Tevekkül Nedir?

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Tevekkül  nedir?
Tevekkül nedir?
Sâdık Dânâ -rahmetullahi aleyh- tarafından neşredilen Altınoluk Sohbetleri’nin, Altınoluk Dergisi Ayın Sohbeti köşesinde yer alan “Tevekkül Nedir?” yazısı bizlere mühim ipuçları veriyor. Tevekkülün, çalışmayı terk edip bir köşeye çekilmek olmadığını belirten müellif, tedbir almanın, kalbin tevekkülüne mani olmayacağını dile getiriyor.

Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sirruh buyurur:

– Tevekkül, ne kesb, yani kazanmakdır, ne de işi bırakıp boş oturmaktır. Tevekkül: Hak Teâlâ’nın vadine inanan kalbin, sükûn içinde yani, rızık endişesinden uzak bulunmasıdır. İbn Abbas radıyallahu anhdan, rivayete göre şöyle demiştir:

Yemenliler “Biz mütevekkil kimseleriz” diye, hiç bir yol hazırlığı yapmadan yola çıkarlarmış. Yolda şundan bundan yardım ister hatta dilenirlermiş. Bunun üzerine Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri:

“Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur” (Sûre-i Bakara, 197) âyetini indirdi.

GEÇİMİNİ SAĞLAYAN KİŞİ ALLAH YOLUNDADIR

Bir gün sabahın erken vaktinde gücü kuvveti yerinde olan bir genç, bir kısım işlerini görmek için yola çıkmıştı. Onu gören, ashab-ı kiram “Keşke şu delikanlı gençliğini Allah yolunda harcasaydı” dediler. Bunlara karşı Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

– Öyle demeyin. Şayet o dilencilikten kurtulmak için çıkmış ise Allah yolundadır. İhtiyar anne ve babasının geçimini temin etmek veya küçük yavrularını beslemek için çıkmış ise yine Allah yolundadır. Ancak boy göstermek (öğünmek) ve gösteriş yapmak için çalışıyorsa işte o zaman şeytan yolundadır. (İhya-ul-Ulûm, 2; 163)

Demek ki, farz namazını kılan ve Cenâb-ı Hakk’ın diğer emirlerini yerine getiren kimsenin rızık yolunda attığı her adım ibâdet sayılır. Tabii ki hadis-i şerifte belirtildiği gibi, bu kalbin taşıdığı niyetle alakalıdır.

HAZRETİ DÂVUD -ALEYHİSSELAM- ÖRNEĞİ

Bizlere elinin emeği ile geçinmek hususunda en güzel örneklerdan birini veren Hazreti Dâvûd aleyhisselâm, aynı zamanda hükümdardı. Müslümanın manevî yönden ilerlemek için dünyadan el etek çekmesine ihtiyaç yoktur. O bir yandan Allah’a karşı kulluk vazifesini yerine getirirken, diğer yandan da dünyaya ait çalışmasını da sevab defterine yazmasını bilir.

ÇALIŞMAK NÂFİLE NAMAZDAN DAHA KIYMETLİ

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, bir tatlı su kenarına çekilip ibâdet etmeyi arzu eden bir kimseye şu cevabı vermişti:

– Öyle yapma, çünkü sizden birinizin Allah yolunda çalışması yetmiş sene (nafile) namaz kılmakdan daha faziletlidir. (Müsned, 2, 524)
Çalışmayı terk edip bir köşeye çekilmek, insanı başkasına muhtaç hale getirir. Müslümanlık ise, müslümanın izzetini rencide edecek böyle bir duruma aslâ müsade etmez. Fakir olsun, dilencilik etsin, yüz suyu döksün istemez. Müslümana yüce şahsiyet kazandıran dinimiz elbette ki buna fırsat bırakmaz. Yüce Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:

– Sizden birinin sırtı ile odun taşıması, Allah’ın kendisine fazlından zenginlik verdiği bir kimseye gelerek dilenmesinden daha hayırlıdır.

MALIN SENİN OLSUN BANA ÇARŞININ YOLUNU GÖSTERİR MİSİN?

Ashab-ı kiramın hayatlarında ne güzel örnekler vardır. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Sa’d bin Rebi ile Abdurrahman bin Avf hazretlerini manevî kardeş yapmışlardı. Sa’d bin Rebî, Abdurrahman bin Avf hazretlerine şöyle bir teklifte bulundu:

– Kardeşim, benim pek çok servetim var, malımın yarısı senin olsun! Bu tekliften çok memnun olan Abdurrahman bin Avf hazretleri şöyle cevap verdi: – Kardeşim ailelerin, malın sana mübarek olsun, bana alış-veriş edilen çarşının yolunu gösterir misin? Böyle cevap vermekle Rebi’nin malına dua etmiş, fırsat bilip de malın yarısına çöreklenmek istememişti. İslâm ahlâkı ve vakarı üzerine çarşıya giderek, alnının teri ile kazanç teminini tercih etmiştir.

TEVEKKÜLÜN YERİ KALPTİR!

Tevekkül her işde Allahü Teâlâ’ya tam inanmak ve güvenmekdir. Tevekkülün mahalli kalbdir. Yani tevekkül bir kalb işidir. Zahirde, tedbirini almak, kalbin tevekkülüne mani değildir. Takdir Allahü Teâlâ’dandır. Bir şey zorlaşırsa gene onun takdiri iledir. Bütün kullara gereken, ancak Allah’ı mabud tanımakdır. O’na tam mânâsıyla imân ve itimat etmektir. Mal, mansıb, akıl, makam ve evlâda itimat ve tevekkül her zaman iyi netice vermez. Çünkü bunlar da, ayrıca onları halkeden ve rızıklarını tekeffül eden Allah’a muhtaçdırlar.
Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-3s. 82-84.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt