İsra ve Miraç

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İsra ve Miraç

Mirac’ meselesi, Hz. Peygamberin nübüvveti açısından en kritik en tartışmalı mucizelerinden biridir.
İsra ve Miraç
İsra ve Miraç
Bilindiği gibi mucizelerin en bilinen maksatlarından biri dönemin insanlarını, daha dar anlamıyla çevresinde bulunanları, onun hak bir elçi olduğuna inandırmaktır.

Çünkü insanlar, içine doğdukları kültürlerin temel yaklaşımlarından kolay kolay kendilerini sıyıramazlar, getirilen her yeni öğretiye, insanı ileriye taşıyacak her fikre tepki gösterirler.

Çünkü hem toplum, hem birey için yeni fikir yeni bir haldir ve her yeni bir hal, yeni riskler içerir. İnsan ise alıştığı şeyi tekrar edip durmayı sever, risk almayı istemez. O yüzden de değişerek elde edebileceği bir batman nimeti, şimdiki bir gram hazza feda eder.

Genelde her toplumun vasfı budur ama müşrik ve pagan toplumların temel vasfı değişime ve yeni fikirlere karşı direnç göstermektir. Peygamberler ise hep değişimi ve insanlığı daha ileriye götürecek yeni fikirleri toplumlara taşır ve aşılarlar… Temel görevleri insanlardaki yenilenmeye karşı var olan direnci kırmaktır, onları saplandıkları tekrara düşmüş bir hayat algısından kurtarmaktır.

Ve peygamberler de ekseriyetle ya tekrara düşmüş ve atalar örfü haline getirilmiş bir dini tashih etmek ya da pagan ve müşrik kültürleri tevhid ile aşılamak için gönderilmişlerdir. Dolayısıyla da vazifeleri öncelikle, içine doğdukları toplumun paradigmalarını değiştirmeleri gerekiyor. Yani insanları o pagan kültürün etkilerinden veya müşrikane -sebepleri yaratıcıyla eş değerde tutmak veya onları gerçek vasıta bilmek- yaklaşımdan kurtarmaları gerekiyor ki, soyut ve dokunulamayan bir ilahın varlığını insanlara kabul ettirebilsinler.

Hatırlayın, israiloğulları, denizin yarılması gibi bir mucizeye, değneğin yılan olup, tüm sihirbazların sihirlerini iptal etmesine tanıklık ettikleri halde, Sina yarımadasına geçip, biraz rahata kavuşunca hemen ‘dokunulabilir, görünebilir’ bir tanrı istediler.

Mucizelerin sergilenmesindeki temel amaç, insanlardaki bu, ‘hakikati, olduğu gibi görmeye engel olan zihniyet duvarlarını’; eşyaya hep aynı perspektiften bakmaya yol açan ve en olmaz inanışları yıllarca hakikat bilip sürdürmeye, makulmüş gibi görmeye neden olan zihinsel alışkanlıkları yıkmaya yöneliktir.

İnsanı, zihinsel körlüklerden; baktığımız halde görmemize, duyduğumuz halde işitip uymamıza, kalp ve akıl sahibi olduğumuz halde onları kullanıp eşyayı tam ve olması gerektiği gibi anlayıp yararlanmamıza mani olan zihinsel alışkanlıkları düzeltmeye; eşyayı gerçek hakikatiyle görmeye mani olan sabitlerimizi/paradigmalarımızı değiştirmeye ikna etmedikçe, hiçbir gerçeği onlara kabul ettiremezsiniz. Zorlayan bir operasyondur o yüzden mucize.

İnsan zihnini bu alışkanlıklardan kurtarmadıkça, onun derin devletinin ‘değiştirilmez kıldığı’ ve değiştiremediği için de gelişmesine, daha doğrusu aklını layıkıyla kullanmasına engel olan hallerden çıkarmadıkça, vahyin hakikatini anlamaya imkan yoktur. İşte peygamberlerin mucize göstermeye yönelmelerinin temel gerekçesi, insanları, o zihinsel manilerden kurtulmaya ikna etmektir.

Çünkü hiçbir insan ciddi gerekçeleri olmadan, alıştığı düşünsel kalıpları değiştirmeye yanaşmaz. Akıl etmez. İlla bir sevgi, şok veya menfaat olacak ki insan bunu yapabilsin. Mucize o vasıtalardan en etkilisidir.

