Kelime-i Şehadet, En güzel kelime

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
7-702x336.jpg



Kelime-i şehâdet, bir ferdin islâm’a dâhil oluğunda ilk merhaledir. O, Allâh’ın varlığı ve birliği ile birlikte âhirzaman nebîsinin de risâletini tasdîk edip ona kendi nefsini şâhid tutması mânâsında mübârek bir inanç cümlesidir.
Kelime i şehâdet Bu itibarla dînin temeli ve istinâdgâhıdır.
Şehâdet öyle yüce bir kelimedir ki, bütün insanlığın kurtuluş ve seâdeti onun sonsuz mânâ ve sır iklîminde gizlidir. Bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîşerde:
Kelime-i tayyibe (en güzel kelime),
Kelime-i takvâ, Kavl-i sâbit (doğru söz),
Mekâlidü’s-semâvâti ve’l-ard (göklerin ve yerin anahtarı),
Kelime-i ihlâs, Urvetü’l-vüskâ (sağlam kulp),
Dâvetü’l-hak,
Semenühü’l-cenneh (cennetin ücreti) gibi ifâdelerle de beyân buyurulmuştur.
Zîrâ bu kelime, özlerin özü mâhiyetinde bir özdür. İslâm’ın diğer temelleri ve onların tafsîlâtı hep bu öze bağlıdır. Dolayısıyla kelime-i şehâdet ile îmân, bütün ibâdetlerden efdaldir. Zîrâ ibâdetler onunla kâimdir. İbâdetler muayyen bir zaman içindedir. Îfâsı sadece o vakitlerdedir. Amellerin en fazîletlisi olan namaz dahî, günde beş vakit farzdır. Îmân ise dâimâ farzdır. Kalbi, gaflete düşüren her türlü mâsivâdan dâimî bir sûrette korumak ve îmânı her hâlükârda zinde tutmak zarûreti vardır. Îmân ki, hiçbir özür ile sâkıt olmaz. Her an muhâfazası şarttır ve te’hîrine ruhsat yoktur.
Kelime-i şehâdet, en umûmî tabiriyle: cümlesini dil ile ikrâr, kalb ile tasdik eylemekten ibârettir. Derûnî mânâda ise İslâm’a âid hakîkatler manzûmesini ihtivâ eder.
Denilebilir ki, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı kelime-i tevhîdin ne olduğunu îzâhtır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, dîn ve tevhîdden ibarettir. Bu gerçeği ifâde sadedinde âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“Bu Kur’ân, onunla uyarılsınlar ve tek bir ilâh bulunduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara tebliğ edilmiştir.” (İbrahim, 52) Hem dünyâda hem âhırette Allâh’ın râzı olacağı her sâlih amel, kelime-i tayyibe, yâni en güzel kelime olan tevhîdin meyvesidir. İbâdetler, îmânın kalbdeki tezâhürü kadar lezzet, zerâfet ve güzel ahlâk kazandırır. Buna mukâbil Cenâb-ı Hakk’ın gazab edeceği her kötü amel de, kötü kelimenin, yânî küfrün neticesidir ki, her türlü felâket ve musîbetin, fitne ve fesâdın kaynağıdır.


Allâh Teâlâ buyurur:
“Görmedin mi Allâh nasıl bir misâl getirdi: Hoş bir kelime (olan tevhîd ve şehâdet), kökü yerde sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer.”


“(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allâh, insanlara misâller getirir.”


“Kötü sözün (küfür ve îmânsızlık) misâli ise, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.” (İbrâhîm, 24-26)


Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:


“Her zaman meyve vermesinden maksad, zâkir kulun gece-gündüz Allâh’ı zikretmesidir.” (Fezâil-i A’mâl, 462)


İbn-i Abbâs -radıyallâhü anh-, âyetlerin îzâhında şunları söyler:


“Burada kelime-i şehâdete işâret vardır. Kökü, mü’min kulun sözünde ve kalbinde, dalları ise göklerdedir. Bu yüzden mü’minlerin amelleri semâlara yükselir. Kelime-i habîse (çirkin kelime) ise, şirk, küfür ve îmânsızlık belirten sözdür. Onunla hiçbir amel kabul edilmez.”
Bunun içindir ki:
“(Küfür ve günahtan) temizlenen (tezkiye olan) kimse, gerçekten kurtulmuştur.” (el-A’lâ, 14) âyet-i kerîmesinin îzâhında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:
“Bu âyetteki tezkiyeden maksad; diyerek şehâdet getirmek ve (zâhir ve bâtında bütün) putları terketmektir.” (Fezâil-i A’mâl, 466)
Nitekim nefsleri tezkiye ve kalbleri tasfiyeye me’mûr olan ehlullâh hazarâtının vazîfesi de, bu hadîs-i şerîfin sırrı muvâcehesinde hareket etmektir. fiu âyet-i kerîme, Cenâb-ı Hakk’ın kalbde meydana gelen putlara buğzunu bildirir:

“Ey peygamber! Nefsî arzularını ilâh hâline getirenleri gördün mü?” (el-Câsiye, 23)
Muhtelif âyetlerde buyurulan peygamberlerin bir vazîfesi de insanların kalb âlemlerini “tezkiye” yâni temizlemek sûreti ile onun kâmil mânâda tevhîdin derinliklerinden nasîb almasını sağlamaktır. Zîrâ îmân cevheri parlak bir ayna gibidir. İnsan, Hakk’tan gâfil bulunduğu nisbette bu aynayı lekeler ve Hakk’ın cemâlî tecellîlerinin akis bulmasına mânî olur. İlâhî tecellîlerin kalpteki tezâhürü ise ancak kalbi zikir ile meşgul edip onunla intibâha getirmekle mümkündür. Zikir nisyânın zıddıdır. Îmân cevherinin pası, kalbin samîmiyet ve ihlasla Hakk’a teveccühü netîcesinde temizlenir.



Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nûri Topbaş
 
Üst Alt