Esmau'l-Hüsna anlamları ve açıklamaları, En güzel isimler Allah'ındır.

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Cenabı Allah insanı yarattıktan sonra, onların kendisini tanıması için Peygamber yani elçiler gönderdi, sonrasında bu kutlu kişiler Rab olan Allah'ın isimlerini insanlara öğretmeye başladılar, bize bilmemiz gerektiği kadarını veren Allah'a hamd olsun.

Esmaül Hüsna ve Anlamları

Adil العدل Herkese hakkını veren,

Afüv العفو Günahları affedip sâhibini cezâlandırmaktan vazgeçen

Âhir الآخر Varlığının sonu olmadığını belirtir ve insanlara vadettiği sonsuz hayâtı veren

Alîm العليم Bilgisi sonsuz olan, herşeyin farkında olup en ince noktasına kadar bilen

Aliyy العلي Yüksek, büyük ve yüce, güçte, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün yetkin sıfatlarında üstün olan

Allah الله Kendisinden başka ilah olmayan "O" ilah. El-İlah'dan türemiştir.Diğer isimleri kapsar.

Azîm العظيم Çok yüce ve sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlüğün tek sâhibi, pek azametli olan, yüce.

Azîz العزيز İzzet sâhibi, mağlup edilmesi imkânsız olan, her şeye galip olan.

Bâis الباعث Ölüleri dirilten, her canlıyı ölümünün ardından yeniden dirilten.

Bâkî الباقي Süreklilik sâhibi, sonsuza kadar kalan, sonsuz.

Bâri' البارئ Yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratan, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getiren, âzâ ve cihazını birbirine uygun yaratan.

Basîr البصير Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yarattıklarına da görme duyusunu veren.

Bâsit الباسط Her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan, dilediğine bolluk veren.

Bâtın الباطن Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir.

Bedî البديع Emsalsiz, acâyip ve hayret verici âlemler yaratan.

Berr البَرّ İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma

Câmi الجامع İstediğini istediği şekilde, istediği zaman, istediği yerde toplayan.

Cebbâr الجبّار Azamet ve kudret sâhibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan.

Celîl الجليل Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır.Güzeller güzeli.

Dâr الضار Zarar verici şeyler yaratan

Evvel الأوّل Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayan

Fettâh الفتّاح Kulların her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran

Gaffâr الغفّار Kullarının günâhlarını tekrar tekrar affeden ve çok bağışlayan yüce varlık

Gafûr الغفور Mağfiret eden, suçları bağışlayan, affeden.

Ganî الغني Çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan.

Habîr الخبير Her şeyden haberdâr olan, herşeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle bilen

Hâdî الهادي Hidâyete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan.

Hâfıd الخافض Allah'ın emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları; rezil, perişan eden.

Hafîz الحفيظ Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, herşeyi belli vaktinde âfet ve belâlardan koruyan.

Hakem الحكم Hikmet sâhibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden.

Hakîm الحكيم Herşeyi inceliğiyle bilip buna göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olan

Hakk الحقّ Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olan.

Hâlik الخالق Yaratıcı olan

Halîm الحليم Acele etmeyen, günahkârların cezâsını vermeye güç yetirdiği onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakan, hilmi çok olan

Hamîd الحميد Çok övülen, övgüye en çok layık olan.

Hasîb الحسيب Herkesin yaptıklarını tâkdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesâba çekerek yaptığının karşılığını veren

Hayy الحيّ Ezelî ve ebedî diri olan, uyuklama, yorulma gibi noksanlıklardan uzak olan.

Kābid القابض Herşeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, herşeyi emri altına alıp tutan

Kādir القادر Kudret sâhibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olan

Kahhâr القهّار haddi aşanları çok şiddetli kahreden.

Kaviyy القويّ Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sâhibi olan

Kayyûm القيّوم Yarattıklarının işini çeviren, her işleneni bilen, evveli olmayan.

Kebîr الكبير çok büyük

Kerîm الكريم Cömert, kerem sâhibi; muktedirken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getiren, çok ikrâm edici

Kuddûs القدّوس Her türlü hatâ, gaflet ve âcizlikten, eksiklikten uzak, mutlak kemâl sâhibi

Latîf اللطيف En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nûfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan

Mâcid الماجد Ulu ve cömert, şânı yüce anlamlarını taşımaktadır. Kadri ve şânı büyük, kerem ve müsamahası bol.

Mâlik-ül Mülk مالك الملك Mülkün ebedî ezelî sâhibi.

Mâni المانع Bâzı şeylerin meydana gelmesine müsâde etmeyen, engelleyen.

Mecîd المجيد Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73). Şanı, şerefi çok üstün olan.

Melik الملك Mülkün sâhibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.

Metîn المتين Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş zor gelmeyen, pek güçlü demektir.

Mu'ahhir المؤخّر Herşeyden sonra yine var olan; O'na uymayanları zelîl edip arkada bırakan, istediğini geri koyan

Mucîb المجيب O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir, teklifleri bilen

Muğnî المغني Dilediğine zenginlik veren, ihtiyaçlarını gideren, zengin kılan.

Muhsin المحسن Çokça veren, sonsuz düşünülse bile herşeyin sayısını her yönüyle bilen

Muhyî المحيي Dirilten, canlandıran ve hayat veren

Muîd المعيد Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan

Muiz المعز İzzet ve ikrâm edici, şeref sâhibi

Mukaddim المقدّم Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddî ve manevî nimetler verip yükselten, öne geçiren

Mukît المقيت Rızıkları yaratan, bilen, tâyin eden, her yaratılmışın rızkını veren.

Muksit المقسط Bütün işlerini dengeli yapan

Muktedir المقتدر Gücü herşeye yeten, herşeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden

Musavvir المصور Yaratmış olduğu varlıkların şekillendiren ve durumlarını tâkdir eden

Mübdî' المبدىء Hiç yoktan ortaya koyan, vâreden, yaratan

Müheymin المهيْمن Allah'ın görüp gözeten, herşeye şâhit olan, herşeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan

Mü'min المؤمن Îmân ve güven veren, her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran

Mümît المميت Öldüren, ölümü her canlıya tâkdir edip bunu uygulayan

Müntakim المنتقم İntikâm alan

Müteâli المتعالِ Yüksek ve yüce varlık

Mütekebbir المتكبّر Her hususta çok büyük ve azamet sâhibi ulu yaratıcı

Müzil المذل Yüce Allah'ın lâyık olanları zillete düşüren, zelîl kılan, onları hor ve hakîr eden

Nâfi النافع Hayr ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.

Nûr النور Âlemleri nurlandıran, dilediğini nûr eden, nûr, ışık olan.

Râfi الرافع Kaldıran, yükselten ve yüksek olan

Rahîm الرحيم Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere (âhirette) merhamet eden.

