Hz. Veysel Karani (R.a.) Ve Hırka-I Şerif

MURATS44

Özel Üye
Resullullah (s.a.v)’ın dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer (r.a.) ve Hazreti Ali (r.a.) yollara düşer, Veysel Karani (r.a.) ’nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele “Üveys’i arıyoruz!” cümlesine çok şaşırırlar. “O divanenin tekidir” derler, “İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!”

Hazret-i Ömer (r.a.) dikkatle dinler:

“Bilakis!” der, “Aradığımız o olmalı!”

Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi’ne getirirler. Veysel Karani (r.a.)’yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys (r.a.) misafirlerine döner. “Hoşgeldiniz!” der. Hazret-i Ömer (r.a.) önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar “Kimsin sen?”

Abdullah! (Allah’ın kulu)
Evet hepimiz Abdullah’ız, ama seni ne diye tanırlar?
Üveys derler.
Sağ elini açar mısın?

Açar. Efendimiz (s.a.v.)’in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe:

“Ben Hattapoğlu Ömer’im” der, “Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!”

Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer (r.a.) bozar:

Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki “Alıp giysin, ümmetime dua etsin!”

Veysel Karani (r.a.) ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle:

“Ya Ömer” der, “Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?”

Hazret-i Ömer (r.a.):

“Hayır sensin!” buyurur. “Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.”

O büyük mücahide, o koca Ömer (r.a.)’e itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.

Üveys-i Karani (r.a.) mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimiz (s.a.v)’in gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır:

“Ya Rabbi !” der “Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer (r.a.) ve Ali (r.a.) gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N’olur. Bu hırkanın hakkı için!”

Gaibden bir ses gelir. “Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!”

Hepsini ya Rabbi! Hepsini.

Şunları, şunları, şunları da bağışladım.

Diğerlerinin hali n’olacak Ya Rabbi? N’olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına…

Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar:

“Misafirlerin dönmeye niyetliler” diye ikaz eder güya, “Onlara diyeceğin bir şey yok mu?”

Veysel Karani (r.a.):

“Ahh!” der, “Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.”
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt