İslam'da Ahlak nedir?

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
İslam'da Ahlak nedir?

Huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamında bir kavram. Hulk, hulûk kelimelerinin çoğul şeklidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bütünlüğü ile alâkalıdır. Ahlâk bu çerçeve içinde, "insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır" şeklinde tanımlanabilir.
İslâm ahlâkı Kur'an-ı Kerîm'e dayanır.


Yani her yönüyle Cenâb-ı Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir. Her şeyden önce İslâm ahlâkı bir vazife ahlâkı şeklinde ortaya çıkmıştır. Zira Kuran-ı Kerîm'deki her emir, müminler için bir görev belirlemiştir. İnsanın bir mümin olarak bu emirlere muhatap olmayı kabul etmesi, bunları birer görev olarak telâkkî etmesi anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de Resulullah (s.a.s.)'a hitaben: "Sen en yüce bir ahlâk üzeresin " (el-Kalem, 68/4) buyurulmuş ve Hz. Peygamber'in kendisi de: "Ben ahlâkî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim." buyurmuştur. (İbn Hanbel, Müsned, II, 381) Aynı şeklide Resulullah'ın bütün hadisleri insanların birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda birer emir mahiyetinde olup, Müslümanlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla İslâm'ın getirdiği ahlâk anlayışı her şeyden önce bir görev ahlâkıdır.

İslâm ahlâkının diğer bir yönü de davranışlardaki niyet duygusudur. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ameller niyetlere göredir" buyururken, İslâm'ın önemli bir prensibini belirlemiştir. (Buhârî, İmân, 41) Müslüman için bu niyetin arkasındaki en büyük yönlendirici duygu, müminin her davranışında "Allah rızasını" gözetme duygusudur. Zira mümin herhangi bir davranışta bulunurken, asla bir dünyevî çıkar yahut bir uhrevî sevap beklemeyip gönlünde sadece Allah rızasını ve onun sevgisini kazanma arzusunu taşımaktadır.

"Yoksula, yetime ve esire onun rızası için yemek yedirirler ve "biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz" (derler)" (el-İnsan, 76/8-9).

Niyet ve Allah rızası duygularının yanı sıra, Allah'u Teâlâ'ya karşı bir sorumluluk duygusu taşımak Müslüman ahlâkının temel prensiplerindendir. İslâm'a göre Müslümanın bu sorumluluk duygusu Allah'u Teâlâ'dan korkmak, onun emirlerine saygı göstermek ve bu emirleri asla aksatmaksızın yerine getirmek yasakladığı her şeyden kaçınmak İslâm ahlâkının temel ve ilk prensipleridir. Diğer bir temel prensip de müslümanın diğer mahlûkâta karşı son derece merhamet, adalet ve şefkâtle davranması, zayıf ve muhtaç olanlarına yardım etmesi, ana ve babaya saygılı olması ve onların gönüllerini kazanmaya çalışması v.s. hususlarıdır.



Bütün bunların yanı sıra insanın kendi duygularına hakim olması, mütevazî, sabırlı, edepli, hayâlı ve insaflı olması gibi prensipler de Müslümanın başkasına karşı sorumlu olduğu hususlardır.

İnsanın, dolayısıyla Müslüman'ın, toplum içinde güzel ve hoş karşılanmayan her türlü kötü davranış ve alışkanlıklarını zamanla değiştirebilmesi gerekir. Bu kötü huy ve davranışlardan kurtulmanın tek yolu, iradesini kontrol altında tutup ona tam olarak sahip olmasıdır. Bu kötü davranış biçimlerinden de ancak Allah'ın bize emrettiği ibadetlere* sımsıkı sarılmak suretiyle kurtulmak mümkündür. Ama iradesine hakim olamayan bir kimsenin bu gibi kötü huy ve alışkanlıklardan uzaklaşması kolay değildir. İbadetlere sıkı sıkıya bağlanmak, Allah'ı daima bizi görüyor gibi hissedip onu hatırda tutmak, sürekli olarak iyi insanlarla oturup kötülerden uzak kalmak, asî insanların bulunduğu yerlere gitmemek, Allah'ın emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınmak suretiyle İslâmî anlamda bir ahlâka sahip olunabilir.

