Ahiret'e Iman , Hz. Muhammed (S.a.v.) Ve Kur'an Delili

Adilbey

Aktif Üyemiz
Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an delili

Ahirete şehadet eden sayısız delillerin hiçbirisi olmazsa da, düşmanlarının bile doğru ve emin olarak bildiği Hz. Muhammedin haşre dair haberleri yeter....

“Hiç mümkün müdür ki, bütün peygamberlerin, mucizelerine dayanarak, sözünü teyid ettikleri; bütün evliyanın, keşif ve kerametlerine dayanıp davasını tasdik ettikleri; bütün takva ve ilim sahibi zatların ve alimlerin araştırmalarına dayanarak peygamberliğine şahitlik ettikleri Resul-i Ekrem Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vermiş olduğu bir haber yalan çıksın? Ve O zat, hakikata zıt bir haber vermiş olsun?
O zat ki, sağlam kaynaklardan bize ulaşan binden fazla mucizesini ve her yönüyle mucize olan Kur’an’ı, sözüne senet ve delil yapmıştır. Acaba, sinek kanadı kadar kuvveti bulunmayan vehimlerin ne haddi var ki, o zatın sözünü hükümden düşürsün ve o zatın haber verdiği ahiretten şüphe ettirsin?

Ahiret'e iman , Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an delili
Ahiret'e iman , Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an delili
Evet, bu delil, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ve Kur’an’ın şehadetinden meydana gelmiştir. Bu delili, maddeler hâlinde şöylece beyan edebiliriz:

1. Hz. Muhammed (s.a.v.) ahiretin varlığından haber vermiş ve ahirete imanı, imanın bir şartı kabul etmiştir. O hâlde diyebiliriz ki, ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce Hz. Muhammed (s.a.v)’i inkâr edebilmek lazımdır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. O hâlde ahiretin varlığı hususunda şöyle bir delil sunsak: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir avuç yiyecek ile bir orduyu doyurması ispat eder ki, ahiret vardır. Yani her bir mucizeyi ahiretin varlığına delil yapsak, bu doğrudur ve haktır.

Zira:
  • Madem bir avuç yiyecek ile bir orduyu doyurmuştur, elbette bu bir mucizedir.
  • Madem mucize göstermiştir, elbette o bir peygamberdir.
  • Madem peygamberdir, elbette yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez.
  • Madem yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez; o hâlde vermiş olduğu bütün haberler elbette doğrudur ve haktır.
  • O hâlde ahiret vardır, çünkü o Zat ahiretten de haber vermiştir!

O hâlde şöyle desek: “Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in binden fazla mucizesi, teker teker ahiretin varlığına delildir.” Yani her bir mucizeyi ahiretin vukuuna delil yapsak, bu doğrudur ve haktır.

Zira:

  • Her bir mucize, o zatın peygamberliğini ispat etmektedir.
  • Madem o zat peygamberdir, elbette yalan söylemez ve hakikata ters bir beyanda bulunmaz.
  • Madem yalan söylemez ve hakikata zıt bir beyanda bulunmaz, o hâlde verdiği bütün haberler haktır ve doğrudur.
  • Ve madem ahiretin geleceğinden haber vermiştir, elbette haber verdiği gibi gelecektir.

Netice olarak deriz ki:Ahiretin varlığının delilleri, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğinin delilleri kadar çoktur. O zatın peygamberliğini ispat eden bütün deliller, aynı zamanda ahiretin de varlığını ispat ederler.

Böyle, bütün peygamberlerin kendisinden haber verdiği, bütün evliyanın ve takva sahibi alim zatların kendisini tasdik ettiği ve binlerce mucizeyi gösteren bir Zat’ın haber verdiği bir mesele, elbette haktır, doğrudur ve hakikattir. Vehmin ne haddi var ki, o zatın haber verdiği bir meseleye ilişsin ve o konudan şüphe ettirsin!

2. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi, diğer bütün peygamberler de ahiretten haber vermişlerdir. Demek, ahireti inkâr edebilmek için, sadece peygamberimizi inkâr etmek yeterli olmayıp diğer bütün peygamberleri de inkâr edebilmek lazımdır. Onları inkâr edemeyen, ahirete ilişemez; çünkü onlar da ahiretten haber vermiştir.

