Bağnazlık:Karanlık Tehlike

MURATS44

Özel Üye
Namazı Terk Edenlerin Öldürülmesi

Namazı terk edenler öldürülebilir. (2117-Ebû Dâvud)

İslam’ı terk edenlerin katledilmesine hükmeden yukarıda bahsettiğimiz uydurma hadisin bir diğer muadili de bu hadistir. İbadetlerde ve hiçbir konuda zorlama olmayacağının açıkça belirtildiği bir dinde bir insanın baskıyla namaz kılmaya zorlanmayacağı da çok açıktır. “... Sen onların üzerinde bir zorba değilsin...” (Kaf Suresi, 45) diye emreden bir dinde hangi hükme göre böylesine vahşet dolu bir baskıcılık yapılabilir? Elbette yapılamaz. Kuran’a baktığımızda bir Müslümanın, namaz kılan veya kılmayan her insana saygı ve şefkat duyması gerektiğini açıkça görebiliriz.
Kitabın başında da belirttiğimiz önemli bir gerçeği tekrar hatırlatalım: Zorlama ile gerçekleşecek bir ibadet, ibadet niteliğini yitirebileceği gibi aynı zamanda da nefret ve öfkenin kaynağı olabilir. Bir insan namaza zorlandığında, zorla bir Müslüman haline gelmez. İstemeye istemeye, zorla namaz kılan bir insan, ikiyüzlü bir münafık, bir din karşıtına dönüşebilir. Namazı bıraktığında öldürüleceğini düşünen bir insan, öldürülme riskini göze almaktansa dindar taklidi yapacak, ikiyüzlü davranacak ve daima o yaşadığı hayattan da, dolayısıyla kendisine dayatılan dinden de nefret edecektir. Bir münafık oluşturmak ise, İslam’a yöneltilmiş en büyük zarardır. Dolayısıyla baskı, zulüm ve ölüm tehdidiyle ayakta tutulan bir dindarlık, hiçbir zaman gerçek dindarlık değildir. Bu sadece İslam’a zarar verir.
Alphons Leopold Mielich’in “Prayer at the Muhammad Ali Mosque” adlı tablosu
Alphons Leopold Mielich’in “Prayer at the Muhammad Ali Mosque” adlı tablosu


Eğer bir insan zihinsel ve fiziki bir özrü olmadığı halde namazı terk ettiyse, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bu kişi, yeteri kadar dindar olmayabilir, Allah kalbine yeterince güçlü bir iman koymamış ya da yeterince Allah’tan korkmuyor olabilir. Hidayet Allah’ın elindedir ve hidayeti sağlayacak olan hiçbir zaman bir insan değildir. Namaz kılmıyor olması bu kişiyi dinden çıkarmaz. Namazı terk eden, yarın bir gün tekrar namaza başlayabilir; bu onun için büyük bir kazanç olur. Veya başlamayabilir ama iyi ve faydalı bir insan olur; ya da bunların hiçbiri olmayabilir. Dini tamamen terk etse bile kişi Müslümanlar tarafından şefkatli bir tavır görmelidir. Kuran’a göre yapılması gereken budur. Herkesin hükmü Allah Katındadır.
Böyle bir sebeple bir insanı öldürmek ise tam anlamıyla cinayettir. Ve bunun asla ve asla Kuran’da yeri yoktur.
Zaman içinde hadislere ve çeşitli itikatlara göre türetilen ve İslam dinine dahil edilen dört mezhep pek çok konuda birbiriyle çelişkili adeta dört ayrı din gibidir. (Dört mezhep arasındaki derin farklılıklar önceki satırlarda maddeler halinde belirtilmiştir.) Dört mezhep, tembellik yüzünden namazı bırakanlara çeşitli cezalar yüklemiş fakat bu hükümde de birbirleriyle ihtilaf etmişlerdir. Örneğin Hanbelilere göre namazı tembellik yüzünden terk edenin hükmü ölümdür. Hanefilere göre ise tembelliğinden dolayı namazı terk eden kimse küfre girmez ve öldürülmez. Fakat namaz kılıncaya kadar hapsedilip kan akıncaya kadar dövülmesi gerektiği düşünülür. (Reddil Muhtar Haşiyesi 1/62) Oysa bunların hiçbiri Kuran’da yoktur.
Kuran dışında bir din arandığında işte böyle çelişkiler, vahşet hükümleri ve din dışı uygulamalar ortaya çıkar. Kuran dışında bir din yaşandığında işte böylesine nefret ve öfke insanları meydana gelir. Bağnazların dini, Kuran’ın hükümlerini reddetmiş ve yetersiz bulmuş insanların dinidir (Kuran’ı tenzih ederiz).
İlerleyen sayfalarda bağnazlık dinindeki, “namaz kılmayan çocukların dövülmesi, zekat vermeyenin ya da sarhoşun öldürülmesi” benzeri vahşi uygulamalara yer verilecektir. İslam adına uygulanan benzer vahşetlerin gerekçelerini incelerken bir gerçeğin hiçbir zaman unutulmaması gerekir:
Kuran’da bu uygulamaların hiçbiri yoktur. Bağnazların dini, uydurma bir dindir.
128-129_istanbul.jpg

 

MURATS44

Özel Üye
Namazı Terk Eden Çocukların Dövülmesi
10 yaşında namazı terk eden çocuklarınızı dövün. (2336-Ebû Dâvud, Tirmizî)
İbadet, Allah’a olan sevginin bir tezahürü olarak, isteyerek ve şevkle yapılan bir uygulamadır; zorbalıkla dayatılan değil. Bu uydurma hadisten anlaşılan ise, bir çocuğun, daha on yaşına gelmeden namaza zorlandığıdır. Henüz Allah’ı tanımayan, bu dünyada neden var olduğunu bilmeyen, Yaratıcı’nın ve yaratılmanın sırlarının farkında olmayan bir çocuğun, farziyetini hiç bilmediği bir hükme zorlanması ona nasıl bir fayda getirebilir? Bir çocuğun dindar olabilmesi için yapılması gereken şey onu bir ibadete zorlamak değil; ona, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delilleri sunmak, onun Allah’ı anlamasını ve sevmesini ve dine muhabbet duymasını sağlayabilmektir. Bunları anladıkça bir çocuk, zaten Allah’a karşı sorumlu bir varlık olduğunu kavrayacak, şükredici olacak ve Allah’a ibadeti de zevkle yapmaya başlayacaktır. O zaman ibadet, kalpten, şevkle, sevgiyle yapılmış bir ibadet olacaktır.
Fakat daha henüz Allah’ı tanımayan bir çocuk, tanımadığı bir dinin hikmetini bilmediği ibadetlerini yerine getirmeye zorlanır ve sonra da bunu yapmadığı için dövülürse, çocuk muhtemelen hayatının geri kalan bölümünde o dine ve ibadetlere gizli bir nefret ile yaşayacaktır. Belki de hayatının geri kalanını bu korkunç önyargıyla geçireceği için Allah’ı da yanlış tanıyacak ve doğru hükümleri görmeye ve anlamaya çalışmayacaktır. Aklı henüz pek çok şeye zor eren bir çocuğu, sevgi ve güzellikle Allah’a yaklaştırmak yerine, döverek onu ibadetleri yapmaya zorlamak, İslam adına İslam karşıtı yapmak anlamına gelir ki bu İslam dünyasına zarar getirir. Fakat Kuran’dan uzaklaşmış olan bağnazlar bunu kavrayamazlar.
Bu anlattığımız kin, aslında pratikte de yaşanmaktadır. Koyu bağnaz bir hayat yaşayan bazı ailelerin kimi çocukları, ilerleyen yaşlarında ya din karşıtı haline gelmiş ya da toplumda az rastlanılır bir dejenerasyon batağının içine girmektedirler. Hemen her konuşmalarında İslam ya espri ya da nefret konusudur. Pek çok dinsizin bile dine saygısı vardır, fakat onlar hem saygıdan uzaklaşmış hem de öfkeye bürünmüşlerdir. Bunun en temel sebebi, Kuran’da olmayan “ibadete zorlama” hükmünün, zor ve baskının “İslam” adına çocuk yaşlardan itibaren dayatılıyor olmasıdır.