Bütün bu çizilen prensiplere göz attığımızda İslâm ahlâkının saf ve sağlam bir iyi niyete dayandığı; Allah'ın rızasına önem vermesi müntesibinden dünyevî hiçbir çıkar beklemeyip uhrevî bir fayda peşinde de olmaksızın sırf Allah rızası ve sevgisini göz önünde bulundurmasını talep etmesi gibi özellikleri ile her türlü şekilci ve pragmatist ahlâk anlayışından uzak olduğu görülmektedir.

İslâm'da Emr-i Bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i Ani'l-Münker* prensibi insanların ahlâkını daima iyiye doğru yönlendirmek içindir. Hz. Peygamber'in "Ahlâkınızı güzelleştiriniz.", "Allah'ın ve Resulü'nün ahlâkı ile ahlâklanınız." diye tavsiyelerde bulunması Müslümanın daima ahlâkını güzelleştirmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bunun yanı sıra, Kur'an-ı Kerîm'in birçok yerinde İslâm toplumunun daha mükemmel bir ahlâkî yapıya kavuşması için bir hayli emir ve nehiylerin sıralandığını ve Müslüman için Allah'ın razı olacağı bir hayat tarzının belirlendiğini biliyoruz. Bu gibi ahlâkî emir ve yasaklamaların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

"Rabbin yalnız kendisine ibâdet etmenizi, anneye ve babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır, yaşlanır, yanında kalırlarsa sakın onlara "öf" bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı, tevazu kanatlarını indir (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve "ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara acı " de...

Seninle akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver. (Malını gereksiz yere) saçıp savurma. Çünkü (gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar Şeytan'ın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbi'ne karşı çok nankördür. Eğer (elin dar olduğu için) Rabb'inden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecek (onlara bir şey vermeyecek) olursan, bari onlara yumuşak söz söyle, gönüllerini al, bolluğa kavuşmaları için Allah'a dua et. Ellerini boynuna bağlanmış kılma, tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın. (Ellerin boyna bağlanması cimriliği temsil eder. Ellerin açılması da israfi ifade eder. Yani cimrilik de israf da İslâm nazarında kötü bir alışkanlık olup her iki durumda da insanın pişmanlık duymasına yol açar.)... Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Onları da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek büyük günahtır.

Zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o, açık bir kötülüktür, çok kötü bir yoldur.
Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyiniz. Kim zulmen birini öldürürse, onun velisi (olan mirasçısı)'na yetki vermişizdir. (Öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşın gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş) tir. Katilin akrabası kendisine verilen bu yetkiyi kötüye kullanmasın.
Yetimin malına yaklaşmayın, ancak erginlik çağına (yaşına) erişinceye kadar en güzel tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz). Ahdi de yerine getirin. Çünkü insana ahdi sorulacaktır.

Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyidir. Sonu da daha güzeldir.

Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan (o yaptığın kötü şeyden) sorumludur.

Yeryüzünde kabara kabara (böbürlenerek) yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın. Boyca da dağlara erişemezsin.

Bütün bunlar hepsi kötü olan ve Rabbi'nin katında hoş görülmeyen şeylerdir. " (el-İsrâ, 17/23-38).

İslâm'da ahlâkı iman'dan ayırmak mümkün değildir. Zira bütün Kur'anî emirlere boyun eğmek imanın gereğidir. Bu emirlere uymakla da en üstün ahlâkî değerler elde edilir. Resulullah (s.a.s.):

"Müminlerin iman* açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır." (Buhârî, Edeb, 39) buyurmuştur. Bu duruma göre ahlâkî açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemâle ermiş olamaz. Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:

"İman yetmiş türdür. En üstünü 'Lâ ilâhe illâllah'tır en aşağısı da yol üzerinde insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür." (Ebû Dâvud, Sünnet, 14).


"Allah'a yemin olsun ki, hiç bir kul, kendi nefsi için istediği güzelliği kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz. " (Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72).

"Haklı olduğu halde bile çekişmeyi bırakan kimseye Cennet'in avlusunda bir köşk verileceğine, yalan söylemekten kaçınan kimseye Cennet'in ortasında bir köşk takdim edileceğine, ahlâkı güzel olan kimseye de Cennet'in en güzel yerinde bir köşk sunulacağına ben kefilim. " (Ebû Dâvud, Edeb, 7).

"Mîzana konan ameller arasında güzel ahlâktan daha ağır gelecek hiç bir pey yoktur. İnsan güzel ahlâkı sayesinde, oruç tutup namaz kılan kimseler derecesine yükselir. (Tirmizî, Birr, 62 ).

Bu ve buna benzer hadislerde Hz. Peygamber güzel ahlâkın üstünlüğünü dile getirmiştir.

Ayrıca: "Müslüman, müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." (Müslim, İman, 14).
"İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup amelleri de güzel olandır. " buyurmakla iyi müslümanı tarif etmiştir.
Sahâbilerden biri Resulullah'a şöyle sorar:
-İslâm'da en hayırlı iş nedir? Peygamber Efendimiz şöyle cevap verir: "Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına selâm vermendir." Ashâbın ileri gelenlerinden Abdullah İbn Mes'ud da buna benzer bir soru sorunca Resulullah şöyle buyurmuşlardır:

"Vaktinde kılınan namaz,* ana babaya itaat*, Allah yolunda cihad*" İslâm ahlâkının temel prensipleri olarak sadece bunlarla amel eden ve bu prensipler çerçevesinde hareket eden bir toplum her zaman dimdik olarak ayakta durabilir.
İnsanlara karşı daima yumuşak davranmak, hatalarına rastladığında, bu hatalarını son derece yumuşak bir ifadeyle ve onları üzmeyecek bir tarz ve uslüpla söylemek gerekir.

İnsanları ikaz ederken de aynı üslûbu uygulamak müslümanın prensibi olmalıdır. İslâm'ın insanların hayatlarında görülen pratik ahlâkı insanın kendisine, hemcinslerine, çevresinde ve Allah'a karşı olan bütün görevlerini içine alır. Bütün bunlara baktığımızda İslâm ahlâkı hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet, ve benzeri hususlar üzerinde yükselmiştir .
Ayrıca İslâm yalan, küfür, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riyâ, cimrilik, kıskançlık, vs. gibi duygu ve davranışların kesinlikle yasaklandığını bildirerek, müslümanın bütün bunlardan da uzak kalması gerektiğini açıklamıştır. İSLAM ŞEHRİ-6-CEMİYETİN TEŞKİLATLILIK HALİDİR
İslam şehri, mananın teşkilatlanmış halidir, teşkilatlılık halidir. Şehir, irfan müktesebatımızın tecellisini tabii hale getirmiş bir nizam tertibidir. İslam şehrinin kendisi bir “teşkilatlılık hali”dir, şehirdeki tüm deveran mecralarının bidayeti de nihayeti de İslam’dır. Hayatın İslam üzere akması, çağlaması, yaşanması için müdahalenin ihtiyaç olmaktan çıkarıldığı veya asgariye indirildiği bir teşkilatlılık halidir.

Teşkilatlılık hali, teşkilatın ruhi altyapısıdır. Bir teşkilatın yapması gereken işleri, cemiyetin, ruhi (iman) kaynaklı hamlelerle yani kendiliğinden ve tabii bir akış içinde yapmasıdır. Ezan okunduğunda cemiyetin camiye akması misalinde olduğu gibi, cemiyetin her sahada, kendiliğinden, eksikleri tespit edici, yaraları tedavi edici, açları doyurucu, muhtaçlara yardım edici bir teyakkuz şuur ve rikkati ile hareket halinde olmasıdır.
Teşkilatlılık hali, müdahalenin en fazla hatırlatıcı, gösterici, işaret edici seviyesiyle cemiyetin harekete geçmesidir. İkaz, ihtar, müeyyide tehdidine ihtiyaç duymaksızın, bilinmesi, görülmesi, duyulması, harekete geçmek için kafi hale geldiğinde, teşkilatlılık hali gerçekleşmiş olur.
*
İslam’da üç kaide havzası, bunlara mukabil de üç adet müeyyide çeşidi mevcut. Hukuki kaideler maddi müeyyideye sahiptir ve tatbikatı devlete aittir. Ahlaki kaideler içtimai müeyyideye sahiptir ve tatbikatı cemiyete aittir. Edep kaideleri ruhi müeyyideye sahiptir ve tatbikatı ferde aittir. Hukukun ihlalinde maddi müeyyide mahkemeler tarafından tespit ve zabitan (asker, polis ila ahir) tarafından infaz edilir. Ahlakın ihlali maddi müeyyide ile karşılaşmaz, içtimai müeyyide ise umumiyetle “itibar” şeklinde zuhur eder, ahlaka riayet muteberdir, ahlakı ihlal ise itibarsızlık… Edebin ihlali ise ferdin deruni aleminde imanın harekete geçmesi ve kişinin kendi kendini cezalandırması şeklinde ortaya çıkar.

Bir cemiyetin medeniyet (medenilik) seviyesi, meselelerini ahlakla halledebilme ve hukuka ne kadar az ihtiyaç duyduğuyla ölçülür. Hukuka ihtiyaç arttıkça kuvvet ve iktidar o nispette hayata girer, maddi güç (maddi müeyyide) hayata girdiği nispette medenilikten uzaklaşılır, bedeviliğe ulaşılır.
Hukuk tabii ki zarurettir, hayatın temel ölçülerini tayin etmek, çerçevesini (sınırlarını) tespit, zeminini tesviye etmek için hukuk ile mümkündür. Hukuk yoksa ahlak da yoktur, bu manada hukuka olan ihtiyaç mutlaktır. Meselenin sırrı, hukuki çerçevenin içinde kalmayı temin eden maddi müeyyide tehdidi ve korkusu değil, aksine iman kaynaklı ahlaki hassasiyet olmasıdır. Hukuka riayet, ahlaki kaynakla gerçekleşirse, hukukun çizdiği sınırları namlunun koruması gerekmez. Namluyla korunan hukuk (çerçeve, sınır, ölçü) mutlaka ve hızlı şekilde aşınır ve bir gün gelir mutlaka aşılır.

Ahlaki hassasiyet ve dikkatin derinliği, hukuka riayeti gönüllü hale getirdiği için, hukuk, tatbikatına ihtiyaç duyulmaksızın mer’idir, caridir, kaimdir. Bu durumda cemiyetin devlete olan ihtiyacı, zaruri sahalardadır, savunma, dış siyaset, cihat, tüm ülkeyi ilgilendiren büyük projeler gibi… İslam cemiyetinin hukuka olan ihtiyacı, meşru bir hayat yaşama iştiyakından ve meşruiyet sınırını ihlal etme tedirginliğindendir. Bu sebeple İslam cemiyeti, hukukun kendisine icbar edildiği bir insan topluluğu değil, aksine riayet etmesi için bilmesi kafi olan, bilmeyi de arzulayan bir medeniyet kadrosudur. İşte bu hususiyetler, “tabii teşkilatlılık” halidir.
*
İslam; ferdi, cemiyeti, devleti doğrudan muhatap alır, hiçbirini diğerinin üzerinden muhatap almaz. Cemiyete ve ferde devlet üzerinden hitap etmez, devletin (İslam devletinin) olmaması, Müslümanı mesuliyetlerinden azade kılmaz. İslam’ın bu üç unsura hitap sıralaması ise, önce ferd, sonra cemiyet, ondan sonra ise devlettir. İman, cemiyet ve devlet için sözkonusu değildir, iman münhasıran ferde aittir. İslam, imandan sonraki kaideler manzumesidir, iman eden ferd olduğu için ilk hitap ferdedir. İman en büyük kıymet olduğu için de ferde hitabı, cemiyet ve devlete hitabından misilsiz şekilde daha mühimdir. Hitap sıralamasında ferdi öncelemesi ve öncelikli önem vermesi, cemiyet ve devleti (adaleti) ihmal ettiği manasına gelmez.

Buradan hareketle, felsefi manada ferdiyetçilik (liberalizm) çıkarmak mümkün değildir. Ferd, iman ettiği için kıymetlidir, cemiyet, ferdin imanını muhafaza ettiği için ve bu nispette kıymetlidir, devlet ise ferdin imanını, cemiyetin hayatını mümkün kılan adalet terazisinin iki kefesini muvazenede tuttuğu için kıymetlidir. Adalet iman için en sağlam tahkimat, zulüm ise inkar için en büyük mazerettir. Bu manada devletsiz İslam cemiyeti, terazisiz tacir gibidir, iflas etmemesi muhaldir.

İslam, ferd, cemiyet ve devlete doğrudan hitap ettiği için, kimse mesuliyeti üzerinden atamaz, ferd, devlet var diye mesela şehrin nizamın ve asayişine karşı mesuliyetten kurtulamaz, temizliğine bigane kalamaz, eksiklerini görmezden gelemez. Yalnız başına yapabileceklerini yapmakla mesuldür, yalnız yapamayacaklarını salahiyetli mercilere bildirmek, yapılmasını takip etmekle mesuldür.

Herhangi bir kanun, kanun gücü (maddi müeyyide) tehdidi olmaksızın bunları yapan ferd, yalnız başına yapamadıkları için cemiyetle veya bir gurup insanla beraber hareket etmek durumundadır. İslam’ın doğrudan hitap etmesinden kaynaklanan teşkilatlılık hali, teşkilatlanma zarureti, mesuliyeti şuuru, şehri, ruhi-manevi nizamın tecessüm etmiş şekline çevirir.

Asr-ı Saadet, insanlık tarihindeki teşkilatlılık halinin şahikasıdır. Müessesenin ve teşkilatın en az olduğu fakat “teşkilatlılık halinin” zirveye çıktığı bir devirdir. Polis yok, asker yok, belediye yok, mahkeme yok ila ahir… Fakat Medine en temiz şehir, en nizami şehir, en ahlaklı şehir… Cihat ilan edildiğinde savaşacak tüm erkeklerin anında sıraya girdiği, başlarına her kim kumandan tayin edilirse ona itaat ettiği, erzak ve sair ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladığı bir teşkilatlılık hali mevcut. Şehrin herhangi bir ihtiyacı olduğunda, o ihtiyacı ilk görenden başlamak üzere gücü yettiğince her ferdin o ihtiyacı karşıladığı bir medeniyet timsali…

Ender de olsa suç işleyen olduğunda, suçu işleyenin bizzat kendisinin gelerek, “günah-suç işledim, beni temizle Ya Resulallah” diye müracaat ettiği, yapılan muhakeme neticesinde verilen karara itiraz etmeden infazına razı olduğu, suçlusunun bile ulaşılmaz bir irtifaya çıktığı medeniyet şehridir. İslam şehri budur…

Kur'anda Ahlak İle İlgili Ayetler

Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin. Bakara Suresi 129

Muhakkak Allah adalet ve iyilikle ve kısımları görüp gözetmekle emin, aklın ve dinin kabul etmiyeceği çünkü işlerden ve haksızlıklardan da nehyeden bu hususta size öğüt verir. Nahl 90

Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir. Enfal 53

Sözü işitipte en güzeline uyan kullarımı müjdele. Zümer 17- 18

Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz edersin. Bir de haklarında hayır dua et. Çünkü senin duan kalblerini yatıştırır. Allah işitendir, bilendir. Tevbe -103

Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır. Ali İmran- 77

Bir insanların ana ve babalarına iyilik etmelerini vasiyet ettik. 29- 8

Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir. Nur -21

Öfkesini yenenler ve insanların suçunu bağıslayanlar için cennet hazırlanmıştır. Allah muhsinleri sever. 3- 134

Yalan sözden, yalan yere şahitlik etmekten katiyyen sakının. 22- 30

Doğru olan erkekler ve kadınlar, Cenab- I Hak bunlara mağrifet ve büyük ecir hazırlamıstır. Ahzap 35

Ahdinizi yerine getiriniz, çünkü ahdinizden mesulsünüz. İsra 34

Kibirlenip masdan yüzünü çevirme, Yeryüzünde çalımla yüzüme. Çünkü Allah kurulup öğünenlerin hiç birini sevmez. Lokman 18
Alıntı.
 
Üst Alt