Sidretül Münteha

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
tb

Sidretül Münteha, göğün yedinci (ve son) katında olduğuna inanılan bir yer ya da bir inanışa göre bir ağaç (hünnap ağacı)’tır. Miraç gecesi Cebrail’in Hz. Muhammed’e ikinci duyurusunu (vahiy) burada yapmış olduğuna inanılır.

Sidretürl Münteha, bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir. Sözlükte ise “Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı” anlamındaki sidre ile müntehâ kelimesinden oluşan sidretü’l-müntehâ terkibi “son noktada bulunan sidre” demektir. Terim olarak “Hz. Muhammed’in Miraç gecesi yanında ilâhî sırlara mazhar olduğu ağaç ya da makam” diye açıklanabilir. Kurân’da bir yerde sidretü’l-müntehâ , bir yerde yalnız sidre şeklinde geçer. Sidr iki âyette de “ağaç” mânasına gelmektedir. Çeşitli hadis rivayetlerinde yapraklarının yıkanmada kullanılması sebebiyle sidr, ayrıca âyetteki konumu itibariyle sidretü’l-müntehâ yer alır.

Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus’unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır:

"Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latiftir".

Ayrıca Sidretül-Müntehâ’, "Allah’ın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Muhammed’e refakat eden Cebrâil de Hz. Muhammed’i buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Allah’ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkip, "son sınır, son hudut ya da sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.

Sidretü’l-müntehâ terkibiyle ilgili olarak başlıca iki görüş ileri sürülmüştür. Daha çok kabul gören anlayışa göre sidretü’l-müntehâ semada bulunan, Miraç gecesi yanında Hz. Muhammed’in ilâhî sırlara mazhar olduğu bir ağaçtır. Çünkü terkibin yer aldığı Necm sûresindeki âyetler, Hz. Muhammed’in miracıyla ilgilidir. Yaygın kanaate göre Hz. Muhammed, Miraç gecesi sidretü’l-müntehânın yanında aslî sûretiyle Cebrâil’i görmüştür. Sidretü’l-müntehâyı bürüyen şey ise Allah’ın nuru, melekler ya da bilinmeyen başka şeylerdir.

Sidretü’l-müntehâya bu ismin veriliş sebebi konusunda da çeşitli görüşler vardır. Cennetin son noktasında bulunması, aşağıdan yükselen ve yukarıdan inen şeylerin orada neticelenmesi, yaratılmışlara özgü bütün bilgilerin orada son bulması, ötesinin Allah’tan başkası için gayb âlemi olması gibi görüşler bunlardan bazılarıdır. Taberî, farklı ihtimallerin hepsinin âyetin lafzına uygun olup tercih için kesin bir nakil bulunmadığından bunlardan birinin ya da hepsinin mümkün olabileceğini belirtir.Bu açıklamaların ortak noktası sidretü’l-müntehânın bir sınırı ifade etmesidir. Burası, Miraç gecesi Hz. Peygamber’in mazhariyeti dışında büyük meleklerin ve peygamberlerin ötesine geçemediği, yaratılmışların ilminin ulaşabileceği son nokta olarak kabul edilir. Yaygın kanaate göre Hz. Muhammed, Miraç gecesi Cebrâil ile sidretü’l-müntehâya kadar gitmiş ve Cebrâil’in daha ileriye gitmesine izin verilmediği için kābe kavseyne olan yolculuğuna refrefle devam etmiştir.

Sidre kelimesinin kökünde (seder / sedâre) “hayret anlamı” da bulunduğundan bu terkibe “en büyük hayret” anlamı verenler de olmuştur. Burası en çok hayret edilen bir makam olduğu halde Kurân-ı Kerîm’de belirtildiği gibi, Hz. Muhammed, ne hayrete düşmüş ne de kendini kaybetmiş, gördüğünü tam ve doğru olarak algılamıştır. Bu görüşü aktaran Râzî ilk anlayışın daha isabetli olduğunu belirtir.Sidretü’l-müntehâ, hadis rivayetlerinde beyan edildiği üzere cennetin son noktasında kendine özgü bir ağaç da olsa ya da hayret makamı konumunda da bulunsa sınırlı idrak imkânlarına sahip insanların onun mahiyetini bilmesi mümkün değildir. Cebrâil’in bile idrak etmekten âciz olduğu gayb âlemine ait bu varlığın ya da makamın sırrının Allah’a havale edilmesi en isabetli yoldur.