O hâlde diyebiliriz ki, ahiretin delilleri, peygamberler ve onların mucizeleri adedincedir. Her bir peygamber ve o peygamberin göstermiş olduğu mucizeler, ahiretin varlığına birer şahittir ve delildir. Acaba hangi sözün haddi var ki, bütün bu peygamberlerin sözlerini hükümden düşürebilsin ve onların sözünden şüphe ettirebilsin?

3. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve diğer peygamberler ahiretin varlığına delil olduğu gibi, Kur’an da ahiretin bir delilidir. Zira Kur’an da ahiretin varlığından haber vermiş ve ahiretin birçok hallerinden bahsetmiştir. O hâlde şöyle desek: “Kur’an’ın bir benzerinin getirilememesi ahiretin varlığını ispat eder.” Yani Kur’an’ın bir mucizesi olan, “benzerinin getirilememesi”ni ahiretin varlığına delil yapsak, bu doğrudur.

Zira:

  • Madem benzeri getirilemiyor, o hâlde Allah’ın kelamıdır.
  • Madem Allah’ın kelamıdır, o hâlde içinde elbette yalan ve yanlış olmayacak.
  • Madem içinde yalan ve yanlış olmayacak, elbette içinde olan her söz haktır ve gerçektir.
  • Madem içindeki her söz haktır ve gerçektir, elbette ahiret de haktır ve gerçektir. Zira Kur’an’da ahiretin varlığından açık bir şekilde bahsedilmiştir.
Demek, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı anda ahiretin varlığını da ispat etmektedirler. O hâlde ahiretin varlığının delilleri, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden deliller adedincedir. Burada konunun detaylarını, Kur’an’ın Allah’ın Kelamı olduğunu ispatlayan “Kur’an’a İman” isimli eserimize havale edip, burada diyoruz ki: Hangi sözün haddi var ki, kırk yönden mucizeliği ispat edilmiş olan Kur’an’ın sözünü hükümden düşürsün ve Kur’an’ın haber verdiği bir hususta insanı şüpheye düşürsün?

4. Kur’an gibi diğer bütün semavi kitaplar da ahiretten haber vermekte, cennet ve cehennemden bahsetmektedir. O hâlde ahireti inkâr etmek için, sadece Kur’an’ı inkâr etmek de yetmez; diğer bütün semavi kitapları da inkâr edebilmek gerekir. Yine soruyoruz: Hangi sözün haddi var ki, bütün semavi kitapların ittifakla haber verdikleri bir meseleyi çürütebilsin ve onların sesini susturabilsin?

5. Ahiretin varlığının diğer bir delili de bütün evliyalar ve takva sahibi alim zatlardır. Evet, evliyalar keşif ve kerametlerine dayanarak; takva sahibi alim zatlar da delil ve senetlerine dayanarak ahiretin varlığını haber vermişlerdir. Acaba bütün evliyaların ve takva sahibi alim zatların haber verdikleri ve hakkında ittifak ettikleri bir meseleyi, hangi dinsizin sözü çürütebilir ve hangi kâfirin sözü hükümden düşürebilir? Kaldı ki bu konuda söz hakkı onlarındır. Çünkü bir ilimde ve sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o ilim dalının ve sanatın dâhilerinin sözü geçer; diğerlerinin sözü kabul edilmez. Mesela bir hastalığın keşfinde, sıradan bir doktorun sözü, ünlü bir mimarın sözüne tercih edilir.

Çünkü mesele tıptır ve bu konuda söz hakkı doktorlarındır. Aynen bunun gibi, ahiret meselesinde de aklı gözüne inmiş ve maneviyata karşı körleşmiş bir filozofun sözü geçmez ve kabul edilmez. Bu konuda söz hakkı, başta peygamberler olarak, evliyaların ve takva sahibi alim zatlarındır. Acaba hangi filozofun sözü, böyle yüz yirmi dört bin peygamberlerin ve yüz binler evliyaların ve takva sahibi alim zatların sözüne tercih edilebilir? Ve bu tercihi yapanlara akıllı denilir mi? Eserimizde, buraya kadar zikredilen on dört delilden anlaşıldı ki, haşir meselesi öyle sabit bir hakikattir ki, yeryüzünü yerinden kaldıracak ve kırıp atacak bir kuvvet dahi o hakikati sarsamaz.

