Demir’den Yaratılmış Bir Sema: El-Maûn

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Demir’den Yaratılmış Bir Sema: El-Maûn
Demir’den Yaratılmış Bir Sema: El-Maûn
İçeri girdik. Bu sema "demir"den yaratılmıştı. Ne bitişiklik vardı ne ayrılık (Ne vasl vardı ne fasl) yani ne lehim yeri vardı ne ulama. Bu semaya da "El-Mâûn" deniliyordu. Orada koşumları dikkat çeken atlara binmiş melekler gördüm. Hepsi kılıç kuşanmış ve ellerinde de savaş baltaları (harb) vardı.

Cebrail'e "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, şu cevabı verdi:

-Bunlar, müminlere yardım etmek üzere Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bir kısım meleklerdir. Bunlar kıyamete kadar Müslümanlara yardım etmekle görevlidirler.

Bu arada, birbirine benzeyen iki genç dikkatimi çekti.

Cebrail'e "Ya bunlar kimlerdir?" dedim, Cebrail:

-Onlardan Zekeriyya'nın oğlu Yahya, diğeri de İsa ibn Meryem (a.s.)'dir. Onlara yaklaş ve selam, ver, dedi.

Onlara yaklaştım ve selam verdim. Onlar da selamıma karşılık verdi.

İsa İbni Meryem (a.s.) gür saçlı, güzel yüzlü, beyaz tenli (….) idi. Yahya’nın (as) ise yüzünde huşûun/ Allah’tan korkunun ve saygının derin eseri okunuyordu. Ona selam verdim o da selamımı alıp karşılık verdi. Beni Rabbimin keremiyle karşılayıp,"Sana müjdeler olsun Ey Muhammed, bütün hayırlar sende ve senin ümmetinde toplandı"dedi.

Ben de “Bundan dolayı Allah'a hamd ve şükrederim" dedim.

Sonra Cebrail yine beni öne sürdü ve İbrahim Halilullah dinine göre iki rekat namaz kıldık.

Namazdan sonra tekrar yükseldik. Göz açıp kapayıncaya kadar üçüncü semaya ulaştık. Bu ikinci sema ile üçüncü sema arasındaki mesafe de bizim saydıklarımızla 500 senelik mesafe idi. Cebrail yine kapıyı çaldı. İçerden:

-Kim o? dediler. Cebrail:

-Cebrail!

-Beraberindeki kim?

-Muhammed (a.s.v.)!

-Hoş sefalar getirdiniz, buyurunuz!

Yeşil Bayraklı Leyle-i Kadir Melekleri


Kapı açıldı, içeri girdik.

Bu sema eriyik (Nuhas)'tendi. Bu semaya "Müzeyyene" deniliyordu. Yanlarında yeşil livalar (bayraklar/flamalar) taşıyan melekler vardı.
Cebrail'e "Kimdir bunlar?" diye sordum.

Cebrail "Bunlar Leyle-i Kadir ve Ramazan ayının melekleridir. Zikir ehlini (yani cenab-ı hakkı çoksa zikredip tesbih eden insanarı), şühedayı (şehidleri) ve cemaat ehlini (namazı cemaatle kılmayı huy edinenleri) sever, gece namazı kılanlara dua ed erler” dedi.

Orada bir ihtiyarla bir genç gördüm.

Cebrail’ e "Ya bunlar kimlerdir?" diye sordum. "Davud ile Sülayman (a.s.)’dır" dedi..

Sonra da “yaklaş ve onlara selam ver"buyurdu.

Yaklaşıp selam verdim, selamıma icabet ettiler. Bana

-Müjdeler olsun sana Ya Muhammed! Bütün hayırlar, kıyamete kadar senin ve senin ümetinindir” dediler. Ben de;

-Rabbime hamd ve şükrederim, dedim.

Bir de baktım aralarında bir çocuk, nurdan bir kürsü üzerinde oturuyor. Yüzünden nur saçılıyordu. Yüzü karanlık gecedeki dolunay gibi parlaktı.

Cebrail ’ e "Bu çocuk kimdir?" diye sordum bana şu cevabı verdi:

-0 Yakub'un oğlu Yusuf (a.s.)'tur. Allah onu herkesten daha güzel yarattı. Nasıl ki ay bütün yıldızlardan daha parlaksa o da diğer insanlara göre öyle güzel ve parlaktır.

Yusuf’a yaklaştım ve selam verdim. 0 da Rabbimin keremiyle beni karşıladı ve selamımı aldı. Sonra da "Hoş geldin ey salih kardeşim, ey öğüt ve nasihat sahibi peygamber hoş geldin'' dedi.

Sonra melekler saf bağladı. Cebrailin talimatıyla öne geçtim ve İbrahim Halilullah dini üzere iki rekat namaz kıldık.

Sonra tekrar yükselmeye başladık ve dördüncü semaya geldik. Göz açıp kapayıncaya kadar aldığımız bu mesafe de 500 senelik bir mesafe idi.

Cebrail yine kapıyı çaldı:

-Kim o?

-Cebrail!

-Yanındaki kim?

-Muhammed! (s.a.v.)

-Sen ve beraberindeki koş geldiniz.

Kapı açıldı, içeri girdik. Bu sema ise beyaz gümüştendi. Ona "Zahire" deniliyordu.

Orada Aziz ve Celil olan Rabbimin nice garip tecellilerini gördüm. Sınıf sınıf melekler vardı. Yüzünden nur saçılan bir zat gördüm. Kalbi haşyetle doluydu. Cebrail'e sordum:

-Ey Cebrail kardeşim, bu kim? Cebrail:

-O, kardeşin İdris (a.s.)'tir. Allah onu yüce bir mekâna yükseltti. Ona yaklaş ve selam ver.

Yaklaşıp selam verdim. O da selamımı aldı ve benim ve ümmetim için Allah'a istiğfar etti.
BİLGİ
Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümmü Hani (R.A)

Adı, Fahite binti Ebi Talib’dir. Haşimim neslinden olup fazilet sahibi bir hanımdır. Ümmü Hani lakabıyla meşhurdur. Babası; Ebu Talib b. Abdülmuttalib’dir. Annesi; Fatıma binti Esed’dir. Kocası; Mermukin oğullarının eşrafından Hübeyre b. Amr el Mahzumi el Kureşi’dir. Ondan dört çocuk dünyaya getirdi. Onlar da; Amr, Ca’de, Hani ve Yusuf’tur.

Ümmü Hani (radıyallahu anha) Mekke’nin feth edildiği gün Müslüman oldu. Kocası Hübeyre ise Müslüman olduktan sonra küfre döndüğü için Yemen’e kaçtı. Necran’da tek başına perişan bir hayat yaşadı. Şairdi.

Hübeyre, Necran’da kaldı ve orada küfür üzere öldü.

Ümmü Hani çocuklarıyla ilgileniyor ve onları en iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyordu. (Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’ın rivayetine göre) Onun bu haline tanık olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Hani binti Ebi Talib’e evlenme teklifinde bulundu. O da:

“Ya Rasulullah! Ben, çoluk çocuk sahibi yaşlı bir kadınım” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Kureyş kadınları deveye binen kadınların en hayırlılarıdır” buyurdu.

Mekke’nin feth edildiği gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Hani’nin evine gitti. Ona, “Yanınızda yenecek yemek var mı?” diye sordu.

Ümmü Hani:

“Ya Rasulullah! Yanımızda sadece az bir sirke var” dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Onu getir. İçinde sirke olan ev katık yönünden fakir değildir” buyurdu.
…..
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu evinde ziyaret eder ve onun evinde kaylule uykusu uyurdu. Onunla istişare eder ve görüşüne muhalefet etmezdi.

Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor:

Mekke’nin fethedildiği gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına gitmiştim. Yıkanıyordu. Fatıma ona perde tutuyordu. Selam verdim.

“Kim o?” diye sordu.“Ben Ümmü Hani” dedim.

“Hoş geldin, Ümmü Hani” dedi. Yıkanma işi bitince kalktı tek bir elbise içinde sekiz rekat namaz kıldı.

“Ya Rasulullah! Ali benim eman verdiğim iki kişiyi öldürmek istiyor” dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani” buyurdu.

Bu namaz kuşluk namazıydı. İbni Mülcem, onun sevgili kardeşi Ali b. Ebi Talib (ra)’ı şehit ettiğinde Ümmü Hani hüznünün şiddetinden yataklara düştü ve bir daha da kalkamadı. Sonunda Rabbine kavuştu.
……
Ümmü Hani (ra) yaşadığı şu hadiseyi de burada zikretmeden geçmeyelim. Çünkü konumuzun başlangıcını teşkil ediyor.

Peygamber Efendimiz hicretten bir yıl önce tabliğ maksadıyla Taif’e gitmiş, orada hiç kimse kendisine inanmadığı halde bir de ona işkence etmişler, çocuklara taşlatmışlardı. Bunun üzerine derin inkisar ile Mekke’ye geri dönmüştü. Çok üzgündü ve her taraf düşman doluydu. Bir gece Mekke’de Ümmü Haninin Ebu Talib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümmü Hani o zaman henüz iman etmemişti. Peygamber Efendimiz kapısını çaldı. İçeriden Ümmü Hani’nin sesi duyuldu.

“Kim o?” Rasulullah (sav):

“Amcanın oğlu Muhammed’im, kabul edersen, misafir olarak geldim.” dedi. Ümmü Hani:

“Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can feda olsun. Yalnız, teşrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok” dedi.

“Yiyecek içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek ve yalvarmak için bir yer bana yetişir” dedi.

Ümmü Hani, Rasulullah (sav)’i içeri alıp bir hası bir leğen ve bir ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek ve onu düşmandan korumak Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi ev sahibi için büyük yüzkarası olurdu.

Ümmü Hani amcasının oğlunun Mekke’de düşmanlarının çok olduğunu, hatta onu öldürmek isteyenlerin olduğunu bildiği için sabaha kadar onun için nöbet tutmaya karar verdi. Babasının kılıcını alıp, evin etrafında dolaşmaya başladı.

Rasulullah (sav) efendimiz, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana gelmesi, saadete kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgundu, açtı ve üzüntülüydü. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.

Sonra Cebrail (as) gelip ayağının altından öperek uyandırdı. Bundan sonra Rasulullah (sav) uyanıkken ruh ve bedeniyle Miraca çıkarıldı.

Ertesi sabah Peygamber Efendimiz Ümmü Hani’ye gece miraca çıktığını anlattı. Ümmü Hani:

“Ey amcamın oğlu! Sakın bunu Kureyş’lilere söyleme. Onlar seni yalanlarlar ve seni üzerler” dedi. Rasulullah (sav):

“Vallahi ben bunu onlara söyleyeceğim” dedi. (Hayatü’s Sahabe)
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
 
Üst Alt