Rahmân الرحمن ALLAH'ın zati ismi.Pek merhametli, şefkati ve nimeti her şeyi kuşatan.

Rakîb الرقيب Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alan

Ra'ûf الرؤوف Çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayan

Reşîd الرشيد Bütün âlemleri dosdoğru bir nizam ve hikmetle âkıbetine ulaştıran

Rezzâk الرزّاق Bütün yaratıkların rızıklarını veren

Sabûr الصبور Çok sabırlı olan, isyankârlardan acele intikam almayan

Samed الصمد Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm canlıların ihtiyaçlarını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulan

Şehîd الشهيد Herşeye şâhit olan, herşeyi hakkıyla gören, bilen ve muâmelesini de buna göre yapan

Şekûr الشكور Çok şükre lâyık olan, kendi rızâsı için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muâmelesi yapan

Selām السلام Her türlü eminliğin, salimliğin aslı olan,güvenlik verren. Selam, İslam sözcüğüyle aynı semantik kökten türer.

Semî السميع İşiten, işitme kuvvetine sâhip olan ve işitme gücünü veren

Tevvâb التوّاب Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı veren

Vâcid الواجد Vârolan ve herşeyi vâreden, icâd eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratan

Vâhid الواحد Tek, bir olan; kendisinden başka tanrı olmayan

Vâlî الوالي Yardım eden, destek veren, işleri düzenleyen, yöneten

Vâris الوارث Bütün servetlerin gerçek sâhibi

Vâsi الواسع Bağışlaması bol ve rahmeti çok olan

Vedûd الودود Çok şefkatli, muhabbetli, sâlih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olan

Vehhâb الوهّاب karşılıksız veren

Vekîl الوكيل Hayâtını Allah'a tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım eden

Velî الولي Dost, emir sâhibi ve iyi insanların, yâni müminlerin dostu (velîsi) olup onlara yardım ederek işlerini yöneten

Zâhir الظاهر Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı herşeyden âşikâr olan

Zülcelâl-i vel-İkrâm ذو الجلال والإكرام Hem azamet, hem de fazl-u kerem sâhibi.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ESMAUumlL-HUumlSNAK1310rm1310z1310i_zps2177a505.jpg
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El - ADL cc

EL - ADL cc
el-Adl, çok adil olan, asla zulmetmeyen, kullarına da âdil olmayı, adaletle davranmayı emreden demektir.
He is very just, never persecutes, he orders his slaves to be just and to act with justice.

1EL-ADLcc_zps8fa5581b.jpg





Âl-i İmrân sûresi (3), 18: "Allah gerçekten kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de, O'ndan başka ilâh olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakîm olan Allah'tan başka ilâh yoktur!"

Şu fani dünyada, biz insanlar adaleti, bir "terazi" ile simgelemişizdir dostlar! Terazi, "dengeyi" anlatır. İki kefesine konulan şeylerin dengede olması, doğruyu, hakkı, adaleti getirir toplumlara, insan ilişkilerindeki bozulmaları düzeltir.

Allah (cc), insanı, tek başına yaşasın diye yaratmamış, onu, bir toplum içinde, insanlarla ilişkiler kuracak kabiliyetlerle donatmış ve "ümmet olma" bilinciyle yaşayan bir "İslâm toplumu" kursunlar istemiştir.

İslâm'da dağlara çekilip, yalnız yaşama, yani "inziva" yoktur dostlar! Son nefesine dek koşuşturması ve insanlara yardımcı olması beklenir mü'minlerden.

Dolayısıyla, insan ilişkileri çok mühim hale gelir inancımızda. Müslüman kişi, "fert" bazında eğitilirken, güçlü, imanlı, birbirlerine sevgi ve saygı duyan, aralarında adaletle hükmeden, haksızlığın, zulmün olmadığı bir toplum hedeflenir dostlarım.

Allah Âdil'dir.

"... Şüphesiz Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." (Mâide Sûresi (5), 42.)

Gidişin, vaat olunan güne doğru olduğu ve o gün herkesin hesaba çekileceğini anlatır Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde:

Enbiyâ sûresi (21), 47: "Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.) Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz."

Zilzâl sûresi (99), 7, 8: "O gün kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür."


Bu geçici dünya, imtihan dünyasıdır! İnsanoğlunun gücü her şeyi bu dünyada çözümlemeye yetmez! Olaylar karşısında adil olup "hakkı" teslim edemez! Nice dalâlet ehli, ceza almadan, nice hidayet ehli de mükâfatını görmeden göçer bu dünyadan!

Ama dostlar... Zerreden kürreye dek her şeyde saltanatını, hikmet, intizam ve ölçüyle gösteren Allah, kendi himayesine sığınan, iman eden ve diğer kullarına adaletle davranan imanlı kullarına iltifat ederek, rahmet ederek, yaptıkları hiçbir ameli boşa götürmeyerek adaletle davranır.

İnşikâk sûresi (84), 6-9: "Ey insan! Şüphe yok ki sen, Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin, sonunda O'na varacaksın. Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir!"

Adalet, Allah (cc)'ın sıfatlarından olup kullarından da adil olmalarını, zulmetmemelerini ister Yaradan.

Nisâ sûresi (4), 135: "Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Nahl sûresi (16), 90: "Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir."

Nisâ sûresi (4), 58: "Şüphe yok ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir."


"İlâhî adâleti" tam olarak anlayabilmek için, O'nun adâletine sığınabilmek ve güvenmek için, O'nun hikmet dolu fiilleri ile yaratıp, yönettiği evreni tanıma ve o muhteşem dengeyi, yaradılıştaki nizamı çok iyi anlamak lâzımdır dostlar! Bunu gören, "sonucu" sadece Allah'tan bekler!

Biz insanlar için bu dünyanın yüzü ebedî bir âleme bakmaktadır. Bu dünya, o ebedî dünyanın tarlası hükmündedir! İnsan, kabiliyetleri nispetinde bu tarlayı ekiyor, özleri dünya toprağı altında kalıyor ama, sümbüller ahirette devşiriliyor! Bize düşen, sadece "kulluk" dostlar! Yani dünya toprağını ekmek! Sonuç, Yüce Yaradanın muhteşem huzurunda alınacak!

el-Adl'dir O! Zerreyi dahi boşa götürmeyendir O! Bu ismin tecellileriyle yaşamak istiyorsak, insan ilişkilerimizde "âdil" olmalıyız dostlar!

Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi, başkalarına yapmamalıyız! Çevremizdeki ilk daireye; eşimize, yavrularımıza adil davranmalı, aile içi olayları, adaletle halletmeliyiz!

Adalet, doğruluk getirir. Öyle "doğru" olmalıyız ki yanımıza yaklaşan herkes "güven" duymalı, "huzur" duymalı varlığımızdan.

Tartın kendinizi "vicdan" terazinizde dostlarım.

"Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz!" (Tirmizî, Kıyâmet, 26. Hadis no: 2461.) O "müthiş terazi"ye, kıyamet günü kurulacak o dehşetli "mizan"a ne kadar hazırsınız?

"Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır! Allah'ın vaadi gerçektir. İman edip Salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için, yaşamayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur! İnkâr edenler için ise küfürlerinden dolayı onlar için kaynar sudan acı bir (içecek) azap vardır." (Yûnus Sûresi (10), 4.)
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El -AFUVV cc

EL - AFUVV cc
el-Afüvv, kullarının günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak bir şekilde affeden, amel defterlerinden günahları silen, hatırlayıp da mahcup olmasınlar diye de kuluna o günahı unutturan demektir.



2EL-AFUVVcc_zps3878179e.jpg


el-Afüvv, kullarının günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak bir şekilde affeden, amel defterlerinden günahları silen, hatırlayıp da mahcup olmasınlar diye de kuluna o günahı unutturan demektir.

Sizi, bir dost ile tanıştıracağım bugün! Ben, size sadece O'nun özelliklerini anlatacağım. Dilimin döndüğü kadar, yüreğimin güç yetirebildiği kadar anlatacağım O'nu...

Her şeyden önce O'nu, Habibinden, İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa'dan (s.a.s.) dinleyelim:

Enes (ra): "Ben, Resûlüllah'ı (sav) şöyle söylerken işittim: 'Allah-ü Teâlâ (cc) şöyle buyuruyor: 'Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve mağfiret umduğun müddetçe senden sudur eden günahının üzerini mağfiretimle örterim, hiç aldırış etmem. Ey Âdemoğlu! Şayet senin günahın bulutlara ulaşacak olsa, sonra bana istiğfar etsen, seni yarlığarım. İsyanının çokluğuna aldırış etmem. Ey Âdemoğlu! Sen bana yer dolusu hatalar getirip sonra bana bir şeyi eş tutmadan kavuşacak olursan, ben de sana yer dolusu mağfiret ederim." (Tirmizî, Deavât, 106; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 172.) buyurdu.

Ebû Hüreyre (ra)'dan rivâyetle Resûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

"Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir..." (Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikr, 2, (2675); Tirmizî, Deavât, 142, (3598).

Ebû Musa (ra)'dan rivâyetle, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular;

"Azîz ve Celîl Olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için gece boyunca rahmet kapısını açık tutar, gece günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için de gündüz boyunca rahmet kapsını açık tutar, bu güneş batıdan doğuncaya kadar böylece devam eder." (Müslim, Tevbe, 31.)

İbn-i Ömer radıyallahu anhumâ "Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim" demiştir: "Mü'min kıyamet günü Rabbinin lütuf ve keremine o kadar yakın olur ki, Allah onu halktan gizler ve günahlarını itiraf ettirir:

-Şu günahını biliyor musun, şu günahını biliyor musun? der. Mü'min:

-Biliyorum yâ Rab, der. Cenâb-ı Hak da

-"Ben bu günah(ların)ı dünyada örtmüş gizlemiştim, bugün de bağışlıyorum" buyurur. Bunun üzerine o kimseye iyiliklerinin kaydedildiği defter verilir. (Buhârî, Mezâlim, 2, Tefsîru sûre (11), 4, Edeb, 60, Tevhîd, 36; Müslim, Tevbe, 52; İbni Mâce, Mukaddime, 13.)

Ebû Hüreyre (ra)'dan rivâyetle Resûllallah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Kulun secdedeki anı, Rabbine en yakın olduğu andır; onun için (secdede) duayı çoğaltın" (Müslim, Salât, 215; Ebû Dâvûd, Salât, 152.)

Ebû Hüreyre (r.a)'dan rivâyetle, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular:

"Bir kimse güzelce abdest alarak cuma namazına gelir, hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha günahları bağışlanır. Kim hutbe okunurken çakıl taşlarıyla oynarsa, boş ve manasız bir iş yapmış olur." (Müslim, Cum'a, 27.)

Yine, Ebû Hüreyre (r.a)'dan rivayetle, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular:

"Cuma gününde bir zaman vardır ki, şayet bir Müslüman namaz kılarken o vakte rastlar da Allah'tan bir şey isterse, Allah ona dileğini mutlaka verir." Resûl-i Ekrem o zamanın pek kısa olduğunu eliyle gösterdi. (Buhârî, Cum'a, 36.)

Ebû Hüreyre (r.a)'den rivayetle Nebi (s.a.s.) şöyle buyurdular: "Faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî, Îmân, 25, Salâtü't-Terâvîh, 2; Müslim, Müsâfirîn, 175; Ebû Dâvûd, Ramazan, 1.)

Hz. Ebû Hüreyre (ra)'dan rivayet edilen bir hadîs-i şerifte, Rabbimizin her gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına nüzul edip "Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim; yok mu benden isteyen, ona vereyim; yok mu benden bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım" buyurduğu ifade olunmaktadır (Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 169.)

Yine, Ebû Hüreyre (ra)'den rivâyetle, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdular:

"Kim inanarak ve alacağı sevabı Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî, Îmân, 28, Savm, 6; Müslim, Sıyâm, 203; Ebû Dâvûd, Ramazan, 1.)

Hadis deryası Ebû Hüreyre (ra)'dan rivâyetle Resûlullah (sav) şöyle buyurdular:

"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara keffârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir." (Buhârî, Umre, 1; Müslim Hacc, 437; Tirmizî, Hacc, 88; Nesâî, Hac, 3.)

Ve Muhammed Mustafa (s.a.s.) buyurdular: "Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder.

Allah doksan dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet edecektir." (Müslim, Tevbe, 19; Buhârî, Edeb, 19; Tirmizî, Deavât107; İbn Mâce, Zühd, 35.)

Sizlere bir "Dost"u anlatıyorum bugün...

O'nun kelâmını açtım, o Muhteşem Kitapta, O Yüce Dost kendini anlatıyordu biz kullarına. O'nu dinledim, bütün yüreğimle:

Nisâ sûresi (4), 149: "Bir hayrı açıklar yahut gizlerseniz yahut da bir kötülüğü bağışlarsanız, biliniz ki, Allah da çok bağışlayıcıdır, her şeye hakkıyla kâdirdir."

Şûrâ sûresi (42), 25: "Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve sizin yaptıklarınızı bilen O'dur."

Şûrâ sûresi (42), 30: "Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder."

Zümer sûresi (39), 53: "De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Bakara sûresi (2), 186: "Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler."

İşte Dost, canlar! İşte gerçek Dost!

Dost, istediğin an, en müşkil anında yanında olan, derdini anlattığın an, seni dinleyen, sorduğunda, hatta sormadan sana yol gösteren, seni sevgisiyle sarmalayan ve seni bir an bile yalnız bırakmayandır, canlar!

Dost, kusurlarını bağışlayan, seni rahmetle kucaklayan, seni her an gören, gözeten, her türlü kötülükten koruyan, sana kuvvet veren ve en zor anlarda elinden tutandır.

Dost sevgisini kaybetmekten korktuğun, O'nun sevgisini kaybetmektense, dünya ve içindeki her şeyden vazgeçebileceğin Yüceler Yücesinin adı değil midir canlar?

İşte dost, işte gerçek dost! Tek kapı!

O'nu aradınız mı hiç?

O'nu bulabilmek için hiç yandınız mı dostlar? Ellerinizi O'nun kudret eline uzattınız mı hiç?

Onunla buluşmak için, seccadenizi serip, "Allahu ekber" diyerek, dünyayı arkaya atıp, "O Dost"un huzurunda olmanın tarifsiz heyecanı ve keyfiyle başınızı, secdelere koydunuz mu hiç?

Lütfen yüreğinizi katın yaşamanıza. Bu takdirde dünyayı bambaşka bir gözle seyredecek ve hayatı inanılmaz derecede seveceksiniz!

Ey Afüvv olan, bağışlaması bol olan Rabbim!

Gecelerin huzur dolu bağrında, kulunun kalkıp dua etmesini bekleyen, af dilerse de affeden, haftanın her Cumasını af ve mağfiret günü olarak ilân eden, senenin pek çok günlerinde kullarına mağfiretini sağanak sağanak yağdıran, Arefe günü, kullarını anasından doğmuşa döndüren, tövbe kapılarını ölüm anına dek ardına kadar açık tutan, kuluna ümit kapılarını asla kapatmayan ve "Rahmetim gazabımı geçmiştir" (Buhârî, Tevhîd, 22, 28; Müslim, Tevbe, 15.) buyuran Rabbim!

Afüvv ismine sığınabilmek için bizlere affedici olmayı nasip eyle!

Ey Rabbim! A'râf sûresi (7)'nde (199): "Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." buyuruyorsun. Bizlere, hoşgörülü olmayı, birbirimizin kusurlarını bağışlamayı nasip eyle.

Âl-i İmrân sûresi (3)'nde (134): "Onlar (o takvâ sahipleri), bollukta ve darlıkta infak edenler (Allah için harcayanlar), öfkelerini yutanlar, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever." buyuran Rabbim!
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
El - AHİR cc

EL - AHİR cc

el-Âhir; varlığının sonu olmayan, tüm varlıkların hayatı son bulsa da varlığı daimi olan, demektir.
There isn't any end of his existence, even if the life of all the creations is ended, His existence will continue.



3EL-AHiRcc_zps02bb56dc.jpg


Kâinatı seyreden insan, kusursuz bir planla tasarlanmış uzayın, her biri, kendisi için özel planlanmış yörüngelerde dönen gezegenlerin, eksen eğimi 1 derece farklı olsa, her şeyi yakıp kavuracak bir güneşin etrafında dönen dünyanın ve yıldızların, hep yaratılmış olduğunu, her birinin bir ömrü olduğunu, yani, her yaratılanın muhteşem bir kudretin emir eri olduğunu görür, dostlar.
Tüm mevcudata bir ömür biçilmiş, hepsinin evveli ve ahiri hesaplanmıştır. Bugünün ilmi, bütün gezegenlerin, ayın, güneşin ve dahi dünyanın yaşını hesap edebilmekte; böylece bu asrın insanına yardımcı olmaktadır.
Yaradılmış her şey fanidir, sonludur.

Ama onları yaradan yüce kudret için zaman sınırlaması söz konusu değildir. O, her şeyden önce vardır; El-Evvel'dir. Her şey sonlanınca da kalacak olan O'dur; el-Âhir'dir.
"İlk" ve "son" kavramları, zaman gerçeğini baştanbaşa kuşatır dostlarım.

Rahmân sûresi (55), 26, 27: "Yer üzerinde bulunan her şey fânidir. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) bâkî kalacaktır."

O, varlığının başlangıcı olmaması açısından "Evvel"dir; varlığının sonu olmaması açısından "Âhir"dir. Kalplerden geçeni, daha başından bilmesi açısından "Evvel", dilediği takdirde kalbindekini amele döken kullarının, varsa hatalarını sonuna kadar örtüp, bağışlaması ile "Âhir"dir. O, Ol emriyle yaratmayı başlatmasıyla "Evvel"; yol göstericiliği ve "öl" emriyle hayatı sonlandırmasıyla Âhir'dir.
Hadîd sûresi (57), 6: "Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü gecenin içine sokar. O, göğüslerin özünü bilir."

Kâinatın gördüğü en mükemmel insan, kâinatı yaratan Yüce Allah'ın Habibi; Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)'dir, dostlar.

"Yâ Muhammed! Sen olmasan Cennet'i yaratmazdım, sen olmasan Cehennem'i yaratmazdım, sen olmasan dünyayı yaratmazdım!" (Usûl-i Hadîs ve Mevzûât-ı Aliyyü'l-Kârî Tercemesi, Ahmed Serdaroğlu, shf. 99.) ilâhî hitabının muhatabı olan İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa'nın (s.a.s.) nurunu önceden yaratan O'dur!
Vücutça sonda gelse de, peygamberlerin manen en evveli, Sevgili Peygamberimizdir (s.a.s.) Ve "el-Âhir" olan Allah'ın âhir zaman Peygamberi de O'dur! Allah'ın nurunu ilk yarattığı ve Hz. Adem'e arşta seyrettirdiği ismin sahibi O'dur!

Allah'ın bütün zamanı ve mekânı kuşatmak üzere gönderdiği peygamber O'dur.

Biz, âhir zaman ümmetinin peygamberi O'dur.

Allah, el-Evvel'dir; el-Âhir'dir dostlarım.

"Evvel" ismine baharı şahit kılıp, her baharda yerküreyi binbir renk ve koku cümbüşüyle raksa kaldıran, "Âhir" ismine, kışı şahit kılıp, kullarına ölümü ve ahireti hatırlatan O'dur!
Kuluna, âhir ama ebedî olan hayatı için dünya hayatını evvel kılan ve orada ebedî hayat için hazırlık yapmasını isteyen O'dur!

Kıyâme sûresi (75), 13: "O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir."

Necm sûresi (53), 25: "Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah'ındır."
Hacc sûresi (22), 76: "O (Allah), onların geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür."

Tüm hesaplarımızı, O'nun rızasını kazanabilmek için yapmalı, bütün işlerimizin hesabını O'na vereceğimizin idrakiyle yaşamalıyız dostlar.

Allah'ım, evvelimizi, âhirimize basamak eyle! Evvelimizi de âhirimizi de hayırlı eyle. Evvelimizde seni bulmayı; âhirimizde seninle olmayı müyesser eyle!

Aciziz, takatimizin tükendiği yerde, evvelimizi de âhirimizi de bağışla!

Enbiyâ sûresi (21)'nde (35): "Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer ile de hayır ile de deniyoruz. Hepiniz de sonunda Bize döndürüleceksiniz." buyuruyorsun, Rabbim!

Ey, varlığının başlangıcı ve de sonu olmayan Allah'ım! Ey, el-Evvel ve el-Âhir olan yaradanım! Bu sonlu, fâni ve aciz kulun, isimlerinin enginliğinde sana sığınıyor ve sadece senin kapının tokmağını çalarak, senden talepte bulunuyor:
Ahiretime yürürken, bu sonlu ömrümü, ebediyen Sen'li eyle!

Ellerim, dergâh-ı ilâhine uzanmış, benden, mağfiretini esirgeme. Beni bağışla! Ömrümün geri kalan kısmını, geçen zamanımdan daha kıymetli ve daha bereketli kıl. Son günümü en güzel günüm, son amelimi en makbul amelim eyle! Âmin.
el-Evvel ve el-Âhir isimleri, zaman gerçeğini baştan başa kuşatırken; el-Bâtın ve ez-Zâhir isimleri mekân gerçeğini bütün boyutlarıyla kuşatır dostlar.

Allah (cc), ez-Zâhir'dir. Varlığı, delillerle aşikâr olandır. Allah (cc), el-Bâtın'dır, mahiyeti gizlidir.

Şimdi gözlerinizi, idrakinizi ve yüreğinizi bir ağaca, yemyeşil, meyveler yüklü bir ağaca çevirin dostlarım ve Yüce Allah'ın isimlerinin tecellilerini bu ağaçta seyredin:
Hz. Allah, el-Evvel ismi ile o ağacın bütün programını bir minicik çekirdekte toplamış; ağacın cinsini, yapraklarını şeklini, meyvesinin tadını, kokusunu,
biçimini, ağacın ömrünü, dallarının sayısını, kalınlığını ve diğer tüm bilgileri, küçücük bir çekirdeğe yüklemiş ve âdeta çekirdeğe bir hafıza vermiştir.

el-Âhir isminin tecellisi ile her ağacın meyvesi hayat bulur dostlar. Siz, o meyveyi elinize alıp, meyvenin tadını kokusunu ve faydalarını düşünerek, o ağacı tarif edebilirsiniz.
Rabbim! Ahirimizi hayr eyle. Amin.
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
EL - ALİM cc

EL - ALİM cc

el-Alîm, ismi şerifinin sözlük anlamı, her şeyi bilen, hakkıyla bilendir. Allah-ü Teâlâ'ya nisbet edildiğinde, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak şeyleri; küçük-büyük, gizli-âşikâr, her şeyi ve her hadiseyi bilen demektir.
The dictionary meaning of the glorious name of Allah; el-Alim means knowing everything, knowing thoroughly. In comparison to Allah -ü Teala without considering the time and place , Allah knows everything and every event, little-great, hidden - obvious which happened, which is happening and which will happen.


4EL-ALiMcc_zps705ebb61.jpg



Bakara sûresi (2), 30-33: "Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A! Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız Bana şunları isimleriyle haber verin." dedi. Dediler ki: "Yücesin Sen (ya Rab!). Bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen bilensin, hakîmsin."

(Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, Ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim? dedi."

Bu muhteşem ifadelerle Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan, Hz. Âdem'in ve onun örneğinde "insan"ın "yaratılış senaryosu"dur dostlar! Ve Yüce Allah'ın, "Bir halife yaratan" ve yeryüzünü halifesi için donatanın o benzersiz ilminin, bizim beynimizin algılama ve kavrama sınırları dışında kalan, maddî ve manevî âlemleri kuşatan, ezelden ebede uzanan nâmütenâhî boyutlarıdır, bu muhteşem âyetler!
Bakara sûresi (2), 115: "Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. Şüphe yok ki, Allah'ın rahmeti geniştir, O, her şeyi bilendir."
İnsan olarak, beynimizi ve beynin tüm kapasitesi ile neleri bilebildiğimizi düşünün dostlar! İnsan, doğduğu andan itibaren "kavramaya", "öğrenmeye" başlar. Bu Alîm olan yüce Allah'ın bir lütfudur. "Yaşamak" için kulun, yaşadığı ortamı bilmesi gerekir.
İnsanlar, yaşları ve tahsil düzeyleri ilerledikçe, yani öğrendiklerinin sınırları genişledikçe, ilmin "sonsuzluğunu" görerek, öğrenebildiklerinin, öğrenebileceklerinin yanında, bir hiç olduğunu kavrarlar.
Gül Nebi Muhammed Mustafa (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Ben, sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en ileri takvâ sahibi olanınızım..." (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5, (1401); Nesâî, Nikâh, 4.)
Fâtır sûresi (35), 28: "Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler korkar. Şüphe yok ki Allah Azîz (çok güçlü ve gâlip)dir, Ğafûr (çok bağışlayıcı) olandır."
Vücudumuzda bile henüz 21. yüzyıl ilminin çözemediği binlerce "sır" varken, etrafımızı saran atmosferi, üzerinde yaşadığımız dünyayı tefekkür ederek dünyevî mâsivâyı aştığımız zaman, ilim bineği "bilmek" fiilinin en muhteşem getirisini yaşar ve Yüceler Yücesinin; Ezel ve Ebed Sultanı bir Alîm'in kapısı önünde durur, secdelere kapanarak,
"Varsın, Allah'ım Varsın!
Birsin, Allah'ım Birsin!
Ol, deyince olduran,
Sen her şeyi bilensin!" deriz, ancak dostlar!

Talâk sûresi (65), 12: "Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz."

Sebe' sûresi (34), 2: "Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyorsa (Allah) hepsini bilir. O çok merhamet edicidir. Çok bağışlayıcıdır."

En'âm sûresi (6), 13: "Gecede, gündüzde barınan her şey O'nundur. O, her şeyi işitendir, her şeyi bilendir."

O'nun bilmesine "karanlık geceler" örtü değildir dostlar! O, aydınlıkta da gören ve bilendir, karanlıklarda da olup biteni gören ve bilendir!

En'âm sûresi (6), 96: "Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur. Geceyi, dinlenmek için; güneşi, ay'ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye gâlip gelen ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir."

Yâ-Sîn sûresi (36), 38: "Güneş de kendisine ait yörüngede akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdîridir."

Sen, Alîm olansın, her şeyi hakkıyla bilensin Rabbim!

Kâinatın, görünür ve her biri muhteşem bir nîzamın eseri olan varlığı, senin sonsuz ilminin, kudretinin elinde iken, Sen, bu "acîz" kulunun gönlündekileri de bilensin; aklından geçirdiklerini, beyninin en ücra köşelerinde tüm insanlardan sakladıklarını da...

Fâtır sûresi'nde (35), (38): "Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette O, sinelerin içinde olanları da bilir." buyuran Rabbim, Sen, sinelerin özünü bilensin!

Kulun mutluluğu için sadece bu âyet yeter Rabbim!

Âlemlerin Rabbi, Enbiyâ sûresi'nde (21), 4. âyetinde şöyle buyuruyor: "Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde (söylenen) her sözü bilir. O, her şeyi işitendir, her şeyi bilendir" dedi." Yetmez mi?

Secde sûresi (32), 6: "İşte görüleni de görülmeyeni de bilen, her şeye gücü yeten, çok merhametli olan O'dur."

En'âm sûresi (6), 3: "O, göklerde de, yerde de (tek ma'bûd) Allah'tır. Sizin gizlinizi, açığınızı ve ne kazanacağınızı da bilir."

En'âm sûresi (6), 59, 60: "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın. Sizi geceleyin ölü (gibi) yapan, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra sizi (Kendisi tarafından) takdir edilmiş olan bir ecel tamamlanması için geri döndüren (uyandıran) O'dur.

Sonunda da dönüşünüz ancak O'nadır. Sonra bütün yaptıklarınızı size O haber verecektir."

Kulunun geçmişini de geleceğini de bilendir O! Ve, kulunu, bilişiyle sarmalayandır O!

O, adeta, "Bana güven kulum, geçmişinden hüzünlenme. Af ve bağışlamam ile kucaklıyorum seni, gelecekten de endişe etme, koruyuculuğum ile sarmalıyorum seni! Sen, bana inan, bana sarıl" der kuluna!

"Doğacak ve ölecek"ler onun ilmindedir!

"Ömür süresi" hiç kimsenin bilgisinde değil, sadece O'nun ilminde ve elinde olup, "ol" emrinden "öl" emrine kadar kulunu yürütendir O! Bu süreyi, kimse, ne bir dakika öne, ne bir dakika sonraya alamaz dostlar!

Ra'd sûresi (13), 8: "Her dişinin neye gebe olduğunu Allah bilir. Ve rahimler ne eksiltir, ne arttırır, onu da bilir. O'nun katında her şeyin bir ölçüsü vardır."

Nahl sûresi (16), 70: "Allah, sizi yarattı, sonra da sizi öldürecektir. İçinizden kimi de, biraz bilgiden sonra eşyayı önceki bildiği gibi bilmesin diye ömrün en kötü çağına kadar yaşatılır. Şüphesiz ki Allah çok bilgili ve büyük kudret sahibidir."

İnsan, çok kompleks bir yapıda yaratılmıştır dostlar. İç âlemi ile her "âdem"; bir "âlem"dir!

İnsan, çevresindeki herkesten, en yakınından bile her şeyi gizleyebilir; insanlardan, aklından geçenleri, gönlündeki hazineleri saklayabilir, karşısındakine hiç hissettirmeden, aklındakinden çok farklı şeyler söyleyebilir.

İnsanoğlu, her şeyi, herkesten gizleyebilir ama onu yaratan, o muhteşem, beden fabrikasını inşa eden, o beyin ve kalbin gerçek sahibinden hiçbir şey gizleyemez.

Zira O, "sinelerin özünü bilendir"!

İnsanlara yapılacak "iyilik" de "kötülük" de O'ndan gizli kalmaz! Zira O, "her şeyi bilen"dir dostlar!

Mü'min sûresi (40), 19: "Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de."

Hûd sûresi (11), 5: "Dikkat edin! Görmüyor musunuz, onlar düşmanlıklarını gizlemek için göğüslerini çeviriyorlar. İyi bilin ki, onlar örtülerine bürünürlerken, neyi gizleyip, neyi açığa vurduklarını Allah biliyor. Çünkü O, göğüslerin özünü bilendir."

Kulunu yaratan, ona dünyayı alış-veriş pazarı eyleyen Allah, yaşamak için gerekli "rızkı" da yaratmış ve daha kulu dünyaya gelmeden, rızkını da "takdir" etmiştir dostlar.

Şûrâ sûresi (42), 11, 12: "O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O sizin için kendi nefsinizden eşler ve hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işiten ve görendir. Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilendir."

Verdiği rızktan, ihtiyaç içindeki kullarına da verilmesini isteyen, "verişleri" bire on, bire yüz, bire bin ile mükâfatlandırırken, kulunun ezelden, "neyi", "nereye", "ne kadar" harcayacağını da bilendir O!

Bakara sûresi (2), 268: "Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin şeyi (cimriliği) telkin eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah lûtfu geniş olandır, her şeyi bilendir."

Biz insanlar için "zaman", en büyük "sır örtüsü"dür dostlar! Ancak, yaşadığımız ve bitirip arkaya dönüp bakarak kavrayabildiğimiz bir zaman dilimini görebiliriz. Ve ancak, yaşadıkça, o zaman diliminde olanları bilebiliriz!

Ama kâinatı yoktan var eden Sultan, "zaman"a da hükmeder! Ezelden ebede kadar olacaklar, ancak O'nun ilmindedir.

Lokmân sûresi (31), 34: "Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, saîd veya şakî olacağını, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır."

Ve dostlar, Yüce Allah (cc), Sebe sûresinin (34), 39'uncu âyetinde şöyle buyurur: "De ki: Rabbim kullarından dilediğine rızkı genişletir."

Tâ-Hâ sûresi (20), 114: "Hak olan, gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur'ân sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce (unutma korkusu ile) Kur'ân'ı okumada acele etme; 'Rabbim! ilmimi artır' de."

Allah (cc), Peygamber Efendimize (s.a.v.) ilim dışında herhangi bir şeyin artırılması için dua etmesini emretmemiştir. Zira ilim bitmez tükenmez bir hazinedir; "hak" ile "bâtıl"ı birbirinden ayırmanın tek yoludur. İnsanın ilmi arttıkça, tevazuu da artar!

Hz. Ali (k.v.), yakın dostlarından Kûfeli Kümeyl bin Ziyâd'a şöyle demiştir: "Kümeyl, ilim maldan hayırlıdır. Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal mahkûmdur. Mal harcanmakla eksilir, ilim sarfiyatla artar." (Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayâtü's-Sahâbe, III, 159.)

Zümer sûresi (39), 9: "Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar."

Doğru bilgi ve ilim, insanı "şirk"ten arındırır dostlarım ve Allah'a gerçek manada kul olmaya yöneltir.

Fâtır sûresi (35), 28: "Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler korkar. Şüphe yok ki Allah Azîz (çok güçlü ve gâlip)dir, Ğafûr (çok bağışlayıcı) olandır."

İlim sahibi insanlar, Cenâb-ı Hakk'ı nasıl bilip tanımak gerekiyorsa öylece bilirler. Böyle olanlar, gönüllerinde ve kalplerinde Allah sevgisini ve saygısını sürekli hissederler.

