Râbıta (tasavvuf)

thr99

Yeni Üyemiz
Râbıta, bir tasavvuf terimi. Tasavvufta belirli tarikatlarda bulunan bir uygulamaya verilen isimdir. Etimolojik açıdan râbıta sözcüğü rabt kökünden türemiştir ve “birleştirmek” ve “bağlamak” anlamlarına sahiptir. Tasavvufta ise müridin, konsantre olup şeyhini aklında canlandırarak şeyhinden yardım istemesi, feyz alması anlamına gelir.


Özellikle Nakşibendî tarikatı ve Süleyman Hilmi Tunahan cemaatinde önemli bir yere sahip olan râbıtanın genelde benzer olmakla birlikte farklı tanımları vardır. Ünlü mutasavvıflardan Abdülhakîm Arvâsî’nin Râbıta-i Şerîfe isimli, râbıtayı anlatan risalesinin Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilmiş nüshasında râbıta şöyle tanımlanmaktadır: “Râbıta, İlâhî-Zâtî sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayâl hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.”[1]
Tarihçe

Râbıtadan bir tasavvuf terimi olarak ilk kez bahseden eser Raşahât Ayn’ul-Hayât’tır. Ali bin Hüseyn el-Vâiz el-Kâşifî el-Beyhakıy tarafından Farsça kaleme alınan eserde çeşitli yerlerde râbıta sözcüğü geçmektedir. Râbıtanın tam bir tanımı veya uygulanışına dair herhangi detaylı bir bilgi içermez. Râbıtanın ilk detaylı açıklaması ve tanımı Nakşibendî Silsile-i Sâdât’ında da yer alan ünlü mutasavvıf Halid Bağdâdî tarafından yapılmıştır. Halid Bağdâdî’nin ilgili eseri Muhammed Esad Efendi’ye yazdığı bir mektuptur ve Risaletün fi Tahkıyk’ır-Râbıta olarak adlandırılmıştır. Bu eser salt râbıtaya ilişkin yazılmış ilk eserdir. Bu eserin ardından, büyük oranda bu esere dayanan ve sadece râbıtayı konu alan çeşitli eserler de kaleme alınmıştır, örneğin: er-Rahme’tül-Hâbita fi Tahkıyk’ır-Râbıta, İsbât’ul-Mesâlik fi Râbıta’tıs-Sâlik, Râbıta-ı Şerîf[2]...
Özellikleri

Râbıta dinî veya ruhanî bir uygulama olarak çeşitli kurallara sahiptir. Bu kurallardan belki de en önemlisi Allah'da fânî olmuş (bakınız: Allah'ta fânî olmak) yani en üst seviyeye ulaşmış bir şeyhe râbıta yapılmasıdır. Ölü şeyhlere de râbıta yapılabilir[3]. Râbıtayı bir farz olarak kabul eden mutasavvıflar olsa da[4] genelde tasavvufî çevreler râbıtayı yararlı ve gerekli görmekle birlikte tam olarak bir ibadet veya farz olarak yorumlamazlar.


Uygulama

Rabıta müridin mürşidinin suretini hayalinde canlandırmasıdır. Şazelilik gibi bazı tarikatlarda rabıtanın bulunmayışı uygulamanın tüm tasavvuf yollarında olmadığının bir göstergesidir. Özellikle Nakşibendilikte rabıtanın önemi zikirden bile daha fazladır. Uygulamada bazı çeşitlilikler olsa da genel olarak gözler kapalı şekilde mürşitin göz önüne getirilir ve ondaki ilahi bir nurun müride aktığı hayal edilir. Diğer bazı tarikatlarda imajinasyon, mürşidin suretini canlandırmak şeklinde değil de Allah'ın isimlerinden birini veya zat ismini (Allah) zikrederken harflerinin zihinde canlandırılması şeklinde gerçekleştirilir.
Kaynakça

  1. <LI id=cite_note-0>^ Râbıta-i Şerîfe, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, No. 243435, s.18. <LI id=cite_note-1>^ Üniversite Kütüphanesi, 438/21; Beyazıt Devlet Kütüphanesi, 243435. <LI id=cite_note-2>^ Mehmet Zahit Koktu, Tasavvufî Ahlâk, s. 2/272; Abdülhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîf, s.23.
  2. ^ Mustafa Fevzi, İsbât’ul-Mesâlik fi Râbıta’tıs-Sâlik, s. 19.
 
Son düzenleme:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAH c.c razı olsun.....Emeğinize sağlık......

Ademi en güzel surette yaratıp, Alemin nümunesi, mahlukatın en şereflisi, en üstünü kılan... Onu, hilafet rütbesiyle şereflendirip diğer yaratılmışların saygısına layık,,, emrine ram eyleyen... İhtiyaçlarını gidermesi, necâta kavuşup derecelerini yüceltmesi,,, gayelerin en sonu ve kurbiyetin en üst mertebelerine ulaşabilmesi için sebepler vesîleler halk eden Allah Teala’ya hudutsuz hamd ve senâlar olsun.
Topyekün mahlukat ve mümkinatın eşrefi ekmeli ve efdali... Nebîlerin ve Resûllerin imamı... Cenabı Hakk’ın habîbi Hz. Muhammed Mustafa’ya nihâyetsiz salât ve selam olsun....

Eğitim ve öğretim için bir hocaya ihtiyaç olduğu gibi, manevî terbiye için de kâmil ve mükemmil bir mürşide ihtiyaç vardır... Allah Teâlâ’ya yaklaşmada en güzel vesîle onlardır.... Bu itibarla, Allah yolunda yürüyüp mesafe almak isteyen hiçbir mü’min, kendisini bu ihtiyaçtan müstağni addedemez, buna ihtiyacım yok diyemez..... Bakınız, bu hususu şair ne güzel ifade etmiş....
Deme aşk içre bana kim ola rehyabı tarîk...
Gir hemân sen yola, Allâhü veliyyü’t tevfik
.

fiemanillah......
 
Üst Alt