Zekat Vermeyenin Öldürülmesi

Zekat vermeyenden zorla alınması, direnirse savaş açılması ve öldürülmesi:
Ebu Bekr radiyAllahu anh: “VAllahi her kim namazla zekâtı aynı görmezse onunla harb ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki bunlar Rasulullah'a verdikleri bir keçi yavrusunu dahi benden esirgerlerse bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum.” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Zekat, Kuran’da bildirilen bir ibadettir. Her ibadet gibi Müslümanlara farz kılınmıştır ve Allah’a olan sevgi nedeniyle kalpten ve içten yapılır. Buna göre bir Müslüman, kendi vicdanı gereği başka bir insanın darlıkta olmasına ve zorluk çekmesine izin vermeyerek, kendi malından ona da verir. Bu zaten Müslümanlığın bir gereği olarak içten, kalpten gelen bir uygulamadır.
İbadeti ibadet yapan onun aşkla, istekle, şevkle yapılmasıdır. Allah tüm insanları dilediği gibi zenginleştirmeye, onlara dilediği zaman dilediği rızkı vermeye kadirdir ama bazı kimselere fakirlik vererek, zenginin de fakirin de bu imtihan karşısındaki tavrını dener. Fakir, durumuna sabretmek ve her ne olursa olsun Allah’a yönelip ona şükretmekle, zengin ise verilen nimet için Allah’a şükrederek fakirin de bakımını üstlenmekle sorumludur.
Allah Kuran’da, Allah’a ve ahiret gününe inananların zekatı verdiğini belirtir. Dolayısıyla zekat, tüm ibadetler gibi Allah’a kalpten gelen bir inançla yapılması gereken bir ibadettir, ölüm tehdidiyle değil:
BİLGİ
...Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)

Yoksulu doyurmak, Kuran’da Müslümanın üzerindeki en büyük sorumluluklardan bir tanesidir. Ancak bu sorumluluğun yerine getirilmemesini hükmü uydurma hadisteki gibi değildir:
Hadisteki ifadeye göre herhangi bir sebeple zekat vermek istemeyen bir insana bu ibadetin zor kullanılarak yaptırılması ve malının yarısının cebren alınması gerekmektedir. Öncelikle malı cebren alınan bir insan ibadet yapmış olmaz. Kişinin kendi vicdanını kullanarak yapmadığı bir şeyin adı ibadet değildir. Ondan zorbalıkla bir ibadeti yapmasını istemek ise Kuran’a tamamen aykırı bir uygulamadır. Bu aynı zamanda onun dine ve dindarlara öfke duymasını da vesile olabilecek, dindar toplumlara zarar verici bir eylemdir.
Fakat elbette asıl vahşet, zekat vermemekte direnen kişinin öldürülmesi hükmüdür. Kuran’da kesinlikle olmayan bu hüküm yine bir cinayettir. Kuran, dinde zor kullanmayı yasaklamıştır. Ayrıca Kuran, bir insanın canını almayı da -savunma durumu gibi haklı bir durum dışında- yasaklamıştır. Kuran’daki hükme göre,
BİLGİ
...Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur... (Maide Suresi, 32)

Görüldüğü gibi cinayet, İslam’a göre büyük bir suçtur. Şu durumda, cinayet gibi böylesine ağır bir suçu, dinin hükmü haline getirip bunu umarsızca uygulayanlar, hem İslam’a ve Peygamberimiz (sav)’e büyük bir iftira atmış olurlar hem de büyük bir harama girerler. Yine bu sahte hadis, hurafelerle İslam dininin Kuran’daki gerçek hükümlerinin ne kadar çeliştiğinin bir diğer önemli delilidir.

Orucu Terk Edenin Hapsedilmesi ve Aç Bırakılması
Orucu kasten terk eden kişi kâfir olmayıp hapsedilir, yemek ve su verilmez. (Eş-Şerh-is Sagir 1/239) (Kıfeyet-it Tafib 2/252) (El-Mugni- 2/408)
Söz konusu mevzu hadis de yine yukarıda anlattığımız aynı mantıklar nedeniyle din ve vicdan ile çelişmektedir:
1. Aşkla yapılması gereken bir ibadet zorla yaptırılmaya çalışılmakta,
2. Dinde zorlama ve baskı yoktur ayetine tamamen muhalefet edilmekte,
3. Dinin şefkat esasının tam tersine vahşet esasına dayanmakta,
4. Dinin esas amacı olan Allah’ı ve ibadeti sevdirmek yerine, din ve ibadete öfke ve nefret duymaya sevk etmektedir.
Bütün bunların yanı sıra, oruç, kimi insanların zor güç yetirebileceği, hasta insanların ise sorumlu olmadığı bir ibadettir. Allah, oruç hükmü ile ilgili Kuran’daki ayetlerde, bu önemli şartı açıkça belirtmiştir:
BİLGİ
(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 184)
... Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez... (Bakara Suresi, 185)

Oruç hükmünün çok açık anlatılmış olduğu bu iki ayette, Ramazan ayında hasta veya yolculukta olanın tutamadıkları günler sayısınca başka günlerde tutmaları, eğer hastalık veya zor dayanma gibi sebeplerle oruç ibadetini hiç yerine getiremiyorlarsa bu durumda kefaret olarak bir yoksulu doyurmaları hükmü bulunmaktadır. Ve Allah ayetinde: “Allah ac, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” diye bildirir.
Hasta ve zor dayanabilenlere yönelik böyle kolaylaştırıcı ve net bir hüküm varken artık bu kişilerin oruç tutmak için ısrar etmeleri, kendi nefislerine zulmetmeleri anlamına gelir. Kuran’a göre Müslümanların, kendilerine zarar verecek uygulamalara girmeleri ise yasaklanmıştır.
Kuran’daki bu kadar açık bir hükmü tamamen değiştirerek, Kuran’a muhalif sahte hadislerle adeta bir zulüm sistemi oluşturmak, bağnaz zihniyettekilerin uygulamalarını göstermesi açısından önemlidir. Bu kişiler, Kuran’ın şefkatli üslubundan kendilerince hoşlanmaz (Allah’ı ve Kuran’ı tenzih ederiz) kendi karanlık dünyalarına göre bir din üretmeye kalkarlar. Söz konusu zulme dayalı hurafeleri dine eklemeye çalışmalarının nedeni işte budur.
Bir insan hasta olabilir, zor dayanabilir. Elbette ki hiç kimsenin bünyesi diğeriyle aynı değildir. Pek çok insan, bu dünya hayatında çeşitli hastalıklarla imtihan olur. Allah, üstün şefkati ile böyle bir hükümle hasta ve zor dayananları ayrı tutmuşken, şu an halen bazı ülkelerde zorla oruç tutturma eylemi bu sahte hadislere dayanarak uygulanmaktadır. Hasta olduğu için oruç tutamayan bir insanın, bu sahte hadise dayanarak bir yere hapsedilip su ve yiyecek verilmeden tutulduğu bir ortamı ise tahmin etmek güç değildir. Böyle bir durumda kuşkusuz ki, kısa sürede hastalığı artacak ve bir süre sonra hayatını kaybedecektir. İşte bağnaz zihniyet, insan canına zarar verme pahasına böyle bir zulmü dayatmaya çalışmaktadır.
 