Bir mü'minin, Allah (cc) hakkındaki bilgisi, ilmi ne kadar ileri ise, o insan, Peygamberimizin uyarılarından o kadar yararlanır, kendini maddi ve manevi kirlerden o kadar temizler ve kötülüklerden de o derece korunur. Bundan dolayı, bu ilme sahip, en "üstün insan" oluşundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (sav): "Şu topluluklara ne oluyor ki benim yaptığım şeyi yapmaktan çekiniyorlar. Allah'a yemin ederim ki, ben onların Allah'ı en çok bileniyim ve en çok Allah'tan korkanıyım." buyurur. (Buhârî, Edeb, 72.)

Ey Alîm olan Rabbim!

Lütfunla ilmimizi artır, Seni bilenlerden olalım!

Seni bilerek yaşayıp, dünya hayatını bu bilinçle maddi, manevi kazançlara çevirenlerden olalım yâ Rab!

İlim deryana dalıp serinledikçe, hissettiklerimizi ışık ışık çevresine yayarak, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) "Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse." (Buhârî, İlim, 16, Müslim, Müsâfirîn 268.) buyurduğu, ilmiyle amel eden kullarından eyle bizi Ya Rabbi!

"Sadece, Allah'ın kendisine verdiği malı, O'nun yolunda harcayan "zengin" ile, Allah'ın kendisine lütfettiği ilimle, yerli yerince hükmeden ve onu da başkalarına öğreten âlime gıpta edilir!" hadisindeki "ilmiyle âmil" kullarından eyle bizi Ya Rabbi! Ve, Yüce Rabbim!

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.):

"Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karıncalar bile, hatta balıklar bile, insanlara hayrı öğretenlere dua ederler." (Tirmizî, İlim, 19. Hadis no: 2686.) buyuruyor!

Sen, bizi, ilminle süslenip, ilminle hayra koşanlardan ve bu zenginlikle tüm kâinattan dua alanlardan eyle Allah'ım!

Öyle bir hayat sürdür ki, Sana kavuşmak bize "vuslat"; geride bıraktıklarımıza "hasret" olsun... Âmîn.​


 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
EL - ALİYY cc

EL - ALİYY cc
He is very Great, He is beyond and over from the thinking of human imagination, there is nothing more excellent than him, He is the Greatest with his sovereignty of glory and honour.

el-Aliyy, pek yüce olan, beşerî tasavvurun tahayyül edeceği her şeyin ötesinde ve üstünde olan, kendinden daha üstün hiçbir şey olmayan, izzet ve şeref bakımından hükümranlığı ile en yüce olan demektir.



5EL-ALiYYcc_zps4e8d3809.jpg

Şûrâ sûresi (42), 4: "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. O çok yücedir, çok büyüktür."

Dostlarım, Kur'ân-ı Kerîm'in seksen yedinci sûresi A'lâ sûresidir! Bu sûre, Rahmân sûresinin, Allah Teâlâ'nın bir ismi olan Rahmân, ismi ile başlayışı gibi "Aliyy" ism-i şerifi zikredilerek başlar. Bu sûrenin ilk ayetinde Yüce Allah, Hz. Peygambere (s.a.s.) hitab ederek, "Rabbinin yüce adını tesbih et." buyurur. Bu, âlemleri titreten yakınlık ve iltifat dolu hitaba, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hemen; "Sübhane Rabbiyel A'lâ" diye cevap verir dostlar!

"Tesbih", övgü, noksan sıfatlardan tenzih, Yüce Allah'ın güzel sıfatlarının anlamlarını göz önüne getirmek, bunların parıltısı ile kalben huzur içinde yaşamak demektir!

"Sübhane Rabbiyel A'lâ" tesbihi, âlemlerin Rabbinden, yarattığı 'en muhteşem kul'a yapılan hitabın cevabı olarak, namazlarımıza peygamber buyruğu olarak geçirildi dostlar.

Güzeller güzeli Gül Nebi (s.a.s.) bu sûreyi çok severdi; çünkü 19 ayet-i kerimeden oluşan bu sûre, kâinatı sarmalayışıyla, evrenin her köşesini, Yüce Rabbinin tesbih ve övgüsüne cevap veren bir mabed haline getiriyordu.

"Sebbihısme Rabbikel A'lâ!/Yüce Rabbinin adını tesbih et." "Sübhane Rabbiyel A'lâ/Yüceler Yücesi Rabbimi tesbih ederim." Bu sesleniş, kâinatın en muhteşem hitabıdır ve kuldan Rabbe yükselen en güçlü sedadır...

"el-Aliyy" olandır O!

Her şeyi yaratan, düzene koyan, sanatını en mükemmel şekilde icra eden, her mahlûkunun, yolunu ve hedefini planlayan, niçin yarattıysa, o gayeye yönelten ve kendisine uygun olan müddetle dünyada kalış süresini belirleyendir O.

Büyükten küçüğe, karmaşıktan basite, varlık âleminde yaşamış olan her şey, O'na tanıklık etmektedir!

Her şey, O'nu tesbihtedir dostlar! Sadece, "gaflet" perdesi ile örtülü olduğumuz için biz insanlar, bunun farkına varamıyoruz. Her yaratılmış mahlûk, hiç itiraz etmeden, dünya sahnesinde rolünü oynar ve "hâli" ile Rabbini tesbih eder; vadesi gelince de ayrılır gider bu dünyadan!

Atom, elektronları, nötron ve protonları ile kendi içinde kusursuz bir uyumla dönmekte; güneş sistemi de yıldızları, uyduları ve güneşiyle aynı kusursuz uyum içinde vazifesini eda etmektedir!

A'lâ sûresi (87), 1-3: "Yüce Rabbinin adını tesbih et. Yaratıp düzene koyan O'dur. Takdir edip hidayeti (hayrı-şerri) gösteren O'dur."

Şûrâ sûresi (42), 51: "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O Aliyy (çok yüce)dir, hüküm (ve hikmet) sahibidir."

Hz. Allah (cc) kullarının görevlerini eksiksiz yapmaları ve bu dünya hayatını boşa geçirmemeleri için onlara elçiler ve kitaplar gönderir; kuluna, kendisine verdiği "akıl" nimetini en iyi şekilde kullanmasın öğretir ve "kâinat kitabı"nı okumasını öğütler!

el-Aliyy'dir O dostlar.

Hz. Allah (cc), kulunun, kâinata atılmış o, "muhteşem imza"yı görmesini ister. Varlık âlemi, O, Yüceler Yücesini tesbih ederken, O, Rahmân ve Rahîm olan Allah, "emanetini yüklenen" insanı; yeri, göğü ve arasındaki her şeyi emrine amade kıldığı insanı; "ruhundan ruh üfleyerek" şereflendirdiği insanı, kulluk bilinci içinde yaşıyor görmek ister!