Zira:

  • Cenab-ı Hakk’ın bütün isimleri ve sıfatları ahireti gerektiriyor.
  • Resul-i Ekrem (s.a.v.)’in bütün mucizeleri onu tasdik ediyor.
  • Kur’an-ı Hakîm’in bütün ayetleri ve hakkaniyetinin bütün delilleri onu ispat ediyor.
  • Diğer bütün peygamberler ve getirdikleri bütün semavi kitaplar ondan haber veriyor.
  • Şu kâinatın bütün yaratılış ayetleri ve bu âlemdeki bütün hikmetli işler ona şahitlik ediyor.
Acaba hiç mümkün müdür ki, haşir meselesinde böyle bir ittifak var iken, kıl kadar kuvveti olmayan şüpheler, şeytani vesveseler, o dağ gibi hakikati sarssın ve yerinden kaldırsın? Hâşâ ve kellâ!

Hem zannedilmesin ki, haşrin varlığını ispat eden deliller sadece bu kadardır. Hayır, asla! Ahiretin varlığını ispat ederken bahsettiğimiz Hakîm, Kerim, Rahim, Âdil, Hafiz isimleri gibi, kâinatın idaresinde tecelli eden bütün ilahî isimler de ahiretin varlığını gerektirir ve ispat eder. Yani hangi ismin kapısını çalsak ve ondan ahireti sorsak, bize ahireti ispat edecektir. Mesela “Selam” isminin kapısını çalıp ahireti ondan sorsak, bize diyecek ki:

“Benim tecellime bak ve dikkat et! Bak, nasıl bütün mahluklar benim tecellim ile selamete çıkarılmış! İşte, bütün selamet verilen işler, benim tecellim iledir. Selameti selamet yapan ise, ancak ahiretin gelmesidir. Eğer ahiret gelmez ve benim tecellim, sadece şu kısacık hayata münhasır olursa, bütün güzelliğim hiçe iner ve âdeta tecellim alaya döner.”

Demek, “Selam” ismi insanları fenadan, yokluktan, hiçlikten kurtarıp onları selamet yurdu olan cennete sokmakla da gözükecektir ki; bu, “Selam” isminin en büyük tecellisidir. Ya da mesela “hibe eden” manasındaki “Vehhab” isminin kapısını çalıp ahireti ondan sorsak, diyecektir ki:

“Yokluktan varlık âlemine çıkışınızdan tutun, size verilen cihazlara; ağaçlara takılan yapraklardan tutun, sobanız olan güneşe kadar bütün hibeler benim tecellim iledir. Ancak hibeyi hibe yapan, devamıdır.

Eğer ahiret gelmez ve ölüm bir son olursa, bütün bu hibeler manasını kaybeder ve bir nevi alaya almaya döner. Demek, hibenin bir manasının olabilmesi, ancak ahiretin gelmesi iledir. Zaten ben, en azami mertebede cennette tecelli edeceğim...”

Bu isimler gibi her bir isim, ahiretin varlığını ispat ettiği gibi, kâinattaki varlıklarda görülen yaratılış ayetleri de haşrin varlığını ispat etmektedir. Mesela, insanın harika yaratılışı, sanatkârı olan Allah’ı gösterdiği gibi, o mükemmel yaratılıştaki insanın, kabiliyetlerinin kısa bir zamanda son bulması ahiretin varlığına delildir.

Zira bu derece kıymetli kabiliyet, sadece bu kısa ve fâni âlem için verilmiş olamaz. Yine mesela, çoğu eşyada görünen hikmet, inayet, adalet ve rahmet, nasıl ki Hakîm, Kerim, Âdil ve Rahim olan bir Allah’ın varlığını ispat eder ve O’nun kudretinden çıktığını gösterirler.

Onun gibi, bu isimlerin kuvveti ve hadsizlikleriyle beraber, onların mazharları olan şu fâni varlıklar aleminin ehemmiyetsiz ve az yaşamasına bakılırsa, ahiret güneş gibi görünür. Demek ki, her şey hal dilleriyle “Âmentü billâhi ve bi’l-yevmi’l-âhir” (Allah’a ve ahiret gününe iman ettik.) diyor.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt