden gücü veriyor; hazinesinden mülk vererek, onu, dilediği zenginliğe ulaştırıyor. Yine O, el-Ğaniyy olan Allah, Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecellisi ile kulunun yüreğine merhamet depoluyor, kulunu, yarattığı her şeyi seven, onlara acıyan, onların sıkıntılarını paylaşan bir insan haline getiriyor... "Verme"nin zevkini tadan kul da başlıyor vermeye... Zekâtı, sadece kırkta bir değil; Sahabeler gibi, dörtte bir, üçte bir oranında vermek için bahaneler, yollar aramaya başlıyor. Ve O, Ğaniyy olan Allah, bu kuluna, bir gün:

"Haydi, güzel kulum, bana biraz borç ver" diyor! Bu sınır, aklın durduğu, kalbin kanatlandığı bir sınırdır dostlarım.

Mal-mülk zaten O'nun! Veren O! Zengin kılan O! Kulundan "borç isteyen" de O!

Bu, O, Yüce Sevgilinin, kulunu seven, O Yüce Yaradanın, kulunun iyiliği için, vererek zenginleşmesi için, hayırlarını artırarak, O'na yakınlaşmasını sağlamak için, "aşk" boyutunda isteyişinin adıdır dostlar.

Bu noktada aşkı yaşayan gönüller, yanar, tutuşur âdeta!

Karz-ı hasen, aşk ile verişin, naz ile alışın adıdır!

Karz-ı hasen, vererek büyüyen gönlün kanatlanışın adıdır!

Karz-ı hasen, kulun Rabbine tam bir teslimiyetle inanışının adıdır.

Karz-ı hasen, âşık ile maşukun, birbirine güveninin, aşk literatüründeki adıdır!

Ancak, güvendiğiniz ve size geri vereceğine emin olduğunuz kişiye borç verirsiniz değil mi?

Zenginlik, sadece para ile mal ile elde edilen servetin adı değildir dostlar. Gül Nebi Muhammed Mustafa (sav); "Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir" buyuruyor. (Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 130; Tirmizî, Zühd, 40.) Bu da ancak kanaat ile elde edilebilir.

Manevî zenginliğin getirisi muhteşem bir huzur iken, maddî servetin getirisi, huzursuzluk, dünya telâşı ve malı kaybetme korkusudur.

Manevî zenginlikte; gönül zenginliğinde dayanak Hz. Allah'tır...

Rabbim! Sana, Veysel Karâni gibi yalvarıyorum:

"Sen Ğaniyy'sin ben fakirim.

Sen Kerîm'sin ben âcizim.

Sen büyüksün ben küçüğüm."

Yâ Rabbi! Bizi, Ğaniyy isminle sar! Gönül dünyamızı Ğaniyy isminle zenginleştir, bu dünyada bizi "veren el" eyle!

Yâ Rabbi! Bizi, veren el eyle, verdiklerinden verelim.

Yâ Rabbi! Bizi, veren dil eyle, bildiklerimizden verelim.

Yâ Rabbi! Bizi, veren gönül eyle, sevgimizden verelim. Sevelim, sevilelim... Sevgiyle rızana erelim... Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El-Habir cc

EL-HABİR cc

el-Habîr, her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan, olanları ve olacakları en iyi şekilde bilen, mülkünde olup biten her şeyden haberdar olan demektir.
He is aware of insight & hidden parts of everything , he knows in the best way what has happened and what will happen,he is aware of eveything that happened in his property.
26EL-HABiRcc_zps7075a8a2.jpg
Hucurât sûresi (49), 18: "Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (görülmeyen esrarını) bilir. Allah yaptıklarınızı görendir."

Bu ismi bilmek, bu ismin inceliklerine vâkıf olabilmek, insanın hayatına, muhteşem bir kulluk bilincini getirir; onun, ahirette ebedî hayatına en güzel şekilde hazırlanmasına vesile olur.

Yüce Allah, zamandan ve mekândan münezzeh olarak, zaman ve mekânın kapsadığı her şeyi, kâinatta, geçmişten geleceğe kadar olmuş ve olacakların tümünü bilir; Hz. Âdem'den kıyamete kadar gelecek bütün insanların da hayatlarının başlangıcından ölümlerine dek neler yaptığından ve neler yapacaklarından haberdardır. Sadece, amellere dökülenler değil; akıllardan geçenlerden, sinelerin sakladıklarından da haberdar olandır O!

Bu ismi, bütün detaylarıyla anlamaya çalışan kul, ruhunun büyük bir güven ve huzurla dolduğuna şahit olur. Çünkü Yüce Allah, daima yanındadır, ne yapmak istiyorsa bilmektedir, kendisine yapılabilecek her şeyden haberdardır ve kulunu korumakta, onu muhafaza altında tutmaktadır.

Mâide sûresi (5), 7: "Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve "İşittik, itaat ettik" dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah göğüslerin özünü çok iyi bilir."

Bütün vazifemiz, "elest" meclisinde verdiğimiz sözü ispat için geldiğimiz şu geçici dünyada, sözümüzü ve sevgimizi ispat etmektir dostlar! "Kulluk" bu demek! Bir ağacın altında birkaç vakit oyalanmak ve bu ağacın gölgesinden kısa bir süre istifade etmek kadar kısa olan dünya hayatını salih amellerle doldurabilmek bütün gaye.

Hucurât sûresi (49), 13: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok (yanlış yapmaktan korkarak) korunanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır."

Dünya hayatı, insan ilişkilerini de beraberinde getirir. Toplum hayatında, her konuda, ölçüyü Kur'ân-ı Kerîm'den ve sünnetten alarak yaşamalı, kul hakkına çok riâyet etmeli, amellerimizden Rabbimizin haberdar olduğunu unutmamalıyız dostlar!

Ahzâb sûresi (33), 34: : "Oturun da evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti (Sünnet'i) anıp düşünün. Şüphe yok ki Allah Latîf'tir (lûtuf sahibidir) ve her şeyden haberdardır."

el-Habîr'dir O!

Kuluna, Kur'ân-ı Kerîm ile hitabeden, yol gösteren ve onun iki cihanda da mutlu olmasını isteyen Rahmân, Rahîm, Habîr ve Alîm olandır O!

Kulunun cenneti kazanmasına sebepler hazırlayan, ona rızıklar veren, verdiği nimetlerle infak yollarını açarak, kulunun üzerine hoşnutluğunu ve rızasını yağdırandır O!

Veren de O! Verdiren de O!

Rızkı verip yediren, giydiren de O! İhtiyaç sahipleri yaratıp, kuluna infak ettiren de O! Yaptığın, yapacağın her şeyi bilen, yüreğine, beynine, ameline hükmeden, sonra da yaptıklarından hoşnut olup, seni seven de O, sevdiren de O!
Lokmân sûresi (31), 16: "(Lokmân, öğütlerine devamla şöyle söylemişti) "Ey yavrucuğum, yaptığın (iş, iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar bile olsa ve bu bir kayanın içinde bile olsa veyahut göklerde ya da yerin derinliklerinde bile bulunsa, yine de Allah onu, karşına getirir. Doğrusu Allah, Latîf'tir (en ince işleri görüp bilmektedir) ve her şeyden haberdardır!"

Bu ne muhteşem âyet! Bu âyeti bilen, hayırda yorulur mu? Bunu bilen, hiç kötülük işler mi? Kullarına yol gösterişteki enginliğe bakın dostlar! "Haberdar" oluşun sınırlarına, enginliğine, derinliğine bakın!

el-Habîr olandır O!

Kullarının her yaptığını bilendir O Yüce Yaradan!

Yarışmalıyız dostlar! İyiliklerde yarışmalıyız! Salih amelleri bilip uygulamada yarışmalıyız. İki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.): "(Kâmil) mü'min, cennete varıncaya dek hayrı (ilmi) dinlemeye doymaz" buyuruyor. (Tirmizî, İlim, 19.)

Hayırlarda yarışmalıyız! Her şeyden haberdar olan Rabbimiz görüyor, insanlardan hiçbir şey beklemeden, sadece O'nun "rızası" için hayırda yarışmalıyız…

Bakara sûresi (2), 271: "Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır."

Haşr sûresi (59), 18: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Ey Yüceler Yücesi, ey kalbimin, bedenimin ve aklımın tek yöneticisi olan Rabbim!

Lokmân sûresinin (31), 34'üncü âyetinde: "Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır." buyuran Rabbim. Seni düşünüp acizliğimi itiraf ediyorum.

Mücâdele sûresinin (58), 7'inci âyetinde: "Göklerde ve yerde olanları, Allah'ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlak O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir." buyurarak, bütün varlığımı, idrak edebildiğim tüm yön kavramları ile sarmalıyor, her yerde kendi varlığını hissettiriyorsun.

Seni düşünüp, aczimi itiraf ediyorum Rabbim! Seni düşünüp, "büyüklüğünü" idrake çalışıyorum! Seni düşünüp Senin gibi Yüce bir Yaradan'a "kul olma" şerefine nail olmanın getirdiği yükümlülüğü düşünüp eriyorum Allah'ım!

Âcizim...

Ben, bilmekten âcizim. Sen, beni rızanı kazandıracak amellere yönelt!

"Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konulduğu gün, o zaman insanlar, hallerinin ne olacağını düşünmezler mi? Şüphesiz Rableri olan Allah o gün onlardan tamamıyla haberdardır." (Âdiyât sûresi (100), 9-11.) buyurduğun gün geldiğinde, amel defterleri açılıp içindekiler bir bir sorulduğunda, beni, "Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter." (Furkân sûresi (25), 58.) âyetiyle yaşayan, onun gölgesine sığınarak, Senden bağışlanma dileyen ve affından hiç ümit kesmeyen kullarından eyle Rabbim!

Kapında Sana yalvarıyorum.

Ben, kulum, âcizim, eksik ve de kusurlarla doluyum! Senden başka "kapım" mı var ki gideyim? Ben, her an sendeleyebilir, tökezleyebilirim! Senden başka "el tutanım" mı var ki ellerimi uzatayım? Ben, sevgine, sarmalamana muhtacım! Senden başka "dostum!" mu var ki beni sevsin umayım? Ey, el-Habîr olan Allah'ım Ey, sinelerin özünü bilen Rabbim!

Bizleri, "Habîr" isminle "varlığından" haberdar eyle! Seni bilmekteki gayretlerimizi indinde makbul eyle! Amellerimizi rızana yönelik eyle!

Biz, neyin nasıl sonuçlanacağını bilemeyiz. Sen, sonsuz kudretin ve ilminle yüreğimizdekileri bilişinle, rızan ile başladığımız her işi hayırla bitirmeyi nasip eyle! Ve son nefeste sana, en güzel kelimenle ve de isimlerini ana ana kavuşmayı nasip eyle! Âmîn.
 
Üst Alt