Peygamber sav mekkedeki yaşantısı

faruk islam

Özel Üye
AMİNE'NİN VEFATI
İbn Sâ'd ve İbn İshâk'ın ifadelerine göre Hz. Peygamber (a.s.) 6 yaşında iken ve İbn Hazm ile İbnü'l-Kayyûm'un ifadelerine göre henüz 7 yaşını doldurmamışken Amine, büyük annesi (Abdulmuttalib'in annesi)nin ailesi olan Adiyy bin Neccar ile tanıştırmak üzere Ümm-ü Eymen ile birlikte kendisini Medine'ye götürdü ve orada bir ay kaldı. Amine orada, Rasûlullah (a.s.)'a, babası Abdullah'ın son nefesini verdiği evi ve defnedildiği yeri gösterdi. Ömrünün daha sonraki bölümlerinde Rasûl-ü Ekrem'in (a.s.) kafasında bu yolculuğun hatıraları her zaman taze kaldı. Nitekim, Rasûlullah (a.s.) Mekke'den Medine'ye hicretten sonra sahabeye bu yolculuğundan arada sırada bahsederdi. Beni Adiyy bin Neccâr'ın evini ve bahçesini gördükten sonra bunu hemen hatırladı ve burada bir Ensâr kızı Üneyse ile oynadığını ve çocuklarla kuşları kovaladıktan sonra oraya annesiyle beraber geldiğini ve aynı evin avlusunda babasının mezarı bulunduğunu ayrıca Beni Adiyy bin Neccâr'ın gölünde yüzmeyi öğrendiğini anlattı.
Amine Medine'de bir ay kaldıktan sonra Hz. Muhammed (a.s.) ile beraber Mekke'ye dönerken Ebva' mevkiinde ecele yakalandı ve orada defnedildi. Ümm-ü Eymen, Rasûlullah (a.s.)'ı Mekke'ye geri getirdi. İbn Sad'ın ifadesine göre Rasûlullah (a.s.), annesinin defnedildiği yeri iyi hatırlıyordu. Nitekim, Hudeybiye anlaşması uyarınca müslümanlar ilk umrelerini yapmak üzere Ebvâ'dan geçerken Rasûlullah (a.s.) şöyle buyurdular:
"Cenab-ı Allah, Muhammed'in annesinin kabrine gitmesine izin vermiştir."
Hz. Peygamber (a.s.) daha sonra kabrin bulunduğu yere gitti. Kabri düzeltti ve o sırada ağlamaya başladı. Hz. Peygamber (a.s.)'in bu halini gören müslümanların da gözleri doldu. Sahabe ölüler için ağlanmaması yolundaki buyruğunu hatırlatınca Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "Anamın, analığını ve şefkatini hatırladım, onun için göz yaşlarımı tutamadım."
Hz. Peygamber'in, annesinin mezarını ziyaret ettiği ve orada göz yaş¬larını tutamadığına dair rivayetler çeşitli hadis kitaplarında yer almıştır. (Meselâ, bk. Müsned-i Ahmed, Beyhaki ve Tabakat-ı İbn Sa'd'de Hz. Büreyde, Hz. Abdullah bin Mes'ud ve Hz. Ebu Hureyre (r.a.) tarafından riva¬yet edilen hadisler).
ABDULMUTTALİB'İN HİMÂYESİ
Amine'nin de bu dünyadan göçmesinden sonra, Rasûlullah (a.s.)'ın himayesi dedesi Abdulmuttalib'e geçti. Abdulmuttalib, Rasûlullah (a.s.)'ı evine aldı ve O'nu bütün evlâtlarından daha çok sevdi. Abdulmuttalib yetim torununu bir an bile gözünden uzak tutmuyordu. Her zaman yanında bulundururdu. Hz. Peygamber (a.s.) Abdulmuttalib'in ister halvette olsun ister istirahata çekilmiş vaziyette olsun her an yanına gidebilirdi. Halbuki diğer evlâtları otorite ve sertliği yüzünden müsaadesi olmaksızın yanına sokulamazlardı. Abdulmuttalib, sevgili torunu yemek yemediği sürece eline lokma almazdı ve bazen yemek sırasında O'nu kucağına alırdı. Kâ'be'nin duvarlarının dibine Abdulmuttalib'in oturması için halı serilirdi. Buna başka kimse oturmaya cesaret edemezdi. Fakat Hz. Peygamber (a.s.) gelip doğru buna otururdu. Hz. Peygamber (a.s.) o sırada tatlı ve herkesin hoşuna giden bir çocuktu. Amcası Ebû Tâlib O'nu oradan kaldırmak isterdi, ama Abdulmuttalib derdi ki: "Yavrumu bırak. Vallahi, bunun şânı başkadır. Bu çocuğun, bir gün, hiçbir Arab'ın erişemeyeceği yere geleceğini ümit ediyorum." (Bazı rivâyetlere göre Abdulmuttalib, Rasûlullah (a.s.)'ın huyunun çok güzel ve asil olduğunu söylerdi). Abdulmuttalib daha sonra Hz. Muhammed (a.s.)'i yanına alıp sırtını ve başını okşar, yanaklarından öperdi ve torununun sevimli hareketlerini zevkle izlerdi. İbn Sa'd'ın rivâyetine göre, müneccimlik konusunda ihtisas yapmış olan Beni Müdlic'in bazı ileri gelenleri bir defasında Abdulmuttalib'in yanına gelip, torununun istikbalinin çok parlak olduğu kanaatine vardıklarını söylediler. Bu şahıslar, Abdulmuttalib'ten çocuğun iyi korunmasını istediler; zira ayak izlerinin Hz. İbrahim (a.s.)'inkine çok benzediğini açıkladılar. Bu konuşmanın geçtiği sırada Ebu Tâlib de hazır bulunuyordu. Abdulmuttalib O'na dönerek: "Bu beylerin söylediklerine dikkat et ve çocuğu iyi koru" dedi.
Maalesef, Rasûlullah (a.s.), dede sevgisinden de uzun bir müddet yararlanamadı ve henüz 8 yaşında iken Abdülmattalib'i kaybetti. İbni Sa'd ile Hafız Sehâvi, Ümm-ü Eymen'in şu sözlerini nakletmişlerdir. "Abdulmuttalib vefat ettiği zaman Rasûlullah (a.s.)'ın, O'nun yatağının ucunda durup ağladığını gördüm." Daha sonraki yıllarda Rasûlullah (a.s.)'a dedesinin vefatını hatırlayıp hatırlamadığı sorulduğunda şu cevabı verdi: "Evet, çok iyi hatırlıyorum. Ben o zaman 8 yaşında idim."
EBÛ TÂLİB'İN HİMAYESİ
Bazı rivâyetlere göre Abdulmuttalib'in vefatından sonra, O'nun vasiyeti üzerine amcası Ebû Tâlib Hz. Muhammed (a.s.)'i himayesi allına aldı. Bazı rivayetlerde ise Ebu Tâlib'in kendi isteğiyle Hz. Muhammed (a.s.)'in kefaletini üzerine aldığı belirtilmiştir. Ebu Tâlib'in asıl adı Abd-i Menaftı ama Tâlib adlı çocuğun babası olduğu için "Ebu Tâlib" (Tâlib'in babası) künyesi, isminden daha meşhur oldu. Ebu Tâlib'in büyük oğlu Tâlib, Hz. Muhammed (a.s.)'in yaşıtıydı ve amca çocuğunu çok severdi. Bedir savaşı sırasında Kureyşliler, Beni Hâşim'i de zorla savaş meydanına götürdüğü zaman müşriklerin ordusunda Tâlib de yer alıyordu. Fakat kendisi muharebeye katılmadı. Daha sonra ne ölüler arasıda bulundu ne yaralılar arasında. Mekke'ye de geri dönmedi. Kısacası, bu tarihten itibaren kendisi hakkında herhangi bir haber alınamadı.
Ebû Tâlib, Hz. Peygamber (a.s.)'in öz amcasıydı ve O'nu evlatlarından daha çok sevdi ve korudu. Yanında yatırır, her gittiği yere götürürdü. Hz. Muhammed (a.s.) yemeğe gelinceye kadar yemek yemezdi. Vâkıdî'nin çeşitli kaynaklara dayanarak verdiği bilgiye göre, gerek Ebu Tâlib, gerekse ailesinin diğer fertleri her yemekte Hz. Muhammed (a.s.)'in bulunmasına azami dikkat ederlerdi. Hz. Muhammed (a.s.)'in sofrada bulunmadığı zamanlarda yemekten tad almazlardı ve kimsenin karnı doymazdı. Hz. Muhammed (a.s.) sofrada bulunduğu zaman ise herkes doyasıya yedikten sonra da yemek artıp kalırdı. Yani, Hz. Muhammed (a.s.) sofraya bereket getirirdi. Bu nedenle de, O (a.s.) gelmeden yenmezdi. Ebu Tâlib de yemekten önce, Hz. Peygamber (a.s.)'e "oğlum, sen çok mübarek ve bereketlisin" diye hitap ederdi. Yemek sırasında çocuklar kaplara ve tabaklara hücum edince Hz. Peygamber (a.s.) derhal elini çekerdi. Bunun üzerine Ebu Tâlib, Hz. Muhammed (a.s.)'e ayrı bir tabakta yemek verirdi. Evde Ebu Tâlib'e mahsus bir divan vardı, buna kimse oturamazdı. Ama, Hz. Peygamber (a.s.) için herhangi bir yasak ve engel yoklu. Rasûlullah (a.s.) bazen gidip divanda amcasıyla otururdu ve kimse karışamazdı. Bu sebepten dolayıdır ki, Ebu Tâlib bazen şöyle derdi: "Rebia'nın tanrısına yemin ederek söylüyorum, kabile reisliği gerçekten yeğenime yakışıyor."
ÇOBANLIK
Muhtemelen bu dönemde, Hz. Peygamber (a.s.) amcasının kötü mali durumunu gördükten sonra, kendisini çalışması ve aileye mali katkıda bulunması gerektiği kanaatine vardı. Çocukluğunda dadısı Halime'nin yanında bulunduğu sırada süt kardeşleri keçi ve koyunlara bakardı. Hz. Peygamber (a.s.) aynı işi, aklı ermeye başlayınca Mekke'de ücret karşılığı yapmaya koyuldu. Hadislerde Hz. Ubeyd bin Umeyr'in anlattıklarına göre Hz. Peygamber (a.s.) bir defasında şöyle dedi: "Çobanlık yapmamış olan bir peygamber doğmamıştır". Adamlar sordular, "siz de çobanlık yaptınız mı?" Hz. Peygamber (a.s.) "evet" diye cevap verdi. Sahih-i Buhârî'de bir başka hadis vardır. Buhârî'nin, Kitab'ul İcâresi'nde yer alan Hz. Ebu Hureyre'nin naklettiği hadis şöyledir: "Rasûlullah (a.s.), dünyada çobanlık yapmamış olan bir peygamberin bulunmadığını söylediler. Bunun üzerine sahabe kendisinin de böyle yapıp yapmadığını öğrenmek istediler. Hz. Peygamber (a.s.) "evet" diye cevap verdiler ve eklediler: "Ben Mekkelilerin keçi (koyun)lerini birkaç "kırrât" (bir dinarın 1/10'i veya 1/20'i) karşılığında gezdirdim". Ebû Seleme bin Abdurrahman diyor ki, bir defasında Rasûlullah birkaç kişi ile beraber dut ağaçları arasından geçerken kendilerine şöyle buyurdular: "Siyahlaşmış meyveleri koparın, zira ben çobanlık ederken bu meyveleri koparırdım" (İbn Sa'd, Leyden baskısı, s. 79-80).
 
Üst Alt