MURATS44

Özel Üye

Sarhoşun Öldürülmesi

“Sarhoşun irtidatı (dini terk etmesi) geçerlidir. Fakat sarhoş kendine gelmeden ve tevbeye çağrılmadan öldürülmez.” (İmam Şafii el-Um c: 6 s: 148 -El-İnsaf c:10 s: 331-332 -Muğnil Muhtac 4/137 - Haşiyetül-Desuki 4/363 -İbn Kudame el-Muğni 9/25-26)

Söz konusu mevzu hadise göre içki içip sarhoş olan kimse eğer bilinci yerinde olmadığı bu süre içinde irtidatta bulunur yani dinden çıktığını söylerse, dinden çıkmış olarak kabul edilir. Bu, son derece ürkütücüdür. Sarhoşluk anında, bir kimsenin bilincinin yerinde olmadığı, mantıklı konuşamayacağı, ne dediğini bilmediği açıktır. Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı da ortadadır. Fakat bağnaz zihniyet, bu uydurma hadisi esas alarak bu kişinin öldürülmesine hüküm verir. Ve yine, Kuran’da asla olmayan böylesine sahte bir uygulamayı hüküm haline getirir ve cinayet kararı verilmiş olur.
Bu sahte ve ürkütücü zihniyet Kuran ile yalanlanmıştır. Allah,
BİLGİ
Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. laşmayın.... (Nisa Suresi, 43)

ayetinde “iman edenlere” seslenmektedir. Açıktır ki, bu kişilerin arasında içki içip sarhoş olan da olmuştur. Bu kişiler namaz kılan insanlardır. Bütün bunlar ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Namaz sırasında kişinin ne dediğini bilmesi, şuurunun açık olması, Allah ile derin bir bağlantıya geçmesi gereklidir ve sarhoş bir durumda insanın bu dikkati sarf etmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir kişi yaptıklarından ve söylediklerinden de sorumlu tutulamaz, bu nedenle Allah, sarhoş olduğu süre boyunca bir insana namazı yasaklamıştır. Ayette geçen ...“ne dediğinizi bilinceye kadar” ifadesiyle de, sarhoşluk durumunda kişinin bilinçsizce hareket ettiği ve “ne dediğinin farkında olmadığına” dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla ancak ve ancak bu şuursuzluk durumu bittiğinde bu kişinin namaza devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Sarhoşluk gibi bilincin bulandığı bir anda bir kişi dinden çıktığını iddia edebilir, son derece mantıksız sözler söyleyebilir. Kişinin, bilincinin yerine geldiğinde yaptıkları ve söyledikleri esastır. Dahası, bir kişi gerçekten dinden çıkmış olabilir ve bunu açıkça dile getirebilir. Bunun öldürme sebebi haline getirilmesi hem Kuran’a yönelik bir iftira, hem de adı üzerinde bağnazlıktır. Kuran, bu vahşi zihniyeti lanetlemektedir.
Yüce Allah, Kuran’da sarhoşlukla ilgili özellikle böyle bir hükme yer vererek, bir insanın harama girmesinin onun Müslüman olarak Allah’ı sevmesine ve ibadet etmesine bir engel olmadığını belirtmektedir. Bu ayet, İslam’ın her insana şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımının da ayrı bir göstergesidir. Fakat her fırsatta ölüm isteyen bağnaz zihniyet, Kuran’daki hükme rağmen kendi sahte hükümlerini türetmiştir.


Peygambere Saygıya Uygun Olmayan Sözler Edenlerin, Tevbeye Çağrılmadan Öldürülmesi

NOT
“Peygambere söven kişi tevbeye çağırılmadan hemen öldürülür.” (İbni Teymiye) İbni Münzir dedi ki: İlim ehlinin hepsi, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven kimsenin öldürülmesi hususunda birleşmişlerdir. (2. hadis kaynak: Enverşâh, el-Keşmîrî, “İkfâru’l-Mulhidîn”, sf. 64. “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn” adlı eserden naklen. Bkz. sf. 14)
Abdullah'ın rivayetinde şöyle diyor: Tevbeye çağrılmadan öldürülür. Halid b. Velid, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven bir adamı öldürdü ve tevbeye çağırmadı. (İbni Teymiye)

Bir insanın Allah’a, Peygamberlere, manevi değerlere karşı uygunsuz ifadelerde bulunması elbette asla tasvip edilmeyecek bir durumdur. Fakat elbette her insan bir değildir. Kimi imansız olur, kimi çeşitli sebeplerle dine önyargılıdır, kimisi öfkeli yetiştirilmiştir, bazıları cahildir, kimisi Kuran hakkında hiçbir şey bilmez... Dolayısıyla çeşitli sebeplerle insanların zihinlerinde dine karşı önyargı oluşması mümkündür, özellikle günümüzde öfke ve nefret içinde yaşayan çok insan vardır.
İmtihana geldiğimiz bu dünyada, her görüşten, her fikirden insan olacak ve imtihanımız bu görüşler, bu fikirler ve bu insanlarla beraber sürecektir. Bir Müslümanın görevi, karşıdaki insan her ne kadar önyargılı, öfkeli dahi olsa, ona Kuran’daki güzel ahlakı güzellikle anlatmak ve kararı ona bırakmaktır. Kimi zaman bu güzel tavırdan karşı taraf etkilenir ve yaptığı hatanın farkına vararak kendisini değiştirebilir. Nitekim bu, yine Kuran ayetinde bildirilmiş olan bir gerçektir:

BİLGİ
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuştur. (Fussilet Suresi, 34)

Ayette Müslümanlara, kötü bir tavra güzel bir karşılıkla karşılık verilmesi emredilir. Ve bunun getireceği sonuç şöyle bildirilir: “(görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuş...”
Bütün bunlara rağmen karşıdaki insan eğer yine uygunsuz tavır ve sözlerine devam ediyorsa, bu durumda yine Kuran’da ne yapılması gerektiği açıklanmıştır:
BİLGİ
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler. (Furkan Suresi, 63)

BİLGİ
O, size Kitap’ta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi... (Nisa Suresi, 140)

Görüldüğü gibi Kuran’daki hüküm, böyle cahil topluluklarla karşılaşıldığında onlarla oturmamak, oradan uzaklaşmak ve onlara sadece “Selam” diyerek karşılık vermek, yani onlara barışı hatırlatmaktır.
Ayetlerde dikkat çekilen iki özellik vardır. Bu insanlar, muhatap alınamayacak kadar cahil ve belki de defalarca uyarılmış fakat doğruyu kabul etmemiş insanlardır. Çünkü görevi tebliğ olan ve dolayısıyla sürekli doğruyu anlatmakla yükümlü bir Müslüman, bu defa bu kişilerle hiç muhatap olmamakta, onların yanlarından ayrılmaktadır.
Yine ayette dikkat çekilen bir diğer husus, “onlar başka söze dalıp geçinceye kadar” onlarla oturmamaktır. Dolayısıyla bu insanlar, belki de bir Müslümanın daima yakın çevresinde olan, sürekli muhatap olduğu insanlar olabilir. Öyle ki başka söze daldıklarında onlarla sıcak bağlantı devam etmektedir.
Bu demektir ki, Müslümandan beklenen, yukarıdaki mevzu hadiste belirtildiği gibi vahşi bir yöntem değildir. Bazı insanlar uygunsuz söz söylediklerinde onların yanlarından ayrılmak, fakat öğüt aldıkları sürece mümkün olduğunca da onlara doğruyu anlatabilmektir.
Bu konudaki uydurma hadislerin Kuran’la çeliştiğini görebilmenin bir diğer önemli delili ise “tevbeyi engellemesidir”. Allah Kuran’da insanları her konuda tevbeye çağırmışken; tevbe, kişinin kendisi ile Allah arasındayken; Allah “affedici ve bağışlayıcı” olduğunu ayetlerinde sık sık belirtmişken; Kuran’da tevbe edenler sürekli övülmüşken; nasıl bir insanın tevbe etmesi engellenebilir? Kişi Allah’tan af dilemekten nasıl alıkonabilir? Rabbimiz’in
BİLGİ
“...tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 37)
ayetini görmezden gelerek, bir insandan yaptığından pişmanlık duymak ve Allah’tan af dilemek hakkı nasıl alınabilir?

Elbette kimsenin böyle bir hakkı asla ve kesinlikle yoktur.
Yine Rabbimiz, bir başka ayetinde de şöyle bildirir:
BİLGİ
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)

Allah’ın “tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim”, hükmünü adeta kendilerince reddederek yanlış uygulamalarını bu uydurma hadislere dayandırmaya çalışanlar, açıkça Kuran’a muhalif hareket etmektedirler.
 

MURATS44

Özel Üye
Bağnazların Dinindeki “Lanetli Hayvanlar” Hurafesi:

DİKKAT
Av, koyun ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün. (4949-Buhârî-Müslim-Muvatta-Tirmizî-Nesâî)

“Tüm kara köpekleri öldürünüz. Çünkü onlar şeytandır.” (Hanbeli 4/85, 5/54)
Eşeğin şeytan gördüğü için anırdığı söylenir. (Müslim)
Farenin aslında Yahudi olduğu, bu yüzden deve sütü içmediği başka bir hadistir. (Müslim Zühd)
Karganın sapkın (fasık) olduğu da hadistir. (Buhari 59/16; Hanbeli, Müsned 2/52)
Güvercin şeytandır. (5331-Ebu Davud-İbnu Mace)
Kertenkele fasıktır (günahkardır). (Müslim 2239/145, İbni Mace 3230, Ebu Davud 5262)
Kertenkeleyi ilk vuruşta öldüren kimse için yetmiş sevap vardır. (Ebu Davud 5264, Müslim 2240/147)
“Zina yapan” maymunların taşlanarak öldürülmesi... (Buhari 63/27) – (zina eden bir maymunun yakalanıp taşlanarak öldürüldüğü ve sahabelerden birisinin de maymunu recm etme olayına katıldığı bir başka uydurma hadistir.)


“Şeytan gören eşek, Yahudi fare, sapkın karga, şeytan güvercin, zina eden maymun, öldürülmesi gereken zavallı kara köpekler ve kertenkeleler”...
Bu tanımlamalar bağnaz zihniyetin Kuran’dan ne kadar uzak ve korkunç bir hayat sunduğunun bir özetidir. Bu garip zihniyet, av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürmeyi emreden bir dine aittir. Bu din dünyanın en tatlı varlıklarından biri olan, Allah’ın çeşit çeşit ve müthiş bir sevgi ve koruma duygusuyla yarattığı birbirinden muhteşem özelliklerdeki ev köpeklerinin, süs köpeklerinin, bekçi köpeklerinin hepsinin öldürülmesini emreder. Oysa Kuran’a göre; “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tespih eder; O'nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tespihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İsra Suresi, 44) ayetiyle belirtildiği şekilde, bizim kavrayamadığımız bir yöntem ile Allah’ı tespih eden, Allah’ın, sevimlilikleriyle cennet için özel olarak yarattığı bu canlılar, nasıl fasık ya da şeytan olabilir? Bir fare nasıl Yahudi olabilir ve Yahudi olmak nasıl olur da bir suç olur?

Dahası, bir maymun nasıl zina yapabilir? Bir maymunun ahlaki değerleri, sadık olması gereken bir evlilik kurumu, bütün bunları idrak edebilecek bir şuuru ve onunla bağlantılı olarak bir sorumluluğu mu vardır ki bir maymun zina ile suçlanmaktadır? Bu son derece cahilce bir iddiadır. Fakat bağnazlar, böylesine sahtekarca bir iddiaya sahabeleri de dahil ederek, kendilerince iftira atmaya çalışmaktadırlar.
Elbette bunların tümü uydurma hadislerdir ve böylesine zalimane hükümlerin Kuran’da olması mümkün değildir. Kuran’da Allah övgüyle tanıttığı Kehf ve Rakim ehlinin yanında köpeklerinin bulunduğunu belirtir:
BİLGİ
Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu... (Kehf Suresi, 18)


BİLGİ
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez."... (Kehf Suresi, 22)


Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Müslümanların yanında bir koruma ve bir dost olarak köpek bulunabilir. Köpeklerin yanısıra Kuran’da zikredilen başka hayvanlarda vardır.
 

MURATS44

Özel Üye
1. Kuran’a göre hayvanlara sevgi ve şefkat gösterilir:

O (Süleyman) da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbim'i zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 32-33)

Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin." (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 18-19)

2. Kuran’da hayvanlar Allah’ın birer eseri, üzerinde düşünülmesi gereken birer iman hakikati olarak örnek verilir:

Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? (Ğaşiye Suresi, 17)

Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tespih eden, akıllı,  muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin  hayvanlara olan sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını överek açıklamıştır.
Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tespih eden, akıllı, muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin hayvanlara olan sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını överek açıklamıştır.


3. Kuran’da hayvanların akıllı olduklarına dikkat çekilir:

Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu. (Maide Suresi, 31)

4. Allah Kuran’da hayvanların vahiy ile hareket ettiklerini haber verir:

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

5. Kuran’da hayvanlarda yaratılış delilleri olduğu haber verilir:

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)

6. Hayvanların bir güzellik olarak çeşit çeşit yaratıldığı haber verilir:

İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. (Yasin Suresi, 71)

7. Hayvanların Allah’a secde ettikleri ve Onu tespih ettikleri bildirilir:

Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (Hac Suresi, 18)

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tespih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tespihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)

Görüldüğü gibi Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tespih eden, akıllı, muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını açıklamıştır. Bağnazların hayvan nefretini ön plana çıkaran sapkın din anlayışı Kuran’ın hiçbir yerinde yoktur.
Kuran’ın uygulayıcısı olan Peygamberimiz (sav)’in yaşamında da hayvana karşı verilen değer ve gösterilen sevginin örneklerini görürüz. Peygamberimiz (sav), bağnaz zihniyetin iftiralarına set oluşturacak şekilde hayvanlara sevgi dolu ve şefkatliydi. İşte Peygamberimiz (sav)’in hayvanlara karşı derin şefkatini gösteren uygulamaları:
 

MURATS44

Özel Üye
eygamberimiz (sav)’in Hayvan Sevgisi

Peygamberimiz (sav), Hayvanlara Zulmeden Çirkin Adetleri Ortadan Kaldırdı
Peygamberimiz (sav) tebliğ görevine başladığı sırada toplumdaki cehalet, hayvanlara olan muamelelerine de yansıyordu; canlı hayvanları ok atışlarında hedef dikerler, kendi hayvanlarını diğerlerinden ayırmak için kulak ve kuyruklarını keserler, hatta dağlarlardı. Çölde acıktıkları zaman canlı devenin hörgücünü yarıp bir parça yağ çıkararak ilgili yeri tekrar dikerlerdi.
Peygamberimiz (sav), cahiliye toplumunun bu konudaki çirkin âdetlerini de tamamen ortadan kaldırdı. Hayvanların da merhamete muhtaç olduklarını öğretti. Hayvanlara zulmeden tüm uygulamalar Peygamberimiz (sav) tarafından durduruldu.

Peygamberimiz (sav) Tarafından Hayvanların Aşırı Çalıştırılmaları Yasaklanmıştır
Peygamberimiz (sav), hayvanların aşırı çalıştırılmalarını da engellemiştir. Yüzyıllardır devam eden hayvan sırtlarında karşılıklı oturarak saatlerce yapılan hitabet ve şiir törenleri yasaklandı. Sahiplerinin sadece gerçek ihtiyaç süreleri kadar hayvanlarına binmelerine izin verildi. Peygamberimiz (sav): "Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakkak ki tek başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için Allah onları sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse ihtiyaçlarınızı (duran hayvanının sırtında değil) arz üzerinde görün." Ebu Davud, Cihad 61, (2667) şeklinde uyarıda bulunmuştur.
Bir başka hadis ise şöyledir: “Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin).” (Ahmed, III, 439)

Çalışan Hayvanlara Dinlenme Hakkı
Peygamberimiz (sav), çalıştırılan hayvanlara, insanlar gibi dinlenme hakkı vermiş ve yolculuk sırasında yapılan dinlenmelerde öncelikle hayvanların ihtiyaç ve istirahatlerinin sağlanması gerektiğini vurgulanmıştır.

Peygamberimiz (sav), Hayvanlara Eziyet Etmeyi ve İşkence Yapmayı Yasaklamıştır
Peygamberimiz (sav), “Cenab-ı Hakkın haksız olarak bir serçeyi öldürenden kıyamet gününde hesap soracağını” (Ebu Davud, 2/11) bildirmiş; “Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını” (Buhari Edebü’l-Müfred, 139) emretmiştir.
Peygamberimiz (sav) bindiği hayvanın yüzüne sert bir şekilde darbe atan birini gördüğünde durdurur ve bu hareketinin Allah’ın hukukunu çiğnemek anlamına geldiğini belirtirerek, “Allah hayvanları bunu yapasınız diye yaratmadı” (Ahmed, Müsned, 4/131)demiştir.