Mü'min sûresi (40), 13: "Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz."

O'nu "bilmek"le mükellefiz dostlar!

O'nu "bulmak"la mükellefiz!

Bir su gibi akıp giden zamanı, en iyi şekilde değerlendirmek için, önce Rabbimizi tanımalıyız!

Ecel gelmeden, "Ah, daha çok vaktim olsaydı da, daha çok ibadet etseydim!" demeden önce O'nu tanımalı, O'nun için yaşamalı ve bu ömrü de, O'nun rızasını kazanmak için tüketmeliyiz!

Gidiş, "o muhteşem huzura" dostlar!

Sebe' sûresi (34), 23: "Allah'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Şefaat sahipleri de): "Hakkı söyledi" derler. O, Aliyy (çok yüce)dir, çok büyüktür."

"Sübhane Rabbiyel A'lâ"

Rabbim, Seni bilebilmeyi ve gül dalındaki beyaz, bembeyaz güller gibi Sana yakışabilmeyi nasip eyle! Âmîn.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAH cc

ALLAH cc
Allah, bildiğimiz ve bilemediğimiz, görebildiğimiz ve de göremediğimiz bütün âlemlerin ve "din gününün sahibi" olan, kâinatı yaratıp yöneten, tüm övgülere ve ibadet edilmeye tek layık olan Yüceler Yücesi Rabbimizin, 99 isminin bütün özelliklerini kendinde toplayan en kapsamlı ve özel adıdır. Allah (cc).



6ALLAHcc_zps9b3cf849.jpg

Bu isim, sadece Cenâb-ı Hakk'ın zâtına mahsus olup, başka hiçbir varlığa isim olmamıştır. Hiçbir dilde de tam karşılığı yoktur! Meryem sûresi (19), 65: "O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. O halde, O'na ibadet et ve O'na ibadet etmekte sabırlı ol. Hiç sen O'nun (Allah'ın) ismini taşıyan başka birini bilir misin?"

ALLAH (cc) isminin Arapça kelime yapısındaki özelliği gereği, harfleri tek tek kaldırılsa bile anlamı bozulmayan "tek kelime"dir.

Bakara sûresi (2), 255: "Allah! O'ndan başka ilâh yoktur..."

İsmin başındaki hemze kaldırılırsa "lillâhi" olur. Bu da "Allah için, Allah'a ait" demektir.

Bakara sûresi (2), 284: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır..."

Allah ismindeki birinci "elif" ve "lâm" kaldırılırsa "lehû" olur, bu da "O'nun" demektir.

Bakara sûresi (2), 255: "...Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur..."

Lafza-i Celâl'deki ikinci "lâm" da kaldırılırsa sadece "he" harfi kalır ki, Zât-ı Kibriyâ'ya delâlet eder: Hû

Daha enteresan olan bir husus da "he" harfinin mahrecinin, yani çıkış yerinin göğüs kafesi ve ciğerler oluşudur! Buna göre, nefes almakta olan her canlı, inansa da inanmasa da, her nefes alışında "Hû" demekte ve Allah'ı zikretmektedir!

İstese de istemese de...

Bilse de bilmese de, her canlı, nefes alıp verdikçe Yaradan'ını zikretmektedir dostlar!

Yani "ölüm" Allah'ı zikretmenin son noktası...

"Yaşamak" ise Allah'ı anmak, her an Allah ile beraber olmak demektir!

Allah! (cc)

Bu mübarek ismin hiçbir dilde karşılığı yoktur. Dilimizdeki "tanrı" ve "ilâh" kelimeleri anlam bakımından Allah ismi yanında o kadar kısır, o kadar cılız kalmaktadır ki dostlar, anılmaya bile değmez!

Allah! (cc)

Bütün diğer isimleri, mana cihetiyle kendisinde topladığı için de İsm-i A'zamdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.); "İsm-i A'zâm ile dua edildiği takdirde Allah (cc) o duaya icabet eder" (Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, I, 510. Hadis no: 1030.) buyurmuşlar ve bunun Bakara, Âl-i İmrân ve Tâ-hâ surelerinde olduğuna işaret etmişler, ama bizzat hangi ismin, İsm-i âzâm olduğunu Hz. Aişe'ye bile söylememişlerdir. Âlimler, bu hadisten hareketle ve özelliklerinden dolayı Allah (cc) ismini İsm-i A'zâm kabul etmişlerdir.

er-Rahmân ismi, Allah'ın (cc) merhametini,
el-Adl ismi, Allah'ın (cc) adaletini,
el-Ğaffâr ismi, bağışlama ve mağfiretini,
el-Kâdir ismi, yalnız kudretini anlatırken;
Allah ismi, 99 ismin manasını bünyesinde taşır!

Yüce Allah'ım, Rabbim benim!

Kur'ân-ı Azîmüş-şan'da Kendini kullarına tanıtıyor ve şöyle diyorsun:

Bakara sûresi (2), 163: "Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."

Âl-i İmrân sûresi (3), 19: "Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka ilâh yok, ancak O vardır..."

Bakara sûresi (3), 255: "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (Hayy'dır), bütün varlığın idaresini yürüten (Kayyûm)dir..."

Âl-i İmrân sûresi (3), 6: "Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. Kendisinden başka ilâh olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O'dur."

Kasas sûresi (28), 70: "İşte O, Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz."

Manevi sıkıntıların mı var dostum? "Allah" de!

Maddi problemler belini mi büktü? Malın, mülkün "tek sahibi"ne koş, önünde diz çök, secdelere kapan ve "Allah" de!

Düşmanlarına galip mi gelmek istiyorsun? Bedir Savaşı'nda, zafer vuku buluncaya dek, secdede "Yâ Hayyu, Yâ Kayyûm" diye inleyen İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa (sav) gibi "Allah" de! Karanlıklardan aydınlıklara mı çıkmak istiyorsun? "Allah" de dostum!

Ve son nefeste, emaneti; can emanetini huzurla teslim etmek için, dilini zikre alıştır ve "Allah" de!

Hasbünallâhü ve ni'me'l vekîl ni'me'l Mevlâ ve ni'mennasîr!

"Dostum", "Vekilim", "Sahibim" ve "Yardımcım" yalnız Allah'tır de ve sadece O'nun rızasını kazanmak için yürü hayat yolunda!

O Allah ki; kulunu yalnız bırakmayandır!

O Allah ki; kulunu koruyan, muhafaza edendir!

O Allah ki; kulunu sevendir!

O Allah ki; kulunun günahlarını bağışlayan, hatalarını örtendir!

O Allah ki; kulu kendisine bir adım gelse, ona on adım yaklaşandır!

Haydi dostum! Rabbini isimleri ile tanı ve yalnız O'na kulluk et, yalnız O'ndan iste!
 
Üst Alt