Zaman Yaratılmadan Önce Ne Vardı?

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
tb

Dünya, bir zamanlar cansızdı. Üzerinde hayattan eser yoktu. Hayat yoktu, ama dünya vardı. Ondan önce de dünya yoktu. Kâinat vardı, yıldızlar ve galaksiler vardı ama dünya yoktu.

Ondan çok önceleri de yıldızlar da yoktu. Kâinatta sadece yıldız olmayı bekleyen atom parçacıkları vardı Onlardan önce ise..... Hiçbir şey yoktu. Kâinat yoktu. Varlık âlemi yoktu henüz ortalıkta. Hatta "ondan önce" diye bir şey bile yoktu. Çünkü zaman da yaratılmamıştı henüz. Zamansız ve mekansız, bir tek "O" vardı.

Bir "Ol!" emri erişti O'ndan. Kâinat ortaya çıktı. Zaman ve mekan, bir müthiş patlamayla var oldu. Nasıl oldu? Kimse bilmiyor. Çünkü o yaratılış ânını Yaratan'dan başka hiç kimse görmedi.

O gün bugündür, o dehşetli patlamanın kalıntıları dolaşıyor uzayın her tarafında. "Ol!" emrine kâinatın verdiği cevap, hâlâ göklerde yankılanıyor. "Biz, bir emirle var olduk" diye haykırıyor gökler. İnanan ve inanmayan herkes, beraber işitiyor. Başlangıcı varsa kâinatın, onu bir yaratan var. Başlangıcı varsa zamanın, onu bir başlatan var. İkisi de O, "OL!" deyince oldu.

O'ndan öncesi yoktu. Yalnız O vardı. Mekândan münezzeh, zamandan münezzeh, ezelî bir tek Yaratıcı vardı.

Olacak şey, olmuşla birdi O'nun için. Geçmişin ve geleceğin farkı yoktu. Dünya ve âhiretin öncelik ve sonralığı yoktu O'nun ilminde. Çünkü O, zamana mahkum değil, zaman ona mahkumdu.

Zaman, O'nun emriyle var oldu. O'nun emriyle var olanlar, hep hikmetli ve düzenli varlıklardı. Zaman da öyle.

Bir büyük nehir gibi, gelip geçeceği her yer belliydi zamanın. Her ayrıntısı, hikmetle düzenlenmişti. Çünkü kader vardı. Ve kader, ne geçmişte ne de gelecekteydi. Her şeye ezelden bakıyordu.
 

MURATS44

Özel Üye
- Muhyiddin İbn Arabî’nin konuyla ilgili görüşü şöyledir: “Allah mahlukatı yaratmadan önce bir ‘ÂMÂ’da idi. Âmâ'nın altında da hava, üstünde de hava vardı.” (bk. El-Futuhatu’l-Mekkiye, I/148).

- İbn Arabî, bu konuyu bir hadis-i şerife dayanarak açıklamaktadır. Hadiste gelen rivayet şöyledir: Ashap’tan Ebu Rezîn anlatıyor: Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Rabbimiz, mahlukatı yaratmadan önce neredeydi?” diye sordum. “Allah, mahlukatı yaratman önce bir ‘AMA’da idi. Amanın altında da hava, üstünde de hava vardı. Sonra Arşını su üzerinde yarattı.” diye cevap verdi.(Ahmed b. Hanbel; IV/11-12; Tirmizî, Tefsir, 12; İbn Mace, Mukaddime,13)

Alimlerin bildirdiğine göre, ‘Amâ’dan maksat, Allah ile birlikte hiçbir şey yoktu' demektir. (Tirmizî, a. g.y.) İbn Mace’nin rivayetinde yer alan “Onunla birlikte hiçbir yaratık yoktu” ilavesi de bu anlamı pekiştirmektedir.

İbn Esir, “en-Nihaye fi Garibi’i-Hadisi ve’l-Eser” adlı eserinde bu konuda şu bilgileri vermiştir: ‘Amâ’ kelimesi uzatmalı şekliyle bulut demektir. Bazı rivayetlerdeki ‘Amen’ kısaltmalı şekliyle de “Allah ile birlikte hiçbir şeyin olmadığını” ifade etmektedir.

Bunun ‘ince bulut’ anlamında olduğunu söyleyenler de vardır. Bazı âlimlere göre, ‘Amâ’ insan aklının kavrayamayacağı, insan idrak sınırının ötesinde olan bir kavramdır.

Ünlü Dil bilgini, el-Ezherî, “Biz buna iman ederiz, fakat herhangi bir şekilde onu nitelendiremeyiz.” diyerek görüşünü açıklamıştır. (bk. A.g.e, III/576 -el-Mektebe eş-şamile)

Bazı bilginler, mananın yanlış anlaşılmaması için, hadiste bir muzafın/tamlayan bir kelimenin/Arş kelimesi takdir edilmesinin lüzumuna işaret etmişler. Buna göre, “Ey Allah’ın Resulü! mahlukatı yaratmadan önce Rabbimiz neredeydi?” ifadesi “Rabbimizin Arşı neredeydi?” şeklindedir. Bu kelimenin takdir edilmesi, “Allah’ın Arşı su üzerindeydi.”(Hud, 11/7) mealindeki ayetin ifadesine de uygundur.

Nitekim alimler, “Onlar, ancak buluttan gölgeler içinde Allah’ın (emrinin) ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesinden başka bir şey mi beklerler? Halbuki bütün işler sadece Allah’a döndürülür.”(Bakara, 2/210) mealindeki ayette de “Allah’ın gelmesi” ifadesinde emir kelimesini takdir etmişler ve “Allah’ın emrinin gelmesi..” şeklinde anlamışlardır(a.g.y).

İbn Arabî, ‘Amâ’nın Allah’ın nurunun tecelli ettiği ilk sahne olduğunu ifade etmiştir(Fütuhat, a.g.y).

Hadis-i şerifte geçen ‘Ama’ kelimesinin de yardımıyla bu konuyu -anladığımız kadarıyla- şöyle açıklayabiliriz:

Hadiste geçen ‘Amâ’ kavramı, anlamı ne olursa olsun, bir muammayı ifade etmektedir. Yani varlık yaratılmadan önce Allah’ın isim ve sıfatlarının nasıl olduğu bilinmez bir muamma idi.

Allah’ın varlığı, birliği, yaratıcılığı, ilmi, hikmeti, kudreti, bağışlaması, affı, gazabı, celal ve cemal ve kemal sıfatlarının olup olmadığı bilinmiyordu. Bu durum ‘Amâ’ olarak ifade edilmiş olabilir.

"Ben gizli bir hazine idim, kendimi tanıtmak istedim, mahlukatı yarattım ki, beni tanısınlar." (Aclunî, II/132). Bu hadis, hadis alimlerince, senet bakımından eleştirilmiş olmakla beraber, Aliyyu’l-Karî gibi bazı alimler, bunun manasının doğru ve “Cinleri ve insanları sırf bana kulluk etsinler diye yarattım."(Zariyat, 51/56) ayetine uygun olduğunu söylemiş ve İbn Abbas’ın bu ayette geçen ‘ibadet/kulluk’tan maksat Allah’ı tanımaktır, şeklindeki açıklamasını delil göstermişlerdir(bk. A.g.y; Aliyyu’l-Karî, el-Esraru’l-Merfua, s. 273).

Bu açıklama İbn Arabî’nin genel felsefesiyle de uyuşmaktadır. Nitekim, İbn Arabî, söz konusu hadisi şöyle açıklamıştır: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi göreyim.”(bk. İşaratu’l-İ’caz, s.17).

Demek ki, mahlukat yaratılmadan önce, güneşin bulut arkasında gizlendiği gibi, Şems-i Ezelî olan yüce Allah’ın isim ve sıfatları o mahiyeti bilinmez gizemde bir muamma idi. “Amânın altında hava, üstünde hava vardı”. Yani Onunla birlikte hiçbir varlık yoktu. Kimse onu tanımıyordu. Çünkü varlıktan eser yoktu. Sonra mahlukatı yarattı ve kendisini tanıttı.

"Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir fuar açsın, içinde sergiler dizsin, ta insanlara ve diğer şuurlu varlıklara saltanatının haşmetini, servetinin şaşaasını, sanatının harikalarını, kendi maharetini göstersin. Ta ki, manevî cemal ve kemâlini iki yönden müşahede etsin: Birincisi, bizzat kendi kuşatıcı ilmiyle ve bakışıyla görsün. İkincisi ise, diğer şuurlu varlıkların nazarıyla baksın."(bk. Sözler/11. Söz, s.120). Bu safha Âyân-ı sabitenin teşahhus ettiği varlığın ilk sahnesidir.
 
Üst Alt