İnsandaki bu, Yaratıcısını tanımaya mani olan körlük, sağırlık ve saçma inanışları tekrarlayıp durmasına neden olan alışkanlık yok edilmedikçe, ona yeni bir bilgi ve görüş yükleyebilmenin imkânı yoktur. Çünkü bunlar, insanı sorgulamaktan alıkoyan şeylerdir. Son derece iyi eğitim aldığı halde yine de saçma sapan inanışları bulunan bir yığın insanla karşılaşmışsınızdır. Bunun sebebi o zihinsel alışkanlıklardır.

Siz insanın kültür paradigmalarını değiştirmezseniz, o hiçbir zaman sahip olduğu inanç şeklini değiştirmeyecektir. Çünkü o inançtır ve öyle kalmalıdır. Oysa hakiki iman, insanı akılcı olmaya zorlar. Makul olmayan inanç, iman değildir. İşte peygamberlerin mucize gösterme gayeleri, insan zihninin, doğru inanmaktan alıkoyan alışkanlıklar ve tekrarlanıp duran makulmüş gibi görünen absürtlüklerden temizlemektir. Mucizelerin büyük ekseriyeti hatta nerede ise tamamına yakını bu kategoriye girer:

İnsanları, saçma sapan inanışları benimsemelerine yol açan alışkanlıktan kurtarmak, onların elçiye kulak vermelerini sağlamak…

Mucizelerin bir diğer maksadı da, inananların inançlarını ve dirençlerini takviye etmektir… İşte Mirac’ mucizesi böyle bir mucizedir. Mirac’ın hakikati, ‘kâfir’e değil ‘mümin’e bakar.

orlayacak mucizelerin ekseriyeti, zaman içinde gelişen bilim ile izah edilebilecek cinstendir. İnsanı basit körlüklerden kurtarmaya yönelik oldukları için, o tür mucizeler, yine de eşyanın içinde var olan ama henüz bilinmeyen bir mertebenin, bir kanunun bir usulün kullanılmasından doğarlar. Mesela kuşların uçmasına vesile olan aero dinamik kanununun insanlar tarafından kullanılması bir tür mucizedir. Bugün insan dahi, dünün o mucizesinden yararlanarak koca uçağı ‘Süleymanın tahtı gibi’ havaya bindirebiliyor.

Mesela Hz. İbrahim’in yanmaması mucizesini düşünelim. Cenab-ı Hak, ateşe ‘suğu ve selamet ol’ dedi ve ateş yakmadı. Eğer ‘selamet ol’ demeseydi, İbrahim (as) bu kere de ateşin soğuk mertebeleri ile yanacaktı. Bugün biliyoruz ki, burudet dahi hararetin bir mertebesidir. Evrende en düşük hararet mertebesi eksi 273’tür. Bu rakam da ‘farazi’ bir rakamdır. Zira evrenin hiçbir yerinde bu kadar eksi sıcaklık yoktur. Eşyanın varlığını koruyabilmesi için sıcaklığın o mertebeye varmaması gerekiyor. Nasıl ki hararetin belli bir yüksekliğinden sonra da eşya varlığını ancak buhar halinde sürdürebiliyorsa…

Ama neticede, İbrahim’in yanmaması bir mucizedir. Süleyman’ın tahtının rüzgara bindirilmesi bir mucizedir. O dönem insanlarının anlayabileceği bir şey değildir çünkü. Demek ki, mucizelerin bir diğer amacı da bilimin elinden tutmak ve ona, ilerlemesi için yol göstermektir.

Yani cenab-ı hak, o mucizelerle, insanı eşyayı ve ondaki imkânları araştırmaya sevk eder. “Seni yakan ateşin öyle bir mertebesi var ki yakmaz. Bul kendine bir malzeme, giy onu ve seni ateşten korusun” gibi…

Veya Hz. İsa’nın diliyle “Ben size çamurdan kuşa benzer bir şey yaparım. Ona kendi ruhumdan üflerim, o da Allah’ın izni ile uçar” diyerek bir yandan, nefsini ıslah etmiş bir kuluna verdiği nimetlerden söz ederken, bir yandan da aklını kullanmasını bilen, hikmeti anlayan ve onları öğrendikten sonra da insanlığın yararına sunabilin, başarı ve mutluluğu için onları araç haline getiren kullarının teşviki için kullanır.

Evet mucizelerin sayısız türü ve gayesi vardır. Onlardan sadece üçüne temas ettik. Yani çağdaşı insanları imana davet edip ikna etmek, taraftarlarının imanını güçlendirmek ve daha sonra gelecek nezsiller için onları ders alınacak ibretler kılmak.

Mirac’ mucizesi ise tektir. Esasında Adem aleyhisselam’ın ‘tenzili’nin tersi bir ‘urûc / yükselme’dir. İnsaniyet, Adem mertebesiyle, aşağıların aşağısına indirildiği gibi, insaniyet-i Kübra olan İslamiyet ile de yükseklerin yükseğine çıkarılmıştır. Bu onun tamamlayıcısıdır adeta. Adem’in semadan arza indirilmesine karşılık, arzın bir cevabıdır ki, kul hakiki bir itaat ile yeniden o yüksek menzile çıkabilir demektir.

O yüzden Mirac’ doğrudan kalbe bakar ve müminin imanını takviyeye yöneliktir. Zaten “Mirac’ meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur”

Allah’a hakkıyla iman etmemiş, melekleri tanımayan, nebinin ve nübüvvetin dindeki ve insanın hayatındaki ehemmiyetini anlamayan bir insan Mirac’ı ne kavrayabilir ne anlayabilir.

O yüzden de bir tanrı tanımaza yahut, iman noktasında ciddi eksiklikleri bulunan birine karşı Mirac’ meselesini ispata kalkışmak abestir. Daha vahiy gerçeği ile ilhamı birbirinden tefrik edemeyen birine, ruhun astral seyahatinden bile haberdar olmayan bir ham ruha, bedenin bir an içinde tüm zamanları katlayıp milyar milyar ışık yılı mesafeleri dürdüğünü, kısa bir an içinde kevn u mekanı geçtiğini söylemek sadece inkardaki inadına hizmet eder.

Çünkü, Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Mirac’an bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım gelir.

Bizim buradaki maksadımız, inanmayanbirine miracı isbat etmek değildir. Aksine, inanıp da miraç konusunda vesveseye düşmüş bir müminin kalbindeki gümanı gidermeye yönelik olabilir olsa olsa…

Mümin gabya iman eden bir insandır. Bir yerde ilim varsa ona tabi olur. İlim yoksa, fakat o şey rabbi tarafından bilidirilmişse ona iman eder. İman ve din makuliyettir mantık değil. Bir şey size mantıklı gelmeyebilir. Ama o dinin esasaları içinde ise emin olabilirsiniz ki onun bilimsel bir izahı da vardır. Sadece biim henüz onu izah edebilecek mertebeye ulaşmamıştır.

Mesela bundan 100 sene önce, bir insanın bugün olduğu kadar isabetli hava tahmininde bulunduğunu düşünelim. İnsanlar onu ya kerametle ya mucize ile izah etmeye kalkışırlardı. Oysa bugün dünyayı ve ondaki hava hareketlerini dışarıdan gözlemleyen uydular vasıtasıyla o hava hareketlerini izleyebiliyor ve yaklaşık bir netice elde edebiliyoruz insanlık olarak. Kimse yadırgamıyor veya ‘bu bir mucizedir’ demiyor. Gaybı bilmek olarak da algılamıyor. Çünkü o artık bir bilgidir…

Bu diziden maksadımız miraç hadisesini, hadis ve sahabi rivayetleri ile anlatmaktır. Esasında yaklaşık 25-30 yıl önce bir sahafta bulduğum küçük bir risale bana bunu ilham etti. O risalede, Miraç hadisesiile ilgili tüm rivayetler bir araya getirilmiş ve eksik yerler de tamir edilerek tam bir mirac seyr u süluku oluşturulmuştu. O zaman onu tercüme etmiştim. İbrahim Erdoğan Kardeşimiz, Rmazan için bir şeyler isteyince o metin aklıma geldi. Sizinle onu paylaşmayı kararlaştırdım.

Yer yer, bir müminin bile yadırgayabileceği anlatılar var metinde. Ama mümin aklının basmadığı yerde de gabya iman eder.

Ben mümkün mertebe uzun bir ön sözle zihinleri hazırlamaya çalışacak ve bilhassa ‘miraç meselesini aklına sığdıramayan’ müminlere onu anlamaları için örneklemeler aktaracağım. Esasında bu konuda da Bediuzzaman 31. Söz’de kimseye başka söz bırakmamış amma yine de tekrarında fayda vardır.

Önce şunu tespit edelim: Mirac, nübüvvet-i Ahmediyye’nin gök halkına karşı, ‘insaniyet’ adına gösterdiği bir mucize olduğu gibi, ‘islamiyet’ açısından da velayet-i Muhammediyenin keramt-i uzmâsıdır ki, Kuran’dan sonra Hz. Muhammed’in en büyük delili ve mucizesidir. Şu iki delil gösterir ki o, Rabbin insanlık nezdindeki en son ve en beliğ elçisidir…
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
dua-okunacak-dualar-namazjpg.jpg

ellerinizi semaya,güzel gönlünüzü meylaya açın dostlar....
 
Üst Alt