Tasavvufta da sidretü’l-müntehâ hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. İlk sûfîlerden Sehl b. Abdullah et-Tüsterî sidretü’l-müntehâyı “insanî bilginin bittiği yer” diye tanımlamış, bunun Hz. Muhammed’in ibadetlerindeki nurdan oluştuğunu, ilâhî feyizlerin sidre üzerinde ona geldiğini ve ona metanet verdiğini söylemiştir. Aynülkudât el-Hemedânî’ye göre sidre rubûbiyyet ağacıdır, meyvesi ubûdiyyettir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Muhammed, Hz. İbrâhim’in makamı olan 7. semayı geçerek sidretü’l-müntehâya ulaşmış, sonra burasını da geçip kaderleri yazan kalemlerin çıkardığı sesleri işitecek bir noktaya yükselmiştir.

Sidretü’l-müntehâ, peygamberler ve onlara tâbi olan mutlu insanların amellerinin sûretlerinin bulunduğu yerdir, bu sûretler kıyamete kadar burada muhafaza edilir. Bu amellerden yansıyan ışıltılar sidreyi bürümüş ve onu göz kamaştıran bir güzelliğe kavuşturmuştur. İbnü’l-Arabî sidretü’l-müntehâdaki nur kelebeklerinin ve dört nehrin özel anlamları olduğunu, ancak bunun mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceğini, güçlü bir anlatım yeteneğine sahip bulunan Hz. Muhammed, bu noktada susmayı tercih ettiğine göre insanların da susması gerektiğini söyler. Burada İbnü’l-Arabî’nin miraçla ilgili hususları bazı mânevî ve ilâhî hususların simgeleri olarak gördüğünü belirtmek gerekir. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin açıklamaları da bu yöndedir.

Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi’rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde söz konusu edilmektedir:

"...Sonra beni Sidretül-Münteha’ya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemen’in) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah’ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamıyla bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın yarattıklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... ".

İbn Mesud’dan gelen rivayette de Resûlullah, Sidretül-Müntehâ’ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre’nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel’den başkası da şöyle diyor:

"Yaratıkların ilmi "sidre’de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur".

Mürre’nin Abdullah’tan rivayetine göre "Resûlullah, İsrâ gecesinde Sidretü’l-Müntehâ’ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir...".

Enes’in rivayetine göre Hz. Muhammed, şöyle buyuruyor:

"Ben Sidretü’l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim.

Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil’dir" diye cevap verdi".

Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir.

Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Miraç gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cebrail geride kalmış; Hz. Muahmmed, geri kalmasının sebebini sormuş, Cebrail şöyle cevap vermiştir:

"Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir...".

Sidretü’l-Müntehâ’ denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve insanî ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.

Biz âciz insanların Sidretü’l-Müntehâ’yı kesin olarak "şudur ya da budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Hz. Muhammed’e "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına izin verillmiştir. Sidretü’l Müntehâ’dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah’tan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah’ın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

MURATS44

Özel Üye
Allah ac razı olsun adminim. Çok güzel ve ilgi çeken bir konu. Hayallerin tasavvur edemediği bir konu. Arş'ın katları ve 7.kat. Cebail as 7. kata kadar çıkabiliyor ama bir noktadan öteye geçemiyor. İşte o noktadan sonrasındaki alem nasıl acaba? Oraları görmek , o kutsal mekanların mekanını görmek Peygamber efendimiz (asm) 'e e nasip oldu. Herşeyi anlattı efendimiz. Hatta cennet ve cehennemi tarif buyurrmuşken bu mekandan neden hiç bahsetmedi acaba?
Belki de hiç bilemeyeceğiz. Rabbim ne büyük? HErşeyde heryerde bir hikmeti gizli.
Allah ac razı olsun adminim. Teşekkür ederim.
miraçta neler oldu? Neden bu geceyi kutluyoruz? Miraç yükselme anlamına geliyor. Bildiğimiz göklere ve Onun ötesindeki semaya, arşa yükselme demektir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bedeniyle evinden -veya Kabe'den- alınıp yükseklere çıkarılmasıdır.

Mirac öncesinde Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'de daralıyor

Mekke'deki en çileli günlerdir. Müşrikler Hz. Peygamber'i (s.a.v.) iyice bunaltmışlardır. çevresini boşaltmış, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) yalnızlaştırmışlardır.
Peygamberliğin 10. yılında Peygamberimizin amcası ve himayecisi olan Ebu Talip ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefakar ve fedakar eşi Hz. Hatice vefat ediyorlar. Bu yıla "Hüzün yılı" deniliyor. Peygamberimiz Mekke'deki bütün desteklerini kaybedince Taif'e gidip İslam'ı anlatmak istiyor. Taifliler onu taşlarla karşılıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) yaralı bir şekilde Mekke'ye geliyor. Ama Mekke'ye sokulmuyor. Dağlarda geceliyor. Her taraf, tam bir ateş çemberi. İyice daralıyor. Kimsesiz ve sahipsiz. Derken birilerinin araya girmesiyle Mekke'ye girebiliyor. Bu esnada erkek çocukları birbiri ardınca vefat etmişler. Kalbi yaralı. Gözleri semada. Bir çıkış kapısı arıyor. Ve bir aralık ellerini göklere kaldırıp Yüce Allah'a sesleniyor: "Beni kime terk ediyorsun. Halden anlamayanlara mı? İnsafsızlara mı. Ey zayıfların Rabbi. Ey biçarelerin Rabbi." Peygamber'e (s.a.v.) bir teselli lazımdı. Rabbi O'nunla beraberdi. Zaten hiç onu terk etmedi ki! Ama bu teselliyi göstermeliydi Rabbı. İşte bu teselli, miraç yolculuğuydu.

Ve Cebrail Mekke'ye iniyor

İşte tam da bu esnada Hz. Cebrail Mekke'ye iniyor. Bütün görkemiyle. Bütün ihtişamıyla. Hz. Peygamber'i Kabe'nin oradan -veya evinden- alıp önce Kudüs'e oradan da göklere yükseltiyor. Bütün vücuduyla. Ruh ve beden olarak. Zaten miracı mucize kılan da yolculuğun bu olağanüstü yanıdır ya. Hem de bütün olağanüstülüğüyle.

O gece kimlerle görüştü

Hz. Peygamber (s.a.v.) Kudüs'te peygamberlerin ruhaniyeti önünde hepsine imam olup namaz kıldırdı. Sonra Cebrail'le beraber manevi göklere olan olağanüstü yolculuğa çıktı. 7 semayı geçti. Buralarda sırayla; Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim'le görüştü. Daha ileriye gittiğinde Cebrail'i gerçek haliyle gördü.

Ey Peygamber! Yürürsem yanarım

Bir noktaya geldiler. Orası sınırdı. Yaradılmış olanlar için son istasyondu. "Sidretül Münteha" denilen o yerin kapısına geldiğinde Hz. Cebrail diyor ki; bu yolculuğun devamını kendi başına yapacaksın. Bu bizim için son noktadır. Ve orada Cebrail şöyle der: Ey Allah'ın Peygamberi "Vallahi bir parmak daha gitsem kül olurum." Hz. Peygamber (s.a.v.) o noktayı geçer. Bir ara durup arkasına bakınır. Cebrail'in korkudan titrediğini görür. Cebrail'in kanatlarıyla semaya tutunduğunu ve yere kapaklandığını görür. Yüce Rabbin büyüklüğünü çok iyi bilen Cebrail, o anın ihtişam ve büyüklüğünü böyle özetler.

Hz. Peygamber -SAV-, Sidre'de namaz emrini alıyor

Hz. Peygamber (s.a.v.) Sidretül Münteha'da, Necm suresinde de açıklandığı gibi büyük nimetlerle karşılanır. Kaderi çizen kalemlerin sesini duyar. Ortalığı alıp götüren büyük bir nur'un her tarafı sardığını belirtir. Orada -o gecede- üç müjde ve hediye alır. Birincisi beş vakit namaz emridir. Bu emri alır. İkincisi Bakara suresinin son iki ayeti (Amenerresul diye bilinir), üçüncüsü ise imanla ölen (Allah'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) iman eden) mutlaka şefaat olunacağı ve cehennemde ebedi kalmayacağı müjdesini alır.

Müslümanın en büyük ibadeti namazıdır

Elbette ki miracın en büyük hediyesi beş vakit namazdır. En büyük hediyedir. çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), namaz için "gözümün nuru" diyor. "Namaz müminin nurudur" buyuruyor. "Dinin direğidir" buyuruyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) son nefesinde şehadet parmağını kaldırır ve üç defa "namaz, namaz, namaz" diye seslenir. Rabbinin huzuruna giderken de namazla gitmek ister. Misvakını eline alır ve namaza hazırlanır gibi dişlerini temizler. Namazına girer gibi vefat eder.

Cennet ve Cehennem'i görür gibi

Cennet ve Cehennemdeki gelecek görüntüler o gece Hz. Peygamber'e (s.a.v.) resmedilir. Cennet ve Cehennem şöyle olacak denilir. Orada, her günahın nasıl bir cezayla karşılanacağını görür. Orada hiç gülmeyen melekler görür. Denir ki O'na; Cehennem yaratılalı bu melekler hiç gülmedi. O manzaraları Hz. Peygamber hayatı boyunca unutmaz.

Miraçtan yere inen Hz. Peygamber (s.a.v.)

Miraca yükselen Hz. Peygamber (s.a.v.) sabahleyin bu olayı anlattığında Mekke'de yer yerinden oynar. öylesine ki ispatını isterler. İşte o anda Kudüs Hz. Peygamber'in (s.a.v.) önüne getirilir. Peygamberimiz gezindiği yerlere bakar ve anlatır. Hayatında görmediği yerleri, satır satır tarif eder. Mekkeliler şaşkınlıktan küçük dillerini yutarlar ve "vallahi O hepsini doğru tarif etti" derler.

Miracın verdiği mesaj

Yüce Allah bu olayla Peygamberine yalnız olmadığını hatırlatıyor. Medine öncesi Peygamberini zorlu yolculuğa hazırlıyor. Ve yol azığı olarak da en büyük ibadet olan namazla Peygamberini yola çıkarıyor.

Bizlere de her gün için miraç imkanını miras olarak bırakıyor. çünkü namaz, müminin miracıdır. Namazın en önemli anı da secdedir.

Secdede perdeler kalkar ve siz Rabbinizle baş başa kalırsınız. Siz fısıldayın, siz dua edin, siz yalvarın o sizi işitecektir. çünkü Rabbiniz size şah damarından daha yakındır!
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
http://www.artislamic.com/cards/gr/ar068.jpg
Gayb ve Miraç

Enes b. Malik (r.a) şöyle demiştir: Ebu Zerr (r.a), Resulullah (s.a.s)'in Miraç olayını şöyle haber verdiğini anlatırdı:

«Ben Mekke'de iken evimin tavanı ansızın yarıldı. Cibril (a.s) indi. Göğsümü yardıktan sonra içini zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman ile dolu altın bir leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı ve göğsümü kapayıp üzerini mühürledi. Sonra elimden tutup beni semaya doğru çıkardı. Dünya semasına vardığımda Cibril (a.s) o semanın bekçisine:

«Aç!» dedi. Semanın bekçisi: «Kimdir o?» dedi.

Cibril:

«Cibril'im» diye seslendi. Semanın bekçisi: «Beraberinde kimse var mı?» diye sordu. Cibril: «Muhammed (s.a.s) benimle beraberdir. Semanın bekçisi Cibril'e: «Ona gelsin denildi mi?» diye sordu. Cibril: «Evet» dedi. Kapı açılınca dünya semasının üstüne çıktık. Bir de ne göreyim! Bir kimse oturmuş sağ tarafında bir takım karartılar, sol tarafında da bazı karartılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor. O kişi: «Hoş geldin, safa geldin salih oğlum» dedi. Cibril'e: «Bu kim?» diye sordum. Cibril: «Adem (a.s)'dır. Sağında ve solunda olan bu karartılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağında olanlar cennetlik, sol tarafında olan karartılar da cehennemliklerdir. Sağına bakınca güler, sol tarafına bakınca ağlar» dedi. Derken Cibril beni ikinci semaya doğru çıkardı. Bekçisine: «Aç» dedi. Bekçisi de öncekinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı.»

Ebu Zerr Resulullah (s.a.s)'in semalarda Adem, İdris, Musa, İsa, İbrahim (a.s)'i bulduklarını söylediyse de her birinin yerlerinin nereleri olduğunu ayrı ayrı söylemeyip yalnız Adem'i dünya semasında, İbrahim'i altıncı semada bulmuş olduklarını söyledi.

Cibril (a.s) Resulullah (s.a.s) ile birlikte İdris (a.s)'a uğradıklarında İdris (a.s): «Hoş geldin, safa geldin Salih Nebi. Hoş geldin, safa geldin salih kardeş» demiş. Resulullah (s.a.s) şöyle demiştir: «Bu kimdir?» diye Cibril'e sorduğumda Cibril: «Bu İdris'tir» dedi. Sonra Musa' ya uğradım. 0 da: «Hoş geldin, safa geldin salih kardeş» dedi. Cibril'e: «Bu kim?» diye sordum. Cibril:«Bu Musa'dır» dedi. Sonra İsa'ya uğradım. O da: «Hoş geldin, safa geldin salih kardeş. Hoş geldin, safa geldin, salih Nebi» dedi. Cibril'e: «Bu kim?» dedim. Cibril: «İsa'dır» dedi. Sonra İbrahim'e uğradım: «Hoş geldin, safa geldin salih Nebi, hoş geldin, safa geldin salih oğul dedi. Cibril'e: «Bu kim?» dedim. Cibril:«Bu İbrahim (a.s)'dır» dedi.

(Muhammed b. Şihab-ı Zühri'nin İbn-i Hazm tarikinden rivayetine nazaran) İbn-i Abbas ile Ebu Habbe el-Ensari (r.a) Resulullah (s.a.s)'in: «Sonra Cibril (a.s) beni yukarıya götüre götüre nihayet kalemlerin (kaza ve takdir) cızırtılarını duyacak yüksek bir yere çıkardı» buyurduklarını söylerlerdi.

Yine İbn-i Hazm ile Enes b. Malik (r.a) şöyle demişler:

Resulullah (s.a.s) buyurdu ki:

« O zaman Allah Azze ve Celle Hazretleri elli vakit namaz farz etti. Bu farzı yüklenerek döndüm. Derken Musa (a.s)'a rast geldim. «Allah ve Tekaddes Hazretleri ümmetine neyi farz etti?» diye sordu. «Elli vakit namaz farz etti» dedim. «Rabbine dön de şefaat et, zira ümmetin güç yetiremez» dedi. Müracaat ettim. Allah-u Teala yarısını indirdi. Ben de Musa'nın yanına dönüp:«Yarısını indirdi» dedim. O yine: «Rabbine müracaat et. Zira ümmetin güç yetiremez» dedi. Bir daha müracaat ettim. Allah-u Teala kalanın yarısını da indirdi. Musa (a.s)'nın yanına yine döndüm. O yine: «Rabbine dön. Zira ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Bir daha müracaat ettim.Allah Tebareke ve Teala: «Sayı olarak onlar beştir. Ama ecir olarak onlar ellidir. Benim nezdimde takdir olunan hüküm değiştirilmez» buyurdu. Musa'nın yanına döndüm. O yine: «Rabbine dön» dedi. Ben de: «Artık Rabbim'den utanır oldum» dedim. Sonra Cibril Sidretü'l Münteha'ya varıncaya kadar beni götürdü. Sidre'yi öyle (acayip ve garip) renkler kaplamıştı ki onlar nedir, bilemem? Sonra cennetin içi ne sokuldum ki içinde birçok inci kubbeler vardı. Toprağı da mis kokulu idi» (Buhari-Müslim)
HADİSTEN NE İSTİFADE EDERİZ 1- Miraç... Akıl ve mantığın işlemez hale geldiği, insan düşüncesinin sınırlarını aşan bir buluşmadır, bu. 0 seçkin kulun, yatağından kaldırılıp döndüğünde yatağının sıcaklığını durur bulacak kadar kısa bir sürede, önce Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya, oradan da yedi kat göğü kat ederek Sidretü'l Münteha'ya ve yaratılmışların yegane Rabbi Allah-u Zü'l Celal'in katına ulaştıran, gayb alemlerinde zuhur eden muhteşem bir yolculuktur, bu. Değer ölçüsü Rab'den gelen ne olursa olsun, tam bir teslimiyetle tasdik olmayan her şeyi akıl ve çerçevesinde değerlendirmeye kalkan ve ufacık akıllarına sığdıramadıkları gerçekleri inkar eden nefisler, bunu da kabul etmeyecek, gülüp geçeceklerdir, elbette. Resulullah (s.a.s) bunu ilk defa Mekkelilere söylediğinde de böyle olmamış mıydı? Hayatlarını sadece maddi değerler üzerine bina etmiş müşrikler buna inanmadıkları gibi alaya almışlar ve sadece yaratılmışları algılayabilen duyu organlarının verileriyle çalışan akılları, bu muhteşem olayı kuşatamadığı için inkar yolunu seçmişler ve «Muhammed rüya görmüş» demişlerdi. Bu inkar hadisesi sadece müşrikler açısından geçerli olmamıştı, tabi ki. Müslüman oldukları halde Rabbe teslimiyetin ve gayba yakinen imanın henüz kalplerine tam yerleşmediği kimi kişiler de, mantıklarıyla değerlendirmeye kalktıkları bu olay karşısında şaşırıp kalmışlar, tuttukları akli değerlendirme yolu onları teslimiyete değil inkara götürmüş ve bir irtidat olayı gerçekleşmişti. Bu din, böyledir. Evet, dinin getirdiği her şey akla uyar. Fakat aklı din şekillendirir, yoksa dini akıl değil. İnsanın görme, duyma, düşünme ve hissetme gibi yetenekleri, bir noktaya kadar algılama ve yorumlama gücüne sahiptir. Bundan sonrası öyle şeylerdir ki, artık akıl ve mantık burada durur ve teslimiyet, yorum yapmaksızın iman gündeme gelir. Allah'a, meleklere, ahret gününe, ruha ve kadere olan inancımız görmekten, duymaktan ya da beş duyu ile algılamaktan kaynaklanan bir iman değildir, elbette. Fakat, bir şeyin varlığına iman mutlaka onu görmeyi, tutmayı, işitmeyi gerektirmediği gibi aklın ve mantığın o şeyin varlığını ve hakikatini kuşatmasını da gerektirmez. İşte bu dinin bildirdiği gaybi ve olağan üstü haberler de böyledir. Rabbi Zü'l Celal bunlarla kullarını sınar ve bunlarla gayba iman eden müminleri; her şeyi akıl ve mantık sınırlarına uydurmaya çalışan, uyduramadıklarını inkar eden kafirlerden ayırır.

2 - Miraç hadisesi hicretten yaklaşık bir sene önce olmuş ve beş vakit namaz —ki buna cuma namazı da dahildir— Miraç hadisesinde farz kılınmıştır. Resulullah (s.a.s) hicrete kadar Mekke'de beş vakit namazı kılmasına rağmen, ilk cuma namazını hicretten sonra kılmıştır. İşte Resulullah'ın bu şekilde davranışı fıkıh alimlerinin cuma namazı için bazı şartlarının olduğuna hükmetmelerinin delili olmuştur.

 
Üst Alt