Kalp vardır imana saray, kalp vardır imana zindan!

MiMoZa

Aktif Üyemiz
Peygamberimizin hadisinde de geçtiği gibi “inkılab eden” “sürekli devinen” “bir kararda durmayan” anlamına gelir.



Yani “dönek”.

Yerinde duramaz uçarı bir çocuk gibidir kalb. Alı görüp ala şalı görüp şala heveslenir. Bazen arıdır bal yapmak için çiçeğe konar. Bazen sinektir aşırmak için başkalarının ürettiği bala konar.



Kalb vardır imana saray olur.

Kalb vardır imana zindan olur.

Kalb vardır gül saksısına benzer. İçinde gül yetiştirdiği için gül kokar.



Kalb beden ülkesinin başkentidir.



Dil dudak göz kulak el ayak hep oradan yönetilir. Bütün organlar bu başkentin taşrasıdır. Komuta mahalli kalbtir. Orada iman iktidardaysa organlar üzerinde imanın sözü geçer. Şeytan iktidardaysa organlar üzerinde şeytanın sözü geçer.



Sevgili Nebi muhataplarının dikkatini sürekli kalbe çeker. Kendi dikkati de sürekli kendi yüreğindedir. Bu nedenle öyle der: “Kalbimde hafif bir oynama hissederim de o gün yüz defa Rabbimden af dilenirim.” Onun en sık tekrarladığı dualarından biridir:



“Ey kalpleri evirip çeviren ’ım! Kalbimi dinin üzre sabit kıl!”



Müşriklerin işkence altında putlarını övmeye zorladıkları Ammar sonunda dayanamayarak istediklerini söylemiş bundan dolayı yüreği yanık gözü yaşlı bir biçimde Rasûlullah’a gelmişti. Adeta yıkılmıştı.

Yaptığının telafisi imkânsız bir hata olduğunu düşünüyor “ölseydim” diyor başka bir şey demiyordu.



Hz. Peygamber “Kalbini nasıl buluyorsun?” diye sordu. “imanla dopdolu” cevabını alınca “Yine işkence ederlerse sen de aynı taktiği yine kullan” buyurarak teselli etti.



Evet işte böylesine merkezi bir işlevi olan kalb gerçekte neydi?



Kur’an’a göre bu kalb “kan pompası” olan kalbten başka bir şeydi.

Çünkü Kur’an şöyle buyuruyordu:


“Bu (vahiyde) bir kalbe sahip olan kimseler için alınacak öğütler vardır.”

(50.37)



Bizim bildiğimiz herkesin kalbi yok muydu?



Vardı ama Kur’an göğsünde bir kan pompası taşıyan herkesi “kalb sahibi” saymıyordu. Ondan hayvanlarda da vardı. Üstelik hacimce daha da büyüktü. Daha fazla kan pompalıyordu. Fakat Kur’an onları muhatap bile almıyordu.



Kur’an “bir kalbe sahip olan kimse” derken; arayan merak eden soran kuşku duyan man eden seven özleyen sızlayan inleyen yanan aktif bir yüreği kastediyordu. Böyle olmayan kalbi kalbten saymıyordu. “Kalbleri var onunla akletmeyi bilmezler” diyordu.





Yani Kur’an

kalb derken; “akleden fikreden tefekkür eden tezekkür eden tedebbür

eden tefakkuh eden” bir kalbi daha doğrusu bir “iç dünyayı” kastediyordu.



Onun için de “Aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder” diyordu vahiy.

İç dünyasını vahye inşa ettirenler ’ın nuruyla bakarlar o nurla görürler o nurla yürürler o nurla tutarlardı.


İç dünyasını vahye inşa ettirmeyenlerin yani kalbine sahip olamayanların belli bir müddet sonra ellerine dillerine ayaklarına gözlerine kulaklarına da sahip olamayacakları aşikardı. En sonunda kendilerine sahip olamayacaklardı.



Kendine sahip olamayanlar kendini kaybetmeye mahkûmdular.



Kişi kendini kaybettikten sonra dünyayı kazansa ne olur?



Rabbimiz c.c. bizlere her türlü kötülüklerden korusun inşallah


 
Üst Alt