Peygamberimiz (sav)’in Anne Köpek ve Yavrularına Şefkati

Peygamberimiz (sav) savaş sırasında, on bin kişilik ordusuyla ilerlerken, yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Efendimiz (sav) Suraka oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir. “Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın.” (eş-ŞÂMÎ, Sübülü'l-hüda ve'r-reşâd, VII, 51) Peygamberimiz (sav)’in şefkatiyle dişi köpekle yavrularını rahatsız etmemek için on bin kişilik ordu istikametini değiştirmiştir.

Peygamberimiz (sav)’in Hayvan Sevgisini Gösteren Bir İfadesi, “Tüm Köpeklerin Canı Muhteremdir”
"Yalnız faydalı olan köpekler değil, zararı olmadığı, saldırgan ve yırtıcılığa soyunmadığı sürece bütün köpeklerin canı muhteremdir, dokunulamaz." (Haşyetu'l-Beycermî Ala'l-Menhec-el-Mektebetu'ş-Şamile, I/474)

Peygamberimiz (sav)’in Kedisi “Müezza”
Peygamberimiz (sav)’in kedisinin ismi Müezza’dır. Peygamberimiz (sav), kedisi Müezza'yı o kadar çok severdi ki, Müezza bir gün sedirde oturan Peygamberimiz (sav)’in giysisinin ucunda uyuyakalınca, kediye kıyamayan Peygamberimiz (sav), giysisini keserek sedirden kalkmayı tercih etmiştir.
Ek Bilgi: Peygamberimiz (sav)’den hadisler aktaran Ebu Hureyre’nin anlamı “kedi babası”dır.



Peygamberimiz (sav)’in Anne Kuş ve Yavrularına Şefkati
“Allah'ın Resulüyle birlikte idik. Yanında iki yavrusu bulunan serçe biçiminde bir kuşa rastladık. Yavruları yakalayıverdik. Bunun üzerine anneleri, feryat ederek kanatlarını çırpmaya başladı Hz. Resulullah dönüp de yaptığımızı görünce: 'Bunu yavrusundan kim ayırdı? Yavrularını iade edin (yerine koyun)’ dedi. Biz de onları serbest bıraktık.” (Ebu Davud, "Edeb", 163-164)

Keçinin Yavrusu
Peygamberimiz (sav), bir keçiyi sağan adama uğradığında ona şunları söylemiştir: "Sağdığında yavrusu için de süt bırak." (Mecmua'z-Zevaid, 8:196)

Aç Bırakılan Deve ve Sahibi
Peygamberimiz (sav) Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş bundan rahatsız olmuştu. Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da: “Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” (Ebû Davud, "Cihad", 44) buyurarak devenin sahibini uyarmıştı. Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (sav): “Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548) buyurmuştur.

Uyuyan Ceylan
Peygamberimiz (sav), bir sefer esnasında sıcak bir gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan görmüştü de, bir sahabisine, herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı rahatsız ettirmemesini emretmişti. (Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78)

Yüzü Dağlanmış Merkep
Hazret-i Peygamber (sav), bir gün yolda yüzü dağlanmış bir merkep gördü ve: “Allah’ın laneti onu dağlayanların üzerine olsun!” (Müslim, Libâs, 107) buyurdu. İşaret olarak yapılan dağlamanın, hayvanların acı vermeyecek yerlerine uygulanmasını tavsiye etti.

Hayvanlara İyilik Yapılması
Bir adam yolculuktayken susadı ve bulduğu bir kuyuya inip su içti. Çıktığında susuzluktan dilini çıkarıp soluyan bir köpek gördü. Adam: "Anlaşılan bu köpek de tıpkı benim gibi susuzluk çekmiş!" dedi ve hemen kuyuya inerek mesti ile su çıkarıp köpeğe içirdi. Bunun üzerine Yüce Allah, onu bağışladı. Sahabiler: "Ey Allah'ın Resûlü, hayvanlara yaptıklarımızdan dolayı bize sevap var mı? diye sorunca Resûlüllah (s.a.s): "Her canlıya yapılan iyiliğin mutlaka bir sevabı vardır." buyurdu. (Buhârî, "Şürb", 9; "Mezâlim", 23; Müslim, "Selâm", 153) Arkadaşları: “Hayvanları sulamakta bize de sevap var mıdır?' diye sorduklarında Rasulullah şöyle cevap verdi: "Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır " (Tecrit, c. vii, s. 223)

Söz konusu hadisleri sahih birer delil olarak vermemizin sebebi Kuran ile mutabık olmalarıdır. Peygamberimiz (sav)’in hayvanlara bu denli şefkatli olmasının nedeni, Kuran’dan aldığı eğitimdir. Peygamberimiz (sav), Allah’ın çeşit çeşit, birbirinden güzel, birbirinden yetenekli ve özel canlıları bir delil, bir güzellik, bir rahmet olarak yarattığını kuşkusuz ki en iyi takdir edebilen kişidir. Aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin, Allah’ın munis sanatının canlılarda tecelli ettiğini de açıkça görebilmektedir. Sevgiyi öven Kuran’daki merhamet ve şefkat öğütlerinin bir Müslümanda nasıl tecelli edeceğini Peygamberimiz (sav) uygulamalarıyla göstermiştir. Bunu, Peygamberimiz (sav)’in merhamet konusundaki öğütlerinde de görmek mümkündür:
“Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de sizlere merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16/1924) “Rıfktan (yumuşaklık ve güzel muâmeleden) mahrum olan, her türlü hayırdan mahrumdur…” (Müslim, Birr, 76)

Dolayısıyla hurafecilerin İslam dininde veya Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarında hayvanlara yönelik vahşet aramaları ve bu konuda sahtekarlık yapmaları boşunadır. Kuran; insana, hayvana ve bitkiye karşı en mükemmel sevginin tarif edildiği kitaptır ve Peygamberimiz (sav) de hayatı boyunca Kuran’ı uygulamıştır.

Bağnaz İğrençliği
“Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi.” (Buhari Tıp5/1, Hanbel 3/107, 163) “Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman, o kişi onun her tarafını batırsın, sonra çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, öbüründe de şifa vardır…” (Diyanet Yayınları, Cilt 9, s.70 ve d. Hadis no. 1365))
İbnu Abbas radıyAllahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz yemek yeyince, yalamadıkça veya yalatmadıkça elini (mendile) silmesin." (Buhari, Et'ime 52; Müslim, Eşribe 129, (2031); Ebu Davud, Et'ime 52, (3847)).
Resulullah (sav)'a yağa düşen fareden soruldu. Aleyhissalatu vesselam: "Onu ve etrafındaki kısmı atın, yağınızı yiyin!" buyurdu. [Buhari, Vudu 67, Zebaih 34; Muvatta, İsti'zan 20, (2, 971, 972); Ebu Davud, Et'ime 48, (3841, 3843)]

Burada sadece birkaç tanesi örnek verilmiş olan bu sahte hadisler, bağnaz zihniyetin insanlara ne kadar büyük bir rezalet ve pislik içinde bir yaşam sunduğunun önemli delillerindendir. Bu uydurma hadislerle bağnazlar, Peygamberimiz (sav)’e bile kendilerince iftira atabilecek büyük bir cesarette bulunurlar. Bu sahte, fakat bağnazlar tarafından uygulanan hadisler aynı zamanda bu kişilerin temizlik ve görgü anlayışlarını da gözler önüne sermektedir.
Böylesine bir iğrençliğe Allah asla izin vermemiştir. Kuran’a göre Müslümanlar temiz olmakla, evlerini temiz tutmakla, temiz giyinmekle ve temiz yiyecekler yemekle yükümlüdürler. Kuran’a göre Müslümanlar temiz fakat müşrikler pistirler. Kuran’ın dışında bir hayat yaşayan, Allah’ın indirdiğinin dışında bir din getiren ve bu sebeple de şirk içinde olan bağnazlar da kuşkusuz bu tanıma dahil olurlar. Allah şöyle haber vermiştir:
Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler... (Tevbe Suresi, 28)
...Allah, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)
Görüldüğü gibi Allah ayetlerde “akıl erdiremeyen” bir topluluktan bahsetmektedir. Aklını kullanamayan topluluk, Kuran’daki gerçeklere rağmen hurafelere uyan bağnazları çok iyi tarif eder. Ellerinde Kuran olmasına rağmen başka bir din üreten ve körü körüne ve sahtekarca olduğunu bilmelerine rağmen, akıllarını kullanmayarak bu hurafelere uyan toplulukların üzerine Allah “iğrenç bir pislik” vermektedir. Bu gerçekten de böyle olmakta, bağnaz topluluklar, akılsızlıkları neticesinde yukarıdaki mevzu hadislerde geçen iğrençliklere inanmakta ve pislikle dolu bir hayat yaşamaktadırlar.
Elbette aralarında cehalet ve bilgisizlik nedeniyle istemeyerek bu hayatı yaşayan kişiler de bulunur, ki bunlar çoğunluktadır. Onları söz konusu akılsız bağnaz topluluğundan ayrı tutmak gerekir. Onların doğruyu bulması için, bu kitapta detaylı açıklanan bilgilere, yani Kuran’dan delillerle bir eğitime daima ihtiyaç vardır.
Kuran’a göre Allah’ın Müslümanlardan istediği, çok detaylı ve kusursuz bir temizlik anlayışı içinde olmalarıdır. Kuran’da Müslümanları temizliğe çağıran ayetlerden birkaçı şu şekildedir:
Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş. (Müdessir Suresi, 4-5)
Kuran’a göre Müslümanlar temiz olmakla, evlerini temiz tutmakla, temiz  giyinmekle ve temiz yiyecekler yemekle yükümlüdürler. Kuran’a göre  Müslümanlar temizdirler fakat müşrikler pistirler. Kuran’ın dışında bir  hayat yaşayan, Allah’ın indirdiğinin dışında bir din getiren ve bu  sebeple de şirk içinde olan bağnazlar da kuşkusuz bu tanıma dahil  olurlar.
Kuran’a göre Müslümanlar temiz olmakla, evlerini temiz tutmakla, temiz giyinmekle ve temiz yiyecekler yemekle yükümlüdürler. Kuran’a göre Müslümanlar temizdirler fakat müşrikler pistirler. Kuran’ın dışında bir hayat yaşayan, Allah’ın indirdiğinin dışında bir din getiren ve bu sebeple de şirk içinde olan bağnazlar da kuşkusuz bu tanıma dahil olurlar.


Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)
...Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, maddi ve manevi temizlenmeyi içten-arzulayan adamlar vardır. Allah temizlenip arınanları sever. (Tevbe Suresi, 108)
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır... (Nisa Suresi, 57)
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı..." (Maide Suresi, 4)
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı... (Maide Suresi, 5)
De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor... (Araf Suresi, 157)
Hani Biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." (Hac Suresi, 26)
üslümanlara temizliğin emredildiği ayetler Kuran’da çok fazladır. Burada sadece birkaç tanesine yer verdik. Araf Suresi 32. ayette ise özellikle dikkat çekilen önemli bir nokta vardır, o da Müslümanlara ziynetleri haram kılanlar olduğu gibi, temiz rızıkları da haram kılanların var olduğudur. Gerçekten de bağnazların yaşam tarzına dikkatli baktığımızda, temizliği Müslümanlara haram kılanların yine bağnaz zihniyetteki bu insanlar olduğunu görürüz.
Kuran’a göre bir Müslüman en temizdir, en bakımlıdır, en temiz ve modern giyinen olmalı, temiz yiyecek yemeli, yaşadığı yeri temiz tutmalıdır. Yani her anında tertemiz olmalıdır. Peygamberimiz (sav) olağanüstü titizdi. Böylesine titiz olan Peygamberimiz (sav)’e yukarıda bahsettiğimiz tarzda mevzu hadislerle iftira atılmaya çalışılması Allah’ın Katında kuşkusuz ki büyük bir suçtur. Fakat bağnazlar, bu gerçekten habersiz gibi davranırlar.
Mevzu hadislerin yanlışlığını göstermek için Peygamberimiz (sav)’in gerçek uygulamalarına bakalım. Peygamberimiz (sav)’in temizliği ve temizliğe titizliği konusundaki bazı sahih hadisler şöyledir. (Bu hadisler Kuran ile mutabık oldukları için sahih kabul edilmektedir):
BİLGİ
"Müslümanlık temizdir, kirsizdir. Siz de temiz olun, temizlenin, Zira cennete temizler girer." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. Cilt, / Deylemi)

Mümin pis olmaz. (Buhari, Gusul/276)

Herşeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da cennete götürür. (Taberani)

Temizlik imanın yarısıdır. (Müslim)
 

MURATS44

Özel Üye

Hz. Selmân R.A. anlatıyor: "Tevrat'ta okudum; "Yemeğin bereketi, yemekten sonra (el ve ağzı) yıkamadadır" diyordu. Bunu Resûlullah (s.a.v.)’e söyledim: "Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonraki yıkamalardadır!" buyurdular." (Ebu Davud, Et'ime 12, (3761); Tirmizi, Et'ime 39, 1847)

sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur. (Taberani) Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun! (İbni Asakir)
Sarımsak veya soğan yiyen kimse bizden ve mescitlerimizden uzak dursun, evinde otursun.” (Buharî, Edeb, 76)
Namazın anahtarı temizliktir. (Tirmizi)
Güzel giyinin ki, Allah’ın size verdiği nimetlerin eseri görülsün! (Taberânî)
(Bahr-ür-raık)da buyuruluyor ki: Cemal, çirkinliği gidermek vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir. Allahü Teâlâ cemal sahibi olmayı övmektedir. Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. (Oruç bahsi)
Allah bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever. [Taberânî]
Ebu Süfyan radıyAllahu anh anlatıyor: "Bana Ebu Eyyûb el-Ensâri, Câbir İbnu Abdillah, Enes İbnu Mâlik haber verdiler ki, Tevbe suresinin 108. ayeti -ki meal-i şerifi şöyledir: "Orada maddi ve manevi pisliklerden temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever" nazil olduğu vakit Resûlullah: "Ey Ensar cemaati! Allah sizi temizlik hususunda övmektedir, (bu övgüye sebep olan) temizliğiniz nedir?" diye sordular. Onlar da: "Biz namaz için abdest alırız, cünüblüğe karşı yıkanırız" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Övgü işte bunun için! Buna devam edin!" buyurdular." (Kütüb-i Sitte, 6066)
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bana kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru namazda kılındı." (Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61))
 

MURATS44

Özel Üye

Bağnazlığın Kirli Din ve Kalitesiz Müslümanlık Anlayışı


Bağnazların, çeşitli mevzu hadislerin etkisiyle türlü iğrençlikleri mübah gören ve pisliği bir hayat şekli olarak benimsemiş yaşam tarzları beraberinde ürkütücü bir kalitesizliği de getirir. İşte bu nedenle genel olarak bir kısım İslam toplumlarında ciddi şekilde yaygınlaşmış bir kalitesizlik modası vardır. Bu kalitesizlik anlayışına göre bir Müslüman görünüm itibariyle kirli, bakımsız, özensiz, estetik ve nezaketten uzak, kaba, güzelliğe ve nezakete önem vermeyen, hatta bunlardan anlamayan bir insan modelinde ortaya çıkar. Dikkat edilirse söz konusu toplumlarda “Müslüman” denilince böyle bir görünümün hakim edilmesine özen gösterilir.
Bu insanların İslam anlayışına bakıldığında böylesine kalitesiz ve ürkütücü bir yaşam biçiminin ortaya çıkması hiç de sürpriz değildir elbette. Kadınların kaşlarını dahi almalarını yasaklayan (bu konu sonraki bölümde detaylı açıklanacaktır), yemekten sonra ellerini yıkamak yerine ellerini yalatan, içine sinek düşen çorbada şifa olduğunu iddia eden bir anlayıştan kalite beklenmesi elbette söz konusu değildir. Mevzu hadislerin biçimlendirdiği bu sahte din anlayışı o kadar yaygındır ki, bir Müslümanın güzel ve kaliteli görünmesi söz konusu kişiler tarafından tepkiyle karşılanır.
İslam adına oynanan bu oyun, bütün İslam camiasını o veya bu şekilde sarmış durumdadır ve bu ürkütücü görünüm elbette diğer toplumları tedirgin etmektedir.
Oysa Kuran’da müthiş bir kalite vardır. Peygamberimiz (sav), Kuran’ın mükemmel uygulayıcısı olarak döneminin en kaliteli ve akıllı insanıydı. Daima temizdi, en kaliteli ve en temiz kıyafetleri giyer, en nezaketli davranışı sergilerdi. Peygamberimiz (sav) bugün yaşasa, kuşkusuz ki yine bu dönemin en kaliteli insanı olurdu. Çünkü Peygamberimiz (sav)’in rehberi Kuran’dır ve Kuran, her dönemde en üstün kaliteye hitap eder.
Şunu önemle belirtmek gerekir: Kalite; parayla, mal-mülkle veya marka giysilerle sağlanacak bir şart değildir. Kalite; temizlik, özen, güzelliğe ve estetiğe değer verme, tavır, davranış, tutumda mükemmellik, şefkat ve akılcılık, saygı ve güzel ahlak ile sağlanabilecek bir özelliktir. İnsan her gün aynı kıyafeti giyebilir fakat onu her gün temiz ve özenli şekilde giydiğinde kaliteli olur. İnsan bir başkasının görüşüne katılmayabilir, fakat onun fikrine saygı gösterip ona şefkatle davrandığında kaliteli olur. İnsanın kalitesinin anlaşılacağı en önemli detaylardan biri davranışlarıdır; pisliğe, tamahkarlığa, kalitesiz tavırlara tenezzül etmeyen kişi zaten doğal olarak kalitelidir. Güzel konuşan, güzelliği öven, her fırsatta sanat ve zerafeti üstün tutan, karşı tarafa doğal olarak değer veren insan kalitelidir.

İşte kaliteyi gerektiren bütün bu özellikler büyük ölçüde İslam toplumlarında unutulmuştur. Bunun da sebebi yine, bir kısım İslam toplumlarının düştüğü en büyük hata olan Kuran’ı terk etmeleri olmuştur. Kaliteye değil çoğalmaya, sevgiye değil nefrete, temizlik ve bakıma değil pislik ve özensizliğe önem veren toplumlar meydana gelmiştir. Bunun tek ilacı Kuran’dır. Müslümanın üstün kalitesini, Kuran’dan delillerle söz konusu toplumlara göstermek şu an en acil ihtiyaçlardandır. Kuran’dan delil vermedikçe söz konusu toplumlar demokrasiden uzaklaşmaya, öfke toplumları olmaya, kalitesizliği yaygınlaştırmaya ve sanat ve temizliğe önem vermemeye devam edeceklerdir. Bu ise, her geçen gün dozajı gitgide artan ciddi bir beladır.

NOT
Kalite; parayla, mal-mülkle veya marka giysilerle sağlanacak bir şart değildir. Kalite; temizlik, özen, güzelliğe ve estetiğe değer verme, tavır, davranış ve tutumda mükemmellik, şefkat ve akılcılık, saygı ve güzel ahlak ile sağlanabilecek bir özelliktir. Gerçek Kuran Müslümanlığı bu kalite anlayışını şart koşar. Bağnazların dünyası ise alabildiğine kirli ve kalitesizdir. Kuran'a muhalefet etmenin bir sonucudur bu.

 

MURATS44

Özel Üye
Bölüm: Bağnazların Sanat Nefreti

İslam toplumlarının Peygamberimiz (sav)'in döneminden kısa bir zaman  sonra bozulmaya doğru gitmesinin en temel sebebi söz konusu  toplulukların Kuran' dan uzaklaşmalarıdır.
İslam toplumlarının Peygamberimiz (sav)'in döneminden kısa bir zaman sonra bozulmaya doğru gitmesinin en temel sebebi söz konusu toplulukların Kuran' dan uzaklaşmalarıdır.

Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi dinin esası olarak Kuran’ı değil sadece kendi kirli ve karanlık zihinlerini ve mantık örgülerini kabul eden bağnazlar, özellikle de kadınları Kuran’dan, ibadetten, fikri mücadeleden, tebliğden uzak tutmak için binlerce hurafe uydurmuşlardır. İslam toplumlarının Peygamberimiz (sav)’in döneminden kısa bir zaman sonra bozulmaya doğru gitmesinin en temel sebepleri söz konusu toplulukların Kuran’dan uzaklaşmaları ve bunun bir tezahürü olarak özellikle kadına yönelik geliştirdikleri hakaretlerdir. Bu yanlış bakış açısı nedeniyle İslam toplumları gerilemiş; fakat bu gerilemede ikinci bir etken de daima devrede olmuştur: Bağnazların sanat nefreti.

Bağnazların sanat nefretini tarif etmeden önce bağnaz zihniyetin temelini oluşturan gerçeği tekrar hatırlatalım. Ayette Rabbimiz “Helalleri haram kılan kişilerin varlığı”ndan bahseder:
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)

Günümüzde elbette haramları kendilerince umursamayan, helal sayan, ölçüsü Allah korkusu olmayan insanlar bulunmaktadır. Fakat ayette bildirilen ve Allah’ın helal kıldıklarını “din adına” haram kılanlar başka bir kategoridir. Söz konusu insanlar Kuran’a göre yapılabilir şeyleri yapılamaz hale getirmekte, özgürlükleri kısıtlamakta, meşru olanı yasaklamaktadırlar. Kitabın başından beri delilleriyle gösterdiğimiz gibi, aslında kendilerince Kuran’daki dini beğenmemekte (Kuran’ı tenzih ederiz) ve yeni bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar.
İşte bu insanlar Kuran’da övülen beğenilen, bir nimet olarak yaratılan neşe, mizah, sanat gibi kavramları da kendilerince haram kılmışlardır:

“Şakalaşmaktan, Mizahtan, Gülmekten Kaçınmak Gerektiği” İddiası

Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Kahkaha şeytandandır.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “(Aşırı) şakalaşmalardan, mizahtan sakının; çünkü o insanın yüzünün suyunu giderir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
İmam şöyle derdi: “Dişleriniz görünecek şekilde gülmeyin.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Çok gülmek kalbi öldürür.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
İbrahim b. Mihzem, kendisine anlatan biri aracılığıyla rivayet eder. Ebu’l Hasan el-Evvel (Musa b. Cafer) şöyle buyurdu: “Yahya b. Zekeriyya (as) ağlar, gülmezdi. Meryem oğlu İsa (as) ise bazen güler bazen de ağlardı. İsa (as)’ın davranışı Yahya (as)’ın davranışından daha efdaldi (daha üstündü).” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1070)
Hasan b. Kuleyb, rivayet eder: Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Müminin gülmesi, tebessüm etmekten ibarettir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)



Aslında bu mevzu hadisler, bağnazların dünyasının ne kadar ürkütücü ve soğuk olduğunu çok iyi izah etmektedir. Hatırlanacağı gibi kitabın başında, bağnazların karanlık dünyasının her yerde kendini gösterdiğine, sadece dış dünyada değil, kendi içlerinde, ailelerinde, kadına, çiçeğe, bir kediye bakış açılarında bile ortaya çıktığına değinmiştik. İşte burada gördüğümüz mevzu hadisler, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel bir nimetten nasıl uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir. Hayatında gülmeyi yasaklamış bir sistem varken, bu mevzu hadislerden peygamberlerin dahi gülmediği iftirasını öğrenmişken, böyle bir sapkın bağnaz din ile iç içe yaşayan insanların ne hale geldiği çok rahat anlaşılabilmektedir.
Oysa Kuran’daki din Müslümanlara hüznü yasaklamıştır. Müslüman dünyanın en mutlu insanıdır. Çünkü Allah’a tevekkül etmeyi, sabretmeyi, şükretmeyi bilen, Allah’a teslim olmuş bir varlıktır. Gelecekten endişe duymaz, başına gelen zorlukların hayırla yaratıldığını bilir, herşeyin bir kader üzere gerçekleştiğinin farkındadır ve ölüm onun için bir son değil, Allah’a ve sonsuz hayata kavuşma anıdır. Kuran’da Allah, iman edenlere cennetin müjdesini vermektedir. Bütün bunlar zaten Müslümanların sevinmesi içindir. Allah bizim dünyada da cennet ahlakı göstermemizi ister. Çünkü beğendiği ahlak odur.

Kuran’a Göre Hüzün ve Mutsuzluk Sadece İnkar Edenlerin Vasfıdır

Hüznün yaygınlaştırılması ve makul gösterilmesi için günümüzde yoğun bir  çaba varken iman edenlere düşen huzur ve barışla birlikte neşeyi,  sevinci hakim kılmaktır.
Hüznün yaygınlaştırılması ve makul gösterilmesi için günümüzde yoğun bir çaba varken iman edenlere düşen huzur ve barışla birlikte neşeyi, sevinci hakim kılmaktır.

Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)
Dediler ki: “Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.” (Müminun Suresi, 106)

Görüldüğü gibi Kuran’da mutsuzluk, inkar edenlere yakıştırılmıştır. Ayete göre bu kişiler ahirette sapkınlıkların gerekçesi olarak “mutsuzluğa yenik düştüklerini” söylemektedirler. Dolayısıyla mutsuzluk Allah’ın istediği bir şey değildir. Kuran’da inkarcılara mutsuzluk, iman edenlere ise neşe yakıştırılmıştır.
Yine ayetlerde Allah, mutsuzlukları nedeniyle Kuran’ın öğüdünü almaktan kaçınanları haber verir:
Allah’tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan ondan kaçınır. (A’la Suresi, 10-11)
Ve Yüce Allah, üzüntüyü tüm Müslümanlara yasaklamıştır:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Âl-i İmrân Suresi. 139)
İşte bağnazlar, Allah’ın bu ayetlerini mevzu hadisleri bahane ederek kendilerince hükümsüz kılmaya çalışırlar. Müslümanlara, Allah’ın inkarcılara yakıştırdığı hüznü uygun görürler. Ruhun, bedenin en büyük ihtiyacı olan neşeyi-sevinci yok etmek isterler. Oysa bu Allah’ın istediği bir şey değildir. Allah cenneti bir sevinç yurdu olarak yaratmıştır.


Cennetteki Sevinç ve Hüznün Gerçek Anlamı

Allah, beğendiği ve sevdiği hayat şeklini sonsuz yurdumuz olan cennette yaratmıştır. Dolayısıyla cennette Rabbimiz’in övdüğü ve beğendiği hayat bizim için ideal hayattır. Allah, cennetteki insanların “sevinç içinde” olduklarını bildirir:
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)

Bağnazlar, sahte hadislerle cennette “sevinç içinde” olan Müslümanları dünyada bu cennet sevincini yaşamaktan mahrum etmek isterler. Hüznün gerçek anlamının farkında dahi değildirler. Bir olay karşısında hüzünlenmek, “keşke olmasaydı” demekle aynı şeydir. Bunun anlamı ise -kişi kabul etse de etmese de, bilerek de yapsa bilmeyerek de- kadere isyandır. Bağnazlar hüzünlenmeyi helal hale getirerek Allah’ın hükmüne ve Allah’ın yarattığı kadere karşı geldiklerini bilmelidirler.
Allah’ın bir insana vereceği en büyük nimetlerden biri imandır. İman sahibi bir insan, dünyanın bütün nimetlerinden uzak olsa, en büyük zorluklarla imtihan olsa, oluşan tüm şartlar aleyhinde görünse bile, imanın kalbinde oluşturduğu huzur ve mutluluk herşeyin üzerindedir. Allah Kendisi’ne yönelenin kalbine huzur ve dinginlik, ruhuna mutluluk verir. Allah’a yönelmeyen bir insanın -kendisi aksini iddia etse dahi- gerçek anlamda mutlu olması imkansızdır. Allah imtihanın bir gereği olarak böyle bir insana da dünya nimetlerinden verebilir; bu kişi bakıldığında birçok nimet ve güzellik içinde olabilir. Geçici heves ve mutluluklar yaşayabilir. Ancak ruhuna sürekli özlemini çektiği daimi mutluluğu yani iç huzurunu yaşatamaz. Allah Kuran’ın Rad Suresi’nin 28. ayetinde “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyurmaktadır. Kalbin tatmin bulması, yalnızca Allah’la bağlantıyla mümkündür.
Dolayısıyla gerçekten Allah’a iman eden bir insan gerçekten mutludur. Zaten mutlu olmak, insanın fıtratına en uygun olan, insanı sağlıklı kılan, daima diri tutan gizli bir sırdır. Hücreler mutlulukla sağlıklı kalır. Bu olumlu etkinin sebebi de, fıtrata uygun şeylerin daima Allah’ın insanlara öğütlediği güzel şeyler olmasıdır. Allah, gülmeyi, neşeyi ve mutluluğu zaten bir güzellik olduğu için yaratmıştır. Hüznün ise, psikolojik ve fiziki anlamda insanı ölüme kadar sürükleyecek ciddi tahrip edici etkileri vardır.

“Mizahtan Kaçının” İddiası

Mizah konusu hakkındaki yasaklamaya burada ayrıca değinmekte fayda vardır. Başarılı mizah bir sanattır. Bunu mükemmel yapan insanlar genellikle akıl ile sanatı birleştirerek müthiş eserler meydana getirirler. Mizah ile kimi zaman ortama neşe getirilir kimi zaman da açıkça eleştirilemeyecek konular üstü kapalı ama gönül alıcı ve yapıcı şekilde ifade edilir. Karşı tarafı neşelendiren, öğüt veren ama aynı zamanda da kalbe hitap eden şekilde kullanıldığında mizah çok büyük bir nimettir. Sanatın her türlüsü gibi mizah da ufku açan, ortama, toplumlara incelik, zarafet, nezihlik getiren bir güzelliktir. Mizah, demokrasilerin de güzel bir yönüdür. Bağnazlar böyle önemli bir nimeti de kendilerinden uzaklaştırarak, hiçbir inceliği olmayan, kaba ve ruhsuz bir hayatın içine sürüklenirler.
Bağnazların neşe, kahkaha ve mizah konusundaki bütün olumsuzlukları yukarıda belirttiğimiz gibi Kuran ile yalanlanmaktadır. Peygamberimiz (sav) ve sahabeleri de Kuran’ın bu ruhuna uygun hareket etmiş ve imanın getirdiği neşeyi, sevinci yaşamışlardır:

Hz. Aişe (r.a.) anlattı; seferlerinden birine, Rasulullah’la (s.a.v.) çıktım. Rasulullah (s.a.v.) sahabilere: “İlerleyin” dedi. Onlar da ilerlediler. Daha sonra: “Gel, seninle yarışalım” dedi. Onunla koşu yarışına girdim ve onu geçtim. Bana bu konuda bir şey demedi... Yine seferlerden birine Rasulullah’la (s.a.v.) birlikte çıktım. O, sahabilere yine: “İlerleyin” dedi. Onlar da ilerlediler. Bana: “Haydi gel yarışalım” dedi. Onunla koşu yarışına girdim. Ama bu defa da o beni geçti. Gülmeye başladı ve: “Bunu sen hak ettin” dedi. (Beyhakî, Sünenu'l-Kubra, X/18; İmam Ahmed, Musnsd, VI/264)

Ebu Usame: “Onunla şakalaşırdı” demiştir. (Ebu Davud, Sünen, kitabu'l-edeb, bab: 91; Tirmizî, Sünen, 192, 1992, 3828; İmam Ahmed, Taberanî, Tirmizî, Ibn Asakir)
Ebu Hureyre (r.a.) şunu söyledi: “Rasulullah (s.a.v,), Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’e dilini çıkarır, çocuk onun dilini görünce sevincinden çırpınırdı.”
Abdullah Ibnu’l-Haris Ibn Cez’ (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah’tan (s.a.v.) daha şakacı birisini görmedim.”
Hz. Aişe şunu söyledi: Rasulullah (s.a.v.): “Ben şaka yaparım ama ancak hakkı söylerim” buyurdu. (Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, Xll/391; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, IX/17; Aclunî, Keşfu'l-Hafa, I/572).
İbn Abbas şöyle demiştir: “Peygamber’in (s.a.v.) şakacılığı vardı.”
Enes (r.a.): “Peygamber (s.a.v.), insanların en şakacı ve nüktedanlarındandı” demiştir.
 
Üst Alt